11. yüzyılda çağın üç dâhi delikanlısı aynı mektebe giderler ve birbirlerinden ayrılmadan önce bir ant içerler. Her kim daha önce bir mevkiye gelirse diğerlerini kollayacaktır. Şimdilerde efsane olup kulaktan kulağa yayılan bu yeminin sahipleri için derler ki, biri hükmeden, yaratan; biri keşfeden, seven; biriyse kandıran, yıkan olmuştur.2005 senesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde Naim, Efil ve Hassan bu eski anda atfen benzer bir anlaşma yaparlar. Başlarda basit ve gayet masumane görünen bu anlaşma onların hayatını derinden etkileyecektir.
2061 yılında yüzü maskeli bir masalcı her cuma günü zengin ve güçlü bir adam olan Rıza Bey’in köşkünde hikâyeler anlatmaktadır. Rıza Bey, kızı Meryem ve oğlu Barış bu hafta masalcıyı beklerken öncekilerden daha da sabırsızlardır. Çünkü masalcı tanışmalarının yıldönümünde çok özel bir hikâye anlatmaya söz vermiştir.
Duvardaki post çok mu değerlidir Rıza Bey?
Bir an durakladı Rıza Bey. Ne bu tedirginlik, sakinleş biraz…
Çok değerlidir hem de! Ancak güzel bir masalı bozacak kadar değil!
diye cevap verdi kadehini kaldırarak. Nazikçe selam verdi masalcı. Sonra postu dikkatlice duvardan çıkardı. Çocukların oturdukları döşeğin önündeki masadan şaraplar kalktı. Şimdi masalcı postu masaya sermiş, bıçağı elinde hem Hassan’ı anlatıyor, hem Hassan’ı oynuyordu.
***
TEŞEKKÜR
Öncelikle bu kitabın ortaya çıkması sürecinde beni her daim yüreklendiren çok sevdiğim arkadaşlarım Efil Bayam ve Esra Karaköse’ye teşekkür ederim. Onlar ve Özden Demir’in manevi desteği olmasaydı, umutsuzluğum ya da ataletim bu kitabın ortaya çıkmasına engel olabilirdi.
Beni sırf bu kitap konusunda değil, her konuda her daim destekleyen arkadaşım ve detaycı editörüm Mehmet Can Işık’a ve kitabın araştırma aşamasında İran deneyimlerini romandaki masalcı karakterine has anlatımıyla aktaran dayım Rıza Çağlayan’a ayrıca şükranlarımı sunarım.
Kitabın ortaya çıkmasında büyük rol oynayan bu baş kahramanlar dışında benimle paylaştıkları bilgiler için Kapalı Çarşı ahalisine ve güvenlik görevlilerine, Boğaziçi Üniversitesi’ne, gönderdikleri belgesel DVD’leriyle katkı sağlayan İran Cemiyeti’ne, masalın anlatıldığı bölümlere ilham veren Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ailesine ve çocuklarına teşekkür ederim.
İran gezilerimi umduğumdan da hoş, öğretici ve eğlenceli kılan sıcak ülkenin sıcak insanlarına teşekkür eder, özlem duydukları özgür günleri en yakın zamanda kucaklamalarını temenni ederim.
Bunlar dışında hayatımda önemli yer tutan bazı kişilerin isimlerini öykü el verdiğince kitabıma ekledim. Bu kişilere de hangi sebepten olursa olsun hayatıma girdikleri için ayrıca teşekkür ederim.
.
Adanmıştır…
Doğunun ve batının tüm Meryem’lerine, tüm Barış’larına…
.
GERÇEK VE KURGU
Bu kitabın 11. yüzyılda geçen bölümündeki tarihsel kişiliklerin karakterleri, yaşayışları ve tecrübeleri bir kısmı kaynakçada belirtilen pek çok tarihsel yazın metni göze alınarak yazılmıştır. Bu karakterlerin tarihin günümüze oranla çok daha az kayıt altına alındığı dönemlerinde yaşamış olmalarından dolayı, zamanımıza kadar ulaşan hayat hikâyelerinde bazı boşluklar vardır. Bu boşluklar karakterlerin iç dünyaları ve bizlere bıraktıkları göz önüne alınarak doldurulmuştur ve tamamen hayal ürünüdür.
Bu kitapta anlatılan efsane, bilimsel açıdan bakıldığında gerçek olmaktan uzaktır. Bu yüzden, İran’ın bu çok sevilen efsanesine hayat vermek için yer yer gerçeklikten ödün verilmişse de bu ödünler çok seyrektir.
Kitabın 21. yüzyılda geçen bölümlerindeki kişiler, kurumlarla ilgili detaylar ve olaylar tamamen hayal ürünüdür.
.
“Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik,
Ya da bu yolun ucunu görebilseydik,
O umut da yok bu umut da,
Otlar gibi kesilip yeniden sürülebilseydik.”
Ömer Hayyam
.
RIZA BEY’İN KÖŞKÜ, YIL 2061
Şöminedeki ateş yeni yeni yanmaya başlamıştı. Koca odunlar bir süre ateşe karşı direnmişseler de artık teslim olmuş görünüyorlardı. Ateş giderek güçleniyor, yanan odunların başında gururla ellerini ovuşturan adamın zaferini ilan ediyordu adeta.
Rıza Bey ateşin uzunca bir süre daha böyle yanmaya devam edeceğini anlayınca saatine doğrulttu bakışlarını. Yaşlı adamın gelmesine tam üç dakika vardı. “Ne kadar garip,” diye düşündü içinden. Türk sosyetesinin tanınan isimlerindendi. Ünlü bir iş adamıydı. Hayatta elde edilebilecek her şey ya kendisine doğumunun bir armağanı olarak sunulmuştu ya da o, elindekilerin üstüne katarak bunlara sahip olmuştu. Zenginlik, başarı, onu seven iyi arkadaşlar… Deli dolu karısı bundan altı sene önce kırmızı Ferrari’siyle çok kere başarıyla geride bıraktığı bir virajı bu sefer fazla hızlı dönmüş ve hayata gözlerini yummuştu. Ama o yara da yıllar geçtikçe kapanmıştı. Bu eşin mükemmel denebilecek iki mirasının köşkü dolduran cıvıl cıvıl sesleri güçlü adama terapi olmuştu. Şimdilerde ellisine merdiven dayamıştı Rıza Bey, ama saçlarına düşen tek tük aklar dışında otuzlarındaymış gibi görünüyordu. Uzun boylu, geniş omuzlu ev sahibinin her zaman güleç ve insanların ilgisini çeken çehresini, zekâsının keskinliğini açığa vuran parlak, mavi gözler tamamlıyordu. Kendisiyle yüz yüze konuşmanın bile büyük prestij sayıldığı bu adamın kalbi her ayın ilk cuması bir çocuğunki gibi çarpıyordu. Önceleri çocuklarının gelişimi için kısa süreliğine tuttuğu öğretmenin esiri olmuştu artık.
İki dakika…
Rıza Bey odayı son kez kontrol etmek istedi. Her ne kadar yeniliklere tümüyle açık da olsa bu köşkün en sevdiği odasını eski tarzda döşetmişti. ‘Çağın gereği’ olan akıllı elektronik aletlerden eser yoktu bu odada. Hatta köşkün ses ve görüntü taramalı girişini takip eden kısa holden buraya varan bir ziyaretçi kolayca zamanda bir elli yıl kadar geriye gittiği hissine kapılabilirdi. Köşkün buluşma odası olan bu büyük mekânın merkezinde duran şöminenin biraz sağındaki merdiven ilgi çekici bir korkuluğa sahipti. İlk beş on basamak boyu odanın tarzına uyan parlak işlemelere sahip korkuluklar, basamakların yarısı aşıldığında yavaş yavaş işlemelerinden kurtuluyor, üst katların modern tarzına ve pastel tonlarına kavuşuyordu. Bulunduğu yer itibariyle mekânın odak noktası olan şöminenin önünde alçak bir masa ve masanın etrafında biri ufak biri daha büyük iki kanepe vardı. Bunlardan şömineyi tam karşısına alan büyük kanepeye oturan biri, eğer yanan odunları izlemeye koyulmamışsa şöminenin solunda duvara tutturulmuş uzun ince içki masasını ve bu masanın durduğu duvarın üzerindeki kocaman ayı postunu hemen fark edebilirdi.
Odaya kısaca göz gezdirdikten sonra şöminenin önündeki masaya döndü Rıza Bey’in bakışları. 1977 yapımı Château Lafite, oval şarap kadehinde ziyaretçiyi bekliyordu. Biri kız biri erkek iki çocuk masayla kanepeler arasına yerleştirdikleri döşeklerinin üstünde bağdaş kurarak masanın etrafındaki yerlerini almışlardı. Meryem on bir yaşında beyaz tenli, açık sarı saçları omuzlarına kadar dökülen uzun boylu bir kızdı. Yaşlı adamdan hikâyeler dinlemeye başlayalı neredeyse bir sene oluyordu. Hatta bugün ilk ‘seans’tan beri tam bir yıl dolmuş olacaktı. “Yıl dönümünde çok özel bir hikâye anlatacağım,” demişti yaşlı adam. Meryem kendini motive etmeye çalıştı.
