Yavuz Sultan Selim’in kardeşi ve II. Bâyezid’in oğlu olan Şehzade Korkud, yönetici ailenin yöneticiliği tercih etmeyen âlim bir üyesi, Hanefî bir çevrede kendi iradesiyle Şâfiîliği seçmiş bir fakih, dedesi Fatih’in siyasi, hukuki ve ilmî faaliyetleri sayesinde büyük bir imparatorluk hâline gelen güçlü ve önü açık bir siyasi teşekkül içerisinde yapılanları kıyasıya eleştiren bir hükümdar adayıdır. Yöneticilikten affını istemesine ve idareden uzak olduğunu defalarca söylemesine rağmen Korkud’un, ömrü boyunca siyasetten de ilimden de kop(a)mayan bir sima olduğunu görülmektedir. Ayrıca Osmanlı Hanedanı’ndan eser telif eden tek âlim olarak dikkat çeken bir isimdir.
Siyasetin Ahlâkî Eleştirisi adıyla yayınladığımız, orijinal adı Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha ile’l-A‘mâli’s-Sâliha olan Şehzade Korkud’un bu eseri, onun siyasetle alakalı düşüncelerini içerir. Korkud, babasına hitaben yazdığı bu çalışmasını farklı alanlara ait pek çok eserden istifadeyle hazırlamıştır. Şeriat ile örfün birbiriyle uyuşmazlığını, yöneticilik sorumluluğuyla takvalı bir İslami yaşayışı birlikte götürmenin imkânsızlığını savunan Korkud, bu gibi sebeplerle yöneticilikten kendi isteğiyle feragat ettiğini ileri sürmektedir.
Daha önce orijinali basılmamış olduğu gibi yazıldığı Arapçanın dışında başka bir dile de ilk defa çevrilen bu eser hem kronolojik bakımdan en erken hem de kapsam ve hacim itibarıyla şeriat-örf ilişkisi konusunda Osmanlı sistemine yönelik en etraflı eleştirileri içeren en önemli siyasetnamelerdendir. Musa Sancak’ın yaptığı daha çok edisyon kritik niteliği taşıyan bu tercüme ve Asım Cüneyd Köksal ile Musa Sancak’ın birlikte kaleme aldığı giriş bölümüyle siyaset kitaplığımıza çok önemli bir kaynak eseri kazandırmış bulunmaktayız.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
ŞEHZADE KORKUT – HAYATI, İLMÎ ŞAHSİYETİ VE SİYÂSÎ DÜŞÜNCESİ / 7
ESERİN NÜSHALARI VE TERCÜMEDE TAKİP EDİLEN YÖNTEM / 31
DA’VETÜ’N-NEFSİ’T-TÂLİHA İLE’L-A’MÂLİ’S-SÂLİHA
“Yorgun Nefsi Sâlih Amellere Davet” / 39
[Takdim] / 41
[Mukaddime] / 42
[Devlet İşlerinde Şeriata Riâyetin Zorluğunun Sebepleri] / 47
TETİMME [SON SÖZ] / 473
GİRİŞ
ŞEHZADE KORKUD – HAYATI, İLMÎ ŞAHSİYETİ VE
SİYÂSÎ DÜŞÜNCESİ
Asım Cüneyd Köksal – Musa Sancak
II. Bâyezid’in oğlu, Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Korkud (1468-1513), 15 ve 16. yüzyılların ilim, sanat ve siyaset hayatında müessir olan simalar arasında yer alır. Amasya Sarayı’nda dünyaya gelen Korkud, küçük yaşta dedesi Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’a getirildi, sarayda dedesinin nezaretinde iyi bir eğitim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi, gençliğinden itibaren ilim ve sanat çalışmalarına yöneldi. Dedesinin 1481’de vefat etmesi üzerine, babası II. Bâyezid tahta geçmek amacıyla İstanbul’a gelinceye kadar İshak Paşa tarafından saltanat kaymakamlığı yapmak üzere tahta çıkarıldı ve 18 gün tahtta kaldı. Babasının saltanat makamına geçmesi üzerine Saruhan (Manisa) sancağına gönderildi. Burada devlet işleriyle etrafındakileri görevlendirip kendisi ilim ve musiki ile meşgul oldu. 1502 başlarına kadar annesi Nigâr Hatun ile birlikte Manisa’da kalan Korkud bu süre zarfında Midilli seferine asker göndermiş, ayrıca vazife yerinin Bergama’ya nakledilmesini istemişti. Fakat 1502’de, Amasya Sancakbeyi Şehzâde Ahmed’in itirazıyla, merkezi Antalya olan Teke Sancakbeyliğine gönderildi, Hâmid Sancağı da kendisine bağlandı. Bu görev değişikliği, İstanbul’dan biraz daha uzaklaşıp saltanat yarışında saf dışı edilmesi anlamına gelmekteydi. Saruhan valisi kardeşi Şehzade Mahmud’un 1507’deki vefatı üzerine babasından Saruhan sancağını yeniden isteyen Korkud’un isteği Şehzade Ahmed’i gücendirmemek için kabul görmedi. Veziriazam Hadım Ali Paşa Şehzade Ahmed’i destekliyor, II. Bâyezid’i de bu yönde etkiliyordu. Veziriazamın bu yöndeki temayülünü görüp kendi isteğinin yerine getirilmesine mâni olduğunu öğrenen Korkud teessüre kapılmış ve babasına yazdığı mektuplarda ve Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha isimli eserinde valilik istemediğini, bu işe liyakati olmadığını ve ilmî tetkiklerde bulunması için kendisine tahsisat ayrılmasını, ayrıca bu tahsisatın helâl mal olarak gayrimüslimlerden alınan cizye hasılatından olmasını talep etmişti. Ne padişahın oğluna gönderdiği nasihat mektupları ne de babası nâmına kendisine nasihat için Antalya’ya Korkud’un yanına gönderilen eski Anadolu kazaskeri Alâüddin Ali’nin çabaları bir sonuç verdi. Korkud yapılan nasihatlere mukabil “bana saltanat ve eyalet gerekmez” demekten başka bir cevap vermedi. Bunun üzerine 1508 tarihli bir beratla ilmî tetebbularda bulunmak üzere Antalya kalesine çekildi. Korkud, Antalya kalesine kapanmasından beş ay sonra –şehzadelerin memleket sınırları hâricine çıkması yasak olmasına rağmen- Mısır’a gitti. Mısır’a giderken babasına yazdığı bir arîzada, rüyasında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendisini hacca davet ettiğini, bu sebeple Mısır üzerinden hacca gittikten sonra sancağına döneceğini bildirdi. Memlük sultanı Kansu Gavri (1440-1516) tarafından büyük bir merasimle karşılandı, fakat hacca gitmek için izin istediğinde babasının araya girmesiyle bu isteğine olumlu karşılık verilmedi. Yıllar boyunca Avrupa ülkeleri tarafından kullanılan kardeşi Cem Sultan (1459-1495) hadisesiyle meşgul olmuş olan II. Bâyezid, oğlunun Memlüklüler tarafından kullanılarak yeni bir hadiseye sebep olacağı endişesiyle bu seyahatten çok rahatsız olmuştur.1 On dört ay Mısır’da kalan Korkud’un, bu süre zarfında oradaki âlimlerle görüş alışverişinde bulunduğu Hallü İşkâli’l-Efkâr adlı eserindeki bazı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Mısır’da tahayyül ettiği dindarlık ve adaleti bulamayarak hayal kırıklığına uğradığı söylenir. 1511’de Antalya’ya döndü. Vaktiyle kendisinden alınan Saruhan sancakbeyliğini işgal etti. Öteden beri Anadolu’da isyanları kışkırtan Safevî hükümdarı Şah İsmail emrindeki Şahkulu Baba Tekeli ve onun beraberindeki Kızılbaşlar, Teke yöresinde büyük bir isyan başlatmışlardı. Şehzade Korkud Mart 1511’de bir gece Sultan’dan izin almaksızın Antalya’dan çıkıp Manisa’ya doğru giderken yolda Şahkulu’nun saldırısına maruz kaldı. Daha sonra Şahkulu kuvvetlerinin üzerine yürüdü fakat Korkud’un askerleri Alaşehir ovasında mağlup oldu (3 Mayıs 1511). İlk başta devlet merkezi tarafından kolay bastırılabilir görülen, fakat kısa zamanda ciddi felaketlere yol açan Şahkulu İsyanı, bu esnada veziriazam Hadım Ali Paşa’nın öldürülmesi ve Karaman valisi Şehzade Şehinşah’ın vefatı II. Bâyezid’i çok etkilemişti. Osmanlı kuvvetlerinin Kızılbaş isyancılar karşısında aldığı yenilgiler sırasında Korkud’a tekrar Saruhan sancağı verildi, Korkud buradan kardeşleri Ahmed ve Selim’in hareketlerini takip etmeye başladı. Yaşlı padişahın oğulları arasında başlayan taht mücadelesinde Korkud bilhassa Ahmed’in tehditlerinden endişeleniyor, Selim’e yakın duruyordu. Gerek Bâyezid, gerek devlet erkânı Amasya valisi Şehzade Ahmed’in padişah olmasını istemekte iken, Trabzon valisi Şehzade Selim İstanbul yakınlarına gelip babasının kuvvetleriyle harp etti ve kendisi lehine olaylar çıkaran yeniçerilerin de desteğiyle babasının arzusu hilafına padişah oldu. Kardeşi Selim’in tahtı ele geçirmek amacıyla İstanbul’a hareketi üzerine gizlice payitahta gelen Korkud, yeniçerilere hitaben yaptığı konuşmada dedesi Fatih’in ölümünden sonra, babası payitahta gelinceye kadar yaptığı kısa hükümdarlığını hatırlattı ve emanetin sahibi olan kendisine intikal etmesi gerektiğini söyleyerek yeniçerilerin temayülünü yokladığında kendisine taraftar olmadıklarını anladı. Sonrasında babasının yerine geçen kardeşi Selim’in padişahlığını tanıdı, tekrar Saruhan sancağına döndü. Kaynaklarda Sultan Selim’in Korkud’a bazı devlet adamlarının ağzından padişah olmasını arzu eder tarzda mektuplar yazdırttığı, Korkud’un bunlara müspet cevap vermesi üzerine Selim’in Korkud üzerine harekete geçtiği belirtilir. Selim, kardeşini ortadan kaldırmaya karar verince Korkud’un Manisa’daki sarayını kuşattı. Selim’in hareketini evvelden haber alan Korkud kılık değiştirip kaçmıştı. Antalya yakınlarında Korkuteli mevkiinde bir mağarada yakalanan Korkud, Emet civarında boğularak idam edildi ve Bursa’da Orhan Gazi türbesine defnedildi.2 Kâtip Çelebi, Korkud’un kardeşinin gadriyle şehit olarak öldürüldüğü kanaatindedir.3 Kendisini vefatından dört sene önce Mısır’da görmüş olan tarihçi İbn İyâs’ın tasvirine göre Korkud orta boylu, sarıya çalan esmer, zayıf vücutlu, siyah sakallı, güzel görünüşlü bir insandı.4 Himaye ettiği şairlerden Bursalı Gazalî (Deli Birader) Korkud’un ardından şu şiiri yazmıştır:
