Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Son Voli – Serserilik Zor Zanaat
Son Voli – Serserilik Zor Zanaat

Son Voli – Serserilik Zor Zanaat

Vecdi Çıracıoğlu

Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda,…

Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda, bu günlerin bu saatlerinde göğün rengi, denizin rengiyle aynı olurdu Boğaziçi’nde.

Boğaz’ın kıyısında bir köy; eskiden Rumların, Ermenilerin yaşadığı… Köyde yeniyetme bir deniz insanı, Mühendis diyorlar ona. Balıklar, isikara, akçakuşlar, Delisu, deniz aynaları, orkoz, apiko, zigurat ağ ve iskele başı… Bir deniz köyünün olmazsa olmazları. Tuzlu suyun başkahramanı Reis, Mavişim Niko, aktör Feridun Çölgeçen, Şoför Nebahat… Ne duruyorsunuz öyle, haydi asılın küreklere!

Son Voli durgun denizde aniden kopan fırtınaları, boş çekilen ağları, geceyi dolu kapatan deniz insanlarını anlatıyor.

Vecdi Çıracıoğlu yıllar geçse de sağlamlığından bir şey kaybetmeyecek bir ağ gibi örüyor kitabını.

*

Hemen hazırlanıp sahile inmek, denize bakmak,
varsa kıyıdan balık yakalayanları seyretmek,
geçen teknelere, sandallara el etmek geldi
içimden. Velhasıl sabahın ilk sahibi olmalıydım
ama geç kalmıştım.

Son Voli

Arnavutkaldırımı sokakta, yere inmiş sisle birlikte yürüyordum. Sis, alçalıp yükseliyor, an geliyor duruyor, yoğunlaşıyordu. Sonra, yeniden açılıp savruluyor, kaldırım taşlarına tünüyor, zaman zaman hareketsiz kaldığı da oluyordu. Canlanmış sis arkadaşımdı. Tam benimle konuşacaktı ki yerde bir kıpırtı gördüm. Titreyen bir yarasa… Dikkatlice baktım. Açık kanadı, dazlak bir kafada kaymış bir peruk gibiydi. Yaklaştım. Eğildim. Yüzüne baktığımda hemsayemi1 gördüm. Kan ter içinde uyandım. Ayaklarından tavana asılmış birçok karganın çıkardığı sesler beynimin içinde yankılanıyordu.

Kâbusların insan büyüdükçe kaybolduğunu sanırdım ama öyle değilmiş. Çocukluğumdan bu yana gördüğüm kâbuslar, kaybolmak bir yana, artıyor. Kâbus, büyüyüp yaşlanıyor barındığı insanda.

