Aşk bir inançtır ve bütün inançlar sınanır…
Polisler tarafından hastaneye getirilen cinayet zanlısı yaralı bir kadın, Dr. Luke Findley’in tüm hayatını değiştirir. Çünkü bu kadının kimsede olmayan tuhaf çekiciliğinin yanı sıra akıllara durgunluk veren gizemli bir hikâyesi vardır. Ve bu hikâyesine Dr. Luke’u da katarak, sıra dışı serüvenine kaldığı yerden devam edecektir.
Aşk, tutku ve ihanetin harmanlandığı olağanüstü bir üçlemenin ilk romanı.
“İlk sayfasından itibaren sizi içine alan ve bir solukta okuyacağınız harikulade bir roman.”
-Cosmopolitan-
“Romanın her bölümünde karanlık bir dünyanın gittikçe derinlerine iniyorsunuz. Zengin ve büyüleyici kurgusuyla Sonsuz Arzuya Uyanış’ın unutulmaz kitaplar listesinde sağlam bir yer edineceği kesin!”
-New York Times-
“Sonsuz Arzuya Uyanış, elinden bırakamayacakları bir kitap arayan herkese şiddetle önereceğim bir roman!”
-Booklist-
“Okurlar, Alma Katsu’nun bu etkileyici romanından gözlerini ayıramayacaklar.”
-Paperback Dolls-
“Aşkın karanlık yüzünü sürükleyici ve sarsıcı bir dille anlatan olağanüstü bir roman. Sürprizlere hazır olun.”
-Publishers Weekly-
***
BİR
Lanet olasıca hava çok soğuktu. Luke Findley’in nefesi havada donuyor, donmuş bir an kovanı gibi neredeyse somutlaşıyordu. Direksiyonu tutan elleri ağırdı, çünkü hastanedeki gece vardiyasına yetişebilmek için ancak uyanabildiğinden, sersem gibiydi. Yolun iki tarafındaki karla kaplı tarlalar, donmaktan uyuşmuş dudakları hatırlatan bir mavilikle ay ışığında hayalet gibi parıldıyordu. Kar o kadar yüksekti ki, normalde tarlaları saran köklerden ve çalılardan iz kalmamıştı. Üstelik ortama aldatıcı bir sükûnet kazandırıyordu.
Komşularının Maine’in bu en kuzey kısmında neden kaldığını sık sık merak ederdi. Tarım için zor bir yerdi; ıssızdı ve açıkça anlaşıldığı gibi dondurucu ölçüde de soğuktu. Yılın yarısında kış hüküm sürer, kar yığınları evlerin pencere pervazlarını doldurur, boş patates tarlalarında hava, deriyi donduracak kadar soğuk olurdu.
Ancak bazen biri gerçekten donup kaldığında, Luke bölgedeki birkaç doktordan biri olduğu için onlarla sık sık ilgilenmek zorunda kalırdı. Sarhoşun biri (St. Andrews’da onlardan bol bir şey yoktu) bir kar yığınının dibinde sızıp kalır ve sabaha doğru insandan dondurmaya dönüşürdü. Allagash Nehri’nde paten kayan bir çocuk buzun ince bir noktasından suya düşerdi. Bazen cesedi Kanada’da, Allagash’ın St. John’ la birleştiği yerde bulunurdu.
Bir avcı tipide yolunu kaybeder ve büyük kuzey ormanlarından çıkamaz, cesedi ise kucağında işe yaramaz bir şekilde duran pompalı tüfeğiyle donmuş halde bir ağacın dibinde bulunurdu.
Bu bir kaza değildi, demişti Şerif Joe Duchesne, avcının cesedi hastaneye getirildiğinde. Yaşlı Ollie Ostergaard ölmek istemiş. Bu da onun intihar şekli. Ama Luke bunun doğruluğundan şüpheleniyordu, çünkü böyle bir şey söz konusu olsa, Ostergaard kendini kafasından vurabilirdi. Donarak ölmek çok uzun sürdüğünden, insanın fikrini değiştirmek için çok fazla zamanı olurdu.
