İçinde bulunduğumuz çağın karanlığı iyi, güzel olanları unutturuyor. Acımasız ve öfkeli dünya bizi de yoruyor, kendine benzetiyor. Şairin de dediği gibi ince şeyleri hatırlamaya zaman bulamıyoruz. Bizim zaman bulamadığımızı bize hatırlatan edebiyat var neyse ki… Adil İzci’nin metinleri her zaman işte o unuttuğumuz ince şeylerden oluşur.
Sisli Gece adlı bu öykü kitabında da Adil İzci yine bize dostluğu, doğayı, incelikleri ama en önemlisi her şeye karşın iyi olan yüzümüzü anlatıyor, hatırlatıyor. Kimileyin bir anının izinden, kimileyin bir öykünün arayışında… Karanlık bir günde perdeye vuran bir günışığı gibi ferahlatıcı bu öyküler.
o ne marmara’ydı!
I
“Yaaa o ne Marmara’ydı! O zamanları bilemeyen göremeyen sanır ki yalan! Sanır ki palavra! Kirkor Efendi yine atıyor! Vallahi ne atıyorum ne tutuyorum. Hemen hemen kırk elli yıl öncesine kadar öyle idi. Oltanı salla, daha cigaranı yakmadan elin titrer. Hele dursun cigaran paketinde. Aha ilk kısmetin geldi. Mevsimine göre hangisini istersen. Uskumru mu? Palamut mu? Baba torik mi? Sultan lüfer mi? Pırıl pırıl istavritler mi? Bir parlar bir söner izmaritler mi? Bak sana anlatayım iki gözüm.
Sözgelimi o gün lüfer akını var deyi habar salarlar. Kalkar geliriz benim oğlan ilen Ortaköy yahut Arnavutköy sahiline yahut Fındıklı sahiline. Ohooo! Bütün buralar insan kaynıyor. Sahil insan kaynıyor, deniz lüfer… Atan hemen asılıyor oltasına. Leğenler, kovalar ağzına kadar dolu. Kimi sağdan kimi soldan daha kap kacak arıyor. Kötüdür bu insan soyunun huyları. Bin bereket yeter deye gitsene be! Yok ille de gözleri doymaz. Koyacak kap kacak bulamayanlar bu defa vaporlardan inenlere sesleniyor. Eee, onlar da ellerinde kova ilen, torba ilen gezmiyor ya! Galsamasından, bugün ne deniyor ona, yaniya solungacından parmağına takan alıp gidiyor, takan alıp gidiyor. Süslü püslü bir kokona, hadi ayıp olmasın hanım deyeyim, ‘Ay ben öyle götüremem ayol!’ deyince kat kat gazataya sardılar da verdiler eline. Bir adım attı atmadı, lüfer pat deye yerde… Canlı ya daha, kat kat gazatada eyice bunalınca kendini yere atmasın da ne yapsın? Onunki de can helbet. Bu defa gazatanın üstüne bir de sicimlen sardılar verdiler de yürüdü gitti kazasız. Bütün Ortaköy, Arnavutköy, bizim Fındıklı sokakları hepsi ızgara lüfer kokardı o haftalarda. Deyeyim ki ekim ortalarından ta aralık sonlarına kadar. Eee, her evde mangal var, maltız var. En eyisi de ızgarası. Sırtını hafif hafif yaracaksın, biraz zeytinyağı süreceksin, atacaksın mangala maltıza. Orada cızırdaya cızırdaya kıvamını bulacak. Sokağın bütün kedileri de toplanacak mı yanına… O yıllarda nerede böyle apartman deliliği? Her yer daha eskinin evleriyle dolu. Bir kedi bu duvardan atlar gelir, beriki kedi damdan duvara hoplar, oradan avluya dalar, öteki kedi sokak kapısının bir yanından süzülür. Bir yarım daire mangalın gerisinde… Kafile gibi… Gözlerimize baka baka beklerler. Kafalar, yanak etlerine el sürmeden onların hakkı. Kavgaları da eksik olmaz haliyle. Rakı? Yaniya aslan sütü? Olmaz olur? Helbet. Yanında selülozlu yeyecek ilen tokanmaz rakı. Bir de ağır ağır yudumlayacaksın. Görgüsüz herifler gibi bir solukta kafaya dikmek yok.
Buralar böyle idi ya asıl curcuna Adalar’da idi.
Deniz pırıl pırıl o zamanlar. De ki bardaktaki kaynak suyu. O derecede berrak. Rast gelirsen kıyıdan bile görürdün: Bir iki metre derinlik kıvır kıvır balık kaynıyor. Amma o ufak ufak balıklara kim gönül indirecek? Oltaya takılanlar kedilere atılıyor. Hani birisi olsun yerinden kıpırdasa. Yan yan bile bakmıyor. Eee, buralarına kadar tok helbet. Balıkla beslenen hayvan semirmez de ne yapar? Toraman toraman hepsi. Hava lodos kesilir, deniz boyuna alt üst olur, balık malık arama o sayılı günlerde, bu defa da mır mır kalabalık bir kafile ardında. Olsa, ben de ızgara edecek yiyeceğim amma yok. Bekleyeceksin lodos dinsin.
