“Gündüz Vassaf’ın kitaplarıyla tanışmamla birlikte (…) bir deneme yazarının her yazdığı ile aslında kendisini sorguladığı gerçeğinin bilincine en somut biçimde vardım. Bu arada Vassaf’ın bu kadarla da kalmadığının, bence Montaigne ile ortak noktasını oluşturan bir eylemi de gerçekleştirdiğinin farkına vardım. Çünkü Vassaf da, tıpkı Montaigne gibi, her yazdığını okura açık ya da örtülü yönelttiği şu soru ile noktalar: ‘Peki ey okur, ya sen ne düşünüyorsun?’ Bir okursanız eğer, belki görmezlikten gelmeye çalışabileceğiniz, ama asla yok sayamayacağınız ağırlıkta bir sorudur bu!”
Ahmet Cemal
Sınırsız, yazdıklarıyla düşünceleri provoke eden, olaylara farklı gözlerle bakılmasının imkânlarını sunan, yıllardır merakla takip edilen yazarlardan olan Gündüz Vassaf’la 1984’ten 2017 sonuna kadar yapılan söyleşilerden bir derleme. Hiçbir şeyi sorgulamaktan korkmayan bu sahici entelektüele bir tür saygı duruşu olmasının yanı sıra Vassaf’ın kırk yılı aşan yazarlık serüveninde genel olarak fikrî tabanını, hayata bakışını, duruşunu, kitaplarını yazma hikâyelerini gözler önüne seren bir kitap Sınırsız. İnsana ve toplumsal olana duyduğu tükenmez merakla her türlü sınıra karşı çıkan, “sınırsız”lığı savunan, okurunu her daim aitlikleriyle, gündelik hayattaki totalitarizmlerle, doğru bilinenlerle yüzleşmeye davet eden bir yazarın daha iyi kavranmasına yardımcı olma çabası.
İÇİNDEKİLER
SINIRSIZ BİR ADAMIN
KOZMOSTAKİ YOLCULUĞU
Kıvanç Koçak 13
PSİKANALİZ, FREUDCULUK VE GENÇLİK ÜZERİNE 17
MÜCADELEMİZDE SALT SAVUNMA DURUMUNDA
OLMAMALIYIZ 27
HAİNLERİ SAVUNAN YAZAR 35
BİREYSEL ESARETİN ADI
“ÖZGÜRLEŞTİRİYORUZ” OLDU 43
SIKICI OLACAĞINDAN KORKMUŞTUM 53
HEP BİREYİ VE BİREYİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ
ÖN PLANA ÇIKARIYORUM 57
68 KUŞAĞI DA TOTALİTERDİ 65
AMERİKA’YI BİLDİĞİMİZİ ZANNEDİYORUZ 79
TÜRKİYE, OLGUNLAŞMAK İSTEYEN
BİR ÇOCUK GİBİ 85
TÜRKİYE, TARİHİNİ KEŞFEDEN BİR ERGEN… 95
İNSANIN EN GÜZEL HALİ, AŞK HALİ 99
TÜRKİYE ARTIK BÜYÜMEKTEN KORKMUYOR 107
GENÇLER BAYRAK VE DİNİ BAGAJLARINDA BIRAKARAK
YENİ BİR İPEK YOLU OLUŞTURDU 115
AİTLİKLER FETİŞİZMİNE KAPILMIŞ GİDİYORUZ 121
SOKAKLAR ÜZERİNE… 125
GÜNDÜZ VASSAF İLE SÖYLEŞİ 129
NE OLACAK BU TÜRKİYE’NİN HALİ? 135
ŞİŞKİN EGOLAR, EZİLMİŞ EGOLAR SAYESİNDE VAR 141
AKIL HASTASI DENEN KİŞİ BİR BİREY 145
DEMOKRASİNİN ENGELLERİ… 153
İSTANBUL, DÜNYANIN EN ÇİRKİN ŞEHİRLERİNDEN
BİRİ OLMAYA ADAY 159
KEDİLER OLMASAYDI AY’A GİDEMEZDİK 161
İSTANBUL KEDİLERİN BAŞKENTİ 169
DOSTOYEVSKİ Mİ, TOLSTOY MU? 175
İSTANBUL’U UZAKTAN SEYRETMEK,
BİR SAVAŞI İZLEMEK GİBİ 177
DOSTOYEVSKİ, İNSANI FREUD’DAN DAHA İYİ BİLİYOR 183
GÜNDÜZ VASSAF’TAN BİZE İYİ GELECEK 9 ÖNERİ! 197
MODERN HAYAT VE DEĞİŞEN EĞLENCE 199
ACIYI AÇIK ARTIRMA PAZARI VAR, ORTAK YAS YOK.