Ey gönül daima gam ile geçip
Ferah adın anma dünyâde
Perde-i gafleti götür gözden
Nazar eyle bu çarh-ı cellâde
Kâse-i serden edip sâgar
Hûn-ı nâhaktan idinür bâde
Sunar ol câmı her kişiye, dimez
Bu gedâdır bu pâdişah zâde
Kanı Korkud Han ki şevketle
Misli bulunmaz idi dünyâde
Hâsılı yandı nâr-ı hasretle
Harmen-i ömrünü verip bâde
Serv kad nihâl-i serkeş iken
Oldı bâd-ı ecelden üftâde
Sûretâ gerçi düştü şahlıktan
Oldı şâh-ı hakîkî ukbâde
Şühedâ menziline erişüben
Saltanat buldı dâr-ı uhrâde
Dedi hâtif vefâtına târih
Meskenin ola arş-ı âlâde
Mizacı itibariyle bir devlet adamından ziyade ilim ve sanat adamı olan Korkud, hayatı boyunca zaman zaman saltanat arzusunda olmadığını belirtmiş, kimi zaman da böyle bir arzusu olduğunu düşündürecek hareketlerde bulunmuş, kararsız ve çelişkili bir hareket tarzı takip etmiştir. Bunda büyükbabası Fatih’in kanunlaştırdığı saltanat veraseti ve şehzade katli konusundaki uygulamanın, yani can kaygısının da payı olduğu düşünülebilir.6 Osmanlı hanedanının diğer birçok üyesi gibi sanatla derinlemesine meşgul olan Korkud’u Osmanlı hanedanı içerisinde asıl ayrıcalıklı kılan husus ise, dinî ilimlerle bir âlim seviyesinde meşgul olması, fıkıh başta olmak üzere İslâmî ilimleri ilgilendiren çeşitli sahalarda eserler kaleme alması, bu yönüyle de hanedandan şiir dışında telifleri bulunan yegâne şahıs olmasıdır.7 Korkud’un bir başka dikkat çekici özelliği ise tercih ettiği mezheptir. Gördüğü bir rüya üzerine Şâfiî olduğunu ifade eden Şehzade, kaleme aldığı eserlerde atıf yaptığı müellifleri de genellikle Şâfiî âlimlerden seçmektedir. Devrin allâme tarihçisi Kemalpaşazâde, Korkud’un Şâfiî mezhebine mensup oluş keyfiyetini “tercih” terimiyle nitelendirmek suretiyle, Korkud’u birçok görüşünde İmam Şâfiî’nin kavillerini benimseyen tercih ehli bir Şâfiî âlim olarak ortaya koyar: “Tab‘-ı nakkādı e’imme-i müctehidînin kayd-ı ictihâdiyle mukayyed olan ahkâmının tahkîkinde hakem-i mutlakdır. Mesâil-i kesîrede akvâl-i İmam-ı Şâfiî tercîh etmiştir. Delâilde i‘tilâl olan yeri ihtimam edüb tashih etmiştir. Şerh-i murad ve cerh-i ictihad ettiği yerler çok, hak gördüğü kavilde tasallubu var taassubu yok.”8 Korkud, Tâceddin İbnü’s-Sübkî’nin Mu‘îdü’n-Ni‘am ve Mübîdü’n-Nikam adlı eserinden, bazı fukahânın fürû konularında mezhep asabiyetine kapılıp körü körüne taklide yönelmelerini tenkit eden bir pasajı aktardıktan sonra, “Bizim diyarımızda da durum budur” der ve devrinin fukahasını sadece kendi mezheplerinin kitaplarını incelemek, diğer mezheplerin görüşlerini de kendi mezhep kitaplarında yapılan nakiller yoluyla öğrenip o mezhebe ait kitaplara bakmamak, meselelerin delillerine insaf nazarıyla değil haksızlık nazarıyla bakmak, doğruyu aramak için çalışmayıp hakikat yüz gösterince bile hevâlarına tâbi olmak, atalarının yolunu körü körüne bırakmamak gibi hususlarla eleştirir. İslâmî ilimlerle meşguliyet derecesini ve dört mezhebin her birini tetkik ettiğini ortaya koymak, böylelikle de Şâfiî mezhebini taklit yoluyla değil şuurlu bir şekilde tercih ettiğini ifade etmek amacıyla, şahsî kütüphanesinde topladığı kitapların konularına göre bir dökümünü yapar. Buna göre kütüphanesinde tefsir ilmine ait 20 kitap, (içlerinde Zeyla‘î’nin Nasbu’r-Râye’sinin de bulunduğu) 36 hadis kitabı, 11 hadis şerhi kitabı, birkaç ‘ilelü’l-hadîs kitabı, ulûmü’l-hadîse dair 7, ricâlü’l-hadîsle ilgili 10’dan fazla, fıkıh usûlüyle ilgili 30’dan fazla, Hanefî fıkhıyla ilgili 40’tan fazla, Şâfiî fıkhına dair 114, Mâlikî mezhebine dair 5, Hanbelî mezhebine dair –içlerinde İbn Kudame’nin el-Muğnî’sinin de bulunduğu- 3 kitap, ayrıca belirli bir mezheple mukayyet olmayıp çeşitli mezheplerin görüşlerini içeren muhtelif kitaplar ve diğer ilimlere dair eserler toplamıştır. Bu kitaplardan öğreneceklerini öğrendikten sonra, bir gece uykudayken rüyasında Resûlullah’ı (s.a.v.), kendisine Nevevî’nin Şâfiî fıkhına dair Şerhü’l-Mühezzeb’inden bir bölümü öğretirken gördüğünü söyler.9 Rüyada Resûlullah’ı görmenin keyfiyetine ve onu görenin rüyasının hak olduğuna dair, çeşitli eserlerden sayfalar boyunca alıntılar yapan ve bunlara kendi yorumlarını da ekleyen Korkud, gördüğü rüyadan Şâfiî mezhebini seçmesi gerektiğini anlar: “Böylece daha önce zikri geçen rüyamın hak olduğu ve bu rüyanın tevilinin de Şâfiî’nin mezhebine hidayet