“Basit” bir karmaşanın içinde…
Barnabé Maluri, namı diğer Basit’in geleceği ve bugünü isminin aksine fazlasıyla karmaşık. Büyükler için fazla küçük, hayat için yeterince büyük biri o. Zekâ yaşı; 3, iyi günlerinde ise 3.5 olsa da, gerçek yaşı 22. Neyse ki kardeşi Kléber ve çok sevdiği pelüş oyuncağı Bay Şavşan onu bir an için bile yalnız bırakmıyor.
Kalbini genç bir Mathilda’ya kaptıran babası, Basit’i akıl hastanesine göndermeye kararlı. Kardeşi Kléber ise babasının aksine onu sahiplenmeye ve birlikte yaşayacakları bir ev bulmaya…
Yeni ev arkadaşları çılgınlığı, gençliği ve sarmal bir aşkı sahiplenen dört üniversite öğrencisinden oluşursa işler daha ne kadar ilginç hale gelebilir?
***
Yeni hayatlarında Kléber ile Basit’i pek çok sürpriz bekliyor. Basit’in omuzlarına bindirdiği ağır yükün hediyesi olan türlü maceranın yanında Kléber, aklını çelen iki kız arasında da seçim yapmak zorunda. Üstelik biri kalbine, diğeri ise erkekliğine hitap ederken yarattığı albenide oldukça iddialı.
Çarpıcı konusu ve güçlü karakterleriyle kardeşliği, dostluğu ve aşkı anlatan Sıradışı Basit, farklılıkların kabulünü yücelten, en az ismi ve hikâyesinin kahramanları kadar sıradışı bir roman.
Bay Şavşan’ın telefonu patırdattığı
BİRİNCİ BÖLÜM
Kléber kardeşine imalı bir bakış attı. Basit, metro kapılarının sesini usulca taklit ediyordu: “Piiii… klap.” İstasyondaki bir adam metroya bindi ve Kléber’in yanına oturdu. Bir Alman kurdunu tasmasından tutuyordu. Basit oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. “Bir köpeği var,” dedi. Köpeğin sahibi ona uzun uzun ve dikkatlice baktı. Açık mavi gözleri fal taşı gibi açılmış genç bir adam duruyordu karşısında. “Beyefendinin bir köpeği var,” diye tekrar etti; huzursuzluğu artıyordu Basit’in. “Evet, haklısın,” diye cevap verdi Kléber. Bir taraftan da kaşlarını çatarak kardeşini uyarmaya çalışıyordu. “Sence onu sevebilir miyim?” diye sordu Basit, elini köpeğe yaklaştırarak. Köpek yerine havlayan Kléber oldu: “Hayır!” Köpeğin sahibi durumu değerlendirmek istercesine sırayla iki kardeşe baktı. “Benim bir tavşanım var,” dedi açık renk gözlü genç adam.
“Yabancılarla konuşma,” diyerek onu azarladı Kléber. Ardından kısa bir süre düşündü ve köpekli adama doğru döndü. “Beyefendi, onun kusuruna bakmayın, kendisi zihinsel engellidir.” “Ap-tal,” diye düzeltti Basit, kelimeyi hecelerine ayırarak. Adam ayağa kalktı ve hiçbir şey demeden köpeğinin tasmasını çekti. Bir sonraki istasyonda metrodan indi. “Gerzek,” diye arkasından homurdandı Kléber. “O-ooo, çirkin bir kelime bu,” dedi kardeşi. Kléber melankolik bir şekilde iç çekti ve camın dışındaki kör karanlığa bir bakış attı.
Camda ince yuvarlak gözlüklü entel suratının yansımasını gördü. Gerginliği üstünden atmıştı, oturduğu yere iyice kuruldu ve saatine baktı. Onun her hareketini gözetleyen Basit, kazağının kollarını sıyırdı ve kaşlarını kaldırdığı eleştirel surat ifadesiyle o da bileklerini kontrol etti. “Benim bir saatim yok.” “Neden bir saatin olmadığını çok iyi biliyorsun. Kahretsin, geldik!” “O-ooo, çirkin bir kelime bu.” Kléber çıkışa doğru yöneldi, ama tam inecekken arkasına baktı, başta onu takip eden Basit birdenbire durmuştu. “Hadi acele et!” diye bağırdı Kléber. “Beni sıkıştırmak istiyor!” Kléber onu kazağının kolundan yakaladı ve dışarı doğru çekti. Otomatik kapı arkalarından kapandı: Klap. “Beni yakalayamadı!” Kléber onu tekrar kolundan tuttu ve bu kez de merdivenlere sürükledi. “Neden bir saatim yok?”
“İçinde saklanan küçük bir adam olup olmadığını görmek için onu kırmıştın, hatırladın mı?” “Eveeeeet,” dedi Basit, kendinden geçen bir gülümsemeyle. “İçinde küçük bir adam var mıydı peki?” “Hayır!” diye kükredi Basit, mutluluğunu bir kez daha sergileyerek. Yürüyen merdivenlerin önünde o kadar ani bir şekilde durdu ki, arkasındaki iki kişi birbirine çarpıp aynı hızda memnuniyetsizliklerini dile getirdi: “Ama biraz dikkat edin canım, aaa!” Kléber kardeşini kolundan çekerek onu yeniden zorladı. Basit, ayaklarını kaldırmaya çabaladığı sırada kayıp giden merdiven basamaklarını dehşetle izliyordu. Ancak, başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olduğunda sabit durmayı başarabildi. “Gördün mü?” dedi yüksek sesle. “Hiç korkmuyorum. Neden, çünkü içinde küçir adam yok!” “Küçük bir adam, küçir değil,” diye cevap verdi Kléber, nedenli-nasıllı sorular dizisine son vermek için. Kardeşinin söylendiğini duyuyordu: “Küçir adam, küçir adam.” Basit’in inatçılığı hafife alınacak gibi değildi. Beş dakika boyunca aynı şekilde mırıldandı: “Küçir, küçir, küçir, küçir…” Kléber etrafını inceledi; hangi yoldan gideceği konusunda pek emin değildi. Sadece on beş gündür Paris’teydiler. “Daha çok var mı?” “Bilmiyorum.” Kléber’in sabrı taşmak üzereydi. Bulundukları semti tanıyamıyordu. Basit, kaldırımın ortasında durdu ve kollarını kavuşturdu. “Babamı görmek istiyorum.”
“Baba burada değil. O, Marne-la-Vallée’de ve biz de… şeydeyiz…”
“Çumçumda!” diye tamamladı Basit, cümleyi. Sonra yaptığı
aptalca şakayı kahkahalarıyla süsledi.
Kléber hafifçe gülümsedi. Basit, üç yaşındaki bir çocuğun
zekâsına sahipti; şanslı günlerindeyse üç buçuk…
“Paris’teyiz. Hadi gel, acele etmeliyiz. Yoksa akşam olacak.”
“Kurtlar olacak mı?”
“Evet.”
“Biliyorsun, onları bantacamla öldürebilirim.”
Kléber gülmemek için kendini zor tuttu. Tekrar yürümeye
koyuldular. Kléber bir anda yukarı doğru çıkan sokağı tanıdı.
Burasıydı: Cardinal Lemoine Sokağı, 45 numara.
“Ah, hayır,” dedi Basit, giriş kapısının önünde.
“Gene ne var?”
“Girmek istemiyorum, burası yeşli kadının evi.”
“Dinle beni, o büyük teyzemiz, şeyin annesinin kız kardeşi…”
“Çirkin biri.”
“Çok güzel biri değil.”
“Kokuyor.”
Kléber, elini giriş şifresini yazması gereken panele yaklaştırdı
ve kaşlarını çattı.
“Şimdi, 4… 6…”
“4, 6, B, 12, 1000, 100,” dedi Basit hızla.
“Sus, 4… 6…”
“9, 12, B, 4, 7, 12…”
Kléber tuşlara tamamen sersemleşmiş bir ifadeyle baktı.
“Hadi bas, düğmelere bas! 9, 7, 12…”
Basit, önüne gelen her tuşa basıyordu, kapı cızırdayıp açıldı.
“Kazandım!”
İçeriden iri bir kadın çıktı. Basit içeri girmek için onu itti. “İnsanları itmek doğru değildir!” diye bağırdı Kléber. “Hanımefendiden özür dile.” Basit, iki adımda beş basamağı tırmanmıştı bile. Arkasına döndü ve neşeyle bağırdı: “Özür dilerim hanımefendi! Kapı için fazla irisin!” Merdivendeki dörtnala koşusuna devam etti. Kléber haykırarak onu yakalamaya çalıştı. “Üçüncü kat! Üçüncü kat!” Basit binanın altı katını çıktı, daha sonra dört kat aşağı indi ve bir kat daha yukarı çıktı. Sonunda, dili dışarıda bir köpek gibi nefes nefese, kapının önünde durdu. Kléber, kendini çok yorgun hissettiği için duvara yaslandı. “Düğmeye basacak mısın?” Basit, zilin sesinden korkuyordu. Kardeşi zili çalarken kulaklarını tıkadı.
“Tamam, ama ben çoktan akşam yemeğimi yedim,” dedi yaşlı bir kadın kapıyı açarken. “Yaşlıların çorba saati altı buçuktur. Yani, belki gençler herhangi bir saatte yemek yiyebilirler, ama ben… ben çorba içerim ve saat altı…” “Gınin, gınin, gınin,” diye onu taklit etti Basit; kadının ağzından çıkan kelimelerin gıcırtılı tonlaması ilgisini çekmişti. “Bunun nesi var?” diye sordu büyük teyzeleri. Basit sanki ona vuracakmış gibi kolunu havaya kaldırdı. “Onu rahat bırak, o kötü biri değil,” dedi Kléber. “Ben onu öldüreceğim. Bantacam yanımda!” Basit, pantolonunun cebinden bir alarm tabancası söküp aldı. Yaşlı kadın bir çığlık attı. “Bir silah! Bir silahı var!”
“Ama bu gerçek değil,” diye araya girdi Kléber.
“Evet, ama belki birini öldürebilir. Dikkatli ol, ‘pan’ dediğimde öleceksin. Dikkaaaaaaaaat yeşli kadın!..”
Basit acele etmeden yaşlı kadına nişan aldı, kadın dehşetten
çığlık çığlığaydı.
“Pan!”
Büyük teyzeleri mutfağa kaçtı. Basit kardeşine gözlerinde hem şaşkınlık hem de gurur dolu bir ifadeyle baktı.
“Korktu.”
Basit, yine de hayal kırıklığına uğramıştı.
“Ölmedi. Benim bir bıçağım var.”
“İşini bir dahaki sefer bitirirsin.”
İkili bir kilo erişteyi yuttuktan sonra, kendilerini, büyük teyzenin onlara tahsis ettiği minicik odada buldular. Kléber cep telefonunu çıkardı, Basit hâlâ onu gözetliyordu.
“Senin bir tefelonun var,” dedi imrenen bir ses tonuyla. “Neden benim bir tefelonum yok?”
“Çünkü sen çok küçüksün,” diye dalgın dalgın cevap verdi
Kléber. Şimdi. 01… 48…”
“12, 3, B, 1000, 100.”
Kléber elini alnında gezdirdi. Abisi yine kafasını karıştırmıştı. Babalarını aramaları neye yarayacaktı ki? Bay Maluri’nin tek
bulduğu çözüm o kurumdu. Ona, Basit’i Malicroix1
’ya yerleştirmesini söyleyecekti.
“Heyo,” dedi muzip bir ses.
Yataktaki Basit, bağdaş kurmuş, bir şey saklıyordu. “Heyo”yu
vaat dolu bir ses tonuyla tekrar etti. Yumuşak, grimsi bir kumaştan yapılmış iki kulak, sırtının arkasından göründü. Onları
salladı.
“Bir bu eksikti,” diye söylendi Kléber.
“Kim bu?”
“Bilmem.”
Zevk dolu bu anı uzatmak gerekiyordu.
“İçinde ‘an’ var,” dedi Basit.
“Bir kaplan mı?”
“Hayır!”
“Bir panda mı?”
Basit gülmekten katıldı.
“Bay Şavşan mı?”
“Eveeeeeeeeeeeet!” diye haykırdı. Basit, kulakları korkudan
titreyen eski bir tavşanı havada sallıyordu.
Cep telefonu çalmaya başladı.
“Ben cevap vereyim,” diye yalvardı Basit. “Ben! Ben! Ben!
Alooo…”
Kléber, abisi telefonu elinden koparıp almasın diye bir hamlede ayağa kalktı.
“Alo, baba?”
“Hayır, benim, ben… Alo, baba?”
“Evet, iyiyim,” dedi Kléber, rahat bir ses tonuyla. “Bay
Şavşan’la birlikteyiz, her şey yolunda… Büyük teyze mi? O da iyi.
Yani, şey… pek değil.”
Kléber ağzındaki baklayı çıkarmaya karar verdi:
“Basit onu sevmiyor. Onu öldürmek istiyor.”
Kléber bazen ne dediğinin farkına varamıyordu.
“Hayır, gerçekten değil! Batancayla! Evet… Evet… Biliyorum
baba. Sorumlu kişi benim, ben istedim… Evet.”
Babası kendini haklı çıkarmaya çalışırken Basit, gözlerini tavana dikmekle yetiniyordu: “Basit çok ağır bir yük, hayatı yaşanmaz hale sokuyor, onu Malicroix’ya yatırmalıyız.” Bu arada yatağın üstüne bir torba oyuncak döken Basit ise kafası meşgul bir edayla, sessizce oyun oynuyordu. Ama bir yandan da konuşmayı dinliyordu. “O, uslu biri değil,” dedi siyahi kovboy oyuncağını göstererek, “kuruma gidecek.” Basit karanlık bir memnuniyet ifadesi takındı. Küçük kovboy adam tehditlerden, tokatlardan ve iğneden nasibini aldı.
Daha sonra onu yastığın altına koydu. “İmdat! İmdat!” diye bağırdı küçük kovboy. Kléber babasıyla konuşurken, bir yandan da abisinin oyununu seyrediyordu. “En iyisi kiralık bir oda bulmak olacak. Bağımsız oluruz… Hayır baba, Basit’i gözetlemeye gerek yok. Yirmi iki yaşında o.” Basit, kovboyu yastığın altından tekrar çıkarmıştı ve onunla tartışıyordu: “Sen bir app-ttalsın. Seni bir daha görmek istemiyorum. Bir çukur açacağım. Çukurun içine gireceksin ve öleceksin ve ben de üzülmeyeceğim. Bay Şavşan nerede?” Şaşkın gözlerle tavşanını aradı. Onu bulduğunda, aniden rahatladı: “Aaaaaaaaaaah! İşte buradasın. Bay Şavşan, Malicroix’yı öldürecek.” Yatağın üstünde dehşet verici bir katliam gerçekleşti. Bay Şavşan oyuncakların ortasına düştü, onları havaya savurdu ve duvara fırlattı. “Bay Şavşan herkesi dağıtıyooor,” dedi Basit alçak sesle. Hemen ardından telefonda tartışan kardeşine doğru sinsi bir bakış attı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSıradışı Basit
- Sayfa Sayısı208
- YazarMarie-Aude Murail
- ISBN9786055060091
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Scarlet ve Ivy 4 / Gölün Altındaki Işıklar ~ Sophie Cleverly
Scarlet ve Ivy 4 / Gölün Altındaki Işıklar
Sophie Cleverly
Yerliler, sular altında kalan eski mezarlığa gömülü ruhların artık huzur içinde yatmadıklarını söylüyor. İkiz kardeşler Scarlet ve Ivy Gray, okul gezisine kaydolmak ve birkaç...
- Erdemle Kırbaçlanan Kadın ~ Marquis De Sade
Erdemle Kırbaçlanan Kadın
Marquis De Sade
Marquis de Sade… İnsanların ruhundaki kötülüğü, çarpıklığı haykırdıkça toplum dışına itilen, doğa-toplum ilişkisini çağının çok ötesinde değerlendirdiği için sevgisiz bırakılan bir bilinç. Sadizm olarak...
- Özgürlüğün Elli Tonu (Elli Ton Serisinin Son Kitabı) ~ E. L. James
Özgürlüğün Elli Tonu (Elli Ton Serisinin Son Kitabı)
E. L. James
Romantik, özgürleştirici ve kesinlikle bağımlılık yaratıcı… Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek ve ebediyen sizinle kalacak. Anastasia Steele’in ne istediğini bilen, göz alıcı...