ÖLENLER DE KAVGAYA VESİLE 207
UMUTSUZ OLMAYA HAKKIMIZ YOK 215
UMUT 225
DÖRT KİTAP 237
1968 KUŞAĞI BENCİLDİ, “DEVLET BİZE GÖLGE ETMESİN,
BAŞKA İHSAN İSTEMEYİZ” DÜŞÜNCESİNDEYDİK 239
MODERN ZAMAN KÖLELERİ 253
SINIRSIZ BİR ADAMIN
KOZMOSTAKİ YOLCULUĞU
Kıvanç Koçak
Cehenneme Övgü 1992’de, Cennetin Dibi 1996’da yayımlandı. Her iki kitap da bugün artık “kült” statüsünde, mutlaka okunması gereken kitaplar listelerinde. Yani 1990’lı yıllardan beri okurlarının zihninde soru işaretleri uyandırmayı beceren, yazdığı her kitap merak edilen bir yazar Gündüz Vassaf. Peki ama bunu nasıl başarıyor? Her şeyden önce bireylere, toplumlara kalıplar biçen her türlü iktidarı sorgulamaktan korkmuyor Vassaf. Totaliterlikle, toptancılıkla hesaplaşma içine girmekten kaçınmıyor. Verili aitlikleri, kimlikleri –din olsun, milliyet olsun, cinsiyet olsun– sorgulamaktan hiç vazgeçmiyor. Neredeyse her zaman “Acaba gerçekten öyle mi?” sorusunu sormaktan kaçınmıyor. Yılgınlık, umutsuzluk, yeis içinde öyle ya da böyle “ne yapabilirim”i düşündüğünü hissettiriyor. Kahramanlara meydan okumaktan, benimsenmiş tarihi kurcalamaktan vazgeçmiyor. Kapitalizmin yarattığı, artık iyice atomize olmuş, kendine dönmüş bireyin hallerini incelemekten; “kendini bilme” çabasından kendini alamıyor. Sahici bir merak duygusuna sahip olduğunu belli etmekle kalmıyor, bunların peşine takılıp vardığı yerlerin tadını çıkarıyor. Gençlerden, gelecekten umudunu asla kesmiyor.
Türkiye’ye ve dünyaya başka gözlerle bakmaya yardımcı oluyor. İşte tüm bunları ve tabii daha da fazlasını yazdıklarına katması, okurunu kendisiyle birlikte düşünce yolculuklarına çıkarabilmesi Vassaf’ın başarısı. Yani onun için “düş gücünün avukatı, düzyazımızın en özgür ruhlu kalemi”, “kahramanları sevmeyen, hainleri savunan biri”, “insan ondan öğrenebiliyor”, “farklı biri”, “neşeli, umutlu”, “bilgiyi paylaşmak olarak gören biri” diyenlerin hepsi haklılar. Yazdıklarıyla düşünceleri provoke eden, olaylara farklı gözlerle bakmamızın imkânlarını önümüze sunan Gündüz Vassaf’ın yıllardır merakla takip edilmesinin sırrını her okuru kendince değerlendirebilir tabii ancak kendisiyle parlak akademisyenliğinden itibaren yapılan söyleşileri bir araya getirme fikrine dair şunları söyleyebilirim:
İlk kitabını 1977’de (Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir? Ne Değildir?) yayımlayan Vassaf’ın kırk yılı aşan yazarlık serüveninde genel olarak fikrî tabanını, hayata bakışını, duruşunu, kitaplarını yazma hikâyelerini sunmak bu sahici entelektüele bir tür saygı duruşu. Ancak bunun da ötesinde 1984-2017 sonu arasında yapılmış bu söyleşilerle Vassaf’ın daha iyi kavranmasına yardımcı olma çabası. Şüphesiz bu tip “derlemeler” her zaman onu hazırlayan kişiyle maluldür: Kitabı başka biri hazırlıyor olsaydı, başka söyleşileri seçebilirdi. Ancak kitaba aldığımız söyleşilerin de amaca yeteri kadar hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu noktada “teknik” bir iki noktadan da söz etmek gerek: Kitapta yer alacak söyleşileri belirleyip Gündüz beyle çalışmaya başladıktan sonra, kimi söyleşilere –asla söyleşilerin orijinal hallerini bozmak noktasına gelmese de, anlatılanı daha iyi aktarabilmek için kimi yerlerde çok küçük, belli belirsiz müdahaleler yapıldı. Yine okurla Gündüz Vassaf’ın daha doğrudan ilişki kurması adına, –daha ziyade hangi kitaba dair konuşulduğunu ortaya koyanlar dışında birçok söyleşiden soru-cevap olmayan giriş kısımları çıkarıldı, ki bunların yokluğu da kitabın değerini düşürmüyor.