Bu sefer hiçbir noktayı kaçırmayacağım.
Meryem’e göre daha az endişeli olan kardeşi Barış daha altı yaşında olmasına rağmen yaşlı adamın öykülerini dinleyebilecek zekâya sahip olmanın ve ara ara öğretmeni tarafından övülmenin haklı gururunu yaşıyordu. Okuldaki dâhi çocuk yakıştırmaları, etraftan duyduğu “babasına çekmiş” ya da “büyümüş de küçülmüş” gibi klişeler bu övgüler yanında çok anlamsız kalıyordu.
Hadi gelsin artık!
Masalcı gelmeden banyosunu yapmıştı Barış. Boş bulunup çoktan çıkarmış olduğunu unuttuğu sanal gerçeklik gözlüğüne, “Saati söyle,” diye komut verdi. “Ayy… Şaşı-dım.” Unutmuştu. Günde iki saat olan sanal gerçeklik gözlüğünü1 (VRG) takma iznini çoktan doldurmuş, bu yüzden de banyoya girmeden önce gözlüğü yatağının başucunda bırakmıştı. Artık iyice demode bir tasarım olmaya başlayan bilek-telefonuna bakmak için parlak turuncu pijamasının kendisine hafif uzun gelen kolunu sıyırdı.
“Öff onu da banyoda unutmuşum! Saat kaç oldu baba?”
Rıza Bey hızla cevapladı. “Bir dakikadan az kaldı.” O da bir döşeğe geçip oturdu. Oğlunun unutkanlığını düşündü bir süre. “Aslında bunu unutması çok normal,” diye düşündü. Büyük ihtimalle Barış’ın arkadaşlarından hiçbiri bir bileklikten sadece biraz daha büyük olan bilek-telefonlarını bile takmıyordu. VRG geleli beri birçok aksesuar manasını yitirmişti.
Belki de muhafazakâr bir adam oldum çıktım.
Sonra bir yudum daha şarap aldı Rıza Bey. Ardından yarı dolu şarap kadehini elinde döndürerek zaman geçirmeye başladı. Kısa süre sonra kapı açıldı. Beklenen misafir her zamanki dakikliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Üzerinde “Bu oda sanal gerçeklik ekipmanından yoksundur” yazan kapıdan geçen yaşlı adam biraz daha uzun olsa eğilmek zorunda kalacaktı. Kestane rengi uzun parmakların sahibi, ince yapılı bu adamın her zaman taktığı enine ve boyuna sık dokunmuş tellerden oluşan maskesinin altında yüzünü görmek imkânsızdı. Görüntü adına sadece ağız bölgesinde küçük, karanlık bir boşluk vardı şarap zevkine hizmet eden. Adam masaya hızlı adımlarla yaklaştı. Önündeki Château Lafite kadehini bir dikişte bitirdikten sonra, herkesle samimice tokalaştı. “Tam bir sene oldu,” dedi. “Keşke şu maskeden kurtulup sizi doyasıya öpebilseydim çocuklar.”
Maske…
Bu konuda cevapsız kalan sorular çoktan sorulmuştu. Tekrar konuyu açmak anlamsızdı.
Rıza Bey’in bizzat servis ettiği ikinci kadehini de içtikten sonra neşesi yerine gelmişti yaşlı adamın. Bugün de diğerlerine benzer başlayacaktı. Birkaç kadeh şarap, kısa bir selamlaşma ve ardından hemen ‘ders’.
“Bugünkü hikâyemizin adı üç dâhiler paktı.” Yaşlı adam yeni dolan üçüncü kadehinden bir yudum aldı. Birkaç saniye şarabın beynine tesir etmesini bekledi sanki. Sonra hikâyeyi anlatmaya başladı. “Eski zamanlarda bir yerde, bir şehirde… çok ünlü bir medrese varmış. Eğitimiyle ün salmış bu medresede, her öğrenci çok özelmiş, ama üç tanesi varmış ki, tarihe yön vermişler. Ömer… Nizam… ve Hassan.”
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ,
21. YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİ
Rıza Bey’in köşkünden çok uzaklarda, bundan yaklaşık yarım asır önce iki matematik öğrencisi Boğaziçi Üniversitesi bahçesinde Go2 oynamaktaydı. İçlerinden uzun ama yaşça iki sene küçük olanı tahtaya son bir kez daha baktı. “Önceki iki oyun tamam da, bu oyunu nasıl kazandın anlamadım Efil.”
Efil her zamanki sevecen abla tavrıyla gülümsedi. Hassan ile kırk iki gün önce bir öğrenci partisinde tanışmalarına rağmen kısa sürede çok iyi arkadaş olmuşlardı. Birçok ortak noktaları vardı iki gencin. İkisi de felsefeden, sanattan ve okumaktan hoşlanıyorlardı. Ayrıca her ikisi de Allah vergisi bir analitik yetenekle donatılmışlardı. Ama farklı yönleri de yok değildi. Efil tam bir romantikti. En az matematik kadar şiir ve aşktan da anlardı. Güleç yüzü ve her zaman dinleyici bulan enteresan hikâyeleriyle okulun sempatik güzeli olan bu kız birçok genç adamın ilgisini hemen üzerine topluyordu. Hem de hiç çaba harcamadan! Okulun bir elin parmaklarını geçmeyecek İran uyruklu göçmeninden biri olan Hassan ise insanlardan çok uzak bir hayatı benimsemişti.
Beş para etmez aylaklar… Efil gibi biri bunlara nasıl katlanıyor anlamıyorum.
Kader Hassan’a sadece Efil’i değil, bir de ODTÜ’den gelen şu Naim adındaki doktora öğrencisini bahşetmişti iyi ki.
“Asık suratlı herif…” diye düşünmüştü en başlarda. Ama zamanla onun kendisinden pek de farklı olmadığını fark etmişti. Hatta bu çatık kaşlı doktora öğrencisinin son ‘oyun teorisi’ dersinde anlattıkları, sadece Hassan’da değil, sınıftaki herkeste Naim’e karşı derin bir hayranlık ve saygı uyandırmıştı.
Derse, “Bugün, öğrendiklerimizin gerçek hayattaki uygulamalarıyla ilgileneceğiz,” diyerek başlamıştı Naim. Bir sürü ilginç hikâye anlatmıştı, ama öğrencilerin en çok ilgisini çeken, nükleer silah krizinin Sovyet ve Amerikalı matematikçiler tarafından risk analiziyle çözümlenmesi olmuştu. Ders bittiğinde sınıftan bir iki dakika boyunca kimse çıkamamıştı. Dersin sürükleyiciliğinde kaybolmuşlardı sanki.
Suratsız ama gerektiğinde ilgi çekmesini biliyor hinoğluhin.
———
1 Sanal Gerçeklik Gözlüğü: İngilizce adı Virtual Reality Glass olan gözlük bütün dünyada VRG kısaltmasıyla bilinmektedir. 2055 yılında piyasaya sürülen VRG’lerin kökeni 2012’de Google tarafından projelendirilen Google Gözlükleri’ne dayanır. 2012 yılındaki dizaynında birkaç sesli komut ve internet bağlantısı gibi görece basit teknolojileri içinde barındıran gözlüğün 2050’li yıllardaki hali olan VRG’ler üstün ses algılama ve görüntü aktarma özelliklerinin yanı sıra vücuda takılan ek aksesuarlar sayesinde basit yapay dokunsal algıları da kullanıcılarına sundular.
2 Tahta üzerinde oynanan Çin kökenli, iki kişilik bir strateji oyunu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıSon Masal
- Sayfa Sayısı296
- YazarLevent Kent
- ISBN9789944826013
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ecel Çiçekleri ~ Elçin Poyrazlar
Ecel Çiçekleri
Elçin Poyrazlar
Ecel Çiçekleri suçlulara cezalarını vermeye, güçsüzleri ayağa kaldırmaya geldiler… İstanbul’da birbiri ardına işlenen kanlı cinayetleri çözmeye kararlıdır Suat Komiser. Vahşice öldürülen ama ölüme direnmemiş görünen...
- Pervaneler ~ Müfide Ferit Tek
Pervaneler
Müfide Ferit Tek
“… Bütün İstanbul’un incelikten, ahenkten, asaletten, renk ve ayrıntı zenginliğinden oluşan şairane manzarası ortasında, Marmara’nın mavi ipek sularından saçlı bir baş gibi yükselen adanın...
- Eylembilim ~ Oğuz Atay
Eylembilim
Oğuz Atay
“Sevgili Oğuz,… Sana kısaca şunu söylemek istiyordum: “Eylembilim”le bize, tamamlayamamış da olsan, anlattığın olaylar ve çizdiğin kişilerle, gene de kendi içinde belli bir bütünlüğü...