Beynimde yankılanan sesler duruldukça, perdesini kapamayı unuttuğum odam da aydınlanmıştı. Sararmış tül güneşi zapt edememiş, huzmelerini tek göz odalı evimin penceresinden içeriye yığmıştı. Yatağımda gözlerim kamaşıyordu. Tül perdeyi de açtım. Sokağa çıkmak için kapı olarak zaman zaman kullandığım camı kirlenmiş pencerenin bir kanadını araladım. İçerinin rutubetli havasını temiz hava kolaçan ederek kovaladığında, tül perde, açık pencereden dışarıdaki havaya efelendi. Pencerem, odamın tam karşısındaki kalın gövdeli servi ağacıyla karşı karşıyaydı. Serviye baktım. Kim bilir kaç yaşındaydı. Tülü tekrar çektim. Perdenin efelenmesinden korkan hava onu kabullendi. Küçük kapıdan mutfakla helanın olduğu bölüme geçtim. Zemini mozaikle bezenmiş, maltataşlı alaturka helaya girdim. İşimi gördüm, dışarı çıktım. Mutfağın yine maltataşı yalağındaki küçük pirinç musluğu açıp ellerimi, yüzümü yıkadım. Nemli peşkirle kurulandım. Tekrar odaya geçerek yatağımı topladım. Kocanam’ın, “Velensiyeme iyi bak!” diyerek verdiği uzun tiftikli Siirt battaniyemi, ince yorganımın üzerine sererken baktım: Akrep yoktu! Nemli odamda battaniyeme yakalanan akrepleri boş kavanoza hapsederek ölmelerini bekliyor, cam çivileriyle rafın kenarına çakıyordum. Bir kuş sesi duydum, fazla ötmeyen bir kuş. Arkasından kanat sesleri geldi. Anlaşılan canı sıkılmıştı. Uçtu. Az da olsa duyduğum kuş sesine sevindim. Odama dolan güneş, kokan hava ve kuş sesi… Serviye tekrar baktım. Üzerinde böcek ve karıncaların dolaştığı siyaha çalan çatlak iri gövdesini ilk kez görüyormuş, onu ilk kez seviyormuş hissine kapıldım. Pencereden başımı çıkarıp dışarıya baktım. Kuş yoktu, servinin koyu yeşil yapraklarının güneş ışığı altında parlak gümüşi huzmeleri vardı. Dalların gövdeden başlayıp tepesine uzanan yapraklarını seyrettim. Duru bir gecede ay ışığının altındaki açık deniz gibi ışıl ışıl altındı yaprakları. Konuşur muydu acaba bu servi? Ağaçlar konuşurmuş rüzgârla! Hatta ibadet edenleri de varmış ağaçların. Bir kitapta okumuştum, ibadet eden yatır ağaçları. Serviler bu ağaçlardanmış. Zaten mezarlık ağacı değil midir servi? Her birinin içinde yatır varmış! Tek dinsiz ağaç meşeymiş. Konuşamazmış. Ne ibadet edermiş rüzgârla ne de içinde yatır barındırırmış. Onun için pagan ağaç derlermiş meşeye! En güzel sağlam mobilya, masa sandalyenin ondan yapılması belki de bu özelliğinden, kim bilir. Masanın üzerinde akşamdan kalma devrik şişeyi kaldırdım. Atacaktım ama vazgeçtim.

Ağzına mum geçirip kandil yapmak daha iyi.

Yatağıma uzandım. Hemen yanı başımda duvara raptedilmiş üç sıra kitaplığa baktım. Üstten ilk iki sırada mühendislik eğitimimin son yılına ait ders kitap ve defterlerim vardı. Üçüncüsü edebiyat kitaplarına aitti. Raf tahtasının kenarında sivri uçlarından batırılarak dizili pirçolden toriğe kadar; sarımsak, sülük, fındık, piskova, ovala, yünlü, yüksük, seyirme; balıkların metalik tadı, kurşun zokalarla akrepler vardı! Küçücükten en büyüğüne kadar simsiyah, koyu kahverengi akrepler… Zokalar ve akrepler! Özdeştiler, birbirlerini tamamlayıcıydılar! Şekil ve işlevleri bakımından tıpkılarıydılar! Zokanın ucundaki damağıyla akrebin geriye kıvrık kuyruğunun ucu deliciydi. Akrep soktuğu insanı zehirleyici, zoka yakaladığı balığı felç ediciydi. Sonuçta biri denizde, diğeriyse karada yok ediciydi. Onlar raflardaki edebiyat ve ders kitaplarımın koruyucu şövalyeleriydi. Aşk tazeleyici sonbahar gelmişti ya! Boğaziçi yağmur ıtırı kokmaktaydı. Bir gün öncesi yağan yağmurdan denizin rengi solmuştu. Onun bu halini gören bir çocuk hasta olduğunu sanabilirdi. Ötegeçe tepelerinde yeşilin arasından yer yer kahverengi toprak parçaları gözleniyordu şimdilik. Az zaman sonra onlar da kahverengiye bürünecekti. İşte böylesine, tabiat, bağrındaki insanı için neler yapmazdı ki? İnsanı yaşama arzusuna, sevincine kucak açtırır, üzüntülerinde avutur, dahası insanın bilmediklerini öğretirdi. Tabiat insanın başöğretmeni değil miydi? İnsanlara sunduğu meyveleri, tahılları, çiçekleriyle; kelebekleri ve arıları, balıklarıyla bu hamarat tabiat, insan elinin yaratamayacağı ne de büyük güzellikti…

Köydeki bir evin bahçesinde küçük kümeste bir tavuk yumurtluyor, birkaç börtü böcek aralarında dolaşıyor, boş bir şişenin dip renginde gökyüzünü bir uçağın iz bırakan dumanı kesiyor, deniz tarlasının bir yerinde balıkçının biri oltasına takılan balığı canını yakmadan hava dünyasına çıkarırken, Delisu iskelelerinde dilenen çingene vapurları selamlaşıyordu.

