Oysaki her şeye güvenim tamdı. Her şey elle tutulurken, her şey somut bir hâldeyken yaşamaya karşı hep bir özlem doluydum. Uyuyup, uyandığım her gün. Şimdi her şey paramparça mı olacak? Belki de bana yardım edebilecek tek şey sensin. Belki de bana gerçek bir kalıbı yalnızca sen verebilirsin. Her şeyi berbat etmeden, bana dünyayı kabul ettir.
—–
1
Az önce işten çıkmıştım. Tramvaydayım. Eve gideceğim herhâlde, emin değilim. Tramvayın hıncahınç doluluğu, hayatlarımızın cehenneminin bir parçasını temsil ettiğini anımsatıyor bana. Yorgun değilim ama bir çeşit huzursuzluk var üzerimde. Telefonlar, çağrılar, kargo takipleri, sağlıklı yaşam formları ve dergiler, tüm bu isimlerden kalan anıların isyanını beyin korteksimde hissediyorum.
Tünelden iniyor ve Eminönü otobüsüne binmek için yürümeye başlıyorum. İnsanların ve otomobillerin kaldıramadığım sesi, denizin kusursuzluğunu teknolojiyle birlikte hayatın mahvına gömüyordu. Havanın soğuk ya da sıcak olduğuna karar veremiyorum ama üzerimde lacivert bir palto var. Evim buradan kırk beş dakika uzaklıkta. Otobüse biniyorum, başka bir cehennem daha. İnsanlar ve sesler.
Bugün yedi dakika daha geç varıyorum evime: Denizatı Kent Sitesi, A2 blok, on altı numara. Evimin güzel bir manzarası var. Hipodrom ve Zeytinburnu lağımı; hiçbir komşumu tanımıyorum, onlar da beni tanımazlar. Eve girer girmez, aklıma yarın yapacağım işler geliyor. Sıkıldığımı anlar gibiyim ama elimden başka bir şey gelmiyor. Hızlıca mutfağa geçiyorum. Hazır et burgerleri tost makinesine atıyorum. Çoraplarımı çıkartıp, bir dakika on yedi saniye işedikten sonra ellerimi yıkıyorum. Etleri kontrol ediyorum ve altı dakikaları daha var. Televizyonu açıyorum ve o sırada telefonum çalıyor. Burcu yine haftalık geleneksel yemek davetini yapıyor bana. Reddediyorum.
Burcu, benim iş yerinden arkadaşım. Esmer ve uzun boyludur. Çok zayıf ve ince bir vücuda sahip, onu hiçbir zaman arzulamıyorum. Salaş kotlar ve deri ceketler giymeyi sever. Üniversite sendromundan kurtulamamış bir tip. Sürekli gülüyor ve bu beni sinirlendiriyor. İnsanlarla polemiğe girmeyi sever, patavatsız ve biraz da dengesizdir. Art niyetli değil, İyi bir kızdır. Ama pek sevilmez. Beni her çarşamba günü haftada bir kez yemeğe davet eder; ben de ruh hâlime göre cevaplarım. Burcu’dan ve kadınlardan çekiniyorum. Şirkette en samimi olduğum personeldir; iki günde bir konuşuyoruz. Benim samimiyetten kastım budur. Hem bu durum patronumun da hoşuna gidiyor. Bana disiplinden bahsederken en çok personellerle müdür arasındaki mesafeden bahseder.
Altı dakika sonra etler hazır oluyor, yemeğimi bitirip, balkona geçiyorum. Havada bulutların hapsettiği bir yıldız, tek bir yıldız var. Mutlaka birkaç tane daha vardır ama ben göremiyorum. Her akşam bu balkonda hipodroma ve lağıma karşı üç kahve içerim, arada mısır patlattığım da oluyor. Her şey çok sıkıcı gelmeye başladı. Bunun en büyük nedeni kadınsızlık. Bu monoton hayat otuz iki yaşında bir adama göre biraz sıkıcı, üstelik bekârsanız.
Tek fantezim bunlar. Bir karış yüzüm var. Bir tarafta belirgin bir incelik, erken oluşan kırışıklıkların ortaya çıkardığı hatlar, çıkık elmacık kemikleri ve geniş bir alın. Öte yanda düşük göz kapaklarım, iri bir çene ve sert bir burnum mevcut. Vücudum ise aynı tezatlığı taşımıyor.
