Herkesin yarası vardır, ama bazılarınınki daha belirgindir…
Bambaşka hayatlara ait Claire, Will ve Teddy adında üç masum çocuğun yolları bir anda, hiç beklenmedik bir trajediyle kesişir. Önce aileleri, ardından koruyucu aileleri katledilen bu çocuklar için artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Peki, onları bir araya getiren bu sarsıcı olaylar bir rastlantı mı yoksa birbirleriyle bağlantılı gerçeklerin önemli bir halkası mıdır?
Jane Rizzoli ile Maura Isles, katledilen ailelerle ilgili araştırmalarını derinleştirdikçe uzayan sır perdesini aralayabilecek, bu çocukları bekleyen korkunç kaderi değiştirebilecekler midir?
Gerritsen her zamanki gibi mükemmel karakterler ve gizemli kurgular yaratmadaki ustalığını konuşturmuş.
-The Washington Post-
“Rizzolinin, günümüzde yazılmış en iyi dedektif karakterlerinden biri olduğu bir kez daha anlaşılıyor.”
-Fresh Fiction-
“Sona Kalanı okumanızı yalnızca tavsiye etmiyorum, bana kalırsa kesinlikle okumak zorundasınız.”
-Lee Child-
“Gerritsen asla kendini tekrar etmiyor ve hikâyelerine yeni rotalar çizmekten de çekinmiyor.”
-Publishers Weekly-
“Gerritsenin günümüz polisiye-gerilim romanlarının öncülerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”
-Providence Journal-
***
Ona Ikarus derdik.
Tabii ki bu, onun gerçek adı değildi. Çiftlikte geçirdiğim çocuktuk yıllarımda öğrenmiştim ki, insan yakında kesilmek için seçilmiş hiçbir hayvana isim vermemeliydi. Bunun yerine pekâlâ. Bir numaralı domuz, iki numaralı domuz, diye bahsedebilirdin ondan. Bunun yanı sıra, onunla hiçbir zaman göz teması da kurmamalıydın. Bu sayede onun varltğını sanki hiç fark etmemiş gibi davranabilir ve arada oluşabilecek bir sevgiyi de engelleyebilirdin.
Bizim, ne bize güveniyormuş gibi duran ne de kim olduğumuz konusunda en ufak bir fikre sahip olan Ikarus ‘la böyle sorunlarımız hiç olmadı. O bizi bilmese de, biz onun kim olduğunu çok iyi biliyorduk. Roma ’nın dağ eteklerindeki tepelerinden birinde yüksek duvarlarla çepeçevre sarılmış bir villada yaşadığım biliyorduk. O ve karısı Lucia ’nın biri sekiz, diğeri on yaşında iki erkek çocukları olduğunu da… O büyük zenginliğine rağmen, yemek konusunda hayli mütevazı olduğunu ve neredeyse her perşembe akşamını en sevdiği yerel restoran olan La Nonna ‘da geçirdiğini de biliyorduk.
Bir diğer bildiğimiz şey ise onun bir cani olduğuydu. Yazın ortasında İtalya ‘ya gelişimizin asıl sebebi de buydu işte.
Canileri avlamak her babayiğidin harcı değildir. Bu iş, ne kanunlara ne de milli sınırlar gibi geleneksel dogmalara bağlı olan kişilere göredir. Ne var ki caniler kural tanımazlar; biz de öyle. Eğer onları alt etmek istiyorsak olması gereken de bu zaten.
Ama işte buradaki risk, insanın medeni davranışları terk etmesiyle birlikte kendisinin de bir caniye dönüşecek olmasıdır. O yaz Roma ‘da yaşadığımız şey aslında tam olarak buydu. O sıralar ben bu gerçeğin farkında değildim; hiç kimse değildi.
Ta ki her şey için artık çok geç olduğunu anlayıncaya kadar.
Birinci Bölüm
On üç yaşındaki Claire Ward,ın Ithaca’da, üçüncü kattaki yatak odasının pencere pervazında durup aşağı atlamak ile atlamamak arasında kaldığı gece aslında çoktan ölmüş olması gerekirdi. Yedi metre aşağıda çiçek açma vakitleri çoktan geçmiş altın çanak çiçeklerinin düzensiz çalılıkları uzanıyordu. Bu çalılıkların ona yastık görevi göreceği aşikârdı; yine de birkaç kırıktan kaçmak pek mümkün görünmüyordu. Tam karşısında duran akçaağacı gözüne kestirip, onun sadece birkaç metre ötede göğe uzanan güçlü gövdesini dikkatle süzdü. Daha önce bu sıçrayışı denemeye hiç kalkışmamış», çünkü şimdiye kadar bunu yapmaya hiç zorlanmamıştı. Bu geceye kadar kimselere fark ettirmeden ön kapıdan sessizce süzülüp dışarı çıkabiliyordu, ama şimdi artık o kolay kaçışlar tarih olmuştu çünkü Sıkıcı Bob sürekli ensesindeydi. Şu andan itibaren evden dışarı adımınızı atmıyorsunuz genç bayan! Artık karanlık bastığında vahşi bir kedi gibi dışarıda gezmek yok. Eğer bu atlayışla boynum kırılacak olursa, bunun suçlusu Bob, diye geçirdi içinden.
Evet, şu akçaağacın dalı kesinlikle uzanabileceği uzaklıktaydı. Gitmesi gereken yerler, görmesi gereken kişiler vardı ve sonsuza dek burada böylece durup şansını nasıl denemesi gerektiğini düşünmekle oyalanacak vakti yoktu.
Tam sıçrayışı yapmak üzere gergin bir biçimde eğilmişti ki, köşeyi dönen bir aracın farlarım görmesiyle olduğu yerde kalakaldı. Bir SUV penceresinin altından tıpkı kara bir köpekbalığı gibi süzülüp geçti ve sessiz cadde boyunca, sanki belirli bir evi arıyormuş gibi usulca ilerlemeye devam etti. Bizim evi aramadığı kesin, diye düşündü. Şimdiye kadar ilgi çekici hiç kimse, onun koruyucu ailesi olan Sıkıcı Bob ve en az onun kadar sıkıcı karısı Barbara Buckley’in evine uğramamıştı. İsimleri bile sıkıcıydı. Akşam yemeklerindeki muhabbetlerinden bahsetmiyordu bile. Günün nasıl geçti, hayatım? Peki ya seninki? Havalar gittikçe güzelleşiyor, değil mi? Lütfen bana patatesleri uzatır mısın?
Claire onların o pamuklara sarılı, sıkıcı dünyalarında tam bir yabancı, anlamak için çabalayıp da bir türlü anlayamadıkları asi çocuktu. Onu anlamak için gerçekten uğraş veriyorlardı. Claire onlar yerine tüm geceyi ayakta geçirip nasıl eğleneceklerini bilen ressamlar, aktörler ya da müzisyenlerle yaşıyor olmalıydı. Kendi tarzında insanlarla.
Siyah araba gözden kaybolmuştu. Ya şimdiydi ya da asla.
Derin bir nefes alıp yaylanarak atladı. Kendini karanlığa bırakırken gecenin serin havasının uzun saçlarının arasından geçişini hissetti. Bir kedi kadar nazik bir biçimde dalın Özerine kondu ve dal ağırlığıyla titredi. Tereyağından kıl çekmek kadar basit olmuştu. Daha alttaki bir dala geçti; tam aşağı atlamak üzereydi ki, siyah SUV yeniden göründü ve mırıl mırıl çalışan motoruyla bir kez daha geçip gitti. Claire araba köşenin ardında kaybolana kadar bekledikten sonra kendini ıslak çimenlerin üzerine bıraktı.
Arkasını dönüp eve son bir kez baktığında, Bob’un ön kapıdan hızla fırlayıp ona çemkirmesini bekliyordu: Hemen içeri gir, genç bayan! Ne var ki verandanın ışığı hâlâ sönüktü.
Şimdi artık gece başlayabilirdi.
Kapüşonlu eşofman üstünün fermuarını çekip, hep yaptığı üzere şehir merkezine, tabiri caizse hayatın aktığı yere ilerlemeye başladı. Gecenin bu saatinde caddeler ıssız, evlerin çoğu karanlıktı. Oymalı ahşap süsleriyle tam fotoğraflara layık evlerle bezeli olan bu mahalle, üniversite hocası erkekler ve her biri glütensiz vejetaryen birer hayat sürüp kitap kulüplerine üye annelerden ibaretti. Bob burayı, gerçeklerin çepeçevre sardığı yirmi beş kilometrekarelik bir alan, diye tanımlardı ama kendisi ve Barbara da tam da bu bölgeye aitlerdi.
Claire ise nereye ait olduğundan emin değildi.
Yıpranmış botlarının ucuyla ölü yaprakları savurarak caddeden aşağı yürümeye başladı. Bir blok ötede, iki erkek ve bir kızdan oluşan üç kişilik bir ergen grubu, sokak lambasının ışığının altında durmuş sigara içiyordu.
