John Perry şiddet dolu bir evrende nihayet huzura kavuşmuş olup insanlığın pek çok kolonisinden birinde eşi ve kızıyla beraber yaşamaktadır. Güzel bir yaşantısı olmasına rağmen daima bir şeyin eksikliğini çekmektedir. John ile Jane’den yeni bir koloni dünyasını yönetmeleri istendiğinde John evreni bir kez daha keşfetme fırsatına balıklama dalar.
Fakat Perry kısa zamanda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenir. O ve yeni kolonisi, insanlığın Koloni Birliği ile tüm insan yayılımına yasak getirmiş durdurulamaz bir uzaylı ittifakı arasında oynanan bir savaş ve diplomasi oyunundaki birer piyondan ibarettir.
Uzayda bu çekişme yaşanırken Perry de ölümcül sırlarını henüz belli etmemiş bir gezegendeki korku dolu kolonicilerini hem tanıdık hem de yabancı tehlikelere karşı korumaya çalışır.
Perry herkesin kurtuluşu için yalanlarla ve yarı doğrularla dolu olan bu ağı bozmaya ve de sorumluluğundakileri insan ırkının son kolonisi haline getirmekle tehdit eden çok büyük bir savaşı engellemeye mecburdur.
“Saf bir hayalperestlik… Scalzi’nin zekice diyalogları, hızlı bir tempoya sahip öyküsü ve güçlü karakterleri akla Robert Heinlein’ı getiriyor.”
The Times
“Katıksız bir zevk… çekici, iyi yazılmış ve akıllıca.”
Daily Telegraph
***
bir
Durun size geride bıraktığım dünyaları anlatayım.
Dünya’yı biliyorsunuz; zaten herkes bilir. İnsanlığın doğum yeridir, fakat bu noktada çoğu kimse onu ‘ana’ gezegen olarak düşünmez -Koloni Birliği kurulduğundan ve ırkımızın evrende yayılmasıyla korunmasının esas kuvveti olup çıktığından beri o işi Anka yürütür. Yine de nereden geldiğinizi asla unutmazsınız.
Bu evrende Dünyalı olmak, otobüse binip büyük şehre giden ve bütün bir akşaınüstünü upuzun binalara aval aval bakmakla geçiren bir köylü çocuğu olmaya benzer. Sonra bu çocuk, içinde inanılmaz şeyler bulunan bu yeni ve garip dünyaya hayran kaldı diye soyulur; çünkü o şeylerin şehirdeki yeni çocuk için ne zamanlan ne de sempatileri vardır ve bavulundakileri almak amacıyla onu seve seve öldürebilirler. Köylü çocuğu bunu çabucak öğrenir, çünkü bir daba evine dönemeyecektir.
Genellikle aynı ufak Ohio kasabasında yaşayarak ve o yaşamın çoğunu aynı kadınla paylaşarak Dünya’da yetmiş beş yıl geçirdim. Orada yaşadım, sonra da oradan ayrıldım.
Bir sonraki dünya mecazi. Koloni Savunma Güçleri beni Dünya’dan aldı ve kalmasını istediği parçalarımı yerli yerinde bıraktı: bilincim ve DNA’mın küçük bir kısmı. İkincisini kullanarak bana yeni bir vücut yaptılar. Bu vücut genç, hızlı, güçlü, güzel ve sadece kısmen insandı. Bilincimi o vücudun içine tıkıştırdılar ve bana ikinci gençliğimin tadını çıkartayım diye yeterli olmaktan çok uzak bir mühlet tanıdılar. Sonra da artık ben olan bu güzel vücudu aldılar ve birkaç yıl boyunca beni atabildikleri tüm düşman uzaylıların önüne atarak o vücudu öldürtmeye çalıştılar.