Uzun boylu ve zarafetliyim. Geniş omuzlara ve kalın kollara sahibim. Vücudum henüz kendimi salamayacak kadar dinçtir. Spor yapmam ama sportif bir yapıya sahibim. Bu yüzden giyinişime özen göstermem. Daha doğrusu gidip kendime özel elbiseler ya da aksesuarlar satın almam. Prensipsiz vücuduma ne geçirsem oturur.
Bunun nedeni nedir bilinmez ama insan kendini aşağılarken bile karşısındakinde övme hissi belirir. Bu bana insanların kıskançlık budalası olduğunu gösteriyor.
Balkonumun o, beni sıkmayan ama iğrenç manzarasında şehrin kimyasını solurken zaman geçiyor. Biraz televizyon seyrediyorum. İçim daralıyor, artık istediklerimi yapamamak büyük bir strese sokuyor beni. Kadınsızlık ve bu iğrenç manzara her geçen gün yaşlandırıyor. Sadece bu anlarda çalışmaktan iğreniyorum. Aslında beni çok da rahatsız etmeyen bir durumdur. Çalışmayıp ne yapabilirsiniz ki? Kadınsızlık berbattır. Ve ben sabah yine saat yedi otuzda uyanmak için yatağıma uzanıyorum.
***
Onun adı Barlas. Otuz iki yaşında. Yirmi yedi kişilik özel bir sigorta şirketinde, çağrı merkezi müdürüdür. Evli değil ve çocuğu yok. Sıradan bir hayat yaşıyor. Bazen iş arkadaşı Burcu ve patronu Orhan Bey ile yemeğe çıkıyor. Nadiren de annesine gider. Onun adı Barlas. Harbiye’de özel bir sigorta şirketinin çağrı merkezi sorumlusudur. Ailesinden ayrı yaşıyor. Kalburüstü bir ailenin, topluma yıkılmış makul bir çocuğu olarak yetişti. Bir seksen iki boyunda ve seksen bir kilodur. Onun adı Barlas. En büyük ideali güzel bir kadınla evlenip, zengin olmaktır. Başına gelebilecek hiçbir şeyden haberi olmayan bir adam. Yakışıklı sayılabilir ama çirkin değil. Aşk romanları okuyup duygularına mastürbasyon yapmayı sever.
Her gün yedi buçukta uyanır; işer, sıçar, dişlerini fırçalar, üç tane farklı ayakkabısı vardır ve bunu bir haftaya yaymıştır. Genellikle gri takım elbiseleri tercih eder. Sekizi on geçe Taksim otobüsüne biner. En geç dokuz buçukta ofisinde olmak zorundadır. Çağrı merkezlerinde müdürlük böyledir. Barlas… Evde kahvaltı yapmaz. Her gün ofisini geçtikten yüz elli metre ötedeki, Halaskar Gazi Caddesi’nin sol tarafında kalan, Tarihî Harbiye Fırını’nda kahvaltısını yapar; dereotlu poğaça yer ve iki tane sütlü kahve içip ofisine döner.
Onun adı Barlas. Bin sekiz yüz lira maaşı vardır. Çok şey kazanmak ister. Emir almayı pek sevmez ama idealleri için buna katlanır. Patronu ile arasında, ona kazandırdığı paraya göre inişli çıkışlı bir ilişki vardır. Barlas. Toplumun ahlak kurallarına göre yaşar. Sırf bu yüzden üniversite bitirdi ve yine sadece bu yüzden renkli bir hayat yaşayamıyor. Kadınlara büyük ihtiyaç duyuyor ama kendisine hiç öz güveni olmayan bir adam. Sigara, alkol ya da uyuşturucu kullanmaz. Barlas’ın bir arabası var; Toyota. Bu günlerde yıllık kontrolündedir. Barlas’ın arabasının olması onun için bir şey ifade etmez çünkü üç beş kuruş biriktireyim diye iş yerine yine otobüsle gider. Aldığı benzinin pahalı olduğunun farkındadır. Her gün işten eve dönerken, tramvay ve otobüs kullanır. Hâlbuki çalıştığı yerden tek otobüsle evine dönebilmektedir. Her gün işten çıktığında eve gideceğinden emin değildir ama her gün eve gider.