Luke kamyonetini Aroostook County Hastanesi’nin otoparkındaki boş bir alana çekti, kontağı kapadı ve St. Andrews’dan taşınmak konusunda kendisine bir kez daha söz verdi. Yapması gereken tek şey ailesinin çiftliğini satmak, sonra da taşınmaktı; nereye olduğunu bilmese bile. Luke alışkanlıkla iç çekti, anahtarı kontaktan çıkardı ve acil servisin girişine yöneldi.
“Luke,” dedi nöbetteki hemşire, Luke eldivenlerini çıkararak içeri girerken başıyla onayladı. Luke paltosunu minik doktor odasına astı ve hasta kabul bölümüne geri döndü. “Joe aradı,” dedi Judy. “Bakmanı istediği bir başıboşu getiriyor, Birazdan burada olurlar.”
“Kamyoncu mu?” Bir sorun olduğunda, genellikle ke reste şirketlerinden birinin bir şoförü söz konusu olurdu. Sarhoş olup Blue Moon’da kavga çıkarmalarıyla ünlüydüler.
“Hayır.” Judy dikkatini bilgisayarda yaptığı bir şeye vermişti. Monitörün ışığı gözlük camlarından yansıyordu.
Luke onun dikkatini çekmek için boğazını temizledi. “Kim peki? Yerel halktan biri mi?” Luke komşularının yaralarını sarmaktan bıkıp usanmıştı. Görünüşe bakılırsa bu lanet olası kasabaya sadece kavgacılar, sarhoşlar ve serseriler dayanabiliyordu.
Judy bakışlarını monitörden kaldırarak yumruğunu beline dayadı. “Hayır. Bir kadın. Ve buralardan da değil.”
Bu sıra dışı bir durumdu. Buraya polis tarafından nadiren getirilen kadınlar genellikle kurban olurlardı. Bazen kocasıyla kavga ettikten sonra yerel halktan bir kadın da getirilirdi veya yazları Blue Moon’da bir kadın turist kontrolden çıkardı. Ama yılın bu döneminde ortalıkta turist filan olmazdı.
Pekâlâ, bu gece sabırsızlıkla bekleyeceği farklı bir şey vardı. Bir çizelge çıkardı. “Peki. Başka neyimiz var?” Judy önceki vardiyadan kalan işleri sayarken Luke neredeyse dinlemiyordu. Oldukça hareketli bir gün olmuştu ama şimdi, saat gece onu geçerken, ortalık sakindi. Hastalar dikişlerle veya bandajlarla ve ağrı kesici reçeteleriyle evlerine gönderilmişlerdi ya da sabah yapılacak testler için gece boyunca bekletiliyorlardı. Bu cansızlık, Aroostook County’de hafta içi bir gece için gayet tipik bir durumdu.
Luke şerifi beklemek için doktor odasına geri döndü. Hemşirenin ön tarafta yapacak işleri vardı. Ayrıca Luke, Judy’nin kızının yaklaşan düğünüyle ilgili son haberleri duymak, gelinlikler, yemek organizasyonları ve çiçekçilerle ilgili sonu gelmez bir nutuk daha dinlemek istemiyordu.
Ona kocasıyla kaçmasını söyle, demişti Luke, bir defasında ve Judy ona bir terörist grubuna üye olduğunu itiraf etmiş gibi bakmıştı. Bir kızın düğünü, hayatının en önemli günüdür, diye azarlamıştı Judy. Senin romantizmden hiç haberin yok. Tricia’nın seni boşamasına şaşmamak gerek. Ama artık kimse dinlemediği için Luke, Tricia beni boşamadı, ben onu boşadım, diye bu kez karşı çıkmamıştı.