Ayrıca, en aza indirmeye çalışsak da, yer yer rastlanabilecek tekrarların da yine göz ardı edilebileceğini düşünüyoruz. Zira bu durum çoğu zaman, farklı bağlamlarda yapılan söyleşilerde benzer soruların sorulmasından kaynaklanmakta. Gündüz Vassaf, İstanbul’dan kedilere, balıklardan farklı şehirlere, insana ve toplumsal olana duyduğu tükenmez merakla aitliklerimizle, gündelik hayattaki totalitarizmlerle, doğru bildiklerimizle yüzleşmeye; çarpıcı tespitleriyle okurları olarak bizi bildiğimiz her şeyi sorgulamaya davet etmeyi hep sürdürecek. Onun “kozmostaki yolcuğu”na dair bu kısa seçki her türlü sınıra karşı çıkan, “sınırsız”lığı savunan Vassaf’ı biraz daha yakından tanımaya, onu biraz daha iyi anlamaya vesile olursa ne mutlu…
PSİKANALİZ, FREUDCULUK
VE GENÇLİK ÜZERİNE
Psikoloji genelde ruhsal sorunlara yönelik ve dolayısıyla terapiyle hemen hemen özdeş tutulan bir bilim dalı olarak değerlendiriliyor. Psikoloji insan yaşantısına ilişkin çok daha geniş bir alanı kapsadığı halde bu biçimde algılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? – Bir defa çok kişi bu alanda, yani klinik psikolojide çalışıyor. Amerika’da çalışan psikologların yüzde 60-70’i klinik psikolog. En yüksek maaşı alanlar onlar, konularında en çok dergileri olanlar da onlar. Ayrıca popüler literatürde, filmlerde, özellikle televizyon ve radyo programlarında en çok başvurulan meslek dalı klinik psikoloji. En çok ilgiyi “hastalık”la, “anormallik”le uğraşanlar görüyor. Bu nedenle psikoloji, ruh hastalıkları, klinik psikoloji, Freud, hepsi birbirleriyle özdeş tutuluyor. Bir psikologa, “sen benim düşüncemi okuyorsun, her dediğimi anlıyorsun” gözüyle bakılmasının nedeni de bunun bir uzantısı.
Terapinin psikanaliz ve Freud’la bu denli özdeşleştirilmesinin nedenleri nedir sizce?
– Marx Marksizm için neyse, Freud da psikanaliz için o. Marx’tan sonra, o çerçeve içinde gelişen bütün sol akımlar Marx’a göre, örneğin “revizyonist” ya da “dogmatik” olarak değerlendiriliyorlar. Aynı biçimde Freud’dan bu yana gelişen akımlar yerlerini hep Freud’a göre belirlediler. Psikolog ve psikiyatrların, Freudcu olmasalar dahi Freud’a karşı bir bağımlılık kompleksleri var. Sanki, yani biz, Freudcu olmasak bile örneğin hümanist bir akımı açıklarken psikanalitik akımdan nasıl farklı olduğunu anlatarak işe başlıyoruz, onun açısından tanımlıyoruz. Freud’u tarihteki yerine yerleştirmiş değiliz. Ona karşı bir evladın anasından, babasından kopmak için verdiği kavga gibi bir kavgamız var sanki. Ayrıca kamuoyunda Freud popüler olduğu için kamuoyuna karşı bir akımı tanıtırken Freud’la karşılaştırarak, Freud’dan nasıl farklı olduğunu belirtirken açıklamak gerekiyor. Sonuçta, hem sözünü ettiğim bağımlılıktan, hem de kamuoyunda Freud’un bu denli popülarize edilmiş olmasından ötürü yeni akımlar kendilerini hep Freud’a göre tanımlıyor ve daha geri planda kalmış oluyorlar.