Ulaşıma çok para harcamamak için arabasını kullanmaz, gereksiz vesaitler yapar.
Onun adı Barlas. Aşkla ilgili çok şey düşünüyor. İki çocuk ve yemek yapan bir kadın… Arada durup durup; en son âşık olalı yıllar oldu, diye geçirir içinden. Şu anda bir sevgilisi yok. Kadınlardan biraz çekinir. Genellikle hepsiyle anlaşır ama hiçbiriyle birlikte olmamıştır. Barlas… Hiç dostu yok, koşuşturması hep idealleriyle ilgilidir. Yirmi yedi kişilik ofisinde sadece iki erkek vardır. Patronu Orhan ve Barlas… Geriye kalan tüm çalışanlar kadındır ve Barlas hiç birini düzememiştir. Barlas. Başına gelecek hiçbir şeyin farkında değil. Barlas bir köle, idealleri için değerlerini hiçe sayan bir ahmak. O iyi bir insan ama aptal. Programlanmış bir bilgisayar. Barlas’ın öğrenecek çok şeyi var.
Harbiye İş Merkezi, No:2 K:2 ve Barlas ofisindedir. Harbiye İş Merkezi, çift kanatlı ve uzun koridorlu bir yapıya sahiptir. Medsound Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Barlas’ın, müdürlüğünü üstlendiği sigorta şirketidir. Harbiye İş Merkezi’nde Medsound’a ait iki ofis bulunmaktadır. Altmış bir ve yetmiş sekizinci ofisler. İkisi de aynı kattadır. Medsound çalışanları günde dokuz saat otuz dakika çalışırlar. Şirket kuralları gereğince saat dokuzda ofiste olunur ve dokuz otuzda aramalara başlanır. Akşam ise on sekiz otuz paydos saatidir. Barlas her sabah ofisinin önünde dokuzu on geçe, tam yirmi beş tane kadını, yirmi beş tane içi kahve dolu fincanı ve yirmi beş tane sigarayı selamlar. Hepsi de yetmiş sekizinci ofisin önünde toplanmıştır. Her sabah ofise personellerden on dakika daha geç gelir, bu, müdürlerin uyguladığı psikolojik bir yöntemdir. Her sabah on dakika geç gelir ki çalışanlar onun müdür olduğunu akıllarından çıkarmasınlar diye. Çünkü geç kalan göze çarpar. Barlas genellikle yetmiş sekizinci ofiste çalışır. Yetmiş sekizinci ofis, satış ve data ofisidir. Altmış bir ise beş kişilik bir grup tarafından V.I.P satışların yapıldığı ve para çekimlerinin, gönderilerin, muhasebenin ve patronun odasının bulunduğu ofistir. Altmış birinci ofis üç katlı, yetmiş sekizinci ofis ise çift katlıdır.
Barlas, yetmiş sekiz numaralı ofiste ve üst katta. Bu oda tam olarak kendisine ait değil. Ortada tahta bölmeli dört kişilik bir masa; burada datacılar çalışıyor. Bu masanın arkasında bir sebil, tam karşısında ise Barlas’ın masası ve bir de altın renginde vestiyer var. Eski bir bilgisayar, dosyalar ve data listeleri. Son derece sade bir ofis. Barlas klimayı açıyor, paltosunu asıyor, bir kahve söylüyor ve koltuğuna uzanıyor. Bugünkü asgari kazancı hesaplıyor, söz aldığı müşterilerin isimlerini arıyor ve düşünmeye başlıyor; bunu bilmiyorum. On dakika sonra dört kişilik datacı grubu geliyor. Hepsi kız. Dar pantolonlar, mini etekler, yosmalar. Barlas bugün işlerle ilgili biraz tedirgin, son dönemde işler biraz durgun. Kahve bitti. İkinciyi içmek için çok geç. Saat dokuz buçuk oluyor ve mesai başlıyor. Az sonra “iyi günler efendim” sesleri, Barlas’a günün başladığını hatırlatacak. Barlas kahvesini yeni bitirdi, birkaç dakika geç başlama hakkı var.