O uzaylılardan bol bol vardı. Evren uçsuz bucaksızdır, fakat insan yaşamına uygun gezegenlerin sayısı şaşırtıcı derecede azdır ve şu işe bakın ki uzay, bizimle aynı dünyaları isteyen bolca zeki canlı türüyle doludur. Anlaşıldığı kadarıyla bu canlı türlerinden çok azı paylaşma kavramına aşinadır; bizim olmadığımız kesin. Hep beraber savaşa tutuşuruz ve yerleşebileceğimiz dünyalar aramızda el değiştirir; ta ki birimiz veya ötekimiz onu elimizden alınamayacak denli sıkı tutana dek. Biz insanlar son birkaç asırdır bu numarayı birkaç düzine dünyada uygulamayı başardık ve düzinelercesinde daha başaramadık. Tabii bunların hiçbiri bize pek fazla dost kazandırmadı.
Bu dünyada altı yıl geçirdim. Savaştım ve pek çok kez ölümden döndüm. Çoğu can veren, bazılarını ise kurtarabildiğim dostlarım oldu. Dünya’dayken hayatımı paylaştığım kadına yüreğimi sızlatacak denli benzese bile aslında bambaşka biri olan bir kadın tanıdım. Koloni Birliği’ni savundum ve bunu yaparken insanlığı evrende canlı tuttuğumu düşündüm.
Sonunda Koloni Savunma Güçleri benim daima ben olarak kalan parçamı alıp üçüncü ve son bir vücuda tıktı. Bu vücut da genç olmasına rağmen önceki kadar hızlı veya güçlü değildi. Sıradan bir vücuttu işte. Fakat bu vücuttan savaşması ve ölmesi istenmeyecekti. Çizgi filmlerdeki bir süper kahraman kadar güçlü kuvvetli olmayı özledim. Ama karşılaştığım her uzaylı yaratığın beni öldürmek için elinden geleni yapmasını özlemedim. Bence adil bir takastı bu.
Bir sonraki dünyayı muhtemelen bilmiyorsunuzdur. Hâlâ milyarlarca kişinin yaşadığı ve yıldızları düşlediği eski evimiz Dünya’da durun. Gökyüzüne, Büyükayı’nın yanı başındaki Vaşak Takımyıldızı’na bakın. Orada altı tane gezegeni olan, güneşimiz gibi sarı renkli bir yıldız var. Ne tesadüf ki gezegenlerden üçüncüsü taklit bir Dünya -çevresi onun ancak yüzde 96’sı kadar olan, fakat biraz daha büyük bir demir çekirdeği bulunduğu için onun kütlesinin yüzde 101’ine sahip bir gezegen (zaten o yüzde l’i de fark etmiyorsunuz). İki de ay. Biri Dünyanın uydusunun üçte iki ebadında olmasına rağmen Ay’dan daha yakın durduğu için gökyüzünde aynı ölçüde yer kaplıyor. Aslında gezegenin çekimine yakalanmış bir göktaşı olan ikinci ay ise hem çok daha küçük hem de çok daha yakın. Bunun yörüngesi istikrarsız; zamanı gelince aşağıdaki gezegene düşecek. En iyi tahmin, bu olayın çeyrek milyon yılda gerçekleşeceği yönünde. Gezegenin sakinleri şimdilik pek endişeli değiller yani.
Bu dünya insanlar tarafından neredeyse yetmiş beş yıl önce bulundu: Ealanlann orada bir kolonileri vardı, ama Koloni Savunma Güçleri bu hatayı düzeltti. Ardından Ealanlar deyim yerindeyse bu denklemi elden geçirdiler ve sorunun çözülmesi birkaç seneyi buldu. Çözülünce de Koloni Birliği bu gezegeni Dünya’dan, çoğunlukla da Hindistan’dan gelen kolonicilere açlı. Bunlar dalgalar halinde yerleşti; ilki gezegen Ealanlann elinden alındıktan, İkincisiyse İşgaliye destekli geçici hükümet tarafından Chowdhury rejiminin önde gelen yandaşlarına kolonileşme veya hapis seçeneklerinin sunulduğu Dünya’daki Kıta Parçası Savaşı’ndan kısa zaman sonra. Ailelerini de yanlarına alarak sürgüne giden ikinci dalga mensuplan böylelikle yıldızlan düşlemekten ziyade onlara zorla gönderilmiş oldular.
Üzerinde yaşayan insanlar düşünüldüğünde gezegenin o kökeni yansıtacak bir ismi olmasını bekleyebilirsiniz. Eğer öyleyse yanılırsınız. Gezegen, hiç şüphesiz Twain hayranı bir bürokratın koyduğu Huckleberry ismini taşıyor. Huckleberry’nin büyük uydusu Sawyer; küçüğüyse Becky. Başlıca üç kıtası Samuel, Langhome ve Clemens; Livy Takımadası olarak bilinen uzun ve kıvrımlı bir volkanik ada dizisi Clemens’ten başlayarak Calaveras Okyanusu’na çıkıntı yapıyor, ilk göçmenler gelmeden önce belirgin yer şekillerinin çoğu Twain karakterleriyle isimlendirilmişti bile; göçmenler bu durumu itirazsız kabullenmiş gözüküyorlar.
Şimdi bu gezegende benimle beraber durun. Gökyüzüne, Lotus Takımyıldızı’ndan tarafa bakın. Orada bu gezegenin etrafında döndüğüne benzer san bir yıldız var. İşte ben iki hayat önce orada doğdum. O yıldız buradan o denli uzak ki çıplak gözle görünmüyor; orada geçirdiğim hayat hakkında da sık sık aynı hisse kapılıyorum.
Adım John Perry. Seksen sekiz yaşındayım. Bu gezegende neredeyse sekiz senedir yaşıyorum. Burası benim eşimle ve evlatlık kızımla paylaştığım evim. Huckleberry’ye hoş geldiniz. Bu öyküde geride bırakacağım bir sonraki gezegen bu. Ama sonuncusu değil.
Huckleberry’den ayrılışımın öyküsü -bahse değer tüm öyküler gibi- bir keçiyle başlıyor.
Ben öğle yemeğinden döndüğümde asistanım Savitri Guntupalli başını kaldırmadı bile. “Büronda bir keçi var,” dedi.
“Hımmm,” dedim. “Keçilere karşı ilaçlama yaptığımızı sanıyordum.”
Sözlerim ondan kısa bir bakış kazandırdı; bu bile bir zafer sayılırdı. “Yanında Chengelpet kardeşleri de getirmiş,” dedi kadın.
“Hay aksi,” dedim. Chengelpetler kadar kavga eden son kardeşler Habil ile Kabil’di. Üstelik onlardan biri en azından işi daha fazla uzatmayıp bir sonuca bağlamıştı. “Ben ortalıkta olmadığım zaman o ikisini büroma almamanı söylemiştim.”
“Hiç de öyle bir şey söylemedin,” dedi Savitri.
“Öyleyse bunu daimi bir emir haline getirelim,” dedim.
“Zaten söyleseydin bile,” diye devam etti Savitri, elindeki kitabı bırakarak, “Chengelpetler beni dinlemezlerdi. Önce Aftab keçiyle birlikte paldır küldür içeri daldı ve Nissim onun peşinden girdi. İkisi de bana dönüp bakmadı bile.”
“Chengelpetlerle uğraşmak istemiyorum,” dedim. “Daha yeni yemek yedim.”
Savitri masasının yanına uzandı, çöp kovasını aldı ve masanın üstüne koydu. “Önce bir kus da rahatla,” dedi.
Savitri’yle birkaç yıl önce Koloni Savunma Güçleri nin bir temsilcisi olarak kolonileri gezerken ve oralarda moral verici konuşmalar yaparken tanışmıştım. Huckleberry kolonisinin Yeni Goa köyündeki durağımda Savitri karşıma dikilip bana Koloni Birliği’nin emperyalist ve totaliter rejiminin bir maşası olduğumu söylemişti. Ona hemen kanım ısınmıştı. KSG’den terhis olduğumda Yeni Goa’ya yerleşme kararı almıştım. Bana önerilen kamu denetçiliği görevini kabul etmiş ve daha ilk iş günümde istesem de istemesem de asistanım olacağını söyleyen Savitri’yi karşımda bularak şaşırmıştım.
“Bu işe neden girdiğini bana bir kez daha hatırlatsana,” dedim ona, çöp kutusunun üzerinden.
“Sırf inat olsun diye,” dedi Savitri. “Kusacak mısın kusmayacak mısın?”
“Sanırım şimdilik içimde tutacağım,” dedim. Savitri kovayı alıp eski yerine bıraktı, sonra da kitabına dönüp okumaya devam etti.