Claire, “Selam,” diyerek onlara doğru bağırdı.
Uzun boylu erkek ona el salladı. “Selam, Claire ayısı. Duydum ki yine kafesine kapatılmışsın.”
“Sadece otuz saniyeliğine.” Çocuğun ona uzattığı yanmış sigarayı alarak derin bir nefes çekti ve mutlulukla dumanını üfledi. “Pekâlâ, bu gece için planlarınız neler? Ne yapıyoruz?”
“Şelalenin orada bir parti olduğunu duydum, ama oraya gitmek için bir araç bulmamız lazım.”
“Kız kardeşin yok mu? Bizi o götürebilir.”
“Hayır, babam arabasının anahtarlarını aldı. Buralarda biraz takılalım. Belki bizi götürecek birileri çıkar.” Genç çocuk bir an durup, Claire’in omzunun üzerinden caddenin ilerisine baktı. “Hah. İşte geliyor bile.”
Claire döndü ve lacivert bir Saab’ın hemen yanında durmasıyla sızlanmaya başladı. Yolcu koltuğunun penceresi indiğinde Barbara Buckley, “Claire, arabaya bin,” diyordu. “Sadece arkadaşlarımla biraz takılıyordum.” “Neredeyse gece yansı oldu ve yarın okul var.” “Yasadışı bir şey yapmıyorum.”
Bob Buckley oturduğu sürücü koltuğundan emrederek, “Arabaya bin, genç bayan!” dedi.
“Siz benim anne babam değilsiniz!”
“Ama senden biz sorumluyuz. Seni düzgün yetiştirmek bizim işimiz ve sen de bu doğrultuda davranmak zorundasın. Eğer şimdi bizimle eve gelmezsen, bunun… bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaksın!”
Hah, öyle korktum ki şimdi altıma edeceğim. Claire gülmeye başladı, ama o an Barbara’nın üzerinde bir bornoz olduğunu ve Bob’un da saçlarının bir tarafının yataktan hızla kalkmış olduğundan dimdik durduğunu fark etti. Belli ki ona yetişebilmek için Öylesine acele etmişlerdi ki, giyinmeye bile fırsatları olmamıştı. Her ikisi de olduklarından daha yaşlı ve yorgun görünüyorlardı. Karşısında onun yüzünden yataklarından fırlamış ve yarın muhtemelen yine onun yüzünden yorgun uyanacak, darmadağın olmuş orta yaşlı bir çift vardı.
Barbara bitkin ve derin bir nefes verdi. “Senin anne ve baban olmadığımızı biliyoruz, Claire. Bizimle yaşamaktan nefret ettiğini de ama senin için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. O yüzden lütfen, arabaya bin. Sokaklar senin için güvenli değil.”
Claire arkadaşlarına bezgin bir bakış fırlatıp aracın arka koltuğuna geçti ve kapıyı kapattı. “Oldu mu?” diye sordu. “Şimdi memnun oldunuz mu?”
Bob dönüp ona baktı. “Bunun bizim memnun olmamızla bir ilgisi yok. Bu senin iyiliğin için. Anne ve babana sana gözümüz gibi bakacağımıza dair söz verdik. Eğer Isabel hayatta olsaydı, seni bu şekilde görmek onu çok yaralardı. Böylesine kontrolsüz, her daim barut fıçısı gibi kızgın olman onu üzerdi. Claire, sana hayatta ikinci bir şans verildi ve bu senin için bir armağan. Lütfen, onu heba etme.” Derin bir iç geçirdi. “Şimdi kemerini bağla. Anlaştık mı?”
Bob sinirli olsa ona bağırırdı ve Claire de bunun altında kalmazdı ama gözlerindeki bakış öylesine kederliydi ki, Claire kendini suçlu hissetmişti. Böylesine bir aşağılık olduğu için, onların nezaketlerine isyan ederek karşılık verdiği için kendini kötü hissetmişti. Anne ve babasının ölmüş olması, hayatının altüst oluşu Buckleylerin suçu değildi.
Yola çıktıklarında Claire arka koltukta pişman ama özür dileyemeyecek kadar gururlu bir tavırla kollarını bedenine sarmıştı. İçinden, yarın onlara karşı daha nazik olacağım, diye geçirdi. Barbara’nın sofrayı kurmasına yardım edeceğim, hatta belki Bob’un arabasını yıkarım çünkü kahretsin ki bu arabanın buna gerçekten çok ihtiyacı var.
Barbara, “Bob,” dedi. “Şu araba ne yapıyor böyle?”
O an adeta kükreyen bir motor sesi duyuldu ve aracın farları dosdoğru üzerlerine gelmeye başladı.
Barbara bir çığlık attı: “Bob!”
Korkunç sesler gecenin sessizliğini bölerken, Claire çarpmanın etkisiyle emniyet kemerinin içinde hızla savruldu. Camlar kınlıyor, çelik gövde darmadağın oluyordu.
Ve biri ağlıyor, inliyordu. Claire gözlerini açtığında dünyasının tepetaklak olduğunu gördü. Duyduğu iniltiler ondan geliyordu. “Barbara?” diye fısıldadı.
Bir el susturuculu ateş sesi duydu; sonra bir tane daha. Burnuna benzin kokusu çalınıyordu. Emniyet kemeri onu engelliyordu. Kemer kaburgalarına öyle baskı yapıyordu ki, Claire güçlükle nefes alabiliyordu. El yordamıyla kemerin tokasını arandı. Tokayı açtığında baş aşağı yere düştü. Boynuna müthiş bir acı saplanmıştı. Ama bir şekilde dönmeyi başardı ve nihayet düz bir biçimde uzanabildi. Paramparça olmuş cam gözlerinin önündeydi. Benzin kokusu giderek daha da artıyordu. Akimda her an çıkabilecek bir yangın, ateş ve kızaracak olan etleriyle, pencereye doğru bir hamle yaptı. Çık buradan, çık buradan. Bob ve Barbara ’yı kurtarmak için henüz vaktin varken çık dışarı! Camın kırılmayan son kısımlarına da birer yumruk indirip parçalarını kaldırımın üzerine savurdu.
O an bir çift ayak gelip tam gözlerinin önünde durdu. Başını kaldırıp bakışlarını çıkışına engel olan adama dikti. Yüzünü göremiyordu, sadece gölgesini seçebiliyordu, bir de silahını.
O sırada onlara doğru yaklaşmakta olan bir arabanın lastik sesleri duyuldu.
Claire tıpkı güvenli kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi kendini yeniden arabanın içine çekti. Elinden geldiğince pencereden uzak durmaya çalışarak başını kollarının ardına gizledi ve kurşunun canını yakıp yakmayacağını merakla beklemeye koyuldu. Acaba kurşunun kafatasının içinde patladığını hissedecek miydi? Öylesine kıvrılıp adeta bir top halini almıştı ki, tek duyabildiği kendi nefesi ve delicesine atan nabzıydı.
Neredeyse ona seslenildiğini bile duymayacaktı.
“Claire Ward sen misin?” Konuşan bir kadındı.
Öldüm galiba. Benimle konuşan da bir melek olmalı.
“Gitti. Şimdi güvendesin. Dışarı gel,” dedi melek. “Ama acele etmelisin.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Korku - Gerilim Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSona Kalan
- Sayfa Sayısı480
- YazarTess Gerritsen
- ÇevirmenBahar Yaldız Çelik
- ISBN9786053482413
- Boyutlar, Kapak13 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Aşk Masalı ~ Elizabeth Hoyt
Bir Aşk Masalı
Elizabeth Hoyt
ŞEYTAN MELEKLE KARŞILAŞTIĞINDA Taşra kızı Lucy Craddock-Hayes sakin geçen hayatından oldukça memnundur. Ta ki yaralı bir adamla -çıplak bir yaralı adamla- karşılaşıp masumiyetini sonsuza...
- Bin Yılın Aşkı ~ Akira Mizubayashi
Bin Yılın Aşkı
Akira Mizubayashi
Bin Yılın Aşkı Sen-nen insan sesinin olağanüstü gücünü çok erken keşfetmişti. Onun için insan sesi başlı başına bir müzik aletiydi. Daha ergenliğinde, sarf edilen...
- Locke Lamora’nın Yalanları ~ Scott Lynch
Locke Lamora’nın Yalanları
Scott Lynch
"Boğazında kanayan bir kesik olsa ve bir hekim o kesiği dikmeye çalışsa Lamora iğneyle ipliği çalar ve kahkahalar atarak geberip gider. Çocuk… çok fazla çalıyor." Camorr şehri, tarihi boyunca pek çok soysuzluğa, yolsuzluğa, uğursuzluğa, hırsızlığa tanıklık etmiş, büyülü atmosferinde her birini tek tek sindirebilmiştir; Camorr'un Belası'nın ismi şehrin nemli duvarlarında yankılanana dek…