İlk bakışta Romanya’nın Karadeniz’e yakın doğu kentlerinden birinde başlayıp İstanbul’da son bulan, tensel sevgi ile katıksız, salt aşkın arasında gidip gelen üç erkeğin aynı kadına yönelik tutkularının, ruhsal çalkantıların, düş kırıklıklarının, hüzünlerin dokuduğu romantik bir aşk öyküsü. Derin yapıda, bir kendini gerçekleştirme, özdeşliğini, kişiliğini arama romanı. Fahişe Nerrantsoula’da Dostoyevski’nin Sonja’sından bir parça bulmak da mümkün. Her türlü cinsel, tensel tutkunun ötesinde, bu dünyada gerçekleştirilmesi belki de mümkün olmayan bir birlikteliğin arayışı, bir tür “varoluşçu” romanla karşı karşıyayız.
Sokak Kızı Nerrantsoula: Aşk dörtgeninin parçalanması.
***
SUNUŞ
Nerrantsoula sımsıcak ışığı olan bir saatte, bir dans saatinde doğdu. Panait Nerrantsoula’yı dans ederek yazdı diyebilirim. Bir öğleden sonra –G. Ionesco’nun bodrumunu böyle adlandırırım– Dostluk’un bodrumunda kimi zaman aydınlıktan daha da anlamlı olan gölgeleriyle R.¹ tablolarına özgü tuhaf bir ışıkla aydınlanıveren bir bodrumda oldu bu. Güzelce yiyip iyice içtikten sonra, uzak saatlere eşlik eden dostların zihinlerimizde canlandığı bir sırada gerçekleşti. Çocukluğumuzda görüp yaşadığımız her şeyden, deniz kenarındaki sabahlardan, kiliselerin çevresindeki öğleden sonralarından, evin önündeki akşamlardan söz ediyorduk.
Sıra şarkılara gelmişti, Rumen ve Yunan annelerimizin söylediği şarkılara ve annelerimizin eski ağır danslarına. İşte böyle, gülümseme ve neşesiyle, iyi kalpli denizcilerin ve yalın insanların ülkesi Yunanistan’ın kıyılarından bir şarkı ve bir dans olan Nerrantsoula böyle geldi aklıma ve dilimin ucuna.
Ayakta, elimde bardağım, annem Helena gibi parmak şaklatarak, Nerrantsoula’yı söyleyip dans ettim.
Kato sto yialo
Kato sto perighiali…
Bütün bir dünyadır şarkı ve dans. Bir dünyayı canlandırırlar yeniden. Kendi içinde başka mucizeler barındıran bir mucizedir şarkı. Bir pınar gibi mucizevi bir şarkıdır Nerrantsoula.
O gün Panait için mucize, bir dünyanın yeniden canlanışı oldu, kendisi de yeniden dirilmiş görünüyordu. Henüz ayaktaydı ve geçmişin yeniden yaşamaya başladığı yüzünde sakin bir ifadeyle ve ruhunda buruk bir acıyla,
“Ne? Hangi şarkıyı söylüyorsun? Ne diyorsun? Ner-rant-sou-la? Ner-rant-sou-la?” diye mırıldanıyordu.
Çocukluğunun hayaletiyle konuşuyor gibiydi, şarkıyı farkında olmadan yinelerken kendisi de söylemeye ve dans etmeye başladı.
Nerrantsoula fundoti
Nerrantsoula mu kondi…
Eskilerde kalmış, yitik bir dünyayı yeniden canlandırıyordu. Ah! Nasıl da oyuncağıyız o büyük rüyanın!
Tuhaf bir andı.
“Bir bilsen! Bir bilsen! Bütün bir hayatı yeniden canlandırıyorsun!”
Ve Panait bize İbrail² yıllarını, asi ve gözüpek Nerrantsoula yıllarını anlattı. Nerrantsoula, dalgaların kızı Afrodit’in³ uzak ve sembolik kız kardeşi gibiydi. Nerrantsoula’nın kaderine şarkısının halkın diline düşeceği yazılıydı. Nitekim onun yaşamı da denizde son bulmuştu. Nerrantsoula, ışığın yanılsamalarını gördükten sonra ve umutsuzluğun ölümlülerin, kurmasına izin verdiği son düşü de beraberinde sular ülkesine götürmek için zafer dolu ve neşe içinde çıkıp gelmişti köpüklü dalgaların arasından.
Panait’le ben, bütün akşamı ve bunun gibi birçok akşamı “Dostluk bodrumunda” Nerrantsoula’yı Yunanca söyleyerek geçirdik. Ta ki Panait bir dansçının coşkusuyla, İbrail’in bahtsız ve yardımsever kızının hikâyesini kâğıda dökene dek.
Panait’in Nerrantsoula’sı, bir aşk ve deniz oyunu, öldürülen aşkla birlikte denize, Boğaziçi’nin efsanevi sularına teslim edildi.
Öbürü, halkın Nerrantsoula’sı, gülüşü ve şarkıları öldüren savaşlar ve sefaletlere rağmen, Yunan kıyılarındaki annelerin ve kızların kalpleri ve dudaklarında hâlâ yaşıyor ve hep yaşayacak…
Pembe adaların
Kumsallarında yaşayacak,
Her zaman,
Hep hırçın,
Hep dizginlenemez,
Ayak bilekleri
Öyle beyaz ki,
Ortaya çıkınca,
Denizin üstünde çakan bir şimşek gibi
Aydınlatır tüm dünyayı.
Nerrantsoula! Batı’nın seni anlaması için, seni yazıldığın gibi görmesi ve okuması lazım: Geçmiş zamanların eski ve masum bir dansı gibi. Sen dans edilirken yazıldın. Dans edilirken okunmalısın.
Nerrantsoula! Panait’in çocukları arasında zengin ve doğal bir müziği, içinde en güçlü biçimde taşıyansın sen. Sen müziksin. İstrati ve Nerrantsoula anlamaya ve anlatmaya çalışmaktan çok, bizim hissetmemiz gereken bir gösteridir.
İstrati, ölçüsüzce büyük riskler alan bir kumarbaz gibi, yüreğini sürekli kadere savuruyor. Parasının değerini açıklamaya hiç gerek duymadan ve bu paranın Batı’nın tanınmış oyunlarında, sözcük olarak ya da düşünce olarak geçerli olup olmadığını hiçbir zaman bilmeden.
Aynı şey Nerrantsoula için de geçerli: Müziğinin geniş ve dikkate değer bir kısmı, tuhaf ve çözülmesi zor bir nakarata dönüşüyor, bir şeyler sezdiriyor belki, ama sırrını vermeyen bir nakarat bu. En dokunaklı anlarda her davranışımızın ardından gelen bir nakarat…
“Aman More! Aman! Aman Nerrantsoula!”
Bu nakarat, bize insan kalbinin sırrını açıklayıp hayat çiçeklerinin birden nasıl da kararıp acının soluğuyla döküldüğünü gösteriyor.
“Aman! More!”
Burada İstrati, Fransızca yazdığı halde, kalbinin ve zihninin, kendi anadillerini, geldikleri dünyanın dilini konuşmalarına engel olmuyor. Müziğinin partisyonunu Batı’nın gamıyla gerçekleştirse de, başka bir dünyanın gamı olan anahtarı kendi elinde tutuyor ve bu “Aman More!”, çocukluğun rapsodisi Nerrantsoula’nın en güzel anahtarlarından biridir.
Ama bütün bu insanlar, kadınlar ve erkekler, her yerde ve her dönemde, aşkta ya da nefrette, fedakârlıkta ya da çilede, özgür ya da hapishane duvarları arasında, doğum ya da ölüm anında mutlulukta ya da acıda, gizemin trajik yanını hisseden ve Tanrı’ya, insanlara, rahiplere ya da cellatlara kulakları yırtan bir çığlıkla, “Kardeşler! Kardeşler! Merhamet! Yaşamayı seviyorsanız, kardeşler! Yardım edin! Yardım edin! Kardeşliğimizi düşünün! Yetişin! Çok acı çektik! Yeter! Yeter! Yeter!” diye haykıran insanlar, artık şunu bilmeli: İstrati’nin, arkadaşları ve kardeşlerinin hayatlarının en belirleyici ve en dayanılmaz anlarında söylediği şu “Aman”, kader karşısında bizim haykırışımızdan başka bir şey değildir; tanrıların ve insanların üzerinde asılı duran kader.
Apostolis Monastirioty
Bu roman (Nerrantsoula) 1927 yılında Çukur’daki Nakarat adıyla yayımlandığında başında şu uyarı yazısı yer alıyordu:
Okuyucuya Uyarı
Bu romanın asıl ismi Nerrantsoula’dır ve bir gün kesin baskısı yapıldığında bu isimle yayımlanmasını istiyorum.
İstemeye istemeye uydurmak zorunda olduğum Çukur’daki Nakarat benim seçtiğim başlık değil. Aslında pek de basit olan Nerrantsoula ismini “hiçbir okuyucu aklında tutamaz” gerekçesiyle beni bu başlığı koymaya zorladılar.
Ne üzücü bir durum!
Panait İstrati
*
Madam Alfred Boissier’e
————
1 Rembrandt (1606-1669): 17. yüzyılda yaşamış Felemenkli ressam, sanat tarihinin en büyük adlarından biridir.
2 Romanya’nın Tuna kıyısındaki liman kenti.
3 Yunan mitolojisindeki güzellik tanrıçası.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSokak Kızı Nerrantsoula
- Sayfa Sayısı128
- YazarPanait Istrati
- ÇevirmenSonat Kaya
- ISBN9786053541219
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Görüşme Odası ~ Roderick Anscombe
Görüşme Odası
Roderick Anscombe
Okuru paranoyanın sınırlarında gezdirecek, heyecan dozu yüksek, soluk soluğa okunan bir psikolojik gerilim romanı… Yalanın en çok söylendiği, en usta yalancıların bulunduğu yerdeydi. Mesleği,...
- Hercai ~ Mary Jo Putney
Hercai
Mary Jo Putney
Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir… Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da...
- Pellucidar VII-Vahşi Pellucidar ~ Edgar Rice Burroughs
Pellucidar VII-Vahşi Pellucidar
Edgar Rice Burroughs
Yeryüzünün 500 mil altında başka bir dünya yatmaktadır: Dinozorların hâlâ dolaştığı, mağara adamlarının avlandığı, ebedi bir güneşin kavurduğu ve dış dünyada çoktan tarihe gömülen...