Bu kitapta sizleri duyuları bir şekilde değişikliğe uğramış, farklılaşmış, dünyalarının belli bir kısmına dair algıları azalmış veya artmış, gerçekliğe dair fikirleri duyuları tarafından sıradışı ve çoğunlukla da şaşırtıcı şekillerde biçimlendirilen çok sayıda insanla tanıştıracağım. Bunlardan bazıları doğuştan itibaren böyle yaşamış, bazılarıysa hayatlarının ileriki aşamalarında deneyimleri değişikliğe uğramış olan insanlar.
“Nörolojide öteden beri geçerli olan bir ilke vardır: Bir sistemde terslik yaşandığı zaman onu incelediğimizde, sistemin normal işlevine dair kavrayışımız artar. Bu kitapta aktarılan hikâyeler duyularımızın –her birimiz açısından– kısıtlarını ve tuhaflıklarını, sinir sistemimizin yapısal ve işlevsel bütünlüğüne ne kadar bağımlı olduklarını ve daha da önemlisi, her birimizin dünyaya dair algısının gerçeklikten epeyce farklı olabileceğini açık seçik ortaya koyuyor. Bu insanların tecrübeleri gerçekliğin tabiatına ve insan olmanın ne demek olduğuna dair sorular ortaya atıyor.”
Hiç fiziksel acı hissetmeyen Paul, kör olduğu halde etrafında zombi yüzleri gören Nina, sürekli ölüm ve çürüme kokusu alan Joanne, sıcak nesneleri soğuk, soğuk nesneleri de sıcak gibi hisseden Alison, sözcüklerin tadını alan James ve daha niceleri… Nörolog Guy Leschziner bu kişilerin hikâyelerini, alışılmadık durumlarının neden ve sonuçlarını anlatırken, konuya sadece bilimsel değil insani bir açıdan da yaklaşarak bize her yaşamın kendi içinde biricik ve değerli olduğunu hatırlatıyor.
Giriş
1. Süper Kahraman Kumaşı
2. Zombi Suratları
3. Leş Gibi Kokan Güller
4. Her Güzel Kızın Gönlünde Bir Denizci Yatar
5. Körler Ülkesinde
6. Kahve ve Kakule
7. Atlıkarıncada
8. Gözyaşlarımın İzleri Yanıyor
9. Katıksız Mutluluğun Sızısı
“İnsanın ruhundan ayrı bir bedeni yoktur; beden denen şey ruhun beş duyu ile ayırt edilebilen yanıdır, bu beş duyu da ruhun belli başlı pencereleridir.” William Blake, Cennet ile Cehennemin Evliliği “Ve Tanrı dedi ki ‘Işık olsun’ ve ışık oldu.” Ardından akan suyun sesi duyuldu, Âdem yüzünde rüzgârın esintisini hissetti, etrafa çiçeklerin kokusu yayıldı, Havva elmanın tadını aldı. Dünya işte böyle doğdu; biz de daha açar açmaz ışıktan kamaşan gözlerimizle, burnumuzda annemizin kokusu, ağzımızda sütün tadı, kulağımızda annemizin teskin edici sesiyle, tenin tene değmesinin huzurunu duyarak bu dünyaya böyle doğarız. Duyularımızla çevremizi algılamaya başladıkça evren de keskin bir gerçeklik kazanır. Aslına bakılırsa her uyanışımızda bu dünyaya yeniden doğarız; gözlerimizi rüyalardan aralayınca karşımızda beliren soğuk ve somut mekân, sabahı dolduran trafik uğultusu veya kuş cıvıltıları bizi uyku âleminden çekip pat diye Dünya’ya atıverir.
Gündelik koşuşturma esnasında yaptığınız en sıradan şeyden en kıymetli anılarınıza kadar, hayatınızın herhangi bir ânını hayal edin: sevdiğiniz kişinin boynunun veya taze demlenmiş bir fincan kahvenin kokusu; sizi bir anda çocukluğunuza götüren, mutlu zamanlardan kalma o kopuk kopuk ama huzur veren anıları canlandıran bir yemeğin tadı; en sevdiğiniz şarkının radyoda birden çalmaya başlaması; tren istasyonunun o tanıdık panosuna bakınca her sabah bindiğiniz trenin rötar yaptığını görmek; avcunuzun içinde çocuğunuzun elini tutmanın verdiği his… Hayata dair bu kareler iç ve dış dünyalarımızın iç içe geçtiği; hatıralarımızın, duygularımızın, geçmişimizin ve arzularımızın etrafımızdaki dünyayla çakıştığı anları temsil ediyor. Bedenimizin ötesindeki dünyanın gerçekliğini algılamak içinse duyularımıza (görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma) bel bağlıyoruz. Bu duyular gerçekliğe açılan pencerelerimiz, iç ve dış hayatlarımız arasındaki nakil hatları. Dış dünyayı bu şekilde içeriye alıyoruz.
Onlar yoksa her şeyden kopuğuz, tecrit halindeyiz, başıboş varlıklarız. Onlar olmadan ancak kendi zihin âlemimizin içinde, sanal bir hayat sürebiliriz. İlk hatıram turuncu. 1970’lere has, o dönemle özdeşleşen parlak, canlı bir turuncu. Yukarıda göğü seçebiliyorum ama geriye kalan her şey, dört bir yanım turuncu. Uzun yıllar boyunca bu turuncu hatıramı bir türlü anlamlandıramadım. Kaynağını da, ne zamana ait olduğunu da hiç bilmiyordum. Yıllar sonra, herhalde ergenlik dönemimde, aile albümümüzde uçları kıvrılmış, eski zamanların tonlarını taşıyan bir fotoğrafa denk geldim. Özenle yapılmış bukle bukle saçlarıyla annem, bebekliğimin Batı Almanya’sında küçük bir köy meydanının orta yerinde dikiliyordu. Yanında bir bebek arabası, arabada da küçük bir bebek vardı ben.
Bebek arabası plastik gibi parlıyordu, muhtemelen yetmişlerde modernliğin zirvesi olarak görülen vinil malzemeden yapılmıştı. Rengi de tam zihnimde kalan renk gibi, turuncuydu. Birdenbire anlayıverdim. Geçmişin o bulanık görüntüleri aklımda canlandı: Bebek arabasında oturmuşum, yukarı bakıyorum, bulutlar ve gökyüzünden oluşan kare şeklinde manzaramın dört yanı arabanın turuncu siperliğiyle çevrili. Sonra aklıma başka bir açıklama geldi. Belki de bu fotoğrafı daha önce, İngiltere’ye taşınmamızdan sonraki aylarda veya yıllarda, başka bir ülkedeki geçmişimize dair elimizde kalmış tek tük eşyayı karıştırdığım sırada görmüştüm. Belki bu bebek arabasını, bu rengi, o zamana dek defalarca görmüştüm. Belki de hayatımın ilk dönemlerinden kalma, hatırladığım en eski bilinçli ânım sandığım bu hatıra gerçek değildi. Belki bu sahte bir hatıra, geçmişimin kurgusal bir tasviri, zihnimin bir ihanetiydi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilim
- Kitap AdıSözcükleri Tadan Adam
- Sayfa Sayısı304
- YazarGuy Leschziner
- ISBN139786053162988
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2023