Bilgisayarını açıyor.
“Hoş geldiniz.”
Bilgisayarında yüklü olan özel bir programla sadece şirket için aktif olan Medsound sitesine bağlanıyor.
Nick name ve parola…
Datalar kontrol ediliyor, her satışçıya üçer tane data düşüyor ve Barlas bunları seçip dağıtmakla yükümlüdür. Tabii tek işi bu değildir.
Her datacıya bir şehir verilmiştir. Sözgelimi; Emine, Bursa’yı aramaktadır. Numaraları belli bir sıralamaya göre çevirir.
02241111111
02241111112
02241111113
Bu şekilde aramasını sürdürür. Eğer bir kadın açarsa; “Aile reisiyle görüşebilir miyim?” der. Evde yoksa GSM numarasını alır. Bu noktada bir kadın olarak kendini aşağılamaktadır. Erkek açarsa, direkt ankete girer; “Medsound Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden arıyorum, Bursa bölgesinde Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen bir anket çalışmamız var, sadece bir dakikanızı alacağım.”
“ALACAĞIM” Bu işi yapıyorsanız şayet; rica etmeyeceksiniz.
Genellikle herkes numarayı verir ve bu numarayı yer.
Ahmet Kıran otuz dört yaşında, Axess, Bonus ve World kullanıyor. Sigara yok. Harita mühendisi. Dört kişilik bir aileye sahip. Babası şeker hastalığından ölmüş. Özel sağlık sigortası yok. Not: Yumuşak bir adamdı.
Bunun gibi, elinde doksan adet data bulunuyor Barlas’ın. Tüm satışçılara üçer üçer ayırıyor. Kalan dokuz data ise ona ait. Makasla ince kâğıtlar hâlinde, dataları doğramaya başlayacakken telefon çalıyor.
“Barlas,” diyor Orhan Bey “Ofisime gel.” Barlas biraz telaşlanıyor ama o alışık böyle ziyaretlere. Yalnız Orhan Bey’in bu kadar erken gelmesine şaşırıyor. Az sonra Esra ve Ece ile karşılaşacak. Sadece ufak bir göz süzmesiyle “Günaydın…” deyip, hızlıca geçecek.
Esra, Medsound Şirketi’nin bilgi işlem departmanında, altmış birinci ofiste, Ece ile birlikte alt katta çalışır. Masaları yan yanadır. Sağlıklı yaşam formları, kargolar ve kart çekimleri ile ilgilenir. Şirketin her evrakında onun imzasına rastlayabilirsiniz. Uzun boyludur ve dar kot pantolonlar giymeyi sever. Kırmızı rujdan hoşlanır. Saçları sarı ve yüzü beneklidir, dişleri ise çarpık. Her şeye rağmen güzeldir. Topuklu ayakkabı giymeden dışarı çıkmaz. Esra, ailesi tarafından baskı gören bir kızdır. Her sabah işyerine babasıyla gelir. Onun sırım gibi vücudu Barlas’ı her zaman tahrik etmiştir. Ama Esra’nın ataerkil bir aileden gelmesi ve Barlas’ın kadın korkusundan dolayı, aralarında hiçbir zaman bir şey yaşanmamıştır. Onun bu güzel vücudu Barlas’ı her zaman hayale zorlamıştır.
