Leydi Irene Wyngate asla evlenmeyeceğine dair yemin etmiştir bu yüzden sert diliyle taliplerini kendisinden uzak tutar. Ancak korkutmayı başaramadığı tek bir adam vardır: Radbourne Kontunun vârisi; Gideon Çocukken yuvasından koparılıp Londra sokaklarında büyüyen genç adam, tam ailesiyle tekrar bir araya geldiğini düşünürken görkemli balo salonları yerine, kumarhanelerde kendisini daha iyi hissettiğini anlar.
Irene, Gideona karşı ilgi duymamaktadır, en azından Çöpçatan Francesca Haughstona, Gideonu evlilik için adam etmesi konusunda yardım isterken böyle söyler. Çünkü esrarengiz bir geçmişe sahip olan genç adam, tam bir serseridir. Yakışıklı bir serseri! Irene, istemeden de olsa yavaş yavaş genç adama âşık olmaya başlar. Bununla birlikte, karanlık aile sırları da gün ışığına çıkar. Tüm bunlar, genç âşıklar için yıkıcı sonuçları da beraberinde getirir.
İhtiraslı aşklarla bezenmiş, sürükleyici bir hikâye.
-Publishers Weekly-
***
ÖNSÖZ
Londra, 1807
ÖN KAPI hızlıca çarparak kapandı. Üst kattaki kütüphanede olan Leydi Irene Wyngate, irkilerek arkasına döndü ve elindeki kitap düşerek yere kapaklandı.
Geceyarısnı epey geçmişti ve evdeki herkes çoktan yataklarına girmiş, mışıl mışıl uyuyordu; Leydi irene hariç… Aslında o da bir saat önce yatmıştı ama uykusu kaçınca kalkmış ve okuyacak bir kitap bulmak için kütüphaneye gitmeye karar vermişti. Ortalıkta kimsecikler olmamalıydı, özellikle de kapılan çarpan birileri.
Leydi irene durup kulak kesilmişti ki gecenin sessizliği bir şangırtı ve ardından bir küfürle tekrar bozuldu, irene rahatlayarak yüzünü buruşturdu. Bunu bilmek hiç hoşuna gitmese de, en azından aşağıdan gelen gürültüleri kimin çıkardığım anlamıştı şimdi. Hiç şüphesiz babasıydı; Lord Wyngate eve dönmüş ve olağanca sarhoş haliyle yalpalıyordu.
Çabucak eğilip düşürdüğü kitabı yerden aldıktan sonra, mumu da kaptığı gibi parmak uçlarında yürüyerek odadan çıktı. Sadece on altı yaşında olmasına rağmen, ev halkından babasının zorbalıklarına karşı gelebilen tek kişi oydu.
Sık sık babasıyla, genelde onun Öfkesine maruz kalan annesi ya da erkek kardeşinin arasına girerdi. Öte yandan, Irene aptal bir kız değildi; herkes gibi o da babasının yoluna çıkmamak için elinden geleni yapardı; özellikle de eve zil zurna sarhoş geldiği zamanlarda.
Irene, babası ikinci kata çıkmadan önce yatak odasının güvenliğine ulaşabilmeyi ümit ederek sessizce ve hızla koridorda ilerliyordu. Alt kattan öfkeli, derin bir ses yükseldi ve ardından bir cevap duyuldu.
Babasıyla konuşanın kim olduğunu merak eden Irene, kaşlarını çatarak durdu. Şiddetli bir tokat sesinin ardından bir şangırtı daha duyuldu.
irene merdivenlerin tepesindeki korkuluğa doğru atılıp üzerinden eğilerek aşağıdaki giriş holüne baktı.
Dönerek inen merdivenin alt kısmı görüşünü kısmen engelliyordu ama etrafına saçılmış kırık vazo parçalarıyla beraber, İran halısının üzerine sırtüstü serilmiş halde yatan babasını görebiliyordu. Modası geçmiş olduğu halde takmakta ısrar ettiği demode, pudralı peruğu yana kaymıştı ve babasının kel başına tutunmuş küçük, tüylü bir hayvanı andırıyordu.