Bir gün yine bir tekne, martılarla geldi, kıyıya sokuldu. Kayıktı, tekneydi, üzerinde martılarla dönüyorsa kıyıya, anla ki balık boldur o gün. Adalar’da, sözgelimi bizim Kınalıada’da herkes birbirini tanırdı o zamanlar. Aret bu. Bıraktık prafayı kahvede, vardık yanına. O ne palamut yahu! Sırf palamut olsa! Torik de kaynıyor tekne. Eh biraz da izmarit. İri balık bolsa kimseler yüzüne bakmaz. Halbukim onu da severim ben. Pullarını falan kazıma, ayıklama da. Yıka bir sadece, at ızgaraya. Derisi pullarıyla soyulur zaten. Karnında ne varsa onlar da kendiliğinden ayrılır. Daha ne rakı mezesi arayacaksın?
Vardım eve haber verdim. Zaten iki adım ötemiz. Bugün cızır cızır ızgarası, yarın da pilakisi. Benim hayalim öyle. Mamam dedi ki bekle, ben de seninle geleyim. Kapaklı sepetler olur idi eskiden, öyle bir sepeti de taktı geldi koluna. Ne olacak bu? Lakerdalık torik alacağız. Peki, kim yapacak? Kendisi bilir amma erinir. Tutturamıyorum der, yıkar birisinin üzerine. Sepet doldu torikle. Pazarlıkla parasını da verdik Aret Efendi’ye. Yüzüne bakıyorum. Dedi sen bunu horkuruna götüresin. O hepimizden iyi bilir lakerda yapmasını. Ekim ortaladı ya, biz daha Kınalıada’daki yazlık evde oyalanıyoruz, horkurum ise taa Fındıklı’daki ortak evin üst katında. Sepeti sorar isen ağır mı ağır! Ne yapacaksın, mamam Osmanlı karı, diklenmeye gelmez. Vapor ile Köprü, oradan da aman vatman efendi, yaman vatman efendi recasıyla tramvay. Evet, ‘Fındıklı bizim yolumuz’ amma bayır da bayır üstüne. Kollarım koptu kopacak. Sepet bir bu kolumda bir öbür kolumda.
Beni kapıda görünce sevindi honkurum amma sepeti de yerde görünce suratı sanki asıldı. Hele gel egbirim. Anlat bakalım ne var ne yok sizinkilerde, adada? Ne zaman dönüyorsunuz? Dinliyor fakat gözleri sepette. Kokuyu aldı helbet. Kapağı kaldırdı. Ey, ne olacak bunlar. Dedim lakerda olacak diyor mamam. Dedi maman hastadır sakattır? Güldüm, honkurum da sinirli sinirli güldü. Bir vakıt mamama saydı döktü amma ne saydı döktü! En birincisi, zıkkımlanmayı bilen, zahmetini de bilmeli. Hırs ilen itti sepeti oraya buraya. Sandım sokağa fırlatacak. Evde defne, karabiber, ağırlık… vardır ya nerede bunun tenekesi kaba tuzu? Eh, doğru diyordu kadın. Koskoca bir insan nasıl akıl etmez bunları? Gideyim ben alayım desem cebimdeki para neye yeter?
O yıl bir lakerda yedik yine ta bahar sonuna kadar, sana deyeyim ki lakerda değil, lokum. Hısım akraba da kısmetlendi fazlasıyla.
Bugün evinde lakerda yapan kaldı mı? Marmara’da palamut torik kaldı mı ki İstanbul’da da lakerda yapan kalsın. Karadeniz’den geliyor deyeceksin. Kanı donanı bırak bir yana. Bir kere balık zıpkın gibi taze olacak. Bastırınca parmakların gömülmeyecek. Öylesini de burada ha deyince nereden bulacaksın? Yoksa ta Karadeniz’e gideceksin? Hazırını mezecilerde helbet bulursun bulmasına yeter ki parana kıyabilesin.
Uskumru da bitti tükendi Marmara’da. Taa yıllar önceleri. Ne oldu nasıl oldu bitti. Deyeceksin ki Kirkor Efendi bir dinleyen buldu, yine caka satıyor.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıSisli Gece
- Sayfa Sayısı140
- YazarAdil İzci
- ISBN9786254130625
- Boyutlar, Kapak11 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ateş-i Suzan ~ Bünyami Erdem
Ateş-i Suzan
Bünyami Erdem
“Elinizde ki bu eser; ölen eşini Allah’tan geri isteyecek kadar divaneleşip, sonsuz evrende her an bir galaksi yaratabilen Allah, benim Rahel’i mi neden tekrar...
- Suç ” Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler “ ~ Ferdinand von Schirach
Suç ” Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler “
Ferdinand von Schirach
Tanınmış, iyi kalpli bir doktor kırk yıllık karısını baltayla öldürüyor, cesedi parçalayıp polisi arıyor. İtirafı da cezası kadar sıradışı. Bir adam banka soyuyor. Kulağa...
- DAD ~ Selahattin Demirtaş
DAD
Selahattin Demirtaş
Başlangıçta koku biraz zorluyordu. Kanıksadım ama. Hatta seviyorum artık bu kokuyu. Yanık gibi. Hayatın gerçek kokusu. Şehir çöplüğü gibi kokuyor diyesim var fakat burası...