Ece. Ece, Esra ile birlikte çalışır. Esra’nın okuldan arkadaşıdır. Ece sağlık hizmetini satın alıp daha sonra iptalini isteyen müşterilerle ilgilenir. İptal departmanı. Medsound’un iki haftada bir salı günü yapılan olağan toplantılarının konusunu Ece belirler. Çünkü konu paradır. Orhan Bey için satılan değil iptal olmayan hizmet önemlidir. Bazen çeviremediği müşterileri Barlas’a aktarır. Barlas bu işin piridir. Diğer personellere göre daha az yorulur çünkü günde en fazla beş veya altı kişi iptal için arar. Barlas ile Ece’nin arası iyidir. Balıketli ve orta boyludur. Siyah mini etekler giyer, o da Esra gibi kırmızı rujlardan hoşlanır. Esmerdir. Yuvarlak bir surata ve yıldız gibi parlayan dişlere sahiptir. Topuklu ayakkabı giymez. Yosma bir görüntüsü ve fahişemsi hâlleri vardır. Toplum tarafından pek ahlaklı olarak nitelendirilemez. Aylak bir kadındır, rahat bir hayat yaşar. Her hafta sonu üniversiteden arkadaşları ile buluşup grup yaparlar. Bunları ofiste arkadaşlarına anlatır. Özellikle âdetliyken yaptığı seksleri her zaman farklı bir yerde tutmuştur. Buna anlam veremiyorum hatta ben bu kadına bir anlam veremiyorum. Ve geçenlerde bir kamyoncu tarafından tacize uğradığı anı öyle bir anlattı ki o gece en az iki üç tanesi bakireliğini vermiştir diye tahmin ediyorum. Bu hikâyelere nadiren Barlas’ta denk gelir; utanır ve hiçbir şey belli etmez.Barlas altmış birinci ofise girip, Orhan Bey’in odasına çıkıyor. Odada, cam bölmeli kahverengi bir masa, biblolar, reprodüksiyonlar ve jaluzili pencerelerden içeri giren parça parça güneş ışınları; masanın ortasında son buluyor. Kendisi bu işten önce marangozhane işletiyordu. Dolandırıcılığın ve paranın tadı onu kurumsallığa ve sosyetenin ilkelliğine itti. Orhan Bey; uzun burunlu, biçimsiz bir vücuda sahip ve giydiği kıyafetler ona yakışmıyor. Ortadan biraz daha uzun boylu, yakışıklı sayılabilir. Kırk beş yaşlarında burjuva bir adam. Bir o kadar da sefalet bekçisi gibidir.
‘’Günaydın efendim.’’
‘’Günaydın.’’
“Barlas,” diyor Orhan Bey “Radyo reklamları ne âlemde?”
-Efendim, Radyo 2000 ile anlaştım. Onayınızı bekliyorum. Sizin onayladığınız reklam iki dakika uzunluğunda. Günde on beş spot, dakikası iki buçuk lira ve seslendirme dâhilinde bir aylık ücreti iki bin iki yüz elli liraya tekabül ediyor.
Orhan Bey ayaklanıyor. Odada volta atmaya başlıyor.
– Satışlar?
– Efendim dün, dört bin iki yüz lira çekim vardı. Toplamda on bir satış var. Üçü yetersiz ve biri de ret verdi. On iki adet taksitli satışlarımızın sadece yedi tanesinden taksiti çekebildik. Onun dışında iptaller ve ulaşmayan kargolar var; onlarla da Esra Hanım ilgileniyor.
Radyo reklamları dolandırıcılığın legal hâlidir. Aksini iddia eden ya radyocudur ya dolandırıcı.
Medsound Şirketi satışçılarının kolektif olarak günde altı bin liralık çekim kotası vardır. Eğer bu kota tamamlanırsa on sekiz otuzdan önce çıkabilirler. Erken çıkarlar. Bu genellikle cuma günleri olur. Cuma günleri fazla data dağıtılır. Yılda üç veya dört defadır. Genellikle.
Satışlar kredi kartı ile yapılır. İlk önce seni ararlar “İyi günler efendim, ben Medsound Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden arıyorum. Sağlık danışmanı Ebru ben, nasılsınız?”
Cevap verdiğin an bir pisliğin parçası olmuş oluyorsun. Sana bu şekilde bir data yapıyorlar. Yaşını, hastalıklarını, kaç kişilik aile olduğunu ve hangi bankalarla çalışıyorsun gibi bir dizi soru yöneltiyorlar. Eğer kredi kartın varsa anketin kabul görülüyor. Ve en son “Efendim, biz hizmetlerimizi, onuncu yılımızı kutladığımız için yalnızca bu güne özel olarak yüz elli aileye sunabiliyoruz. Eğer anketiniz uygun görülürse uzman sağlık ekibimiz tarafından aranacaksınız, iyi günler.”
Bunun adına data denir. Yani hazır müşteri; keklenmeye hazır.
O yüz elli aile hiçbir zaman bitmez.
Onuncu yıl sonsuza dek kutlanır.