Freud ve psikanalizin kamuoyunda popülarize edildiğini söylediniz. Bunun nedenleri ne?
– Kuramın mistik bir yanı var. Mitolojiden alınan alıntılar onu bir ölçüde evrenselleştiriyor. Ayrıca çok çarpıcı öğeler var. Örneğin “Oidipus kompleksi” – çocuğun annesine âşık olması. Bütün bunların siyasal alanda da işlevi oluyor. İster sosyalist toplumlarda, ister Müslüman toplumlarda olsun, ister içinden çıktığı Viyana burjuvazisinde olsun çeşitli eleştirilerle karşı karşıya kalıyor. Bunun nedeni de toplum değerlerini sarsması. Değişik görüşler getiren bir tutum, cinselliğin özgürleşmesi, açığa çıkması söz konusu, kutsal olan aile değerlerini sarsıyor. Örneğin, çocuğun annesiyle yatmak istemesini doğal bir istek olarak öne sürüyor. Bu durum Türkiye’de de geçerli. Bir zamanlar Türkiye’de, Freud’un öğretisinin liselerde okutulmasına karşı çıkılması buna bir örnek. Kısaca, çarpıcılığı, ilginçliği, aldığı tepkiler popülarize olmasına neden oluyor. Kuramın yaygınlığının başka bir nedeni de kapsamlı oluşu. Yalnızca tedaviye yönelik bir kuram değil. Uygarlığın nasıl geliştiğine kadar her şeyi açıklamaya yöneliyor. Diğer kuramlar, örneğin “davranışçı” tedavi yöntemi böyle kapsamlı değil. Davranışçılığın ortaya çıkışlarından sonra Skinner, felsefesini geliştirdiyse de bir felsefe olduğu pek söylenemez. Belki de işe-vuruk (işlemsel) bir felsefesi var davranışçı akımın. Açıklamalardan çok, neler yaptıklarını tanımlıyorlar. Diğer pek çok akım da psikanaliz kadar kapsamlı değil, daha çok parçaları ele alıyorlar. Oysa Freud, hemen her konuya el atmış.
Psikanalizi bir ruhsal tedavi yöntemi olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Freud insanlar için çok kötümser. Kötümser, çünkü uygarlığın gelişmesiyle insan özgürlüğünün elinden alındığını söylüyor. Ona göre özgür insan libidosuna (cinsel enerjisine) en geniş kanalları açan insan, yani ilkel insandır. Süperegonun (toplumsal baskılarının) olmadığı insan özgür insandır. Başka bir deyişle, dürtülerini duyduğu anda dışarı yönelten, “ben istiyorum” diyerek isteyen insandır. Uygarlık geliştikçe, toplum, kurallarla insanın davranışlarını sınırladıkça nevrozların başladığını söylüyor Freud. Dolayısıyla uygarlığın gelişmesiyle nevrozların gelişmesi eşdeğer tutuluyor. Psikanaliz ise nevrozlarıyla birlikte insanın uygarlığın içinde, toplumun içinde yaşamasını sağlıyor. İnsanın yaşadığı kötü durumu kabullenmesini, yani uygarlığın tutsağı olduğunu kabullenmesini sağlamaya yöneliyor. Psikanaliz aynı zamanda determinist bir kuram. İnsanın ilk altı yılında başından geçenlerin, yetişkin kişiliğini büyük ölçüde belirlediğini iddia ediyor. Kurama göre her şeyin bir nedeni var ve bu nedenler çocuklukta, ilk altı yılda yatıyor. Çevrenin etkisine ya da tesadüfe hiç yer verilmiyor. Tesadüfe yer vermeyen bir kuram özgürlüğe de yer vermiyor. Bu nedenlerden ötürü, psikanalizi gerici ve tutucu olarak değerlendiriyorum. Tutucu, çünkü toplumun var olan koşullarına, yani süperegoya, yani egemen sınıfın kültürüne, düzenine uyum sağlamaktan yana, değiştirmekten değil. Bu arada, gerici, özgürlüğe aykırı derken Freud’un ilk çıktığı