Luke odadaki eski kanepeye oturdu ve bir sudoku bulmacasıyla oyalanmaya çalıştı. Bunun yerine o akşam arabasıyla hastaneye gelişini, ıssız yollarda önünden geçtiği evleri, orada burada yanan ışıkları düşündü. Güneş burada erken batardı ve komşularının çoğu çiftçi olmasına rağmen, sadece hava karardı diye yatağa girmezlerdi. İnsanlar kış akşamlarında uzun saatler boyunca evlerine kapanmak zorunda kaldıklarında ne yapıyorlardı acaba? Kasaba doktoru olarak, Luke’tan gizlenen bir sır olamazdı. Bütün yasak şeyleri bilirdi:
Kimin karısını dövdüğünü, kimin çocuklarını taciz ettiğini, kimin içki içip kamyonetiyle bir kar yığınına çarptığını, kimin ürünlerle ilgili verimsiz bir yıl daha geçirdiği için kronik depresif olduğunu. St. Andrews ormanları yoğun ve sırlarla doluydu. Bu da Luke’a neden bu kasabadan gitmek istediğini hatırlatıyordu; başkalarının sırlarını bilmekten ve onların da kendisinin sırlarını bilmesinden bıkmıştı.
Odanın kapısı gıcırdayarak aralandı; gelen Judy’ydi. “Joe binanın önüne yanaşıyor.”
Luke soğuğun kendisini uyandırması için paltosunu almadan dışarı çıktı. Duchesne’nin siyah beyaz renkli ön kapılarında Maine eyalet mührü bulunan ve çatısına alçak bir lamba standı iliştirilmiş kocaman SUV aracıyla kaldırıma yanaştığını gördü. Direksiyonda yirmi yıldır tanıdığı bir adam oturuyordu. Okulda aynı sınıfta olmasalar da, yılları kesişmişti. Luke, Duchesne’nin gelincik gibi dar yüzünü, boncuk gibi gözlerini ve biraz kötücül izlenimler uyandıran burnunu çocukluklarından beri tanıyordu.
Luke ellerini ısıtmak için koltuk altlarına sokarak Duchesne’nin arka kapıya yürümesini ve mahkûmun kolunu tutmasını izledi. Şu başıbozuğu görmek için sabırsızlanıyordu. İriyarı, erkeksi, motosiklet kullanan, kızarmış yüzlü bir kadın bekliyordu ve dolayısıyla, genç ve ufak tefek bir kadınla karşılaşınca şaşırdı.
Kadın neredeyse ergen bile olabilirdi. Güzel yüzü ve sarı kıvırcık bukleleri bir melek saçı gibi dışında, oldukça ince ve çocuksuydu.
Luke onu tanıyor olabilir miydi? Kadına yoksa kız mı? bakarken, Luke’un içinde tuhaf bir his uyandı. Bilmediği bir nedenden dolayı nabızları hızlandı; yoksa bir yerden tanıyor muydu? Seni tanıyorum, diye düşündü. Adıyla değil, belki daha temel bir şeyle. Neydi acaba? Luke gözlerini kısarak kadını dikkatle inceledi. Seni daha önce bir yerde görmüş müydüm? Hayır, yanıldığını anladı.
Çift aracın etrafından dolaştığında, Luke neden Duches ne’nin kadını dirseğinden çekiştirdiğini anladı. Elleri plastik kelepçeyle bağlanmıştı. İkinci bir polis arabası daha yanaştı ve şerif yardımcılarından Henderson arabadan inerek mahkûmu devralıp acil servis kapısına yöneldi. Yanından geçerlerken, Luke mahkûmun bluzunun ıslak, neredeyse siyah olduğunu ve demir tuz karışımı tanıdık bir şey koktuğunu fark etti. Kan!
Duchesne, Luke’a yaklaşarak çifti başıyla işaret etti. “Onu Fort Kent yolunun kenarında öylece yürürken bulduk.”
“Üzerinde paltosu yok muydu?” Bu havada? Kadın uzun süredir dışarıda olamazdı.