Datayı iki gün sonra ararsın ve dersin ki: “Medsound Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden arıyorum, hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde anketimize katılmıştınız. Bizler bu anket sonucu seçilen yüz elli aileye, onuncu yılımızı kutlamamız münasebeti ile sağlık hizmetlerimizi promosyon amacı ile sunuyoruz. Birkaç dakikalık vaktinizi alacağım.”
Prezantasyon geçmeye başlanır.
Promosyon amacı ile sunuyorlar.
Hizmet paketinin fiyatı, ailedeki birey sayısına göre değişir.
Tek kişilik aile; 389 lira
İki ve üç kişilik aile; 588 lira
Dört ve üzeri; 706 lira
Orhan Bey diyor ki: “Barlas, artık Denizli’ye satış yapılamıyor. Yeni anlaşmalar için İzmir’deki özel hastanelerle irtibata geç ve bunu bir hafta içinde bitir.”
Barlas mutlu oluyor ve ofisten çıkıp, kendi ofisine doğru yürümeye başlıyor ve içeri giriyor. Masasının üzerindeki ayrılmış dataları karıştırıyor ve tekrar ayırıyor. Hemen Zehra’yı arıyor ve yukarıya gelmesini söylüyor.
Zehra, Medsound Şirketi satışçılarının grup şefidir. Yetmiş sekizinci ofiste çalışır. İşletme mezunudur. Afrika pigmeleri gibidir. Kısa boylu ve kiloludur. Dişlektir. Medsound Şirketi’nde dişleri düzgün pek fazla kişiye rastlanamaz. Hatta Zehra’nın dişlerinin iki tanesi sarıya kaçmıştır. Bazen sarı tişörtler, penyeler ve bluzlar giyer; işte o anda dişleriyle mükemmel bir kombin yakalar. L&M sigarası içer. Yalancı ve riyakârdır. Yirmi üç yaşındadır. Saçları küt ve siyahtır. Medsound’un, Barlas’tan sonra en başarılı satış personelidir; günde en az bin lira çekim yaptırır ve prezantasyon sırasında kahkaha atmaya bayılır. Sesi telefonda kusursuz çıkar.
Çirkin kızların sesi güzeldir.
Çirkin kızlar genellikle işlerinde başarılı olurlar.
Zehra bugün, siyah bir tişört ve mavi bir kot giymiş. Postu kalın olduğu için üşümüyor. Hemen yukarı çıkıyor. Datacı kızların sesleri odayı inletir vaziyette. Barlas masasında datalarla ilgileniyor. Dışarıda yağmur var. Klima açık ama ofis yine de soğuk; Barlas farkında değil. Zehra, Barlas’ın karşısına dikiliyor.
-Günaydın Barlas Bey.
Barlas dataları uzatıyor. “Zehra,” diyor, “Al dataları, istediğini istediğine ver. Bugün altı binlik çekimi tamamlayın, erken çıkalım.”
Zehra, “Tamam Barlas Bey.” diyor ve odadan çıkıyor.
Zehra dataları dağıtıyor. Zaman geçiyor. Datacılar data yapıyor. Barlas gönderileri ve çekimleri kontrol ediyor, satışları siteye giriyor. Falancanın lokantasında öğle yemekleri yeniliyor. Yirmi beş tane kadın karşılıklı, uzun bir masada birlikte yemek yerken, Barlas ve Orhan Bey ise küçük bir masada, diğerlerinden ayrı yerler. Barlas öğle arasında bir sütlü kahve içiyor. Kızlar yine yetmiş sekizinci ofisin önünde toplanmış, aranın bitmesini bekliyorlar. Barlas yine yirmi beş adet kadını, yirmi beş adet içi kahve dolu bardağı ve yirmi beş adet yarıya gelmiş sigarayı selamlıyor. Barlas’ta yarın hastane görüşmesine gideceğinin mutluluğu var. Güzel kalçalar, içi süt dolu beyaz göğüsler, beyaz dişler ve önlükler aklından çıkmıyor. Barlas çok heyecanlı.
Saat on altıyı gösterdiğinde Barlas’ın telsiz telefonu çalıyor. Arayan Ece. Ece diyor ki:”Barlas Bey, bir müşteriyi çeviremedim. Siz ilgilenir misiniz?” Barlas, “Kimin satışı?” diyor, “Zehra.” diyor Ece. Zehra. Barlas, Zehra için, bu kızın satışları her zaman zayıf zaten, diye geçiriyor içinden ve beş dakika sonra müşteri bilgileri Barlas’a mail olarak ulaşıyor. Barlas adamı arıyor ve iptal sebebini soruyor. Adam, kredi kartından para çekilmesinden şikâyetçi. Aslında bunların hepsi adama anlatılıyor ama o anda öyle bir hipnoz ediliyorsunuz ki hiçbir şey umurunuzda olmuyor. Yirmi dakikayı aşkın bir süredir Barlas adama dil döküyor, adam Medsound’u dolandırıcılıkla suçluyor. Barlas diyor ki: “Efendim, biz on iki dalda ödül kazanmış bir şirketiz ve Avrupa standartlarına uygun İ.S.O sesli kayıt sistemiyle çalışıyoruz ve mail-order sistemi ile ödemelerinizi tahsil ediyoruz. Zaten, sizin onayınız olmadan bir lira bir kuruş çekim yapılamaz. Sesli kaydınız bankanıza ulaştırılıyor ve sizin onay kelimesini telaffuzunuz doğrultusunda tahsilatınız tamamlanıyor. Burası yılda iki milyon ciro yapan bir şirkettir. Dikkat ederseniz, sizi dört yüz kırk dörtlü bir numaradan arıyoruz.”
Ve adam ikna oluyor. Barlas telefonu kapatıp, masasına oturuyor. Fındıklı bir Nescafe içmek istiyor ama sebil bozuk, sıcak su yok.
Bu şirketin en büyük avantajı dört yüz kırk dörtlü kurumsal bir numaraya sahip olması, onun dışında her şey yalan. On iki dalda ödül kazanmış şirket mi? Avrupa standartları mı? İ.S.O mu? Yıllık iki milyon ciro he? Yapma Barlas, yapma; sebilin bozuk olduğu için sıcak su alıp kahve içemiyorsun.
Hastane anlaşmasına gideceğini bilmesinin verdiği mutluluk yine doğuyor içine. Rahatlıyor. Tıp kelimesinin açıklamasını yapamayan sağlık danışmanlarından, iptallerden, gönderilerden, sağlıklı yaşam formlarından ve tüm bu yalanlardan uzak kalmayı düşünmek onu biraz rahatlatıyor. Aslında yalan söylemek onun için problem değil ama imkânı olsa söylemek istemez.
Barlas yalan söylediğinin farkında olamayacak kadar bu düzenin kölesi olmuş durumda.
On sekiz otuz oluyor ve Barlas müthiş bir huzurla şirketten ayrılıyor. O bunun en büyük sosyal faaliyeti ve bunu tatil olarak görüyor, bu seyahatlerden çok büyük keyif alıyor. Üstelik bu sefer İzmir! Bu onu daha da heyecanlandırıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye Roman (Yerli)
- Kitap AdıSineklerin Kanadı Yoktur
- Sayfa Sayısı172
- YazarMurat Aydın
- ISBN9786051284323
- Boyutlar, Kapak14x20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİkinci Adam Yayınları / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ölüler Konuşamaz ~ Dilara Keskin
Ölüler Konuşamaz
Dilara Keskin
Hayallerine kavuştuğu, mutlulukla yeni tanıştığı anda kaybolan Gökçe’nin yokluğu, en çok dostlarını etkiler. Yıllar sonra bile çözülmeyi bekleyen olayı araştıran arkadaşları, önce kendi hayatlarındaki...
- Yenilgiden Dönerken ~ Ali Ayçil
Yenilgiden Dönerken
Ali Ayçil
“Ben o yenilgiyi sevdiğimde, içimde bir zafer şarkısı vardı. Bir bakış, simitlere, sıcak çaylara, işçi tulumlarına, dilenci ellerine yapışıp kalmış bir bakış, nereye gitsem,...
- Süt Lekesi ~ Esra Ezmeci
Süt Lekesi
Esra Ezmeci
Her insan lekeli midir? Ne zaman bulaştı bu lekeler bize? Habil ile Kabil zamanında mı? Bir yara mıdır bu leke, bir nişan mıdır yoksa?...