Bu unutulmaz güzellikteki romanda, bir kadının geçmişi ve geleceği karşı karşıya gelerek beklenmedik sonuçlara yol açıyor.
Kırk bir yaşındaki okul hemşiresi, Alzheimer hastası olan annesi ile ilgilenmek için kırsaldaki evine dönmüştür. Geldiği ilk gece bir cinayet olur ve küçük bir kız öldürülür. Bu olay, kadının çocukluğunda yaşanan bir başka cinayete esrarengiz biçimde benzemektedir. Sınıf arkadaşları tarafından “Patates Kız” denilerek alay edip dışlanan yoksul arkadaşı Del de otuz yıl önce aynı şekilde öldürülmüştür. Del’in katili asla bulunamamış, o günden sonra küçük kız, hayalet hikâyeleri ve efsanelerde ölümsüzleşmiştir.
Şimdi, yeni cinayetin soruşturması kahramanımızı karşı konulamaz bir şekilde içine çekerken, geçmişi ve geleceği korkunç, beklenmedik bir şekilde bir araya geliyor. Çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değil… Ve gençliğinin hayaletleri unutulmaktan çok uzak.
“Bu kitaba bayıldım. Eğlendim, korktum ve bitene kadar onun esiri oldum. Elimden bırakamadım.”
Sara Gran
“İyi kurgulanmış, sürükleyici ve eğlenceli.”
Kirkus Reviews
”Karanlık ve merak uyandırıcı bu kitabı okuduktan sonra,Patates Kız’ın peşinizde olup olmadığına bakmak için arkanızı kollayacaksınız.”
Sara Gruen
***
Başlangıç
7 Kasım 2002
21.30
Patates Kız öldürüldüğünde, katil onun kalbini kesip çıkarmış. Kalbi gömmüş, ama ertesi gün kız dirilmiş. Hem de aynı yerden çıkarak.” Ryan söylediklerini vurgulamak için kamp ateşini elindeki sopayla dürttü ve gecenin içine kıvılcımlar yağdırdı.
Opal yavaşça Ryan’a doğru yaklaştı. Ryan on beş yaşındaydı, sevimli sayılabilecek bir çiftlik oğlanı havası vardı. Tori, Opal’e Ryan’ın ondan çok hoşlandığını söylemişti. Zaten her şeyi Tori ayarlamıştı, ormana gidip oğlanlarla takılmanın eğlenceli olacağını söyleyen de oydu. Opal on iki yaşındaydı ve daha önce hiçbir oğlanla öpüşmemişti, ama bunu kimseye anlatacak değildi, en yakın arkadaşına bile.
“Nasıl yani, zombi gibi mi?” diye sordu Tori. Opal sessizdi. Patates Kız hikâyelerinden nefret ederdi. Onlardan nefret ederdi, çünkü gerçek olduklarını biliyordu.
“Bir zombi gibi ölümden geri dönmüş. Aynı patates gibi: onu parçalara bölersin, o parçalardan herhangi birini gömersin. Eğer gözenekleri varsa –bu bir parça kabuk bile olabilir– yenisi büyümeye başlar.” Ryan sopayı kemik kırar gibi ortadan ikiye böldü ve ateşin içine attı.
Opal titredi. Daha bu öğlen yaşadığı ziyareti düşünüyordu. Ama hayır, böyle şeyler hakkında düşünmemeliydi. Ve bundan başkalarına bahsetmemesi gerektiğini de iyi biliyordu. Yalan söylediğini ya da deli olduğunu düşünürlerdi, hatta belki ikisini birden.
“Ve artık bu ormanda dolanıyor,” diye ekledi Sam. “Onun geldiğini nasıl anlarsınız biliyor musunuz? Kokudan. O pis, çürük patates kokusundan. Onun kokusunu elli metre uzaktan bile alabilirsiniz.”
“Haydi canım!” Tori gözlerini devirdi. Sam onun erkek arkadaşı gibi bir şey sayılırdı.
“Şunu bir açıklığa kavuşturalım. Sen Patates Kız’ın gerçek olduğuna inanmıyor musun?” Ryan şaşırmıştı.
“Bir zamanlar yaşadığına inanıyorum. Bunu biliyorum. Annem onunla birlikte okula gitmişti. O kız sadece cinayete kurban gitmiş zavallı bir çocuktu. Bütün bu hayalet saçmalığı mı? Bu… Nasıl derler, sadece bir şehir efsanesi.”
“Tanrı aşkına Tori, Dan ve Chris’in daha geçen hafta onu tam burada gördüğünü unuttun mu?” dedi Opal. “Hem Becky Sheridan’ın küçük kız kardeşi Janey’ye ne demeli? Patates Kız’la Griswold’ların eski arazisinde tanıştığını ve onun kendisini kilere kilitlediğini söylüyor.”
Peki ya ben? diye düşündü Opal.
“Tanrım, biraz büyüyün lütfen. Dan ve Chris’in kafaları iyiydi, her zamanki gibi. Janey ise boş boş etrafta dolaşırken orada mahsur kaldı.” Tori işte bu kadar dercesine ellerini iki yana doğru açtı.
“Tabii canım,” dedi Opal. “Kapı dışarıdan kilitlenmişti, zekâ küpü. Peki, sence bunu nasıl becermiş olabilir?”
“Benim söylemeye çalıştığım sadece şu, bu saçmalıkların hepsi açıklanabilir.”
“Ve benim söylemeye çalıştığımsa bazı şeylerin açıklanamayacağı,” dedi Opal.
Opal, ceket yüzünden Tori’nin hâlâ kendisine kızgın olduğunu biliyordu. O gün öğlen, henüz oğlanlarla buluşmadan önce Opal’in, ceketini ona sormadan ödünç aldığını öğrenmişti Tori. Bu yeterince kötü değilmiş gibi bir de ceketi bisikletinin zincirini değiştirirken giymişti ve Tori ceketin sol kolundaki yağ lekesi yüzünden çılgına dönmüştü. Opal’in onu kuru temizlemeye götürmeye ve parasını da kendi cebinden vermeye söz vermesi lazımdı. Ve bu arada, Tori de onun ceketini ödünç alabilirdi.
Yalnız, ceket tam olarak onun değildi. O annesinin en eski ve en sevdiği ceketiydi, hatta Opal onu pek çok kez sormadan ödünç aldığı için şimdi ona dokunması bile yasaklanmıştı. Açık kahverengi süet bir ceketti, kollarında ve ön tarafında püskülleri vardı. Kadın kovboylara ve rock yıldızlarına yakışır bir şeydi, Opal istemeyerek de olsa onun yaşça kendisinden daha büyük ve biçimli bir vücuda sahip olan Tori’ye daha çok yakıştığını kabul etmek zorunda kalıyordu. İki kızın da saç kesimi aynıydı (ikisini de kasabanın ucunda bir kuaförde çalışan Shirley kesmişti) ve ikisi de sarışındı, ama aralarındaki benzerlik orada son buluyordu. Opal aralarında güzel olanın Tori olduğunun farkındaydı, oğlanlar hep ona bakardı. Ama işin doğrusu, çoğu zaman bu hiç umurunda olmuyordu. Onun endişelenmek için oğlanlardan daha önemli sorunları vardı.
Opal ödünç alma huyunun insanları rahatsız ettiğini biliyordu ve bir gün bunun yüzünden başı büyük derde girebilirdi, ama bir türlü kendini durduramıyordu. Bazen bunu farkında bile olmadan yapıyordu. Tori’nin ceketini aldığı gece de öyle olmuştu, onu giydiğini fark ettiğinde evin yolunu yarılamıştı bile. Bazı insanlar sigara içer. Bazıları tırnaklarını yer. Opal ödünç alıyordu. Aslında buna tam olarak çalmak denemezdi. O sadece tanıdığı, hoşlandığı ve kendine yakın hissettiği insanların eşyalarını ödünç alırdı. Ve kimse alındıklarını bile fark etmeden eşyalarını sağ salim geri götürmek için elinden geleni yapardı. Bu onu heyecanlandırıyordu. Öyle bir histi ki, diğerlerinin eşyaları onunlayken on iki-yaşında olmaktan çıkıyor ve bundan çok daha fazlasıymış gibi hissediyordu. O eşyalar onun için sanki diğer insanların ruhlarından küçük parçalar taşıyan iyi şans tılsımları, uğurlar gibiydi.
❁ ❁ ❁
Soğuk bir geceydi. Oğlanlar değişik Patates Kız hikâyeleri anlatırken, dört çocuk ateşe yakın oturuyorlardı. Tori çoğunlukla sessizdi, babasından aşırdığı Camel Light’tan içiyor, arada saçlarını kabartıp en saçma hikâyelere küçümseyen kahkahalar atıp kafasını sallıyordu.
O katılmadan da anlatılabilecek bir sürü hikâye vardı. New Canaan’daki her çocuk Patates Kız’ın, öldürüldüğü ormanda nasıl gezdiğini ve onu öldüren katili ararken yoluna çıkan herkesi intikam için öldürdüğünü dinleyerek büyümüştü.
“Bence kız, katili hâlâ burada olduğu için burayı terk etmedi. Kim olduğunu biliyor ve o ölene kadar da durmayacak,” dedi Ryan.
“Ama kızgınlığı sadece ona değil, bütün kahrolası kasabaya. O bütün kasabayı lanetledi,” dedi Sam.
“Lanet veya değil, benim çişimi yapmam lazım. Hemen dönerim,” Tori süet cekete iyice sarınarak ayağa kalktı.
“El fenerini al,” dedi Sam.
“Bu gece ay var. Ben yolumu bulurum,” diye cevap verdi Tori ayağa kalkıp ateşin etrafında oluşturdukları çemberden çıkarken.
“Dikkatli ol! Çürük patates kokusu alıyorum!” diye bağırdı Sam arkasından.
“Pislik!” diye seslendi Tori.
Tori’nin ölü yaprakları ve dalları çıtırdatarak gitgide uzaklaşan ve sonunda tamamen kaybolan ayak seslerini dinlediler. Sessizce küfür ettiğini duydular, büyük ihtimalle ayağı çalılara takılmıştı. Ateş çıtırdadı. Daha çok hikâye anlattılar.
Aradan beş dakika geçtikten sonra Opal, Sam’in gidip Tori’ye bir bakması gerektiğini söyledi. Oğlanlarsa kızların çiş yapmasının çok uzun sürdüğünü söyleyerek onu başlarından savdılar ve kızların bu işi bu kadar uzatmak için ne yaptığı üzerine tartışıp iyice bir güldüler.
On dakika geçtikten sonra Tori’ye seslendiler, ama cevap yoktu. Oğlanlar onun şaka yaptığını söylediler. Tori onları korkutmaya çalışıyordu.
“Tamam,” dedi Opal sonunda. “Siz iki maço erkek burada kalın. Ben gidip onu bulacağım.” El fenerini Ryan’ın elinden kaptı ve oradan çıkarak karanlığa doğru yürümeye başladı.
❁ ❁ ❁
Ryan ve Sam ateşin yanında kaldılar ve kızların ne kadar histerik olabildiklerine güldüler. Zaten bu yüzden burada değiller miydi? Lanetli ormana, tıpkı onlardan önceki sayısız oğlanın yaptığı gibi kızları birazcık korkutup sonra da avutmayı umarak gelmemişler miydi? Tüm bu hayalet izleme bokluğu ormana gidip biraz oynaşmak için bir bahane değil miydi?
Griswold’ların eski yerinin arkasındaki orman, işkence edilmiş küçük bir kızın hayaletinden ziyade, önceden gelmiş olan çiftlerin bıraktığı şişelerle ve kondomlarla silme dolu değil miydi?
Opal’in çığlığı düşüncelerini yarıda kesti. Ateşin sıcak parlaklığından uzaklaşarak acı çığlığın geldiği karanlık ve karman çorman ağaçların arasına daldılar. El fenerinin ışığının ağaçlara yansıdığını gördüler ve yaklaştıkça Opal’in ağladığını duydular.
Ryan oraya Sam’den bir saniye önce varmıştı. Aniden durdu ve bir adım geriledi.
“Kahretsin!” dedi nefesini bırakırken.
Tori büyük, boğumlu bir akçaağacın altında çıplak, boynunun etrafına bir kordon dolanmış ve sol göğsünün derisi muntazam bir şekilde yüzülmüş halde yatıyordu. Elbiseleri dikkatlice katlanmış ve üst üste konmuş, başucunda duruyorlardı. Opal, tek eli yüzünün yarısına kapanmış halde korkunç bir inleme sesi çıkararak onun başında durdu. El fenerinin ışığı Tori’nin solgun teninin üstünde dans etti.
“Bu bir şaka,” diye bağırdı Sam, delice ve sert bir kahkaha atarak. “Kahrolası hasta bir şaka. Haydi ama!” Tori’nin bedenini ayağıyla dürttü ve yüzünü el fenerinin yaydığı ışık huzmesine doğru itti. Kızın dili mavi dudaklarından hafifçe dışarı çıktı. Gözleri yuvalarından fırlamıştı, tıpkı bir oyuncak bebeğinkiler gibi iri ve donuktular. Sam de çığlık atmaya başladı. Büyüyü bozan Ryan oldu, el fenerini Opal’in elinden aldı ve yardım çağırmaları gerektiğini söyledi. Oğlanlar koşarak uzaklaştılar ve hemen arkalarından gelen Opal geri döndüğünde, bunu fark etmediler.
Opal açıklığa kadar geri dönmeyi başarmıştı, hıçkırıklarını yutarak ve ölü arkadaşına bakmamaya çalışarak hemen elbise yığınına gitti. Süet ceket düzgünce katlanmış olarak en altta duruyordu. Diğer kıyafetleri kaldırırken en üstteki beyaz dantelli külodu fark etti, ay ışığının altında katlanmış ve parıldayan haliyle tıpkı bir gece kelebeği gibi görünüyordu.
Sonra ceketi giydi. Hâlâ Tori’nin sıcaklığını taşıyordu, bu midesini ağzına getirdi. Bedene bir kez daha baktı. Bu kız sanki orman zemininde içi açılmış plastik bir manken gibi görünüyordu. Onun, saatler önce kendisini ceketini giydiği için azarlayan kızla aynı kişi olmasına imkân yoktu. Ve hayaletlere inanmayı reddeden kızla.
Opal izlendiğini hissetti. Üstelik ölü arkadaşının boş bakan gözleri tarafından değil, başka biri, başka bir şey tarafından. Yavaşça, isteksizce, arkasını döndü.
Ve sonra, bir an için onu gördü: Uzun bir elbisenin içinde küçük, solgun bir figür beş metreden daha uzak olmayan bir ağacın arkasında duruyordu. Opal, onun kendisinden uzaklaşmasını, akçaağaçların arasında zikzaklar çizerek ormanın karanlık kalbine doğru süzülmesini ve tamamen ortadan kaybolmasını izledi.
Opal oğlanlara yetişene kadar elinden geldiğince hızla koştu, kalbi bir çekiç gibi göğsünü döverken, çığlık atmamak için dilini ısırıyordu. Tori’nin akşam boyunca giydiği ceketin üstünde olduğunu fark etmemeleri için dua etti. Etmediler de. Ve onlara, ceketi almak için geri döndüğünde ne gördüğünü anlatmaya hiç niyeti yoktu.
Saatler sonra, eve geri döndüğünde, sorgu bittiğinde ve görevli Tori’nin bedenini almaya geldiğinde, Opal her şeyin ne kadar büyük bir hata olduğunun farkına vardı. En iyi arkadaşının ölüsünün, neden annesinin ceketini giydiğini açıklamak istememişti, üstelik Opal’in o cekete dokunması bile yasaktı. Ama gerçekten, bu kimin umurunda olurdu ki? Ayrıca, onun sorunu neydi de böyle bir durumda hâlâ aptal bir ceketi düşünebiliyordu? Şimdi suç mahalline müdahale etmişti ve bunun onu bir suçlu yaptığına neredeyse emindi. Yapılacak en iyi şey ceketi dolabın en arkasına asmak ve bundan hiç kimseye bahsetmemekti. Ve bir şeyin eksik olduğunu fark ettiği sırada Opal tam olarak bunu yapıyordu.
Yıldız. Henüz bu öğlen cekete iğnelediği paslı metal şerif yıldızı gitmişti.
“Lanet olsun!” dedi, iğnenin süetin üstünde önceden açtığı iki küçük deliğe parmaklarıyla dokunurken.
Ormanda bir yerlerde düşmüş olmalıydı. Yapılacak tek şey geri dönüp onu bulmaktı. Kaybolduğu anlaşılmadan onu geri getirmesi gerekiyordu.
Ve milyonuncu kez kendine, “Buraya kadar. Bundan sonra ödünç almak yok,” dedi ve bu sefer ciddi olduğuna inandı.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSöylemeyeceğine Söz Ver
- Sayfa Sayısı282
- YazarJennifer McMahon
- ÇevirmenBahar Karakaş
- ISBN9786055358068
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dersler ~ Ian McEwan
Dersler
Ian McEwan
Yıl 1959: Soğuk Savaş dünyaya tüm kasvetiyle çökmüşken on bir yaşındaki Roland Baines’in hayatı değişmek üzeredir. Kaldığı yatılı okulda yalnızlığa alışmaya çalışan Roland, piyano...
- Aşktan ve Gölgeden ~ Isabel Allende
Aşktan ve Gölgeden
Isabel Allende
Bu öykü, birbirlerini amansızca seven, böylece sıradan bir varoluştan kendilerini sakınan bir kadınla bir erkeğin öyküsüdür. Bu öyküyü zaman aşımına karşı koyarak belleğimde gizledim;...
- Yalıyar – Cilt: 1 ~ İvan Gonçarov
Yalıyar – Cilt: 1
İvan Gonçarov
İvan Gonçarov, Sıradan Bir Hikâye (1847) ve Oblomov’un (1859) ardından yazımı yirmi yıl süren son romanı Yalıyar’ı 1869’da yayımlayarak “üçleme”sini tamamladı. Rus serflik düzeninin...