Aklıma bir fikir geldi. “Hey, Savitri,” dedim. “İşim senin olsun ister misin?”
“Tabii,” dedi kitabını açarken. “Sen Chengelpetleri hallettikten hemen sonra başlarım.”
“Sağ ol,” dedim.
Savitri homurdandı. Edebi maceralarına çoktan geri dönmüştü. Kendimi hazırladım ve büromun kapısından içeri girdim.
Odanın ortasındaki keçi oldukça şirindi. Masamın önündeki sandalyelerde oturan Chengelpetler ise pek değillerdi.
“Aftab,” dedim, başımla ağabeye selam vererek. “Nissim,” dedim, aynını bu sefer de küçük kardeşe yaparak. “Ve sen, dostum,” dedim keçiye, yine bir baş selamıyla. Yerime oturdum. “Bu akşamüzeri sizler için ne yapabilirim?”
“Ağabeyimi vurmam için bana izin verebilirsin Denetçi Perry,” dedi Nissim.
“Öyle bir yetkinin iş tanımımda yer aldığını sanmıyorum,” dedim. “Zaten kulağa biraz aşırı geliyor. Neden neler olduğunu bana söylemiyorsunuz?”
Nissim parmağıyla ağabeyini işaret etti. “Bu piç kurusu tohumumu çaldı,” dedi.
“Efendim?” dedim.
“Tohumum,” dedi Nissim. “Ona sor. İnkar edemez.” Gözlerimi şaşkın şaşkın kırpıştırarak Aftab’a döndüm. “Demek kardeşinin tohumunu çaldın Aftab?”
“Kardeşimin kusuruna bakma,” dedi Aftab. “Bildiğin gibi isteri nöbetlerine pek yatkındır. Keçilerinden birinin kendi otlağından ayrılıp benimkine girdiğini ve burada gördüğün dişiyi döllediğini anlatmaya çalışıyor. Sonra da kalkmış, keçisinin dölünü çaldığımı iddia ediyor.”
“O öyle sıradan bir keçi değildi,” dedi Nissim. “Ödüllü keçim Prabhat’tı. Onu yüksek fiyatlara damızlık veririm ve Aftab ücreti ödemek istemedi. Yani tohumumu çalmış oldu.”
“Tohum Prabhat’ındı seni gidi budala,” dedi Aftab. “Ve çitlerinin bakımını yapmayarak keçinin arazime girmesine izin vermen benim suçum değil.”
“Yok ya,” dedi Nissim. “Denetçi Perry, çit tellerim kesilmişti. Prabhat kardeşimin arazisine kasten alındı.”
“Sen kafayı yemişsin,” dedi Aftab. “Hem öyle bile olsa, ki değil, bunda ne var? Kıymetli keçini geri aldın ya.”
“Ama artık elinde hamile bir keçi var,” dedi Nissim. “Parasını ödemediğin ve benim de izin vermediğim bir gebelik. Buna hırsızlık derler, işte o kadar. Dahası beni mahvetmeye çalışıyorsun.”
“Sen neden bahsediyorsun?” dedi Aftab.
“Yeni bir damızlık üretme peşindesin,” dedi Nissim ve Aftab’ın oturduğu sandalyenin arkasını kemirmekte olan keçiyi işaret etti. “Sakın inkar etmeye kalkma. Bu en iyi dişi keçin Onu Prabhat’la çiftleştirerek damızlık bir yavrun olacak, işimi elimden almaya çalışıyorsun. Sor ona Denetçi Perry. Ona keçisinin ne taşıdığını sor.”
Dönüp Aftab’a baktım. “Keçin ne taşıyor Aftab?”
“Ceninlerden biri tamamen şans eseri erkek,” dedi Aftab.
“O ceninin alınmasını isliyorum,” dedi Nissim.
“Keçi senin değil,” dedi Aftab.
“Öyleyse doğduğu zaman yavruyu alacağım,” dedi Nissim. “Çaldığın tohumun karşılığı olarak.”
“Yine başa döndük,” dedi Aftab ve baktşlannı bana çevirdi. “Neyle uğraştığımı görüyorsun Denetçi Perry. Keçilerini çayıra salıp onu bunu hamile bırakmasına izin veriyor, sonra da hayvancılıktaki beceriksizliği için ücret talep ediyor.”
Nissim hışımla böğürdü ve bağınp çağırarak ağabeyine el kol hareketleri yapmaya başladı; Aftab da onu taklit etti. Keçi o sırada masamın etrafından dolaşıp beni merakla süzdü. Masamın içine uzandım ve orada bulduğum bir şekerlemeyle hayvanı besledim. “Bizim burada durmamıza hiç gerek yok,” dedim keçiye. Keçi karşılık vermese de benimle aynı fikirde olduğunu görebiliyordum.
Kasaba denetçiliğinin ilk başta basit bir iş olması planlanmıştı: Yeni Goa kasabalıları ne zaman yerel veya bölgesel yönetimle bir sorun yaşayacak olsalar bana geleceklerdi ve ben de onlara formalitelerde yardım ederek işlerini kolaylaştıracaktım. Bu tam da büyük ölçüde kırsal olan bir koloninin günlük yaşantısında hiçbir işe yaramayacak, fakat ileri gelenlerin kapısını çaldığı zamanlarda dikkate alınması gerekecek kadar şöhretli bir savaş kahramanına verilecek türden bir işti.
Fakat öyle geçen bir-iki ayın ardından Yeni Goa kasabalıları diğer sorunlarıyla da bana gelmeye başlamışlardı. Niçin bir anda çiftlik teçhizatıyla ilgili tavsiyelerden tut da ileri düzey evlilik danışmanlığına kadar her konuda kapıma gelmeye başladıklarını sorduğumda, “yetkilileri rahatsız etmek istemiyoruz da ondan,” demişti kasabaldardan biri. “Sana gelmek daha kolay ve çabuk.” Yeni Goa’nın yöneticisi Rohit Kulkami bu durumdan çok memnundu, zira önceleri onun başını ağrıtan sorunlarla artık ben ilgileniyordum. Bu da ona, balık tutmak ve kahvehanede domino oynamak için daha fazla vakit kazandırıyordu.
Denetçiliğimin yeni ve genişletilmiş görev tanımıyla çoğu zaman bir alıp veremediğim yoktu. İnsanlara yardım etmek ve ayrıca tavsiyelerime kulak asılması güzeldi. Öte yandan hangi kamu görevlisine sorarsanız sorun size vaktinin büyük bölümünü o toplumdaki sadece birkaç sinir bozucu kişiye ayırmak zorunda kaldığını söyleyecektir. Yeni Goa’da da o kişiler Chengelpet kardeşlerdi.
Birbirlerinden niye bu kadar nefret ettiklerini hiç kimse bilmiyordu. Ben durumun ebeveynleriyle ilgili olabileceğini düşünüyordum, fakat Bhajan ve Niral da diğer herkes kadar şaşkın durumdaki harika insanlardı. Bazı insanlar şartlar ne olursa olsun başkalarıyla iyi geçinemezler ve maalesef geçinemeyen bu iki kimse birbirinin kardeşi oluyordu.
Çiftliklerini yan yana inşa etmeselerdi ve bu nedenle çoğu zaman hem iş hem de özel hayatlarında karşı karşıya gelmeselerdi sorun bu denli büyük olmazdı. Göreve başladığım ilk günlerde kardeşinden birazcık daha mantıklı olduğunu düşündüğüm Aftab’a kasabanın öteki ucundaki yeni boşalmış bir araziye göz atmasını, çünkü Nissim’den uzakta yaşamanın onunla arasındaki çoğu sorunu çözebileceğini teklif etmiştim. “Zaten o da böyle bir şey bekliyor,” demişti Aftab, son derece makul bir üslupla. O günden sonra meseleyi akılcı bir şekilde sonlandırma ümidimi yitirmiş ve Öfke Dolu Chengelpct Kardeşler tarafından ara sıra ziyaret edilmemin kaderimde yazdığını kabullenmiştim.
“Pekala,” diyerek kardeşlerin aile içi bağrışmalarını susturdum. “Ben şöyle düşünüyorum: bana kalırsa bayan dostumuzun nasıl hamile kaldığının bir önemi yok; bu yüzden o konuya takılıp kalmayalım. Ama ikiniz de bunu Nissim’in keçisinin yaptığında hemfikirsiniz.”
Her iki Chengelpet de başlarını salladı; keçi ise tevazu göstererek sessizliğini korudu. “Peki. Öyleyse artık iş ortağısınız, dedim. “Aftab, yavru doğduktan sonra sende kalabilir ve istersen onu damızlık olarak kullanabilirsin. Ama bunu yaptığın ilk altı seferde damızlık ücretinin tamamını, ondan sonra da yarısını Nissim alacak.”
“Onu ilk altı seferde bedavaya damızlık verir,” dedi Nissim.
“Öyleyse o noktadan sonraki damızlık ücretini ilk altının ortalaması olarak belirleyelim,” dedim. “Yani sana kazık atmaya kalkarsa kendisine de atmış olacak. Üstelik burası küçük bir kasaba Nissim. Buranın halkı, keçisini sırf senin geçimini baltalamak için kiraladığını düşünürse Aftab’ın damızlığını istemeyecektir. Bir şeye düşük değer biçmek ile komşuna kötülük yapmak arasında ince bir çizgi vardır.”
“Peki ya ben onunla ortak olmak istemezsem?” dedi Aftab.
“Öyleyse yavruyu Nissim’e satarsın,” dedim. Nissim karşı çıkmak için ağzını açtı. “Evet, satarsın,” dedim, onun itiraz etmesine fırsat bırakmadan. “Yavruyu Murali’ye götür ve bir değer biçtir. Ücret o olacak. Murali ikinizi de pek sevmez; o yüzden size adil bir fiyat verir. Tamam mı?”
Chengelpetler dediklerimi düşündü; diğer bir deyişle ikisi de vaziyet karşısında diğerinden daha mutsuz olup olmadığını anlamak için kafa patlattı. Sonunda eşit oranda mutsuz oldukları sonucuna vardılar, ki onlar için böyle bir durumun ideal sonucu buydu. İkisi de kafa sallayarak kararı onayladığını belirtti.
“İyi,” dedim. “Şimdi halım kirlenmeden önce çekin gidin.”
“Keçim öyle bir şey yapmaz,” dedi Aftab.
“Beni endişelendiren keçi değil,” deyip onları kovaladım. Yanımdan ayrıldılar ve kapıda Savitri belirdi.
“Koltuğumdasın,” dedi kız, başıyla sandalyemi işaret ederek.
“Canın cehenneme,” deyip ayaklarımı masaya dayadım. “Böyle sinir bozucu meselelerle ilgilenmeyeceksen bu koltuğa hazır değilsin demektir.”
“Madem öyle, asistanın olarak mütevazı rolüme geri döneceğim ve sen Chengelpetleri ağırlarken inzibatın aradığını bildireceğim,” dedi Savitri.
“Neyle ilgili olarak?” diye sordum.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSon Koloni
- Sayfa Sayısı312
- YazarJohn Scalzi
- ÇevirmenCihan Karamancı
- ISBN9786053752332
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kaçak Goril Sally Jones ~ Jakob Wegelius
Kaçak Goril Sally Jones
Jakob Wegelius
Kaçak Goril Sally Jones Sally Jones sadık, zeki ve becerikli bir arkadaş.Bir geminin makine dairesinde de bir tamir dükkânında da harikalar yaratabilir. Üstelik sıra...
- Hizmetçi ~ Nita Prose
Hizmetçi
Nita Prose
40’TAN FAZLA DİLE ÇEVRİLDİ! “Ben hizmetçinizim. Sizin hakkınızda çok şey biliyorum ama gerçekten düşünürsek siz benim hakkımda ne biliyorsunuz?” Kırmızı kadife halıları, altın yılanlı...
- Ayrı Yol ~ Andre Gide
Ayrı Yol
Andre Gide
İlk defa olarak, kendi değerimin bilincine varmamdandı bu: Beni ötekilerden ayıran, farklı kılan şey, önemliydi; benden başka hiç kimsenin söylemediği şey, söylemeyeceği şey, benim...