Bütün bunları çok iyi biliyordum. Küçük sığınmahanemin içinde hepsi gözümün önüne geliyordu. İşte böylesineydi songüz. Delisu kıyı köylerindeki insanların erguvanlar ve bülbüller eşliğinde, bu aylarda aynı düşünceler içinde olduklarını sanırım. Bu mevsimsel değişiklikler, insanlarda bir ağacın yeşermesi, bir balığın tohumlaması, güneşin günün durumuna göre Delisu’nun rengini değiştirmesi kadar gerçek. Benim gerçeğimse bir yaprağın üzerindeki küçük bir su damlacığı gibi, billur… Ağaçları, kuşları, balıkları, denizi, gökyüzünü ve canlı cansız her şeyi ama her şeyi seviyorum.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Serseri Standartları Sempozyumu ~ Vecdi ÇıracıoğluSerseri Standartları Sempozyumu

    Serseri Standartları Sempozyumu

    Vecdi Çıracıoğlu

    Dostlar… Çalışma ahlâkına karşı öncü isyan hareketinin temellerini oluşturan bu sempozyumda, insanın materyalizmden arındırılmasıyla ucuz yemek yemenin yolları gibi konuları gündeme getirerek ele alınmasını...

  2. Gladyatör – Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi Metin Kurt ~ Vecdi ÇıracıoğluGladyatör – Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi Metin Kurt

    Gladyatör – Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi Metin Kurt

    Vecdi Çıracıoğlu

    Metin Kurt, zarif, topla güzel akan, ne yaptığını bilen, akıllı bir açık oyuncusuydu. Aydınlık ve biraz da çapkın bakışlı, şahin gözlü, yakışıklı bir forvet....

  3. Ruhisar – Denize Dair Hikâyat ~ Vecdi ÇıracıoğluRuhisar – Denize Dair Hikâyat

    Ruhisar – Denize Dair Hikâyat

    Vecdi Çıracıoğlu

    Onu gördü. Her halinden hayli kibar ve nahif genç bir kız olduğu belliydi. İçeri girdi, yürüdü, ortada pencere kenarına oturdu. Yüzü pamuk kadar beyazdı....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Bu Hikâye Senden Uzun Osman ~ Ahmet TulgarBu Hikâye Senden Uzun Osman

    Bu Hikâye Senden Uzun Osman

    Ahmet Tulgar

    “Öyle işte. Hâlâ biraz soğuk geliyor ama battıkça alışıyorum. Kendimi boşa aldım bayırdan aşağı koşuyorum. Düşüyorum gibi görünüyor olabilir ama bakma aslında uçuyorum. Söylediklerimin...

  2. Mübarek Kadınlar ~ Gaye BoralıoğluMübarek Kadınlar

    Mübarek Kadınlar

    Gaye Boralıoğlu

    Anlatılan her şey gerçeğin bir eksiğidir; ya da beş altı fazlası. Sahiden olanı on ikiden vurmak imkânsız bir şey. On ikiden vurup ne yapacağız,...

  3. Limni’de Sürgün Bir Veli & Niyazi- Mısri’nin Hatıraları ~ Limnili Şeyh Abdi-i Siyahi , Dr. Mustafa TatcıLimni’de Sürgün Bir Veli & Niyazi- Mısri’nin Hatıraları

    Limni’de Sürgün Bir Veli & Niyazi- Mısri’nin Hatıraları

    Limnili Şeyh Abdi-i Siyahi , Dr. Mustafa Tatcı

    H Yayınları tarafından programlanan “Niyâzî-i Mısrı Okulu” serisinin ilk kitabı LİMNİ’DE SÜRGÜN BİR VELÎ -Niyâzî-i Mısrî’nin Hatıraları- okuyucusuna arz edilmektedir. H Yayınları, Türk tasavvuf...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur