New York Times çok satanlar yazarı Julie Garwood nefes kesici bir aşk hikâyesiyle sizleri bir kez daha büyüleyecek. Tüm zamanların en sevilen romanlarından birini okumaya hazır olun!
Judith Hampton gururlu olduğu kadar güzel de bir kadındır. Çok sevdiği İskoç çocukluk arkadaşı doğum yapmak üzeredir, bu yüzden Judith yanında olacağına dair ona söz verir. Fakat İngiltere’den İskoçya’ya gitmesinin özel bir sebebi daha vardır: Hiç tanımadığı babası Maclean Beyi’ni görmek. İskoç topraklarına giderken kendisine eşlik eden Maitland Beyi, Iain Maitland gibi ilgi uyandıran bir adamla daha önce hiç karşılaşmamıştır.
Judith Maitlandlar’ın geleneklerine ve kurallarına uyum sağlamaya çalışırken, Iain’in ilgisinden ve özeninden keyif almaya başlar. Yaşadığı tüm zorluklara karşın aşkın sıcaklığını ruhunda hisseder. Ancak geçmişe dayanan o yıkıcı sır gerçek aşkı etkileyecek midir?
“Olağanüstü… Duygu yüklü, sevgi dolu bir aşk hikâyesi.” Romantic Times
“Garwood her zaman olduğu gibi bu eseriyle de kendini kanıtlıyor. Sakın kaçırmayın!” Rendezvous
BAŞLANGIÇ
İngiltere, 1181
Birbirlerinden nefret etmeleri gerekliğini anlayacakları yaşa gelmeden önce arkadaş oldular
İki küçük, kız İskoçya ve İngiltere arasındaki sınırda her yıl yapılan yaz şenliğinde tanıştılar. Bu Leydi Judith Hampton’ın hem İskoç oyunlarına ilk katılma deneyimi, hem de İngiltere’nin batısındaki ıssız evinden ilk gerçek uzaklaşmasıydı ve bütün bu katışıksız maceraya kendisini öylesine kaptırdı ki zorunlu öğleden sonra uykuları sırasında bile gözlerini neredeyse hiç kapalı tutamadı. Görülecek ve yapılacak çok fazla şey olduğu gibi, dört yaşındaki meraklı bir çocuk için edilecek de epey yaramazlık vardı.
Frances Catherine Kirkcaldy çoktan yaramazlık etmişti bile. Babası, cezalandırmak için poposuna şaplak atmış, sonrada geniş tarlayı bir uçtan diğer uca geçen tüm yol boyunca onu sanki bir yem çuvalıymışçasına omzunda taşımıştı. Şarkıdan ve danstan çok uzaktaki pürüzsüz yüzeyli bir kayaya oturttuğu kızını, geri dönüp onu almaya karar verinceye dek put misali durmasını emretti. Günahlarına ilişkin kafa yorması için bu sessiz zamanı yalnız basma kullanacağını buyurdu.
Frances Catherine “kafa yormak” ifadesinin ne anlama geldiğine dair en ufak bir fikri dahi bulunmadığından, bu emre itaat etmek zorunda olmadığına karar verdi. Bu en uygunuydu, çünkü halihazırda zihni bütünüyle, başının etrafında vızıldayarak daireler çizen tombul arıdan kaygılanmakla meşguldü.
Judith, babasının kızını nasıl cezalandırdığını görmüştü. Komik görünüşlü, çilli yüzlü küçük kız için üzüldü. Herbert Amcası poposuna şaplak atsaydı kesinlikle ağlayacağını biliyordu, ancak şu kızıl saçlı kız, babası şaplak attığında suratını bile buruşturmamış!!.
Kızla konuşmaya karar verdi. Babasının parmağını sallayıp kızı tehdit ederek oradan ayrılmasını ve tarlayı tekrar geçmesini bekledikten sonra eteğinin kenar kıvrımını kavradı ve kayaya arkadan sessizce sokulmak için civardaki uzun yolu koştu.
“Babam bana asla şaplak atmazdı,” dedi Judith tanışma amacıyla kıza laf atarak.
Frances Catherine kimin konuştuğunu görmek için başını çevirmedi, dahası bakışlarını sol dizinin bitişiğindeki kayada duran arıdan uzağa çevirmeye de cesaret edemedi.
Sessizliği Judith’i yıldırmadı. Judith, “Babam ölmüş,…” dedi. “Ben doğmadan önce.”
“O halde sana şaplak atıp atmayacağını nereden bilîyorsun.
Judith omuzlarım silkerek dikleştirdi. “Biliyorum,”
diye yanıtladı. “Çok komik konuşuyorsun… Boğazına bir şey kaçmış gibi. Kaçtı mı?”
“Hayır,” diye karşılık verdi Frances Catherine. “Sen de komik konuşuyorsun.”
“Niye bana bakmıyorsun?”
“Bakamam.”
Judith, “Neden bakamazsın?” diye sordu ve sorusuna geçerli bir yanıt beklerken pembe elbisesinin kenar kıvrımını bükerek buruşturdu.
Frances Catherine, “Arıyı izlemek zorundayım.” dedi. “Beni sokmak istiyor. Onu uzaklaştırmak için ona vurmaya hazır olmam lazım.”
Judith daha yakına eğildi. Kızın sol ayağının çevresinde kanat çırpan arıyı fark etti. “Niye onu uzaklaştırmak için ona şimdi vurmuyorsun?” diye fısıldadı.
“Korkuyorum,” dedi Frances Catherine. “Iskalayabilirim, sonra da doğruca üzerime gelir.”
Judith bu ikilem üzerine bir dakika boyunca kaşlarını çalarak düşündü. “Benden ona senin için vurmamı ister
“Vurmak mı istiyorsun?”
Judith, “Belki vurabilirim,” dedi. “Adın ne?” diye sordu sonra, arının peşinden’gitme cesaretini toplarken zaman kazanarak.
“Frances Catherine. Seninki ne?”
“Judith. İki ismin var öyle mi? Şimdiye dekbirden fazla ismi olan kimseyi duymadım.”
Frances Catherine, “Herkes bana bunu soruyor,” dedi ve dramatik bir şekilde iç çekti. “Frances annemin adıymış. Annem beni doğururken ölmüş. Cathcrine büyükannemin adıymış; o da aynı şekilde ölmüş. Kutsal toprağa gömülememişler, çünkü Kilise onların temiz olmadığını söylemiş. Babam ancak terbiyeli davranırsam Cennet’e gideceğimi söylüyor; Tanrı iki adımı işittiğinde, annemi ve büyükannemi hatırlayacakmış.
“Neden Kilise onların temiz olmadıklarını söylemiş?” Frances Catherine, “Çünkü öldüklerinde doğum yapıyorlarmış,” açıklamasını yaptı. “Bu konuda bir şeyler biliyor musun?
“Bazı şeyleri biliyorum.”
Frances Catherine, “Ben hemen hemen her şeyi biliyorum,” diye böbürlendi. “Hiç olmazsa, babam kesinlikle bildiğimi sandığımı söylüyor. Bebeklerin annelerinin midelerine nasıl girdiğini bile biliyorum. Duymak ister misin?”
“Ah, evet.”
“Anne ve baba evlenir evlenmez, baba kendi şarap kadehine tükürür ve sonra anneye kadehi uzatır. Anne içkiyi yudumlar yudumlamaz, midesinde bir bebeği olur.”
Judith bu son derece iğrenç bilgi üzerine yüzünü buruşturdu. Frances Catherine aniden yüksek sesli bir inilti koyverdiğinde, Judıth, arkadaşına daha fazlasını anlatması için neredeyse yalvaracaktı. Judith kızın daha da yakına eğildi. Sonra o da bir inilti kopardı. An, arkadaşının ayakkabısının ucuna konmuştu. Ona bakarken an daha da büyüyormuş gibi görünüyordu gözüne.
Doğum yapma hakkındaki konuşma derhal bir kenara bırakıldı. Frances Catherine, “Ona vuracak mısın?” diye sordu.
“Vurmaya hazırlanıyorum.”
“Korkuyor musun?”
Judith, “Hayır,” diyerek yalan söyledi. “Ben hiçbir şeyden korkmam, Senin korktuğunu da düşünmedim.”
“Neden düşünmedin?”
Judith, “Çünkü baban sana şaplak attığında ağlamadın,” dedi.
Frances Catherine, “Öyle… Çünkü bana sert bir şaplak atmadı,” diye açıkladı. “Babam asla öyle bir şey yapmaz. Bu onu çok üzer. Yani Gavin ve Kevin öyle olacağım söylüyor. Büyüdüğüm zaman evleneceğim zavallı erkeği düşünerek babamın bilerek bu kadar üzerime titrediğini söylüyorlar.”