“Hayır. Bak, bana yaralı olup olmadığını veya içeri atmak için karakola götürüp götüremeyeceğimi söylemen gerekiyor, Doktor.”
Luke, Duchesne’yi sakin bir tavırla inceledi. Luke’a göre Duchesne, bir kanun adamı olarak ağır elliydi; pek çok sarhoşu kafalarında şişliklerle veya yüzlerinde çürüklerle getirdiklerini görmüştü. Bu kız daha çocuk sayılırdı. Ne yapmış olabilirdi ki? “Neden tutuklu? Halkın içinde kanaması oldu diye mi?”
Duchesne, Luke’a kendisiyle alay edilmesine alışkın olmadığını gösteren sert bir bakış attı. “Bu kız bir katil. Bize bir adamı bıçaklayarak öldürdüğünü ve cesedini ormanda bıraktığını kendi söyledi.”
Luke mahkûmu standart bir muayeneden geçirirken, başındaki zonklama yüzünden zorlukla düşünebiliyordu. Kalem fenerle kızın gözlerine bakıp gördüğü en masmavi gözler iki sıkıştırılmış buz parçasına benziyor gözbebeklerinin durumunu kontrol etti. Teni terli, nabzı düşüktü, solunum zorluğu çekiyor gibiydi.
“Bu kız çok solgun,” dedi, Duchesne’ye, mahkûmun bileklerinden bağlı olduğu sedyeden uzaklaşırlarken. “Siyanotik olabilir. Şoka girecek.”
“Yani yaralı mı?” diye sordu Duchesne, şüpheci bir tavırla.
“Pek sayılmaz. Psikolojik travma geçirmiş olabilir. Bir tartışmadan dolayı.
Belki de öldürdüğünü söylediği bu adamla dövüşmüştür. Nefsi müdafaa olmadığını nereden biliyorsun?”
Duchesne ellerini beline koyarak sedyede yatan mahkûma sadece izleyerek gerçeği görebiliyormuş gibi baktı. Ağırlığını bir ayağından diğerine aktardı. “Bir şey bilmiyoruz. Bize pek fazla şey anlatmadı. Yaralı olup olmadığını söyleyemez misin? Çünkü eğer yaralı değilse onu karakola.. “Bluzunu çıkarıp kanı temizlemem…”
“Yap hemen. Bütün geceyi burada geçiremem. Boucher’ı ormanda bıraktım; o cesedi arıyor.”
Geniş orman, dolunayda bile çok karanlıktı. Luke, şerif yardımcısı Boucher’ın cesedi tek başına bulma şansının pek yüksek olmadığını biliyordu.Luke lateks eldivenin ucunu çekiştirdi. “Ben muayeneyi yaparken sen gidip Boucher’a yardım et.”
“Mahkumu burada bırakamam.”
“Tanrı aşkına,” dedi Luke, başıyla genç kadını işaret ederek. “Beni etkisiz hale getirip kaçabileceğini sanmıyorum. Bu kadar endişeleniyorsan, Henderson’ı bırak.” İkisi de çekingen gözlerle Henderson’a baktılar.
İriyarı şerif yardımcısı bekleme salonunda bir tezgâha yaslanmış, bir elinde makine kahvesiyle eski bir Sports lllustraled’ın sayfalannı karıştırıyordu. Adam bir ayı karikatürünü andırıyordu ve uygun şekilde, biraz da aptaldı. “Ormanda sana pek yardımcı olamaz. Bir şey olmayacak,” dedi Luke, sinirli bir tavırla ve konuya karar verilmiş gibi şerife arkasını döndü. Duchesne’nin arkasından baktığını ve tartışıp tartışmamak konusunda kararsız kaldığını hissedebiliyordu.
Sonunda şerif gitmeye karar verdi ve ikili kapılara yöneldi. “Sen burada mahkûmun başında kal,” diye bağırdı Henderson’a, kürklü ağır şapkasını başına geçirirken. “Ben gidip Boucher’a yardım edeceğim. O salak iki eliyle ve bir haritayla kendi kıçını bile bulamaz.”
Luke ve hemşire, sedyede yatan kadınla ilgileniyordu. Luke bir makas aldı. “Bluzunu kesip çıkarmam gerekiyor,” diye uyardı kadını.
“Sorun değil. Zaten mahvoldu,” dedi kadın, Luke’un çıkaramadığı hafif bir aksanla. Bluzun pahalı olduğu belliydi. Seçkin moda dergilerinde görülebilecek ve St. Andrews’da birinin giymeyeceği tarzda bir şeydi.
“Buralardan değilsin, değil mi?” dedi Luke, kadının rahatlaması için havadan sudan konuşmaya çalışarak.
Kadın, Luke’a güvenip güvenemeyeceğini anlamak ister gibi yüzünü inceledi. “Aslında burada doğmuştum. Uzun zaman önce.”
Luke güldü. “Uzun zaman önce, belki senin için. Burada doğduysan seni tanırdım. Neredeyse bütün hayatımı buralarda geçirdim. Adın ne?”
Kadın bu küçük numaraya kanmadı. “Beni tanımıyorsun,” dedi, düz bir sesle.
Birkaç dakika için sadece kesilen kumaşın sesi duyuldu. Makasın küçük bıçakları sırılsıklam olmuş kumaşı çok zor kesiyordu. Bittikten sonra Luke geri çekilerek Judy’nin kızı ılık suya batırılmış gazlı bezle temizlemesine izin verdi.
Kanlı kırmızı çizgiler dağılınca, üzerinde çizik bile olmayan bembeyaz ve ince bir göğüskafesi ortaya çıktı. Hemşire gazlı bezi tuttuğu forsepsi bir metal tepsiye gürültüyle bıraktı. Bir şey bulamayacaklarını başından beri biliyormuş,
Luke’un beceriksizliğini bir kez daha kanıtlamış gibi hızlı adımlarla odadan çıktı.Luke kızın çıplak vücuduna bir örtü örterken bakmamaya çalıştı.
“Sorsaydın, yaralı olmadığımı kendim de söylerdim,” dedi, Luke’a fısıldayarak.
“Ama şerife söylememişsin,” dedi Luke, oturacak bir tabure ararken.
“Hayır, ancak sana söylerdim.” Doktora başıyla işaret etti. “Sigaran var mı? Sigara içmek için ölüyorum.”
“Üzgünüm. Hiç yok. Ben sigara kullanmıyorum,” diye…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSonsuz Arzuya Uyanış
- Sayfa Sayısı537
- YazarAlma Katsu
- ÇevirmenSelim Yeniçeri
- ISBN9786053480525
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm , Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çırak ~ Tess Gerritsen
Çırak
Tess Gerritsen
Cerrah Geri Dönüyor… Ve Bu Kez Yalnız Değil… Boston dedektifi Jane Rizzoli, Cerrahın elinden yeni kurtulmuş, kâbuslarının sona erdiğini düşünmeye başlamıştır ki, yeni ortaya...
- Dul Bayan Basquiat – Bir Aşk Hikayesi ~ Jennifer Clement
Dul Bayan Basquiat – Bir Aşk Hikayesi
Jennifer Clement
Bağımlılık, saplantı, deha. Amerikan sanatına damgasını vuracak Jean-Michel Basquiat, New York’ta, karanlık ve izbe bir barda Suzanne Mallouk ile tanışır. Bu tanışma, bu iki...
- Suçlu Zevkler – Anita Blake Vampir Avcısı ~ Laurell K. Hamilton
Suçlu Zevkler – Anita Blake Vampir Avcısı
Laurell K. Hamilton
Kimse ruhun karanlık arzularını New York Times çoksatan yazar Laurell K. Hamilton kadar iyi bilemez. Hamilton, Suçlu Zevkler’de bizleri Vampir Avcısı Anita Blake’le tanıştırıyor....