ve irşad etmek olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Ayrıca daha evvel tasavvufla iştigalim esnasında Resûlullah’ı (s.a.v.) iki defa daha uykuda görmüştüm, beni emirliği terk edip fakr ve humûl yoluna irşad ediyor, ikinci seferde de bu hususta Allah adına yemin ediyordu. Şüphe yoktur ki O’nun irşadının fevkinde bir irşad yoktur.”10 Korkud’un ilmî yönünü hem çağdaşlarının hem de ondan sonra gelen âlimlerin takdir ettiği görülür. Eserlerinin birine ait bir nüshada, kendisi hakkında dinî ilimlerdeki derinliğine işaret etmek üzere “imam” gibi unvanlar kullanılmıştır.11 Kâtip Çelebi, Korkud ile görüşen Muhammed b. Nureddin el-Vefâî isimli bir âlimin Hazînetü’l-Fedâil isimli eserinden şöyle bir alıntı yapmaktadır: “Korkud ile 912 senesinde Antalya’da görüştüm. Kendisini hadis ilminde bir imam; usûl, esmâu’r-ricâl ve tarih ilimlerinde bir derya buldum. Onun daha birçok faziletleri vardır.”12 Çağdaşı Kemâlpaşazade Korkud’un ilmî şahsiyetini, fıkıh usûlü, hilâf ve belâğat ilimlerindeki tetkik ve tercih kudretini, bu sahaların büyük simalarına –adı geçen disiplinlerin meşhur kitaplarının isimlerini tevriyeli olarak kullanmak suretiyle- benzeten şu sözlerle tebcil eder: “Fusûl-i usûlü tavzîh ve telvîhde, delâil-i hilâfiyyeyi ve mesâil-i ihtilâfiyyeyi tercih ve tenkîhde Fahrulislam Pezdevî ve Şemsüleimme Serahsî gibi âlim-i tahkîk ve alem olmakla iştihar buldu. Esâs-ı belâğat ve delâil-i i‘câz olan mebânî-i me‘ânî ve mesâil-i beyânı îzah ve telhîsde keşf-i dekâyık edüb keşşâf-ı hakâyık olmakla allâme-i Zemahşerî gibi fâik ve Şeyh Abdülkâdir gibi mâhir oldu.”13 Korkud’un vefatından yalnızca çeyrek asır kadar sonra, 945/1538-9 yılında kaleme alınmış Heşt Behişt isimli şâirler tezkiresinde Sehî Bey, Korkud’un meziyetlerini şöyle ifadeye büründürür: “Harîmî tahallus etmişdir. Âlim ve fâzıl, zû-fünûn pâdişahıdı. Anun kemâlâtına nihayet yok. Fetevâdan Korkutiye adlu bir kitab telif edüb mevâlî-i ‘izâm ve ehâlî-i kirâm huzûr-ı şerîflerinde makbûl ü mergûb vâkı‘ olmuşdur. Ve ilm-i edvârda dahi mâhir ve her nev‘i sazı çalmağa kādir. Hatta kendünün ihtirâ‘âtından ‘gıdâ-yı ruh’ adlu bir saz tasnif etmişdir. Ehli katında muteber ve mahbub hoş-âvâz düşmüşdür. Bu denlü ma‘ârif ve fezâyil içinde iken şi‘r dimeğe mâil idi.”14 Osmanlı tarihçisi İ. Hakkı Uzunçarşılı, Korkud hakkında kaleme aldığı hacimli makalesinde, şehzadenin ilim adamlığını ve fıkıh ilmindeki yerini şöyle tasvir eder: “… Şehzade Korkud bir devlet adamı olmaktan ziyade zamanını ilmî tetebbuât ile geçiren ve fikrî yorgunluğunu gidermek için kendisinin de üstat olduğu musiki ile vakit geçirmeği âdet etmiş olan bir şehzade idi. Fiilen idare ve devlet işlerini veziri demek olan lalası ve maiyyetindeki defterdar, nişancı ve sair divan erkânı görürlerdi. Diğer Osmanlı şehzadelerinin de maiyyetlerindeki divan heyeti ile kendilerine ait muameleleri gördükleri malum ise de, Korkud ilimle olan fazla iştigali sebebiyle devlet işlerini tamamen maiyyetindeki alâkadarlara bırakmıştı. Korkud, İslâm hukuku olan fıkıhda zamanı İslâm ulemasının en yüksekleri arasında yer almıştı.”15 Korkud’un fıkıh, hadis ve usûl-i hadiste mütehassıs olduğunu ifade eden Uzunçarşılı, Manisa ve Antalya sancaklarında bulunduğu zamanlar yazın yaylaya çıktığı zaman bile kitaplarını deve ve katırlarla taşıtarak tetebbûda bulunmayı âdet edindiğini belirtir.16 Şehzade Korkud ilim adamlığı yanında divan sahibi bir şair, usta bir hattat ve musikişinastı. Şiirlerinde “Harîmî” mahlasını kullanan Korkud’un kaynaklarda mükemmel bir divanı bulunduğu belirtiliyorsa da bu divan günümüze ulaşmamış, fakat Osmanlı padişahlarının divanlarını eksiksiz bir koleksiyon halinde toplayan Ali Emîrî, Korkud’un da mevcut şiirlerini bir araya getirerek bir şiir mecmuası hâlinde günümüze ulaştırmıştır.17 Hat sanatının Osmanlılardaki pîri Şeyh Hamdullah’tan aklâm-ı sitte dersleri alan Korkud’un yazdığı bir mushaf günümüze ulaşmış,18 bazı besteleri günümüze gelmiştir. İlim ve sanat ehlini himaye edip destekleyen Korkud, Oruç ve Hızır Reis gibi şahsiyetleri de himaye ederek Türk denizciliğinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Şehzade Korkud’un günümüze ulaşmayan Fetâvâ-yı Korkutiye (veya Kâtip Çelebi’nin de tercih ettiği üzere “Korkuthâniye”19) adlı eserinin, yalnızca kendisine ait fetvaların toplandığı bir kitaptan ibaret olmayıp, dönemin müelliflerinin ifadelerine göre kapsamlı bir fıkıh kitabı olduğu anlaşılmaktadır. Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi’nin (ö. 1599), “Fıkıhda mezâhib-i e’imme cem‘ine mütekeffil bir kitâb-ı müstetâb te’lîf etmişdir”20 ifadesi bu kitapla alâkalı olmalıdır. Gelibolulu Mustafa Âlî (ö. 1600) ise Korkud’un Fetâvâ’yı hazırlarken “kütüb-i fıkhiyyeden Fetâvâ-yı Muhît’in iki mezhebde iftâsı caiz olan mesâilini ve ihtilâfat-ı ferîkayne müte‘allik mevâddını bir müstakil kitab etmiş”21 olduğunu söyler. Buna göre bu eserin, Buhara Hanefî meşayihinin büyüklerinden Burhanüddin Mahmud b. Ahmed’in (ö. 616/1219) el-Muhîtü’l-Burhânî isimli eserinden, Şâfiî mezhebine göre de fetvâ verilebilecek meseleleri toplayan, ayrıca iki mezhep arasındaki farklı görüşleri ortaya koyan bir kitap olduğu anlaşılmaktadır. Fıkıh sahasında klasik kaynakların üzerinde en çok durdukları eserin bu olduğu görülmektedir. Fetâvâ’nın elimizde olmayışı, Korkud’un bir fıkıh âlimi olarak değerlendirilmesi noktasında şüphesiz önemli bir eksikliktir. Dîvân’ı dışında bütün eserleri Arapça olan Şehzade Korkud’un günümüze ulaşan dört eseri bulunmaktadır: 1) Ganimet hukukuna dair Hallü İşkâli’l-Efkâr fî Hilli Emvâli’l-Küffâr;22 2) Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha ile’l-A‘mâli’s-Sâliha23 (Kitâbü’l-Harîmî fi’t-Tasavvuf diye de geçer), 3) Babasına hitaben Mısır’a yaptığı seyahatin sebeplerini ve babaya itaatle ilgili hadis ve anekdotları içeren Vesîletü’l-Ahbâb alâ Vechi’l-Îcâz, 4) Şerh-i Elfâz-ı Küfr diye de bilinen ve bu isimden de anlaşılacağı üzere küfrü gerektiren sözlere dair bir akide kitabı olan Hâfızu’l-İnsân an Lâfızi’l-Îman. Fetâvâ-yı Korkutiyye’den başka, Korkud’un günümüze ulaşmayan eserlerinden üç tanesinin, Gâyetü’l-İrşâd ilâ Sebîli’r-Reşâd, el-Metâlibü’ş-Şerîfe ve er-Riyâzu’t-Tariyye adlı eserlerinin isimleri, kendisinin elimizdeki eserlerinde zikredilmektedir.24 Gâyetü’l-İrşâd’da fıkıh usûlü ile ilgili bazı meselelerin işlendiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hallu İşkâl’de bu eserinden şöyle bir alıntı yapmaktadır: “Biz Gâyetü’l-İrşâd adlı eserimizde şöyle açıklamıştık: Şer’î illetlerin tercih ettiğimiz doğru tanımı şudur: İlletler, Şâri’i hükümleri teşrî kılmaya icbar eden değil, sevk edip yönelten (dâî ve bâis) sebeplerdir. Veya kendiliklerinden değil, Şâri’in var etmesiyle hükümlerde etkin olan vasıflardır.”25 Yine Gâyetü’l-İrşâd’da, Hallü İşkâl’de işlediği ganimet hukuku ve cariye meselelerini26 ve mazlumlardan zulmü kaldırmanın gerekliliğini27 ele aldığını da Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha’daki referanslardan anlıyoruz. er-Riyâzu’t-Tariyye’nin de benzer konular etrafında kaleme alınmış bir eser olduğu, yine bu eserinden yaptığı alıntılardan anlaşılmaktadır.28 Korkud’un ganimet hukukuna dair Hallü İşkâli’l-Efkâr fî Hilli Emvâli’l-Küffâr isimli eseri,29 onun bir fıkıh konusunu inceleme tarzını görmemize fırsat vermesi bakımından önemlidir. Korkud bu eserinde bir Şâfiî fakihi olarak ganimet hukuku konusunu ele almakta, yer yer başka mezheplerin görüşlerine temas etmekte ve kendi tercihlerini açıklamaktadır. Günümüze tek nüsha olarak ulaşan30 eserin temel meselesi, ganimet mallarının usulüne uygun paylaşılmadığı ve bundan dolayı cariyelerle cinsel ilişkinin caiz olmadığı şeklinde tespit edilebilir. Bu meselenin 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı âlim ve idarecilerinin gündeminde yer alıp tartışıldığı, 16. yüzyılda da mesele olarak kalmaya devam ettiği tespitini yapabiliriz. Nitekim Korkud’un vefatından yaklaşık otuz sene kadar sonra, şeyhülislamlığı esnasında Ebussuud’a sorulan bir fetvada; ganimetin gaziler arasında şeriata uygun bir şekilde dağıtılıp dağıtılmadığı konusunda tereddüt bulunduğunu, bundan dolayı ganimet malından satın alınan cariyelerle cinsel ilişkinin caiz olup olmadığı sorulmuştur. Şeyhülislam buna verdiği cevapta, beşte birlik verginin ayrılması durumunda tereddüt kalmayacağını ve sorulan hususun caiz olacağını belirtmektedir. Korkud bu eserinde bir yandan ele aldığı konuyu, fıkıh ilminin kavram ve yöntemleriyle teorik olarak incelerken, bir yandan da Manisa ve Antalya’daki idareciliği sırasında Rodos şövalyeleriyle sürdürdüğü cihat faaliyetinin31 kendisine kazandırmış olduğu pratik tecrübeyi –her ne