Burnundan ince bir kan şeridi akıyordu.
irene şaşkınlıktan donakalmış bir halde bakarken, hızla Lord Wyngate’e doğru yürüyen bir adam görüntüye girdi. Yabancının sırtı genç kıza dönüktü; o yüzden irene sadece adamın uzun boylu, babası gibi siyah ve resmî bir takım giymiş ancak demode peruktan kaçınmayı tercih ederek siyah saçlarını serbest bırakmış biri olduğunu görebiliyordu.
Irene’in bakışları altında yabancı adam eğilip babasının yakalarına yapıştı ve onu hızla çekerek ayağa kaldırdı. Lord Wyngate ellerini adamın göğsüne koyup beceriksizce itmeye çabaladı.
“Lanet züppe,” diye gürledi Lord Wyngate dili dolanarak. “Bu ne cüret?”
“Daha da fazlasına cüret ederim!” dedi diğer adam yumruğunu geri çekerek.
Irene kargaşayı görmek için beklemedi ve dönüp hızla babasının çalışma odasına doğru koştu. Telaşla odanın karşı köşesine gidip cam kapaklı dolaplardan birini hızlıca açarak rafların birinden kaptığı bir kutuyu çalışma masasına koyup açtı.
Kutunun içinde kırmızı kadife üzerine yerleştirilmiş bir çift piştov duruyordu. Babasının silahlan dolu tuttuğunu biliyordu ama yine de ikisiyle beraber odadan dışarıya koşmadan önce emin olmak için çabucak etrafı kontrol etti. Genç kız merdivene yaklaştıkça, boğuşma sesleri ve bağırışlar giderek yükseliyordu, irene artık onları göremiyordu, yer değiştirmişlerdi. Ama seslerden kavganın tüm hızıyla sürdüğü anlaşılıyordu.
Irene basamakların ilk kısmını âdeta uçarcasına indi. Köşeyi dönünce onları yeniden gördü; merdivenin dibinde boğuşuyorlardı. Tam o sırada genç adam kendini kurtararak, Lord Wyngate’in karnına bir yumruk attı. Babası iki büklüm olunca, diğer adam yumruğunu kaldırıp yaşlı adamın çenesine sıkı bir yumruk indirdi. Wyngate geri geri sendeleyerek yere devrildi.
“Durun!” diye bağırdı Irene. “Hemen durun!”
Adamların ikisi de genç kızı umursamadı, hatta dönüp bakmadılar bile. Yabancı, babasının yanına gidip yaşlı adamı tuttuğu gibi yeniden ayağa kaldırdı.
Bir kez daha, “Durun!” diye haykırdı Irene. Tekrar umursanmadığını görünce tabancalardan birini kaldırıp havaya ateş etti. Kurşunun tavandaki avizeye çarptığını duydu ve birkaç parça kristal yere düşüp parçalandı.
İki adam da donakaldı. Yabancı doğruldu ve başını çevirip yukarıya baktı. Babası da kaymış gözlerini genç kıza çevirdi, Irene babasının bakışlarını göz ucuyla fark etti. Genç kızın bakışları diğer adama odaklanmıştı.
Uzun boylu adamın geniş omuzları kıyafetini etkileyici şekilde dolduruyordu. Belli ki cekete gereken şekli vermek için terzisinin dolgu malzemesi kullanması gerekmemişti. Duvar apliklerinin ışığında adamın saçları kömür kadar siyah görünüyordu ve o sırada moda olan modelden birazcık daha uzundu. Keskin açılara ve düz hatlara sahip yüzü, yakışıklı ama sert ve anlaşılmazdı. Öfkesinin tek belirtisi elmacık kemikleri üzerindeki hafif kızarıklık ve gözlerindeki hiddet parıltısıydı.
Irene ondan daha yakışıklı erkekler görmüştü; bu adamda, alışkın olduğu zarif beyefendilerden farklı, biraz çiğ ve kaba bir şeyler vardı.
Yine de bu genç adam, şimdiye kadar tanımış olduğu tüm beyefendilerden daha fazla etkilemişti Irene’i. Genç kız, adama bakarken iç organlarında tuhaf bir çekilmeyle, midesinin derinliklerine inen bir kasılma hissetti ve gözlerini ondan ayırmakta zorlandı.
Lord Wyngate çatlak bir sesle, “Irene,” dedi ayağa kalkmaya uğraşırken.
“Evet, benim,” diye huzursuzca yanıtladı. Evi birbirine katan babasına mı yoksa içinde böyle acayip ve rahatsız edici hisler uyandıran tanımadığı bu adama mı daha çok kızdığından emin değildi. “Başka kim olabilir ki?”
“İşte benim kızım,” diye geveledi Wyngate olduğu yerde sallanarak. “Sana güveniyorum.”
Irene’in dudakları gerildi. Babasına yardım etmek zorunda kalmak onu çok yaralıyordu.
Genç kız kendini bildi bileli, babası etrafındaki herkesin hayatının temel dert ve rahatsızlık kaynağı olmuştu. Uşaklar, annesi, erkek kardeşi ve Irene hep onun korkusuyla yaşamışlardı. Kötü bir mizacı, bastırılamayan bir alkol düşkünlüğü ve belaya karşı eğilimi vardı.
Genç kızın çocukluğundan hatırladığı tek şey, babasının annesini ağlattığı ve uşakları korkudan titrettiğiydi. Özellikle de sarhoş olduğu zamanlarda ondan uzak durmayı öğrenmişti Irene. Son yıllarda, kumar ve içkisiyle ayrılmaz bütün olan fuhuş gibi hem parasal hem de tensel çoğu aşırılığın, babasının düşkün olduğu pek çok günahın daha iyi farkına varmıştı. Lord Wyngate ahlaksız biriydi ama daha da kötüsü, çoğunlukla etrafındakilerin duyduğu korkudan keyif alan, hain bir adamdı.
Her şeye rağmen, Irene’e onu sevmesi gerektiği, sırf babası olduğu için saygı görmeyi hak ettiği öğretilmişti. Genç kız bu dersi hiçbir zaman tam anlamıyla benimsememişti. Annesinin yapabildiği gibi, tüm hatalarına rağmen babasını affedecek ya da sevecek kadar iyi bir insan değildi
Irene, bunu biliyordu. Ne de erkek kardeşi Humphrey gibi, kendinden beklenileni yapıp sırf gelenekler öyle istiyor diye babasına saygı ve sadakat göstermeye istekli değildi.
Irene, eğer birisi babasına saldırıyorsa muhtemelen bunu hak etmiştir diye düşünürdü. Yine de o babasıydı ve bu yabancının onu öldürmesine izin veremezdi.
“Antrede kavga etmek için biraz geç bir saat olduğunu düşünmüyor musunuz?” diye sordu irene sakin ve buyurgan bir tonla. Babasıyla başa çıkmanın en iyi yolunun bu olduğunu zamanla öğrenmişti.
Lord Wyngate ceketini düzeltti ve içkili kişilerin genelde takındığı abartılı bir dikkatle, eliyle ağır ağır temizledi. Elini yüzüne sürdükten sonra bariz bir şaşkınlıkla avucundaki kana baktı.
“Lanet olsun… sanırım burnumu kırdın, seni kendini beğenmiş, düzenbaz!” diye adama çıkıştı Lord Wyngate öfkeyle.
Ne var ki genç adam, ona dönüp bakmadı bile. Gözlerini Irene’den ayırmamıştı.
Genç kız birden nasıl göründüğünü düşündü. Okuyacak bir kitap bulmaya giderken geceliğinin üzerine sabahlığını giymeye gerek duymamıştı. Ayakları çıplaktı ve yatarken açtığı gür, sarı saçları çılgın dalgalar halinde omuzlarına ve sırtına dökülmüştü.