“Gavin ve Kevin da kim?”
“Üvey erkek kardeşlerim… Babam onların da babası, fakat onların farklı bir anneleri varmış. Ölmüş.”
“Onları doğururken mı ölmüş?”
“Hayır.”
“Öyleyse niye ölsün ki?”
Frances Catherine, “Sadece çok yorulmuş,” diye açıkladı. “Babam bana böyle söyledi. Eğer arıya vurmak istiyorsan gözlerimi sımsıkı yumacağım.”
Judith yeni arkadaşını etkilemeye fazlasıyla kararlı olduğundan, hareketinin sonucuna ilişkin danasını düşünmedi. Arıya vurmak için elini uzattı, fakat avcunda arının kanat çırpışını hisseder hissetmez gıdıklanıp içgüdüsel olarak parmaklarını kapadı.
Sonra feryat etmeye başladı. Frances Catherine bildiği tekyolla ona yardım etmek için kayadan zıplayarak indi. O da feryat etmeye başladı.
Judith kayanın etrafında çığlıklar atarak koşturuyordu, O kadar kuvvetli çığlık atıyordu ki nefes almakta güçlük çekiyordu. Arkadaşı da acıdan ziyade duygudaşlık ve korkudan kaynaklanmasına karşın aynı hararette çığlıklar atarak onun peşinden gidiyordu.
Frances Catherine’in babası tarlayı koşarak geçti. İlk başta kızını yakaladı ve kızı sorununu kekeleyerek dile getirdiğinde Judith’in peşine düştü.
Dakikalar içerisinde iki küçük kız da tümüyle sakinleşmişti. İğne judith’in avcundan çıkarılmış ve avcuna serinletici ıslak çamur sürülmüştü. Frances Catherine’in babası yumuşak ve nazik bir biçimde ekoseli yün kumaşının kenarıyla küçük kızın gözyaşlarını silmiş ve hem onu hem de kızını kucağına alarak ceza kayasına oturdu.
Judith daha önce asla böylesine yaygara koparmamıştı. Tüm dikkatleri üzerine çektiği için hayli utangaç bir edayla arkadaşının babasına baktı, ardından rahatlıktan uzaklaşmak şöyle dursun, iyiden iyiye yerine yerleşti.
Frances Catherine’in babası kızların hıçkırıkları kesildiğinde, “Siz ikiniz… Acınacak bir çiftsiniz,” dedi. “Sırık fırlatma oyununu haber veren trompetlerden bile daha yüksek sesle çığlık atıyor ve kafası kesilmiş tavuklar misali daireler çizerek koşturuyorsunuz.”
Judith, arkadaşının babasının kızgın olup olmadığını bilmiyordu. Sesi hırçın çıkmıştı ama kaş çatmıyordu. Frances Catherine kıkırdadı. Judith arkadaşının babasının yaşananlara rağmen şaka yaptığına karar kıldı.
Frances Catherine, “Arı onun canını epeyce yakıyordu, baba,” dedi.
“Arının ona acı verdiğinden eminim,” dedi babası kızını onaylayarak. Sabit bakışlarını Judith’e çevirdi ve ekledi: “Sen kızıma yardım eden cesur küçük bir kızsın… Fakat bir dahaki sefere, arıyı yakalamaya çalışma. Olur mu?”
Judith tüm ciddiyetini takınarak kafasını salladı.
…
“Sır” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSır
- Sayfa Sayısı478
- YazarJulie Garwood
- ISBN9944822978
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uçurtma Avcısı ~ Khaled Hosseini
Uçurtma Avcısı
Khaled Hosseini
Emir ve Hasan, Kabil’de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk… Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir’le Hasan’ın dünyaları arasında uçurumlar vardır:...
- Uçurum İnsanları ~ Jack London
Uçurum İnsanları
Jack London
Uçurum İnsanları üzerinde güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu’nun karanlık yüzüne dair birinci elden bir tanıklık… Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin...
- Geliş ve Gidiş ~ Arthur Koestler
Geliş ve Gidiş
Arthur Koestler
Arthur Koestler, savaşın tam ortasında ahlâki sorgulamalara yönelmek zorunda kalan bir direnişçinin, Peter Slavek’in hikâyesini anlatıyor. Peter ülkesinde gördüğü sert işkencelerden sağ çıkar ve...
bu kadının kitapları çok etkileyici
Teşekkürler