kadar eser boyunca bunu açıkça zikretmese de- yansıtır. Eserinin başında bu kitapta ele aldığı temel meselenin dinî ilimlerle uğraşmaya başladığı ilk günlerden itibaren zihnini kurcaladığını ifade eden32 Korkud için ganimet dağıtımı meselesi, öyle anlaşılıyor ki, Hristiyanlara karşı yaptığı gazaların sonucunda elde ettiği ganimetlerin sorumluluğunu taşıması sebebiyle kendisi açısından yalnız teorik bir meseleden ibaret değildir. Bir cariyenin33 oğlu olan Korkud, bir şehzade olarak kendini Osmanlı kul-cariye sistemi içerisinde bulmuş, bir fakih olarak da bu sistemin şeriata uygunluğu konusunda taşıdığı endişeleri zımnî olarak da olsa bu eserinde ifade etmiştir.34 16. yüzyıl başlarında bir eyalet valisi ve bölgede Osmanlı hanedanının temsilcisi sıfatıyla, zaman zaman Ege Denizi’nde Avrupalı güçlerle yapılan cenkleri idare eden bir idareci olarak Korkud’un bu eseri, şeriata uygun âdil bir savaş hukukunun tesisi çabasının da ürünü olmasının yanı sıra, savaş ekonomisinin büyük öneme sahip olduğu bir çağda ganimet mallarının daha merkezî ve rasyonel şekilde paylaştırılması düşüncesini de yansıtıyor görünmektedir.35 Eserin birinci bölümünde ganimet mallarının şeriata uygun olarak taksim edilmesi gerekliliği vurgulanmakta, ganimetlerin belirli yerlere sarf edilmesi gereken beşte birlik payının ayrılmaması sebebiyle geri kalanının taksiminin de şer’an problemli hâle geldiği, bu sebepten dolayı cariyelerle ilişkinin helal olmadığı ele alınmaktadır. Birinci bölümün büyük kısmını, Taceddin el-Fezârî el-Firkâh (ö. 690/1291) isimli bir fakihin, ganimetlerin maslahat çerçevesinde taksim edilebileceği ve bu husustaki yetkinin tamamen ulü’l-emre ait olduğu şeklindeki görüşünün ve buna dair serdettiği delillerin, Muhyiddin en-Nevevî (ö. 676/1277) tarafından eleştirilip çürütülmesine dair müellifin yaptığı alıntılar oluşturmaktadır. Korkud’un bu bölümde ganimet hukukuyla ilgili yazdıkları, büyük ölçüde, Firkâh’ın kaleme aldığı er-Ruhsatü’l-Amîme fî Ahkâmi’l-Ganîme isimli eserle, Nevevî’nin bu eseri eleştiren Mes’eletu Vücûbi Tahmîsi’l-Ganîme adlı eserine36 dayanmaktadır. Başta yukarıda zikredilen iki âlim olmak üzere tamamen Şâfiî mezhebi âlimlerinden yapılan referanslarla işlenen bu birinci bölümde Korkud, dönemindeki Osmanlı düzeniyle ilgili açık bir şey söylemiyor görünmekle birlikte, burada devrinin ganimet hukuku uygulamalarına ve sarayın cariye sistemine yönelik dolaylı bir eleştiri yaptığı akla gelmektedir. Bir hanedan mensubu olarak bu eleştiriyi açıkça yapmayıp salt ilmî bir meseleyi klasik eserler çerçevesinde işliyor görünmesinin o dönemin şartlarında kabul edilebilir gerekçeleri bulunmakla birlikte, bu noktada okuyucuyu meşgul etmesi muhtemel olan soru, Hanefî mezhebini benimsemiş bir hanedanın37 yönettiği bir toplumda, meseleyi niçin hâkim referans çerçevesine atıfta bulunarak değil de, sadece Şâfiî referanslarla işlemiş olduğudur. Bu durum araştırılmaya değer bir konu olmakla birlikte, Osmanlıların dinî kimliklerinin oluşumunu 16. yüzyılda tamamladığı, devletin kurduğu medreselerden yetişen söz ve eser sahibi etkin âlimlerin bu yüzyılda yaygınlaştığı göz önünde bulundurulduğu ve bu yüzyıla kadar yetişen âlimlerin Mısır ve Suriye kökenli, çoğunluğu Şâfiî âlimlerin öğrencisi oldukları dikkate alındığı takdirde, Korkud’un Şâfiî tercihini bir dereceye kadar gerekçelendirebilmek mümkün olabilir. Memlük öncesi dönemlerde de, Osmanlıların sonradan hâkim olacakları coğrafyanın belirli bölümlerinde Şâfiî âlimlerin entelektüel anlamda daha etkin oldukları bilinmektedir. Bundan başka, Fatih döneminden itibaren Osmanlılarla Memlükler arasında cereyan eden siyasî ihtilaf ve rekabetin ilmî söylem düzeyine yansıyıp yansımadığı ve bu meyanda da Korkud’un Osmanlı sistemine yönelik eleştirilerde bulunurken Şâfiîliği ve Memlük ulemasının argümanlarını bir muhalefet unsuru olarak kullanıp kullanmadığı da dikkate alınıp araştırılması gereken meselelerdir.38 Her hâlükârda Korkud Hallü İşkâli’l-Efkâr’da başta İmam Şâfiî ve Nevevî olmak üzere Ebu Bekir Kaffâl el-Mervezî, Ebu Muhammed Cüveynî ve oğlu İmamü’l-Haremeyn Cüveynî, Gazzâlî, Tacuddîn İbnü Sebbâ’, Takiyyüddin es-Sübkî, Râfiî gibi âlimlerin görüşlerine atıflar ve eserlerinden alıntılar yapmaktadır. Kitabın ikinci bölümü, darülharbe giren bir Müslümanın, oranın halkından birilerine ait malları çalması, gasp etmesi, çatışma yoluyla yağma elde etmesi veya kayıp bir malı bulması durumlarında elde edilen malların hükmünün ne olacağına tahsis edilmiştir. İlk bölümden farklı olarak burada müellif meseleyi dört mezhebin görüşleri çerçevesinde mukayeseli olarak incelemiş ve darülharpten mal elde etmenin mümkün olan çeşitli yollarını dikkate alarak farklı hükümleri gerekçeleriyle ortaya koymaya çalışmıştır. Korkud, kitabının sonuç bölümünde, darülharpte el koyma yoluyla cariye edinmenin hükmünü tartışmakta ve böylece bu ikinci bölümde işlediği meselelerin de cariye hukukuyla ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Sınır boylarındaki akın ve gaza faaliyetleri sebebiyle bu meselenin kendi devrinde aktüel bir karşılığı ve değeri bulunduğu söylenebilir. Eserde kısa kısa ele alınan diğer başlıklar ise şöyledir: Devlet başkanının bilgisi olmadan elde edilen ganimetin, tayin edilen bir hakem tarafından dağıtılması, ücretli askerlerin ganimetten pay alıp alamayacağı, düşman askerinin kaçması suretiyle savaşmaksızın elde edilen ganimetin hükmü, devlet başkanının ganimet taksiminden önce askerlerden birine bir şey vermesi, taksimden önce ganimetçilerden birinin payına düşen cariyedeki hissesini azat etmesinin hükmü. Korkud, iki ayrı şeyin tek akitle satılmasıyla ilgili meseleleri ve ihtilafları zikrettiği bir yerde, tercih ehli bir Şâfiî âlim olarak şöyle söyler: “Ben derim ki: Bana göre sahih ve tercihe şâyan olan, imamımız Şâfiî (r.a.) vazgeçmiş olsa da birinci görüştür. Çünkü tâbi olmayı en çok hak eden şey doğrunun kendisidir.”39 Korkud Mısır’da iken, orada bulunan Şâfiî âlimlerden en azından birisiyle görüştüğünü Hallü İşkâli’l-Efkâr’da yer alan ifadelerden anlıyoruz. Nitekim şehzade, bir defasında Şeyhülislâm Ebu Yahya Zekeriyya el-Ensârî’den (ö. 926/1520) beşte birlik diliminin ayrılması gereken bir ganimet veya fey’e dâhil olan, fakat bu durumunu satıştan sonra açıklayan cariye hakkında bir fetva sorduğunu aktarmaktadır.
***
Şehzade Korkud’un Hallü İşkâli’l-Efkâr’daki kısmen örtük muhalif tavrı, 1508 yılında tamamlayıp babasına gönderdiği Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha ile’l-A‘mâli’s-Sâliha isimli hacimli eseri dikkate alındığı zaman çok daha açık bir şekle bürünmektedir. Günümüze ulaşan bu en kapsamlı ve muhtevalı eserinde Korkud, bazı talepleri yerine gelmediği için saraya belirgin bir kırgınlık duymakta, muhalif bir siyasi duruş sahibi bir âlim olarak ortaya çıkmaktadır.41 Kitaptaki atıflar dikkate alındığında, müellifin bu eserini yazmak için fıkıh, hadis, tefsir, kelâm gibi ilimlere dair birçok metin ve şerhi, tarih, tezkire ve terceme-i hâl eserlerini mütalaa ettiği anlaşılmaktadır Da‘vetü’n-Nefsi’t-Tâliha genel olarak bakıldığında ağırlıklı olarak bazı ahlâkî ve tasavvufî başlıkları inceleyen bir eser görünümünde olsa da, eserin asıl anlam ve önemi, içerisine serpiştirilmiş (kemmiyet olarak azınlıkta kalan) siyasî mesajlardadır. Yirmiyi aşkın tefsir, kırk kadar hadis, on yedi mev’iza, on kelâm, fıkıh ilimlerinden kırk bir metinden istifadeyle ilmin faziletinden ilaç terkiplerine, ilâhî aşktan makam ve mevkinin tehlikelerine kadar geniş konu içeriğine sahip eserin temel mesajı idare ahlâkına dairdir. Dünyanın faniliğinden ve azla kanaatin faziletinden bahsedilirken de orucun kazasından bahsedilirken de adalet ve zulüm dengesi vurgulanır, makam mevki hırsının afetlerine bir şekilde dikkat çekilir. Yöneticilere yaptığı ihtar ve teşvikler sadedinde Şehzade Korkud’un en fazla rüşvetçi kadılara, dünyalık hırsı güden ilim adamlarına ve şer’î-örfî hukuk ayrımıyla ilişkili bazı istismara açık meselelere sitem etmesi göze çarpar. Müellifin kendisine ve başkalarına ait çeşitli Farsça ve Türkçe şiirlerin de yer aldığı eserin Ayasofya nüshası (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1763) dışında üç nüshası mevcuttur. Dikkate değer bir nokta, müellifin yöneticilik hırsının bulunmadığını ve zaten çocukluktan itibaren sağlık yönünden zayıf bünyeye sahip olduğu için bu işe istidatlı olmadığını, kendisini ilim ve ibadete verdiğini sık sık tekrarlamasıdır. İlgili kısımlarda sayfa kenarına “bu bölümü sonuna kadar dikkatle düşünmek gerekir” şeklinde ek not düşmesi, Şehzade Korkud’un babası Sultan II. Bâyezid’e bir sadakat gösterisi ve dokunulmazlık talebi olarak okunabilir.
Bununla birlikte Şehzade Korkud’un duygusal hassasiyetinin siyasette yol açtığı gelgitler ve tereddütlü tavır, kitabın düzeninde ve üslubunda da görülür. Meseleler etraflıca ele alınmasına karşılık tekrarlar, sözün kime ait olduğu net olmayan ara kayıtlar, ucu açık ibareler, kimi zaman zorlamaya kaçan tafsilatlar göze çarpmaktadır. Sakin ve müdekkikâne tavırla akıp giden metin bazı kere taşkın bir beddua ya da çaresiz bir sitemle son bulur. Kur’ân ve sünnetin açık naslarına, dinin net hududuna çağrı yapılırken az sonra tevile muhtaç ilahî muhabbet terennümlerinin yapılabilmesi ilginçtir. Bu gibi hususları sathî bir yorumla çelişki olarak görmek yerine Şehzade Korkud’un hassas kişiliğinin ve talihsiz devlet tecrübelerinin doğal ve insanî bir tezahürü olarak değerlendirmeyi tercih ediyoruz. Da’vetü’n-nefsi’t-tâliha’nın pek çok eserden istifadeyle hazırlandığı ifade edilmişti. Bunlar içerisinde devlet teşkilatı, idareci sorumluğu ve meslek ahlakı bağlamında Taceddin Sübkî’nin Muîdü’n-niam adlı eseriyle Takiyyüddin Hısnî’nin Kam’u’n-nufûs kitabı, alıntı sıklığı ve hacmi açısından ilk sırayı alır. Üçüncü genel kaynak Gazzâlî’nin muhalled eseri İhyâ ve buradaki hadislerin değerlendirmesi sadedinde Zeynüddin Irakî’nin Tahrîcü ehâdisi’l-İhyâ adlı eseridir. Ardından Zerkeşî’ye ait Teşnîfü’l-mesâmi’ bi Cem’i’l-cevâmi’ ve el-Hâdim eserleri, Nevevî’nin el-Ezkâr ve el-Minhâc eserleri, Semhûdî’nin Cevâhirü’l-ikdeyn’i ve Kuşeyrî’nin er-Risale’si gelir ki eser, bunlardan daha seyrek şekilde daha başka birçok telife atıf yapılır.
***
Korkud’un bu eserin telifinden sonraki saltanat amaçlı gayretleri, onun siyasî eleştirilerinde kişisel duygularının etkili olduğu açıklamasını desteklemekle beraber,42 bu eleştirileri yalnız kişisel tatminsizlik ve hayal kırıklıklarına bağlamak da doğru olmamalıdır. Bir İslâm âlimi olarak Korkud’un söyledikleri, İslâm hukuk ve ahlâkının vaz‘ ettiği hak, adalet, hakkaniyet gibi ilkeleri somut durumlara uygulama vazifesini hatırlatma çerçevesinde de değerlendirilmeye açıktır. Korkud bu eserinde babası Bâyezid’den kendisini her türlü idârî vazifeden (niyabet ve velâyet) affetmesini, zira öbür türlüsünün hesapsız zulümlere yol açacağını, kendisini bir işle muvazzaf olmayan hizmetkârlarından (huddamikum el-muteferrika) 43 veya memleketinin sair âlimlerinden birisi gibi ehl-i ilim silkine dâhil biri olarak kabul etmesini istirham etmektedir. “İlimle meşguliyetim ve ilimden aldığım haz öyle bir noktaya geldi ki, bundan böyle ilmi terk etmek ve emaret işleriyle, hatta dünyanın –bizim emsalimizin uğraştığı- diğer bütün meseleleriyle uğraşmak imkânı kalmamıştır. Dünya işleriyle uğraşmanın mümkün olduğu farz edilse bile, bir koltuğa iki karpuzun sığmayacağı meselinin doğruluğunda şüphe yoktur. Ayrıca ahiret için faydalı olacak şeylerle meşgul olmanın tercihe şayan olduğu da kuşkusuzdur.”44 Hz. Peygamber’in Ebu Zer’e, onu idarî açıdan zayıf gördüğünü ve iki kişiye bile olsa âmir olmamasını tavsiye ettiğini zikreden Korkud, kendisinin Ebu Zer’den daha zayıf olduğunu, emirlik belasıyla imtihan olunmaya kâdir olmadığını, bu sebeple hâlde ve istikbalde emirlikten kendisini affetmesini babasından rica etmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir nefsi gücünün ötesindeki işlerle sorumlu tutmadığını hatırlatan Korkud, babasının da, Allah’ın kullarından birisi ve O’nun saltanatı önünde zelil olması bakımından, emirliğe istidadı olmayan oğluna acımasını istemektedir.45 Şehzade, babası II. Bâyezid’den ayrıca kendini tamamen ilmî çalışmalara verebilmesi için kendine ve maiyetindeki insanlara yetecek miktarda bir tahsisat istemektedir. Korkud, tamamı kâfirlerin cizye gelirlerinden olmak üzere yıllık toplam 1.500.000 dirhem tahsisat istemiş, altı ay içerisinde istediği miktarın iki misline yakını kendisine tahsis edilmiş, bunun sonrasında birkaç ay Antalya kalesine çekildikten sonra birdenbire –o vakitler Memlük idaresinde bulunan- Mısır’a giderek İstanbul’u büyük bir şaşkınlık içinde bırakmıştır.46 Korkud’un konumuz açısından asıl önemli olan iddiasına göre, bir insanın aynı anda hem takvalı bir Müslüman hem de başarılı ve etkili bir yönetici olması mümkün değildir. Bu önerme onun saltanat adaylığından feragat etmesinin temel sebebini teşkil etmektedir. Eserinin başında dünyanın geçiciliğini vurgulayan ve ahiret hayatının dünya hayatına üstünlüğünü ortaya koyan âyet ve hadisleri sıralayan müellif, bütün emrettiklerini yerine getirmek ve bütün yasakladıklarından kaçınmak bakımından şeriata her hususta riayet
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Siyasal Düşünce Siyaset
- Kitap AdıSiyasetin Ahlaki Eleştirisi
- Sayfa Sayısı480
- YazarŞehzade Korkut
- ÇevirmenMusa Sancak
- ISBN9786050845617
- Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Akademi / 2022