Platon, nefret ettiğini söylediği dönemin politik yapısından ve devlet düzeninden yakınırken, yozlaşmanın örneği olarak “arkadaşı olan yaşlı bir adamın” haksız yere ölüme mahkum edilişini örnek gösterir. Sokrates’tir bu kişi. Sokrates’in ünlü “Savunması” biri Xenaphon’a biri de Platon’a ait olan iki metnin üzerinden günümüze ulaşmıştır. “Savunma” bize, bir yandan İÖ 4. yüzyılın Atinası’nın hukuk sisteminin ve devlet düzeninin işleyiş ve zaaflarını tanıtırken bir yandan da, “Yunan aydınlanmasına” direnen muhafazakar Atina egemenlerinin, mitolojik-dinsel kadim yapıyı arkalarına alıp ünlü bir sima üzerinden gözdağı verme çabalarını göz önüne serer. Bu yönüyle, “Savunma” hiç eskimeyen, evrensel bir sese dönüşür.
Sokrates’in Savunması: Ölerek, yaşamanın onurunu korumak.
***
ÖNSÖZ YA DA: SAVUNMA’YA GİRİŞ
Yayınevimiz “Platon Felsefesi”nin parçaları anlamına gelen “Diyaloglar”ı belli bir bağlamlılık sırası içinde yayınlayarak geleneksel Batı felsefesinin bu ünlü düşünürünün ‘evrenine’ girişte kılavuzluk yapmanın önem ve anlamı üzerinde düşünürken, bu ‘projenin’, hazırlamayı öngördüğümüz başka birçok proje gibi, salt bir ‘çeviri’ sorununa indirgenemeyeceğini gördü. “Diyaloglar” genellikle, Platon’un düşünce sisteminin (her ne kadar geleneksel felsefi sistem modeline uymasa da bu kavramı kullanıyoruz) bütünü içinde tuttukları yerlerden bağımsız, sistemle bağlantıları ya çok az kurularak ya da hiç kurulmayarak, çevrilip okura sunulmuştu.
Bu bağlamdışı sunulma alışkanlığının elbette çevirilere de olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdı. Oldu da. Önce bu sorunları olabildiğince aza indirgemek için, yeni/eski Yunanca metinleri ve bunların Almanca, İngilizce çevirilerini karşımıza koyduk. Aksaklıkları, bilgi ve yeteneklerimiz ölçüsünde gidermeye çalıştık.
Bir sonraki soru, ‘hangi diyalogla başlamamız gerektiği’ sorusuydu. Soruya şöyle bir cevap verebileceğimizi gördük: Platon politikaya uzak, ama eninde sonunda felsefe yapmak zorunda kalışını, mevcut oligarşinin ve onu izleyen devlet düzeninin, buna bağlı politikaların yetersizliğine veriyordu ve buna en çarpıcı kanıt olarak da ‘arkadaşı olan yaşlı bir adamı, dönemin en dürüst ve namuslu insanı demekte hiç tereddüt etmeyeceği’ Sokrates’e layık görülen muameleyi ve onun hukuki bir cinayete kurban gidişini gösteriyordu. Öyleyse ‘Platon evrenine’ “Sokrates”in Platon’a göre “Savunma”sıyla girmenin bu anlamda anlaşılır ve savunulabilir bir gerekçesi olabilirdi.
Sokrates’in günümüze ulaşmış iki savunma metni var, biri Platon’un diğeri Xenophon’un. Konuya ait literatürden ve uzmanların yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla bu iki metin arasında önemli farklılıklar mevcut. Giriş yazısında biz bunlara yeri geldikçe değindik.
“Savunma” MÖ 4. yüzyılda Attika ülkesine hâkim adalet anlayışını ve hukuk sistemini tanımamıza bir vesile oluyor. Ne var ki, doğrudan metin üzerinden giderek herhangi bir sonuca varmak imkânsız olduğu gibi, gerek geniş bir “önsöz-giriş” yapmadan, gerekse dipnotlarla beslemeden metni kullanmak, ondan yararlanmak genel birikimleri abartmak olacaktı. Bu kaygıyla, geniş bir tanıtımı asıl metnin önüne almayı uygun bulduk.
“Savunma” bir yandan yayınevinin “Platon-projesine” giriş basamağını oluştururken, bir yandan da doğrudan Attika ülkesinin kalbi olan Atina sitesinin 3. yüzyıldaki durum ve şartlarına, otoritesi sarsılmakta olan bir merkezin kendini koruma çabalarına da bakabilmemizi sağlıyor. Bu yanı, metni, evrensel ve genelgeçerli bir örneğe dönüştürüyor: Geleneksel, kadim kültürel ve etik değerler temelinde kudretini korumaya çalışan bir iktidarın, düşmanı olarak gördüğü anlayış ve fikirlerin sembolik temsilcisi olarak seçtiği birini topluma gözdağı vermek için yok etme girişimi, neredeyse genelgeçerli bir yöntem olarak yüzyıllardır başvurulan bir çare gibi görünmektedir. Bu bağlamda Sokrates’in Savunması’ndan G. Bruno, Galilei üzerinden, günümüze uzanan yaklaşık 2300 yıllık yol iyice kısalmaktadır.
Atina Hukuk Sistemi ve İki Savunma
MÖ 399 yılında Sokrates hayatında ilk kez mahkeme önüne çıkar. Atina devlet düzenine göre iki tür dava vardır. Bunlardan biri, özel davalardır ki, bu davaları mağdur ya da onun vekili açabilir. Öteki kamusal davadır; sabıkasız, temiz her yurttaş böyle bir dava açabilir. Sokrates kamusal bir dava yüzünden “yazılı bir başvuruya” istinaden kendini savunmak zorunda kalır. “Dine karşı suç” işlediği ileri sürülen düşünüre karşı davayı açanların başında saygın, varlıklı bir adam olan ve MÖ 403-397 yılları arasında stratejist (ordu strateji ustası) olarak görev yapmış ve aynı yıl archon* mevkiine atanmış bulunan Anytos gelmektedir. Anytos’un yanı sıra baş davacılarolarak Meletos ve Lykon adları da geçmektedir. Bu ikisi hakkında öyle güvenilir bilgilerden yoksunuz. Tanrıya hakaret, resmi tanrıları tanımazlık gibi davalarda mahkeme başkanı ‘archon basileus’ yetkili kişi olarak karşımıza çıkıyor; ‘kral’ anlamına gelen ‘basileus’ sözcüğünden de anlaşılacağı gibi, bu üst düzey bürokrat, demokratik devlette, eski krallığın kutsallık davalarına bakmaktaydı. Asıl duruşma bir dikasteron, yeminlilerden oluşan bir mahkeme karşısında yapılıyordu. Altı bin yurttaş içinden seçilen ve her yıl kura ile belirlenen hâkimler heyeti, bu mahkemenin kademelerini oluşturuyordu. Sokrates’i yargılayan heyet 501 yeminliden oluşuyordu; bu, önemli duruşmalar için olağan bir sayıydı.
Davacıların Sokrates için archon basileus’a başvururken sundukları dava dilekçesinin yanı sıra asıl mahkemenin temelini teşkil eden dava başvurusu, bu konudaki Diogenes Laertios 2,40; Xenophon, 1,1,1 ve Apologie 10’ gibi güvenilir kaynaklara göre şöyleydi:
“Bu Pitthos’lu Meletos’un oğlu Meletos, Alopeke’li Sophroniskos’un oğlu Sokrates’e karşı şunları yazdırıp doğruluğuna yemin etmiştir: Sokrates, devletin tanıdığı (kabul ettiği) tanrıları tanımayıp bunların yerine yeni tür tanrısal varlıkları (demonia’ları) koymaya, tanımaya çalışarak yasalara karşı davranmaktadır; ayrıca genç insanları yoldan çıkartarak (yozlaştırıp, mahvederek) da yasalara aykırı davranmaktadır.
Ceza Talebi: Ölüm”
Sokrates’e yönelik asıl suçlamada, tanrıları tanımazlık davasında, bizim burada “tanımak, kabul etmek” karşılığını uygun gördüğümüz sözcüğün Yunanca aslı, nomixein, “kullanmak”, “sımsıkı sarılmak” anlamlarına gelmektedir. Bu ifade çevirilerde sıkça yanlış anlaşılıp “inanmak” eylem sözcüğüyle karşılanmıştır. “Sokrates devletin tanrılarına inanmadığı için yasaya aykırı davranmaktadır”, gibi çevirilerle karşılaşılmaktadır (bkz. Niyazi Berkes çevirisi, s. 19). Gerçekte ise, dava başvurusundaki suçlama sadece bir iç tavır ve tutum olan “inanmama”ya, dinsel bir kanaate yönelik olmayıp daha çok dış bir davranışı, resmi kült düzenini kabul etmemeyi hedef almaktadır; bunu destekleyebilecek bir kanıt, Xenophon’un “Savunma”sında Sokrates’in, bayram günlerinde resmi törenlerde, gerektiği gibi kurban kestirdiğini söylemesidir. (Xenophon Savunma; pr.11)
Dava yazısının tanrıtanımazlık suçlaması ikiye bölünmüştür: Sokrates iddiaya göre devletin tanıdığı tanrıları sadece tanımamakla kalmamakta, bunların yerine başka yeni, tanrısal daimenoik varlıkları ya da şeyleri koymaya/ tanımaya çalışmaktadır. Suçlamanın ikinci bölümü de gene bir inanç sorununa yönelmekten çok, devletin kült düzeniyle ilintilidir: Sokrates yeni tanrıları övmekten yanadır suçlamaya göre. İşin bu yanı gene Platon’un “Savunma”sında biraz bulanıklaşmıştır. Platon’un “Savunma”sındaki dava yazısındaki daimonia, tanrısal, daimonik varlıklar, şeyler sözcüğü, Sokrates’in duyduğunu ileri sürdüğü iç sesleri kastetmektedir. Xenophon’un “Savunma”sında ise bu ilişki Platon’unkine göre çok daha nettir: Orada Sokrates duyduğunu ve kendisine yol gösterdiklerini iddia ettiği tanrısal seslerin; kuşların ötmesi, yıldırımlar, tanrıların insanlara gelecekten haberler ilettikleri kehanetler gibi olağan işaretlerden olduğunu söyler; daimonia öyle cinlerden gelen iç bir ses değildir burada. Daimenion’u yorumlarken oldukça çekingen davranan Platon, Xenophon’un metninden oldukça uzaktır.
Önemli bir nokta da, dava yazısının Sokrates’i gençlik üzerinde yozlaştırıcı, bozucu bir etki yapmakla, onları yoldan çıkartmakla suçlamasıdır. Bu bozucu etkiden, yoldan çıkartmadan neyin kastedildiğini anlamak pek mümkün olmamaktadır. Dine karşı suç işleme, tanrıları tanımama iddiası duruşma boyunca tekrar tekrar karşımıza çıkıp bu konuda bir boşluk bırakmazken, gençlerin yoldan çıkartılması meselesinin neye tekabül ettiğini gösterecek hiçbir veri bulunmamaktadır elimizde. Burada sadece ahlak dışı olmakla kalmayıp, belli bir yasaya göre, kriminal sayılan bir şeylerin de söz konusu olması ihtimali bulunmaktadır. Öyle olmasa, Sokrates’in savunması, kendisine isnat edilen suçun hiç de ceza gerektirmediğini göstermeye yönelik boyutlar içerirdi. Oysa okur böyle çürütmeleri boşuna arayacaktır metinde. Belki de, asıl suçlamayı oluşturan tanrıtanımazlık suçlamasının yanı sıra, toplumun yerleşik düzenini tehdit eden, bu yöndeki kuralları ihlal eden faaliyetler söz konusuydu.
Attika ülkesinin hukuku “takdir gerektiren” ve “takdir gerektirmeyen” olmak üzere iki tür dava biçimi tanıyordu. Takdir gerektirmeyen dava türünde ne türden bir ceza verileceği, yasalarca önceden belirlenmişti; mahkeme bu yasalara bakarak davalıyı ya yargılar ya da beraat ettirirdi. Takdir gerektiren dava türünde ise, davalı daha önce suçlu bulunduysa iki aşamalı bir duruşma yapılırdı: mücrimiyet kararının ardından cezanın boyutlarının ne olacağının tartışıldığı ikinci bir duruşma ve oylama gerçekleştirilirdi. Bu aşamada davayı açan kişi ya da kişiler suç duyurularını bir kez daha etraflıca açıklayıp temellendirme fırsatı bulurlardı. Ardından davalı bu kez cezasının hafifletilmesi için başvuru yapar, gerekçesini de ortaya koyardı. Bu aşamada da mahkemenin vereceği kararın seçenekleri sınırlıydı; ya ilk başvuruyu yapanın ikinci kez gerekçelendirdiği suç duyurusu doğrultusunda karar verir ya da davalının talebini göz önünde bulundururdu. Üçüncü bir şık ya da tercih bulunmamaktaydı mahkeme heyeti için; çünkü böyle bir yola gidilebilmesi için birkaç yüz kişilik heyetin uzun tartışmalar sonucunda belli bir ceza üzerinde anlaşması gerekirdi ki pratik nedenlerle kapalı bir yoldu bu.
Dine karşı suç işleme davaları, anlaşılabileceği gibi, takdir edilebilir, cezası yasalarca önceden belirlenmiş davalardı. Bu nedenle Meletos, dava dilekçesi diyebileceğimiz başvurusunda, suçlunun (yasalara göre) ölüm cezasına çarptırılmasını isteyebilmiştir. Gerçi böyle bir suçun karşılığı, yasalara göre sürgün ya da para cezası olabilmekteydi ve Meletos bu cezalardan birini de talep edebilirdi.
Sokrates davası da takdir edilebilir davalar türüne girmektedir. Birinci aşamada suçlu bulunan düşünür, ikinci aşamada nasıl bir ceza takdir edileceğine yönelik duruşmada kendini savunur. Sokrates’in bugün elimizde bulunan iki savunma konuşmasından biri Xenophon’un, öteki de burada çevirisini sunduğumuz Platon’un aracılığıyla günümüze ulaştırılmışlardır. Bu her iki “savunma” yukarıda bir iki karşılaştırmada göstermeye çalıştığımız gibi, birbirlerinden çok yönde ayrılmaktadırlar; ortak yanlarından biriyse, davanın birinci bölümünde, her ikisinin de Sokrates’e yönelik suçlamaların mesnetsizliğini göstermeleri, ikinci duruşma aşamasında da Sokrates’in, kendisine verilen cezanın adilliği ve işlevi hakkındaki görüşlerine yer vermeleridir.
Sokrates, Attika devletinin mahkeme kurallarına göre asıl duruşma (mahkeme) sırasında kendi davasını kendisi savunmuştur. Bunu yaparken, Xenophon’un metnine göre arkadaşları kendisini desteklemiş ve gene Xenophon’a göre, davacılar tanıklık için hazır bekleyen amme tanıkları getirmişlerdir. Burada çevirisini verdiğimiz Platon’un “Savunma”sında ise ne arkadaşlarının Sokrates’e desteklerinden söz edilmektedir ne de amme tanıklarından; ancak büyük olasılıkla Platon metni gerçeğe daha yakın düşmektedir bu bağlamda. Platon’un “Savunma”sında Meletos ve Anytos duruşma sırasında düşüncelerini açıklamışlardır. Platon, ilk duruşmanın sonunda ortaya çıkan sonucu inandırıcı bir şekilde nakleder: Sadece 30 oy Sokrates’ten yana verilmiş olsa, düşünür kurtulacaktır. Demek ki 280 yeminli Sokrates’i ‘suçlu’, 220 ya da 221 yeminli de ‘suçsuz’ bulmuştur. Bunun üzerine hem davacılar hem de Sokrates, cezanın boyutları hakkındaki düşüncelerini açıklarlar: Platon’a göre Sokrates 30 gümüş minalık bir ceza talep eder; Xenophon’un “Savunma”sına göre ise, öyle ya da böyle suçlu olduğunu kabul etmek anlamına geleceği için herhangi bir para cezasının takdir edilmesini bile istemez. Mahkemenin son kararı, Meletos’un başvurusu doğrultusunda olur. Bu ikinci kararda 80 yeminlinin daha saf değiştirip Sokrates aleyhine oy verdiği ileri sürülmüştür. (Diogenes Laertios 2, 42) Hem Xenophon hem de Platon, bu ikinci cezanın ardından Sokrates’i bir üçüncü kez konuştururlar. Gelgelelim kesin ölüm cezasına çarptırılmış bir suçlunun, böyle bir kez daha söz alması pek inandırıcı görünmemektedir ama, Sokrates’in de, cezayı icra eden 11 memur tarafından götürülmeden önce hâkimlere ve arkadaşlarına seslenmiş olması olasılığından şüphe etmemizi gerektirecek bir neden de bulunmamaktadır.
Davanın Nedenlerine Dünya Görüşü ve Politika Arka Düzleminden Bakış
Sokrates’in hukuki yoldan öldürülmesi Atina’nın Pelopones savaşlarında yenilgiye uğramasından beş yıl sonra, anlayacağımız, Yunanistan tarihinin dönüm noktalarından birinde gerçekleştirilmiş olması bir rastlantı değildir. Bu hukuki cinayetin arkasında sayısız neden, çok farklı şartlar bulunmaktaydı. Bunların başında, savaşın beklenmeyen kötü sonucu ve bu yenilginin ardından gelen iç politika gerginliklerinin yol açtığı korku ve endişe ikliminin yanı sıra bu iklimin hâkim dünya görüşünü sarsması; güvensizlik, belirsizlik duygusu yaratmasıydı. Öte yandan Attika hukuk sisteminin ve kurumlarının önemli zaafları Sokrates’in uzlaşmaz, küstahlık olarak algılanan tavır ve tutumuyla birleşince ortaya bu sonucun çıkması kaçınılmazlaşmıştı.
Bu noktaya nereden gelindi. Kısaca bakalım.
Attika yarımadası, MÖ 7. yüzyılda güçlü toprak aristokrasisinin hâkimiyeti altına girmiş, ülkeyi kralların yerini alan archon’lar yönetmeye başlamışlardı. Zenginler ile yoksullar, düzlüklerdeki büyük toprak sahipleri ile dağlılar ve tüccarlar arasındaki gerginlikler hep sürüp gitmiş, örneğin bir archon olan Solon (594) ipoteklerinden dolayı köleleşmiş köylülerin borçlarını silip yurttaşları varlıklarına göre dört sınıfta toplayarak doğuştan gelme imtiyazları ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Atina demokrasisinin temel öğesi olan heliaia onun döneminde kurulmuştu. 5. yüzyılın hemen öncesinde, sitenin demokratik kurumları oluşturulmuş, halk, bölgesel özellikleri kaynaştıran 10 phyle’ye bölünmüştü. Kamu işlerini üstlenen Halk Meclisi’ne eşlik etmek üzere “Beşyüzler” meclisi kurulmuş, tiranlığın engellenmesi için de, halk oyuyla sürgüne gönderilme cezası getirilmişti. İşte iç politika ve yönetim düzeyindeki bu gelişmeler, 5. yüzyılın başındaki Med savaşları Atina’yı Yunanistan’ın tayin edici merkezi haline getirmeye yetecekti. Çünkü Atina güçlü bir deniz birliği (konfederasyon) merkezine dönüşmüş, Sparta’ya karşı, müttefikleriyle kendini güvenceye almıştı. Ancak Atina merkezli bu güç, sadece istilacılara karşı bir önlem anlamına gelmiyor, bir yandan da merkezi bir iktidar ve kudretin dışındakileri sınırlayıcı aracı olup çıkıyordu. Attika Birliği’nin bu kudretli merkezi içte geleneksel soylu imtiyazlarını ortadan kaldırarak kendine yakışan devlet biçimini, demokrasiyi geliştirmişti. Ne var ki politik alandaki bu gelişmelere ve dinamizme rağmen, Atinalılar hâlâ manevi-etik geleneklerine, geçmişten gelen dünya görüşlerine sımsıkı bağlı olma gibi bir özellik gösteriyorlardı.
Bu dünya görüşü, bilindiği gibi mitik-dinsel dediğimiz, bugünün terimiyle söyleyecek olursak, rasyonellik ile bağdaştırılması olanaksız, arkaik bir uzanışla, 4. yüzyılın içine kadar sarkmıştı; çünkü aynı dönemlerde Anadolu’nun batısında ve Sicilya’da düşünürler doğayı akla dayalı yoldan, fiziksel yasalara bağlı kalarak açıklamaya, bu yöndeki ilkeleri bulmaya yönelmişlerdi. Atina’da ise kültürel çabalar (düzenin taşıyıcı kültleri) hâlâ resmen tanınan tanrıların onurlarını ve saygınlıklarını korumaya yöneliktiler. Bu fondan bakıldığında Yunanistan’ın politik merkezinin, Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi antik tragedyanın yaratıcılarını, Pheidias ve Myron gibi klasik yontu sanatı ustalarını insanlığa armağan ederken tek bir filozof çıkartamamış olması anlaşılır olmaktadır. İşte şimdi, yüzyılın ortasından itibaren merkezin çok uzaklarında oluşan birikimler, spekülasyonlar, teoriler ve formel teknikler (retorik sanatı gibi) kısacası yeni bir gerçeklik idealinin bütün ürünleri, ana merkeze doğru sokulmaya başlarlar. Bu süreç içinde çok geçmeden doğrudan Atina’nın içinde de, bu “yeni” cereyanlara, anlayış ve görüşlere, kısacası “düşünsel ithalata” endişe ve kuşkuyla yaklaşan muhafazakâr güçlerin yanında, bugünün terimiyle söyleyecek olursak, alabildiğine “modernist”, yeni düşünce tarzına ve görüşlere dört elle sarılmaya hazır kafalar ortaya çıkar.
Tarihsel olaylar bakımından Pelopones yenilgisinin bir kırılma noktası oluşturduğunu ve bu yenilginin yarattığı iklimin Sokrates davasına kadar etkidiğini bir kez daha anımsatalım. Özellikle Sokrates’in baş davacısı Anytos, çöken merkezdeki siyasal gelişmelerde aktif rol üstlenmiş biriydi. Aslında Attika Deniz Birliği’nden, öteki adıyla Konfederas
————
* Yun./Lat. Archon/archontist: Bazı eski Yunan sitelerinde en yüksek devlet memurunun unvanı. Antik Yunan’da kralın görevine sık sık el koymuşlardır.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Etik-Ahlak Felsefe
- Kitap AdıSokrates'in Savunması
- Sayfa Sayısı112
- YazarPlaton (Eflatun)
- ÇevirmenCüneyt Çetinkaya
- ISBN9786053541585
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Martin Chuzzlewit ~ Charles Dickens
Martin Chuzzlewit
Charles Dickens
Dünya edebiyatının dev yazarı Charles Dickens, Martin Chuzzlewit’te hırs ve ikiyüzlülük gibi insanlık hallerine keskin bir mizah duygusuyla ışık tutuyor. Dedesi ve adaşı Martin...
- Sefiller ~ Victor Hugo
Sefiller
Victor Hugo
Romantik Fransa döneminin en önemlillerinden sayılan Victor Hugo, romancı, oyun yazarı ve şairdir. 1862’de yayınlanan Sefiller olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Hugo Fransa’da büyük bir...
- İmkansız Öyküler ~ Ambrose Bierce
İmkansız Öyküler
Ambrose Bierce
Döneminin en çekinilen eleştirmeni, ünlü köşe ve önemli öykü yazarlarından biri olan Ambrose Bierce, hicvi ve sivri dilliliğiyle Melville ve Ernest Hemingway’le süregelen Amerikan...