Irene, duvardaki apliklerin ışığının arkasına vurarak ince, pamuklu geceliğin altındaki çıplak vücudunun hatlarını ortaya çıkardığını düşündü. Saç diplerine kadar kızardığını hissetti. Neden başka tarafa bakmıyordu bu adam? Belli ki terbiyesiz hödüğün tekiydi.
Genç kız, utandığını bu kaba adama belli etmek istemediği için çenesini yukarı kaldırarak gözlerini ona dikti. Yine de gözünün ucuyla, babasının çaktırmadan geri geri giderek duvarın önündeki kaidenin üstünde duran küçük bir heykeli kavradığını gördü. Babası heykeli havaya kaldırıp genç adama doğru yöneldi.
“Hayır!” diye bağırdı irene sol elindeki tabancayı babasına doğrultarak.
“Onu hemen yerine koy!”
Lord Wyngate suratını asarak kızına baktı ama heykeli kaidesine geri koydu.
Diğer adam, dudaklarında küçümser bir ifadeyle Lord Wyngate’e baktı. Sonra tekrar Irene’e dönüp eğilerek onu selamladı.
“Teşekkür ederim, leydim.” Adamın derin ve kaba bir ses tonu vardı; ayrıca pek de beyefendiye benzemeyen bir aksanla konuşuyordu.
“İran halısına daha fazla kan dökülmesini istemiyorum,” dedi Irene sertçe. “Temizlemesi gerçekten çok zor.”
Babası duvara yaslanmış, hâlâ surat asıyor ve kızına bakmayı reddediyordu. Öte yandan diğer adam Irene’i şaşırtan bir kahkaha attı ve yüzü sıcak, yumuşak bir keyifle aydınlandı. Genç kız, adamın gülüşüne karşılık vermemek için kendini zor tuttu.
“Bu yaşlı keçinin böylesine güzel bir kızı olması, benim anlama gücümü aşıyor,” dedi adam.
Hem adama hem de kendisine sinirlenen Irene yüzünü buruşturdu. Kendisine böyle sırıtabilmesi için bu adamın son derece küstah olması gerekiyordu. Nasıl olmuştu da Irene bu hödüğün gülüşüne karşılık vermeye kalkışmıştı?
“Artık gitseniz iyi olacak,” dedi Irene. “Yoksa uşakları çağırıp sizi zorla dışarıya attırmak zorunda kalacağım.”
Yabancı bu tehditten ne kadar az etkilendiğini ifade edercesine tek kaşını havaya kaldırdı ama sadece, “Tabii. Huzurunuzu kaçırmak istemem,” dedi.
Adam, Lord Wyngate’e doğru yürüyünce yaşlı adam sinirli bir şekilde geri çekildi. Adam, Wyngate’i gömleğinden yakalayıp sıkıca tutarak ona doğru eğildi.
“Bir daha Dora’yı rahatsız ettiğini duyarsam, geri gelir ve vücudundaki tüm kemikleri kırarım. Anladın mı?”
Irene’in babası öfkeden kıpkırmızı kesildi ama anladığını ifade edercesine başını salladı.
“Ve bir daha da benim mekânıma gelme. Asla!” Yabancı adam uzun uzun babasına baktıktan sonra onu bıraktı ve hızlı adımlarla ön kapıya yürüdü. Kapıyı açtıktan sonra dönüp merdivenlerde duran Irene’i süzdü.
Genç adamın dudaklarında hafif bir alaycı tebessüm belirdi ve “İyi geceler, leydim. Sizinle tanışmak bir zevkti,” dedi.
Sonra bir reverans yaptı ve gitti.
irene gevşedi; ne kadar gerilmiş olduğunu şimdi fark ediyordu. Bacakları titriyordu, elini aşağı indirdi.
“Kimdi o?” diye sordu.
“Hiç kimse,” diye yanıtladı babası merdivenlere doğru dönerek.
Yalpalayarak yürüyordu, düşmemek için tırabzana tutunmak zorunda kaldı. “Pis herif… benimle öyle konuşabileceğini zannediyor… ona gününü göstereceğim.” Başını kaldırıp sinsi hesaplar yapan bir ifadeyle
Irene’e baktı. “O tabancayı bana ver, Irene.” “Ah, sus,” dedi genç kız bitkin bir sesle. “Seni öldürmesine izin vermediğime pişman etme beni.”
Genç kız arkasını dönüp yukarıya çıkmaya başladı. Emniyette olmak için silahları odasına götürmesinin iyi olacağını düşündü. Böylece babası onları alamazdı.
“Babanla bu şekilde konuşamazsın,” diye söylendi Lord Wyngate. “Bana saygı göstereceksin.”
Irene hışımla arkasına döndü. “Hak ettiğin zaman sana saygı gösteririm,” dedi sert bir ifadeyle.
“Hiç iyi bir evlat değilsin,” dedi babası gözlerini kısarak. “Ve bu çalımların yüzünden hiçbir adam seninle evlenmek istemeyecek. O zaman ne yapacaksın, ha?”
“Çok memnun olacağım,” diye yanıtladı Irene düz bir sesle. “Gördüğüm kadarıyla kocasız bir hayat çok daha güzel olur. Ben asla evlenmeyeceğim efendim.”
Sözlerinin onu afallatıp anlık bir sessizliğe sürüklemesine memnun olan Irene, dönüp hızla yukarıya çıktı.
BİRİNCİ BÖLÜM
Londra, 1816
ERKEK kardeşinin karısı, önceki gün aldığı elbiseyi tüm detaylarıyla tarif ederken Irene gizlice içini çekti, Irene modadan konuşmaktan hoşlanmıyor değildi; hatta stiller, renkler ya da aksesuarlar hakkındaki sohbetlere itiraf etmek istemediği kadar meraklı olmuştu.
Irene’i bayılacak kadar sıkan şey Maura’nın kıyafetler hakkında konuşmasını dinlemekti. Maura’nın her konuşması, bahsi geçen konudan ziyade Maura’nın kendisi, kendi beğenileri, keskin zekâsı ya da güzelliği üzerine olurdu.
Basitçe söylemek gerekirse Maura, tüm ilginin ve insanların etrafını çevrelediği bir güneşti; en azından kendi kafasında, Irene, onun iflah olmaz ben merkezciliğini dert etmezdi, aynı zamanda fazlasıyla yavan ve sıkıcı olmasaydı.
Irene odadaki diğer kadınların yüzlerine baktı. Üç misafirlerinden hiçbirinin kendisi kadar ilgisiz ve sıkılmış görünmediğini fark etti. Kendi yüz ifadesinin de düşüncelerini bu kadar az yansıtıp yansıtmadığını merak etti. Bunu söylemek zordu çünkü tüm…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSöz Dinlemez Kalbim
- Sayfa Sayısı384
- YazarCandace Camp
- ÇevirmenCeren Kurtoğulları
- ISBN9786055289713
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şu An Neredesin? ~ Mary Higgins Clark
Şu An Neredesin?
Mary Higgins Clark
Amerika’nın macera roman Kraliçesi Mary Higgins Clark’tan genç bir kadının kendi aile dramının sırrını çözmeye çalıştığı sürükleyici ve muhteşem bir hikaye. Yirmi bir yaşındaki...
- Gölgelerden Uzakta ~ Jason Wallace
Gölgelerden Uzakta
Jason Wallace
Zimbabve halkının şahit olduğu amansız bir kurtuluş savaşının gölgesinde kurulmuş; ırkçılık, derebeylik, ahlâk ve politika kavramlarını gündeme taşıyan dikkat çekici bir okuma deneyimi sunuyor.
- İnci ~ John Steinbeck
İnci
John Steinbeck
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini...