Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Soğuk Ter
Soğuk Ter

Soğuk Ter

Pierre Boileau, Thomas Narcejac

Pierre Boileau ve Thomas Narcejac ikilisinin 1954’te Ölüler Arasından başlığıyla yayımlanan bu klasik kara romanı, gerilim filmlerinin büyük ustası Alfred Hitchcock’un unutulmaz filmi Vertigo’ya…

Pierre Boileau ve Thomas Narcejac ikilisinin 1954’te Ölüler Arasından başlığıyla yayımlanan bu klasik kara romanı, gerilim filmlerinin büyük ustası Alfred Hitchcock’un unutulmaz filmi Vertigo’ya esin vermiştir. 1958 tarihli filmin vizyona girmesinin ardından Soğuk Ter başlığıyla yeniden yayımlanan roman, iki yazarın işbirliğinin en dikkate değer örneklerinden biridir. Saplantı, manipülasyon, tamahkârlık ve ahlaki çürümüşlük üzerine yazılmış bu zamansız hikâye, gizemli olay örgüsü ve sarsıcı finaliyle dikkat çeker. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Fransız halkının kaçınılmaz saldırıyı huzursuzlukla beklediği, Tuhaf Savaş olarak adlandırılan dönemde, varsıl işadamı Gévigne, hukuk fakültesinden arkadaşı eski polis Flavières’den karısı Madeleine’i takip etmesini ister. Tuhaf davranan Madeleine, zaman zaman adeta transa geçerek tamamen içine kapanmaktadır. Madeleine’in aynı gizemli hastalıktan mustarip büyük ninesi Pauline Lagerlac’ın intihar etmiş olması Gévigne’i daha da endişelendirmektedir. İstemeden giriştiği bu takip, Flavières’in hayatını kâbusa dönüştürecektir.

BİRİNCİ BÖLÜM

I

– İşte böyle, dedi Gévigne. Karımı gizlice takip etmeni istiyorum.

-Yok artık!.. Seni aldatıyor mu yoksa?

– Hayır.

-E öyleyse?

– Anlatmak kolay değil. Davranışları bir tuhaf… Beni endişelendiriyor.

– Seni korkutan nedir?

Gévigne tereddüt etmekteydi. Flavières’e bakıyordu ve Flavières onu durduran şeyin ne olduğunu hissedebiliyordu: Gévigne güven duymuyordu. On beş sene önce hukuk fakültesinde Flavières onu nasıl tanıdıysa öyle kalmıştı: Samimi, içini dökmeye hazır ve ta derininde gergin, utangaç ve mutsuz. Biraz önce kollarını iki yana açarak, “Vay, dostum Roger… Biliyor musun, seni tekrar gördüğüme memnun oldum!” diye bağırması bir işe yaramamıştı. Flavières içgüdüsel olarak, onun davranışındaki çok hafif tutukluğu derhal fark etmişti; fazla- ca maksatlıydı, fazlaca gerginlik barındırıyordu. Gévigne biraz fazla el kol hareketi yapıyor, biraz fazla gülüyordu. Her ikisini de görünüş olarak değiştiren ve geçip giden on beş senenin üs- tüne sünger çekmeyi başaramıyordu. Gévigne neredeyse dazlak kalmıştı. Çenesi tombullaşmıştı. Kaşları kızıl sarı bir renk almış ve burnunun yanında şimdi çiller belirmişti. Flavières de artik aynı değildi. Başından geçenlerden sonra zayıfladığını, kambur- laştığını biliyordu ve Gévigne’in ona, polis teşkilatına girmek için hukuk okuduğu halde niçin avukat olduğunu soracağı düşüncesiyle avuçları ter içinde kalmıştı.

— Açık konuşmak gerekirse, hiçbir şeyden korktuğum yok, dedi Gévigne.

Flavières’e içi puro dolu pahalı bir kutu uzattı. Kravati da pahalıydı, sık dokunmuş yünlü kumaştan takım elbisesinin harika bir kesimi vardı. Parmaklarında yüzükler ışıldarken, büyük bir restoranın adını taşıyan bir kibrit kutusundan küçük pembe bir kibrit çıkardı. Yanaklarını çukurlaştırdıktan sonra, havaya ağır ağır biraz mavi duman üfledi.

– Genel havayı yakalamak lazım, dedi.

Evet, çok değişmişti. Kudretin tadını almıştı. Arkasında heyetler, şirketler, dernekler, karmaşık bir ilişkiler ve nüfuz ağı bulunduğu tahmin ediliyordu. Yine de gözleri hâlâ kıpır kıpır, hâlâ korkuyla bakmaya, ağır ve inik gözkapaklarının gerisine bir an olsun gizlenmeye hazırdı.

Genel hava ha! dedi Flavières, hafif bir alayla. -Zannediyorum doğru tabir bu, diye üsteledi Gévigne. Karım gayet mutlu. Dört senedir evliyiz… ya da neredeyse diyelim; iki ay sonra dört sene bitecek… Halimiz vaktimiz yerinde çok şükür. Havre’daki fabrikam seferberlikten beri tam kapasite çalışıyor. Zaten o yüzden silah altına alınmadım… Kısacası, şartlar göz önüne alındığında ayrıcalıklı insanlarız biz, bunu teslim etmek lazım.

– Çocuk yok mu? diye araya girdi Flavières.

– Yok.

Sen devam et.

– Yani diyordum ki, Madeleine mutlu olmak için her şeye sahip. Eh, şurası da gerçek ki, yolunda gitmeyen bir şey var. Tabiatı her zaman biraz tuhaftır, ruh hali inişli çıkışlıdır, dönem dönem bunalıma girer, fakat birkaç aydır durumu birdenbire ağırlaştı.

Bir hekimle görüştün mü?

-Elbette. Hatta isim yapmış kimi doktorlara da danıştım. Hiçbir şeyi yok, anlıyor musun, hem de hiç.

– Bedensel anlamda hiçbir şeyi olmayabilir, diye kabul etti Flavières. Ama ya ruhsal açıdan?

– Hiçbir şeyi yok… Hiç… Öyle bir durum değil!

Gévigne parmaklarını şıklattı ve yeleğine dökülen azıcık külü silkeledi.

– Of, sana yemin ederim bu değişik bir vaka. Başlangıçta ben de, savaşın yol açtığı bir sabit fikrin ya da mantıksız bir korkunun söz konusu olduğunu sandım. Durup durup ani suskunluklara gömülüyordu. Ona bir şey söylendiğinde, zar zor duyuyordu veya gözünü dikip karşısındaki bir noktaya bakıyor… Seni temin ederim şaşırtıcıydı bu. Ne diyeyim bilmiyorum… görünmez bir şeyler gördüğüne yemin edebilirdin. Normal yaşantısına döndüğünde ise, sanki evini tanımak için… beni tanımak için… gayret göstermesi gerekmiş gibi, yüzünde şaşkın bir ifade olurdu.

Purosunun sönmesine aldırmadan kendisi de boşluğa bakıyordu; suratında, tıpkı eskiden olduğu gibi, şu tatminsizlik ifadesi vardı.

-Eğer hasta değilse, numara yapıyor demektir, dedi Flavières, sabrı tükenerek.

Gévigne, itirazı havada durduracakmış gibi, tombul elini havaya kaldırdı.

-Bunu da düşündüm. Belli etmeden onu gözlemledim. Bir gün takip de ettim… Bois’ya gitti, göle karşı oturdu ve iki saat boyunca hiç kıpırdamadan öylece durdu… Suyu seyrediyordu… – Ciddi bir durum değil.

– Olur mu… suyu, nasıl anlatayım bilmiyorum, dikkatle, ciddiyetle seyrediyordu. Bu son derece önemliymiş gibi… Akşam bana, dışarı çıkmadığını söyledi. Onu takip ettiğimi söylemek istemedim, anlıyorsun ya.

Flavières okul arkadaşının eski suretini bir yakalayıp bir kaybediyordu, bu oyun giderek sinir bozucu hale gelmekteydi.

-Dinle bak, dedi. Mantıklı olalım. Karın ya seni aldatıyor ya hasta ya da bilinmeyen bir sebeple hasta numarası yapıyor. Lami cimi yok.

Gévigne kolunu yazı masasındaki kül tablasına uzattı ve serçeparmağıyla hafifçe vurarak uzun bir silindir şeklindeki beyaz külü silkti. Hüzünle gülümsedi.

– Sen de tıpatıp benim yürütmüş olduğum mantığı yürütüyorsun. Yalnız şu var ki Madeleine’in beni aldatmadığından eminim… Profesör Lavarenne de onun normal olduğunu söyledi… Neden hasta taklidi yapsın ki?.. Eline ne geçecek?.. Çünkü nihayetinde insan sebepsiz yere numara yapmaz. Gidip yok yere Bois’da iki saat harcamaz… Üstelik bunun gibi daha bir sürü ayrıntı var.

– Onunla konuştun mu peki?

-Evet… elbette… Ona, aniden dalıp gittiği zamanlar ne hissettiğini sordum.

-Ne cevap verdi?

Gereksiz yere endişelendiğimi söyledi… dalıp gitmiyormuş, ama mevcut durum herkes gibi onu da kaygılandırıyormuş. İyi de biraz sıkkın görünmüyor muydu?

Görünmez olur mu… Sıkkın ve bilhassa tedirgin, kaygılı görünüyordu.

– Yalan söylediği intibaı uyandı mı sende?

– Kesinlikle hayır. Tam aksine, ürkmüş intibaı uyandı… Hatta seni belki de güldürecek bir şey itiraf edeyim: 1923 ya 1924 senesinde Ursulines’de seyrettiğimiz şu Alman filmini hatırlıyorsundur… Jacob Boehme…

– Evet.

– Mistik bir nöbetin ortasında yakalanıp da inkâr etmeye, özür dilemeye, hezeyanlarını gizlemeye çalışan kahramanın yüz ifadesini hatırlıyor musun… Eh işte, Madeleine’in yüzünde de… Alman oyuncununkiyle aynı ifade beliriyor… o biraz şaşkın, bi- raz esrik ifade, tereddütle kıpırdayan o gözler…

-Hadi canım! Karının mistik nöbetler geçirdiğini ileri sürmeyeceksin herhalde!

– Böyle tepki vereceğini biliyordum… Tıpkı benim gibi zavallı dostum!.. Ben de isyan ettim… Ben de hakikati kabul etme- ye yanaşmadım.

-Dinin gereklerini yerine getiriyor mu?

– Herkes gibi… Pazar günleri ayine gidiyor… Daha çok sosyal bir alışkanlık.

— Geleceği gören şu kadınlar gibi değil herhalde? Öyle değil, değil mi?

– Hayır. Tekrar ediyorum, sadece sanki içinde bir yerde bir tetiğe basılıyor ve onun başka bir âlemde olduğunu fark ediyorsun.

-Kendi iradesi dışında mı oluyor bu?

– Hiç şüphesiz. Onu gözlemlediğim zamandan bu yana duruma alıştığımı sanırsın. Nöbetin gelmek üzere olduğunu hissediyor; hareket etmek, konuşmak için kendisini zorluyor… yerinden kalkıyor, bazen havasız kalmış gibi gidip pencereyi açıyor ya da radyoyu bangır bangır bağırtıyor… Eğer o esnada ben de oyuna dahil olup şakalar yapar, havadan sudan konuşursam, zihnini toparlamayı, kendini zapt etmeyi başarıyor… Bütün bu dediklerim için özür dilerim, ama onun içinde olup bitenleri makul bir çerçeveye oturtmak kolay değil… Aksine, meşgulmüşüm gibi yapar, dalgın, düşünceli bir tavır sergiler- sem, durum hiç sekmiyor. Bir de bakıyorsun taş kesilmiş, gözleri boşlukta hareket eden esrarengiz bir noktayı takip ediyor, yani noktanın hareket ettiğini ben farz ediyorum… sonra gö- ğüs geçiriyor, elinin tersiyle alnını sıvazlıyor ve beş dakika, on dakika boyunca, nadiren daha da uzun bir süre uyurgezere benziyor…

O zamanlar robot gibi mi hareket ediyor?

– Hayır. Zaten açıkçası hiç uyurgezer görmedim. Fakat katiyen uyuyormuş gibi bir his bırakmıyor. Kendisinde olmayan biri gibi dalgınlaşıyor. Bir başkası oluyor. Gayet iyi biliyorum ki bu saçma! Yine de daha iyi ifade edemiyorum. Bir başkası oluyor.

Gévigne’in bakışlarında hakiki bir kaygı vardı.

– Bir başkası, diye homurdandı Flavières. Bunun hiç anlamı yok.

-Bazı etkilere maruz kalıyor olamaz mı sence?..

Gévigne, çiğnenmiş purosunu kül tablasının kenarına bıraktı ve ellerini sımsıkı birbirine bastırdı.

– Madem başladım, diyerek tekrar söze girdi, sonuna kadar gideyim… Madeleine’in ailesinde tuhaf bir kadın varmış… Adı Pauline Lagerlac’mış… Aslında Madeleine’in büyük nine- siymiş… Gördüğün gibi onunla epey yakın akraba… Bu kadın, on üç-on dört yaşlarına doğru… nasıl anlatacağımı da pek bilmiyorum ya… hastalanıp yatağa düşmüş; acayip kasılmalardan mustaripmiş ve onu tedavi eden insanlar odasından gelen anlaşılmaz gürültüler duyuyormuş…

– Duvarlara vurma sesleri mi? – Evet.

– Eşyaların yerleri değiştiriliyormuş gibi parkeden sürtünme sesi de geliyor muymuş?

– Evet.

– Anlıyorum, dedi Flavières. Bunlar, o yaştaki bir kız çocuğunun etrafında oldukça sık rastlanan olaylar. Zaten açıklaması yoktur… Bu durum genellikle kısa sürer.

— Bu meseleler hakkında pek bilgim yok, diye sözünü sürdürdü Gévigne; kesin olan şu ki, Pauline Lagerlac hafif meczup olarak kalmış. Manastıra kapanmak istemiş, sonra rahibe olmayı reddetmiş. Nihayet evlenmiş ve birkaç sene sonra da, hiç sebep yokken intihar etmiş.

– Kaç yaşındaymış?

Gévigne mendilini çıkarıp dudaklarını sildi.

– Yirmi beş yaşındaymış, diye mırıldandı… Madeleine’in yaşında.

– Tüh!

İki adam suskunluğa gömüldü. Flavières düşünüyordu.

– Karın elbette biliyor bunu değil mi? diye sordu.

Hayır, bilmiyor… Bütün bu ayrıntıları kayınvalidemden öğrendim. Biz evlendikten kısa bir süre sonra bahsetti bana bu

Pauline Lagerlac’tan… O sırada, bu anlatılanları sırf nezaket icabı dinledim. Eğer bilseydim!.. Kayınvalidem artık hayatta değil ve kimseden bu konuda bir şey öğrenemem.

– Bu sırları sana… belli bir niyetle açtığı intibaı uyandı mı sende?

– Hayır. Yani öyle düşünmüyorum. Bir konuşma sırasında laf lafı açtı. Fakat Madeleine’e aktarmamamı sıkı sıkı tembihlediğini çok iyi hatırlıyorum. Kaçık denecek bir ninesi olduğu için pek de övünmüyordu. Kızının öğrenmemesini tercih ediyordu… – Şu Pauline Lagerlac yine de belli bir sebeple intihar etmiş olmalı, öyle değil mi?

– Hayır. Görünen o ki hayır. Mutluymuş; birkaç ay önce bir oğlu olmuş ve herkes bu annelik sayesinde akli dengesine kavuşacağını düşünüyormuş. Sonra birdenbire, bir gün… – Senin karın ile aradaki ilişkiyi hâlâ kavrayamıyorum, diye belirtti Flavières.

– İlişki mi? dedi Gévigne, bunalarak… Göreceksin. Anne babası ölünce, doğal olarak, büyük ninesinden kalma bazı biblolar, mücevherler Madeleine’e miras kaldı; bilhassa da kehribar taşlarından bir kolye… İşte Madeleine onlara bakmadan, dokunmadan duramıyor… bir çeşit… nasıl söyleyeyim… özlemle diyelim hadi. Mesela evde Pauline Lagerlac’ın bir portresi var, kendisi yapmış, çünkü o da resim yapıyormuş! Madeleine, önünde efsunlanmış gibi saatlerce durup bu tabloyu seyrediyor. Fakat daha iyisi var: Bir süre önce beklenmedik şekilde, bu tabloyu salondaki masanın üstüne bir aynayla yan yana koymuş olduğunu gördüm. Kolyeyi boynuna takmıştı ve saçını portre- deki kadının saçı tarzında toplamaya çalışıyordu… Zaten bu saç biçimini de hiç değiştirmedi, deyip sözünü tamamladı Gévigne, apaçık bir huzursuzlukla: Ensede ağır bir topuz. -Madeleine Pauline’e benziyor mu?

-Belki… pek az.

-Sana tekrar soruyorum: Tam olarak korktuğun şey nedir? Gévigne göğüs geçirdi ve purosunu tekrar eline alarak dalgın dalgın inceledi.

– Kafamdan geçeni sana söylemeye bile cesaretim yok… Kesin olan şu ki Madeleine aynı Madeleine değil. Daha da fazlası! Benimle yaşayan kadının Madeleine olmadığını düşünüyorum zaman zaman.

Flavières yerinden kalktı ve gülmek için kendini zorladı.

Yapma yahu! Ya kim olacak?.. Pauline Lagerlac mı?.. Saçmalıyorsun zavallı Paul’cüğüm… Sana ne ikram edeyim? Porto, Cinzano, Cap Corse?

– Porto olsun.

Flavières tepsi ve kadehleri hazırlamak üzere yemek odasına yollanırken Gévigne arkasından bağırdı:

-Peki ya sen, sana hiç sormadım, evli değil misin?

– Hayır, diye cevap verdi Flavières, zar zor duyulan bir ses- le. Üstelik hiç de istemedim.

– Polis teşkilatından ayrıldığını tesadüfen öğrendim, diye sözünü sürdürdü Gévigne.

Yan tarafta bir an sessizlik oldu.

-Yardım ister misin?

Gévigne koltuğundan kalktı, açık kapıya doğru ilerledi. Flavières bir şişenin mantarını çıkarıyordu. Gévigne omzunu kapının pervazına yasladı.

– Evin güzelmiş… Sorunlarımla kafanı şişirdiğim için özür dilerim. Seni tekrar gördüğüme çok memnunum. Geleceğimi bildirmek için sana telefon etmeliydim, ama işlerime öyle gömülmüştüm ki…

Flavières doğruldu, mantarı yavaşça yerinden çıkardı. İşin zor kısmı geride kalmıştı.

– Bana gemi inşaatlarından bahsetmiştin değil mi? dedi, kadehleri doldurarak.

-Evet. Şu sıralarda hücumbot iskeleti imal ediyoruz. Çok büyük bir sipariş. Bakanlıkta, ciddi bir müdahale korkusu var gibi. -Yok artık! Artık şu tuhaf savaştan çıkmak lazım. Yakın- da mayıs ayına da giriyoruz… Sağlığına Paul.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Şeytani ~ Pierre Boileau, Thomas NarcejacŞeytani

    Şeytani

    Pierre Boileau, Thomas Narcejac

    Pierre Boileau ve Thomas Narcejac, 1952 tarihli bu psikolojik gerilim romanında sevgilisiyle bir olup karısını öldürmeye kalkışan bir adamın hikâyesini anlatırlar. Satış temsilcisi Fernand,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Pandora’nın Kutusu ~ Osamu DazaiPandora’nın Kutusu

    Pandora’nın Kutusu

    Osamu Dazai

    “Benim yaşıyor olmam insanlara rahatsızlık veriyor. Ben lüzumsuz bir adamım.” Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai Pandora’nın Kutusu’nu...

  2. Salgın ~ Wayne SimmonsSalgın

    Salgın

    Wayne Simmons

    Belfast’te başlayan salgın, giderek yayılmaya başlarken, gündelik yaşam da geri dönülmez bir eşikten geçerek, giderek bir kâbusa dönüşüyor. Başlarda tek tük ama sonradan korkutucu...

  3. Homofobi Sözlüğü ~ Louis-Georges TinHomofobi Sözlüğü

    Homofobi Sözlüğü

    Louis-Georges Tin

    Homofobik söylem ve eylemleri, ileri sürülen teorileri ve açıklamaları, homofobik gerilimlerin yaşandığı kurumlar ile sosyal ve coğrafi alanları ele alan Homofobi Sözlüğü, bu tutumun...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur