Batıda gökyüzü sessizce ışıldıyor, bir şekilde idealizmin sonunun geldiğini çağrıştırıyordu. Boş ideallere ışık tutan bir fener gibi, batan güneş yüzlerce, binlerce mum yakmış, uzaklarda batıyordu.
Kazu, Tokyo’nun önde gelenlerinin uğrak mekânı Setsugoan’ın sahibi; hırslı, başarılı, hayat dolu ve çekici bir kadın. Noguçi ise siyasi arenada adını duyurmuş, prensipleri ve onuru için yaşayan eski bir bakan. Bir akşam, bu iki farklı dünyanın temsilcisi bir araya gelir ve böylece, ikisi için de inişler ve çıkışlarla dolu bir ikinci bahar başlar. Kazu’nun tutkulu, yalnızlık korkusuyla sarmalanmış ama özgür dünyası, Noguçi’nin sakin ve kurallara bağlı dünyasıyla çarpışınca, aşk ile siyasi çıkarlar arasında kurdukları hassas denge hepten bozulur.
İnsan ilişkilerinin karmaşıklığına odaklanan Şölenden Sonra, Mişima’nın ustalıkla ilmek ilmek işlediği karakterleriyle sevgi ile güç arasındaki derin uçurumu gözler önüne sererken, okura İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’sının değişen yüzünü keşfetme imkânı da tanıyor.
“Romanın başkahramanı Kazu, Mişima’nın son derece seçkin kariyeri boyunca yarattığı en muazzam ve en derin karakter.”
The New Yorker
*
I
Setsugoan
Setsugoan –Karlı Manzara Restoranı– Tokyo’nun inişi çıkışı bol Koişikava semtinde yüksekçe bir tepe üstünde kurulmuştu ve şans eseri savaşta harap olmaktan kurtulmuştu. On dönümlük ünlü Kobori tarzı Japon bahçesinden tutun da Kyoto’nun ünlü bir tapınağından buraya taşınan pirinç kaplama kapıya, Nara’daki eski bir tapınaktan olduğu gibi getirilmiş giriş bölümü ve konuk ağırlama odasına, sonradan yaptıkları büyük yemek salonuna kadar hiçbir yeri tek bir hasar görmemişti.
Savaştan sonra konulan varlık vergisinin yol açtığı kargaşa sırasında Setsugoan, bir girişimci ve çay seremonisi ustası olan önceki sahibinden hayat dolu güzel bir kadına geçti ve kısa sürede ünlü bir restoran haline geldi.
Restoranın yeni sahibesinin adı Kazu Fukuzava’ydı. Bu balıketinde güzel kadının içinde doğal bir yalınlık vardı; her zaman güçlüydü ve coşku doluydu. Kafası karışık birisi Kazu’nun karşısına çıksa kendi kafasındaki karmaşıklıktan utanır, depresif biri Kazu’yu görse ya çok cesaretlenir ya da tümüyle yıkılmış gibi bir hisse kapılırdı. Tanrı vergisi bir lütufla, erkelere özgü kararlılığı ve kadınlara özgü kaygısız coşkunluğu tek bedende birleştirmiş böyle kadınlar erkeklere kıyasla uzak hedeflere çok daha fazla erişebiliyor.
Her yönüyle neşeli bir kişiliği vardı, yenilgiyi kesinlikle kabul etmeyen benliği yalın bir güzellikteydi. Gençlik günlerinden beri sevilmektense sevmeyi yeğlerdi. Taşralı kadınlara özgü saf güzelliği, bildiğinden şaşmama tarafını da biraz saklar, çevresindeki küçük insanların kötü niyetleri onun art niyetsiz dürüst kalbini daha da güçlendirirdi.
Kazu’nun eskiden beri romantik ilişki kurmadığı erkek arkadaşları vardı. Muhafazakâr Parti’nin perde arkasındaki politikacılarından olan Genki Nagayama bilakis yeni dostlarındandı. Nagayama, kendisinden yirmi yaş küçük olan Kazu’yu kız kardeşi gibi seviyordu.
“Böyle cesur bir kadını kolay kolay göremezsiniz,” derdi her zaman. “Bakın görün, çok geçmeden olağanüstü şeyler yapacak! Japonya’yı altüst et desen, yapacaktır. Erkek olsa, ona tarihi değiştiren kahraman derlerdi ama kadın olduğu için becerikli biri deyip geçiyorlar ancak. Ondaki cinsel arzuyu ortaya çıkaracak bir erkek olursa, işte o zaman yanardağ gibi patlayacaktır!”
Onun bu sözlerini kendisine aktardıklarında Kazu bundan rahatsız olmadı. Fakat Genki ile baş başa kaldığında şöyle dedi: “Sen benim romantik yanımı ortaya çıkaramazsın ki. Büyük bir özgüvenle bana yaklaşsan da işe yaramayacaktır. İnsanları tanımakta ustasın ama baştan çıkarmayı bilmiyorsun.”
“Seni baştan çıkarmayı düşünmüyorum, merak etme. O seviyeye düşersem ben de bittim demektir!” diye aşağılayıcı bir dille karşılık verdi kurt politikacı.
Setsugoan ünlenmeye başlayınca bahçesinin bakımı için gerektiğince masraf yapıldı. Konuk ağırlama odasından güneye bakınca görülen bahçedeki havuz, mehtap seyretme şölenlerinin en gözde manzarasını sunuyordu. Bahçenin etrafı Tokyo’da aransa bulunmayacak türden devasa yaşlı ağaçlarla çevriliydi. Çamlar, kestaneler, çitlembikler ile meşelerin her biri ağır bir edayla göğe doğru yükseliyordu; aralarından biraz görülen mavi gökyüzüne engel olacak herhangi bir bina da yoktu burada. Yüksekliğiyle göze çarpan bir çam ağacının tepesinde bir çift çaylak kuşu yuva yapmış, uzun zamandır burada yaşamaya da alışmışlardı. Mevsimine göre envaiçeşit kuş buraya gelirdi ama hiçbiri, göç ederken palmiye yemişlerini ve geniş çimenlikteki böcekleri gagalamaya gelip tüm bahçeyi kaplayan kuşların bolluğuyla ve kargaşasıyla boy ölçüşemezdi.
Her sabah Kazu bahçede yürüyüşe çıkar ve her seferinde bahçıvana talimatlar verirdi. Talimatlarının bazıları yerinde şeylerdi ama yersiz olanlar da vardı. Yine de talimat vermek artık günlük işlerinin ve neşesinin bir parçası olmuştu. Deneyimli bahçıvan da özellikle bu yüzden ona karşı gelmezdi.
Kazu her zaman bahçede yürürdü. Bu yürüyüşlerde hem evli olmamanın tadını çıkarır hem de sessizce düşüncelere dalmak için bir fırsat bulurdu. Bütün gün boyunca hemen hiç durmadan konuklarıyla konuşur, onlara şarkı söyler, tek başına kaldığı olmazdı. Her ne kadar konuk ağırlamaya alışkın olsa da çok yorulurdu. Kazu’nun bu sabah yürüyüşleri artık yeni aşklar aramayan kalbindeki sükûnetin kanıtıydı.
“Aşk artık benim yaşamımı bozamaz…” Kazu bir yandan pus çökmüş ağaçlar arasından süzülüp önündeki patikanın yosun tutmuş taşlarını sıcaklıkla aydınlatan büyülü ışıklara bakıyor, bir yandan da emin olduğu duygularının tadını çıkarıyordu. Aşkla bağlarını koparalı uzun zaman olmuştu. Son aşkı da artık uzak bir anıya dönüşmüş, kendisinin her türlü romantik tutkuya karşı güvende olduğu duygusu sarsılmaz hale gelmişti.
Bu sabah gezintileri Kazu’nun güvenlik duygusunun şiiriydi. Yaşı elliyi geçkin olsa da güzel teni ve parıldayan gözlerindeki canlılıktan hiçbir şey yitirmemiş, temiz giyimli bir kadını böyle büyük bir bahçede sabahları salınırken görünce kim olsa çarpılır, buradan bir aşk öyküsü çıkacağı beklentisine düşerdi. Ama öyküsünün sona erdiğini, şiirinin öldüğünü herkesten çok bilen biri varsa o da Kazu’nun kendisiydi. Kazu, doğal olarak içindeki bastırılmış coşkunun gücünün farkındaydı. Ancak aynı zamanda bu gücün artık bel verip dizginlenmiş olduğunu, bundan böyle hiçbir zaman prangalarından kurtulup kaçamayacağını iyi biliyordu.
Bu devasa bahçe ve ev, bankadaki hesaplar, hisse senetleri, finans dünyasından güçlü ve eli açık müşteriler; bunlar Kazu’ya yaşlılık günleri için yeterli güvence sağlıyordu. Bu güvenceye ulaştıktan sonra artık başkalarının onu sevmemesi ya da arkasından dedikodu yapması gibi bir endişesi de kalmamıştı. Bulunduğu çevreye sıkı sıkıya bağlı kalırsa herkesten saygı görmesi, seçkin bir hobiye kendini adaması, ileride bir gün restoranı uygun birine devredip gezilerde ya da katıldığı toplantılarda etrafına hediyeler saçarak hiçbir sıkıntı çekmeden yaşaması mümkündü artık.
Zihni böyle düşüncelerle dolduğunda yürümeyi bırakıp bahçe kapısının yakınındaki, çay seremonilerinde mola verilince kullanılan banklardan birine oturur, gözleri çay odasının önündeki yosunlarla kaplı bahçenin derinliklerine dalar, oraya düşen sabah güneşini ve konup tekrar uçan kuşların zarif hareketlerini seyrederdi.
Buradan trenlerin uğultusu da arabaların korna sesleri de hiç duyulmazdı. Bütün dünya bir natürmort resme dönüşmüş durumdaydı. Bir zamanlar alevlenen tutkuları hiçbir iz bırakmadan nasıl yok olup gitmişti? Kazu bunun nedenini anlayamıyordu. Kendi bedeninden geçtiğine emin olduğu şeyler nereye gitmişti, anlayamıyordu. Türlü türlü şey üst üste gelip insanı büyütür, olgunlaştırır derlerdi ama hepsi yalan gibiydi. İnsan, olsa olsa içinden karışık birçok şeyin akıp gittiği yeraltındaki bir su yolu, çeşit çeşit arabanın teker izlerinin görüldüğü bir dört yol ağzından fazla bir şey değildi sanki. Ark çürür, yol aşınırdı. Ancak şimdi aşınmış olsa da bir zamanlar bu bedeni de şenlikli bir dört yol ağzıydı.
Kazu kör olmanın ne demek olduğunu unutalı uzun yıllar geçmişti. Bahçedeki bu sabah yürüyüşlerinde olduğu gibi, ne var ne yok tüm açıklığıyla uzaklara kadar görülüyordu; her şey keskin çizgilerle belirgindi, şu dünyada belirsiz kalan tek bir şey yoktu. İnsanların içlerinden neler geçirdiklerini bile görebiliyordu adeta. Artık hiçbir şeye şaşırmıyordu. Çıkarı için dostunu arkadan vuran birini duysa, “Olabilecek şeyler,” diye düşünür; aklı kadınlara takılıp kendi işlerini berbat eden birini duysa, “Sık rastlanan bir şey,” derdi içinden. Kesin olarak bildiği tek bir şey varsa, o da kendisinin asla böyle bir şeyle karşılaşmayacağıydı.
Başkaları ona aşk meselelerini danıştığında Kazu anlaşılır biçimde çok güzel önerilerde bulunurdu. İnsan tiplerini on küsur çekmecede güzelce tasniflemişti; ne kadar zor bir soru gelse de birkaç tutkuyu harmanlayarak cevap verebilirdi. Hayatta bunlardan daha zor olabilecek bir şey yoktu ona göre. Sayısı belli satranç taşlarından oluşuyordu her şey ve Kazu da emekliye ayrılmış usta bir oyuncu olarak herkese en uygun taktiği verecek konumdaydı. Bu yüzden doğal olarak “modern zamanlar”ı küçümsüyordu. İnsan ne kadar yeniliğe özenirse özensin, eski tutkuların koyduğu kuralların dışında kalabilir miydi?
“Zamane gençlerinin yaptıklarına bakınca,” derdi Kazu sık sık, “görünüşte değişse de aslında eski zamanlardan zerre kadar farklı değil. Gençler kendileri için ilk deneyim olan bir şeyi başkalarının da ilk kez deneyimlediği yanılgısında. Ne kadar yoldan çıkmış görünseler de…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıŞölenden Sonra
- Sayfa Sayısı224
- YazarYukio Mişima
- ÇevirmenVaner Alper
- ISBN9789750763618
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küçük Yalanlar Yüksek Topuklar ~ Jane Graves
Küçük Yalanlar Yüksek Topuklar
Jane Graves
Dikkat dikkat!!! Bu kitap, büyük hayallerle evlendiği yaşlı ve zengin kocası tarafından terk edilmiş, beş parasız bir şekilde ortada bırakılmış bir kadının ağır dramını...
- Demiryolu Serserileri ~ Jack London
Demiryolu Serserileri
Jack London
London, Demiryolu Serserilerinde serseriliği, başıboşluğu ve suça yatkınlığı 19. yüzyılın son çeyreğinde Amerika’da yaşanan ekonomik bunalımın fonunda, Amerikan yaşama tarzının ince, çarpıcı bir eleştirisine...
- Mutluluk ~ Guy de Maupassant
Mutluluk
Guy de Maupassant
Guy de Maupassant, Avrupa gerçekçiliği içinde önemli bir yer tutar. Onun öykü kişileri Korsikalı haydutlardan Fransız orta sınıfına, oradan da soylu sınıfın sınırlarına kadar...