dönemdeki devrimci, özgürlükçü yanı da vurgulamak gerek. Kilisenin baskısı altında, insanın en doğal davranışlarında biri olan cinsel davranışları, o güne kadar kimse sözünü dahi etmezken, sanki insanın cinsel arzuları, düşleri yokmuş gibi değerlendiriliyorken, cinselliğin doğal bir şey olduğu, hatta doğal olmanın ötesinde insanın tüm davranışlarını belirleyen itici güç olduğu iddiasıyla ortaya çıkıyor Freud. O dönemde itibar görmüyor, “ayıp” şeyler söylüyor çünkü. Kimsenin en yakınına bile söylemeye cesaret edemediği fakat sık sık düşündüğü cinsellikle ilgili şeyleri son derece açık biçimde ortaya koyuyor. Bu açıdan Freud’un oldukça önemli, devrimci, özgürleştirici bir yanı da var. Fakat tedavide özgürleştirici değil, daha derin anlamda, felsefi boyutta teslimiyetçi ve determinist.
Tedavi açısından günümüz koşullarında psikanalizin geçerli bir yöntem olduğunu söyleyebilir miyiz?
– Yapılan araştırmalar her yöntemin bir diğeri kadar geçerli olduğunu gösteriyor. Somut araştırmalar hiçbir yöntemin bir diğerinden üstün ya da geri olduğunu kanıtlamış değil. İnsan değişken, çevre değişken, araştırmalar tutarlı veriler sağlamıyor. Araştırmalar sonucu varılan genel kanı da şu: Tedavi gören kişilerin 1/3’ü iyileşir, 1/3’ü daha kötüleşir, 1/3’ü de değişmez. Ama bu, tedavinin hiçbir işe yaramadığı anlamına gelmiyor. Tedaviye gelen, birçok insan için terapi oldukça önemli; terapistle kişi arasında güçlü bir bağ kuruluyor, kişi kendisini dinleyen, anlayan bir insan buluyor karşısında. Terapi bireysel açıdan çok şey verebiliyor. Dolayısıyla herhangi bir yöntem için, elde ettiği sonuçlar bakımından daha üstün ya da daha kötü diyemeyiz. Psikanalizin yaygınlığı ise üstünlüğünden değil, kuramın zenginliğinden ve ilginçliğinden kaynaklanıyor.
Türkiye’de psikanalizin yalnızca bilimsel, akademik çevre içinde ve uygulamada değil, piyasadaki psikolojiyle ilgili kitaplarda da öne çıktığını görüyoruz. Freud, Jung, Adler gibi isimlere ilgi gösterilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
– 1961’den sonra Türkiye’de müthiş bir okuma patlaması oldu. O güne değin çevrilmeyen, basılmayan, yayımlanmayan birçok kitap çevrildi, birçok yeni yayınevi kuruldu. Kitap tartışmaları toplum yaşamında, özellikle gençliğin güncel yaşamında gündeme girdi; kahvelerde kitaplar, düşünceler tartışılır oldu. Yalnız bununla birlikte işin kolayına da kaçıldı. Diğer konularda olduğu gibi psikolojide de doğru dürüst “psikolojiye giriş” kitabı okunmadan, örneğin Reich’ın kitle ruhuyla ilgili kitabı okunmaya başlandı. Psikolojinin temel ilkeleri öğrenilmeden o kitabın anlaşılması olanaklı değil. Ama o kitaplar satıldı, o kitaplar okundu ve hâlâ piyasada, kitabevlerinde “psikoloji nedir” diye bir kitap yok. Çok yüksek düzeyde soyutlamalar tartışılırken, daha temel kitaplar okunmadı. Müthiş bir ilgi var fakat bu ilgi de hazmedilmemiş gibi geliyor bana. Bu durum bugün hâlâ geçerli.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Popüler Kültür Sosyoloji
- Kitap AdıSınırsız
- Sayfa Sayısı255
- YazarGündüz Vassaf
- ISBN9789750525179
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2018