Sis an be an yoğunlaşıyor, sonra sanki kalkacakmışçasına ansızın yükseliyor, sokak ve geçen arabalar görülebiliyordu. Clara sokakta, sisin içinde yol alıyordu. Çevresindeki sözcükler gitgide daha uzaklaşıyor ve tizleşiyordu, tıpkı telefondaki sesler gibi. Korku duymadan, neredeyse hiçbir beklentisi olmadan bitirme sınavı aklına düştü. Bitirme sınavlarına hazırlanmak yerine hava kararırken Buenos Aires’in puslu caddelerinde, sürprizlerle dolu meydanlarında, cazın ve taze fikirlerin beraber çınladığı bar ve kafelerinde gezinen Juan, Clara ve dostlarının macerasıdır Sınav. Cortázar 1950 yılında Sınav’ı yazdıktan kısa bir süre sonra Buenos Aires’ten hayatının geri kalanını geçireceği Paris’e taşındı. Romanın okurla ilk buluşması ancak yazarın ölümünden sonra, 1986’da gerçekleşti. Sınav, Cortázar’ın Seksek’ten diğer birçok öyküsüne nice fikrinin tohumlarını attığı deneysel bir anlatı olmasının yanında dönemin Arjantin toplumuna dair eleştirel bir bakış da sunuyor.
1
“Il y a terriblement d’années, je m’en allais chasser la gibier d’eau dans les marais de l’Ouest– et comme il n’y avait pas alors de chemins de fer dans le pays où il me fallait voyager, je prenais la diligence…”1 “Hadi bakalım inşallah iyi vakit geçirir, bir alay da keklik avlarsın.” Sınıfın kapısından uzaklaşırken Clara bunları aklından geçirdi. Uzaklaştıkça okuyanın sesi hafifleşti. Ev’in odaları ne iyi yalıtılmıştı; geçidin derinden gelen uğultusuna dönmek için birkaç metre gerilemek yeterli oluyordu. Merdivene doğru yürüdü, sonra kararsız kalarak sahanlığa vardığında durdu. Durduğu yerden Çağcıl İngiliz Romanı, Bölüm 1’i okuyanı rahatça işitebiliyordu. Juan’ın bu dersliklerden birinde olması uzak bir olasılıktı. “İşin en sıkıcı yanı da onun yaptıklarından hiç emin olamamak,” dedi kendi kendine Clara. Derken, gidip emin olmak istedi, öfkeyle notlarını koyduğu dosyayı sıkarak sola döndü, gerçi ne yana döndüğünün önemi yoktu ya. “Was there a husband?” “Yes. Husband died of anthrax.” “Anthrax?” “Yes,there were a lot of cheap shaving brushes on the market just then”
Bir an durup Juan’a bakmanın bir zararı ol “some of them infected. There was a regular scandal about it.” “Convenient,” suggested Poirot.2 Ama yoktu orada. Yedi kırk; Juan ise yedi buçuğa söz vermişti. Koca ahmak seni. Şu dersliklerden birine tıkılmıştır, Ev’in asalaklarıyla dirsek dirseğe oturmuş duymadan dinliyordur kesin. Daha önce, sahanlığın yanı başında, giriş katında buluşmuşlardı ama herhalde bu kez Juan birinci kata çıkmaya kalktı. “Ne ahmak! Sakın gecikmiş olmasın, sakın…” Daha önce geciken kendisi olmuştu. “Hadi bakalım karşıdaki geçide bir gidelim, kesin oralara takılmıştır bu,” “dans les mélodies nous l’avons vu, les emprunts et les échanges s’effectuent très souvent par–3 yok, orada da yok.” “Okuyanın sesi güzelmiş,” dedi kendi kendine Clara, kapının yanı başında durarak. Derslik iyice aydınlatılmıştı; kapıdaki kartın üstünde, okunan kitabın adı yazılıydı: Le Livre des Chansons, ou Introduction à la Chanson Populaire Française [Şansonlar Kitabı ya da Fransız Halk Türkülerine Giriş] Henri Davenson. Bölüm II, okuyan: Sr. Roberto Chaves. “Geçen yıl La Bruyère okuyan bu olmalı,” diye aklından geçirdi Clara. Okuduğunu öne çıkarmayan hafif bir ses, beş saatlik okuma süresiyle rahatça başa çıkabiliyor. Derken okuyan kısa bir ara verdi ve sessizlik sanki tepeleme dolu bir kaşık tapioca muhallebisi gibi döküldü. Dinleyiciler sessizliğin süresinden, bunun bir paragraf sonu mu yoksa sayfa sonundaki bir açıklama notu mu olduğunu ayırt edebiliyordu. “Bu bir gönderme,” diye düşündü Clara. Okuyan yeniden başladı:
“Voir là-dessus la seconde partie de la thèse de C. Brouwer, ‘Das Volkslied in Deutschland, Frankreich’…” İyi okuyor, en iyilerinden biri. “Ben olsam böyle okuyamam, dikkatim dağılır, at gibi koştururum.” Üstelik yüksek sesle okumaktan kaynaklanan durmak bilmeyen esnemeler; beşinci sınıfta Senyorita Capello’nun ona Marianela’dan parçalar okutmasını anımsadı. İlk birkaç sayfa her şey yolunda gitmişti, derken esnemeler, boğazını ve ardından ağzını usul usul ele geçiren boğulma duygusu, melek yüzlü Senyorita Capello’nun kendinden geçmiş dinleyişi, esnemeye engel olabilmek için zorunlu duraklamaları –şimdi de aynı duyumsamayı, okuyana aktararak ona acıdı, acınası yaratık derken yeniden bir sonraki esnemeye değin okuması, yok kesinkes Ev’in işine yaramazdı kendisi. “İşte Juan,” diye düşündü.
“İşte geliyor, hem de sanki bu dünyada değil, öylesine sakin, her zamanki gibi.” Ama gelen Juan değildi, yalnızca ona benzeyen biriydi. Clara öfkelenerek geçidin öte yanına yollandı, burada okumalar yoktu, ama Ramiro’nun kahvesinin kokusu sarmıştı her yanı. “Ramiro’dan öfkemi dindirecek bir çare isteyeyim bakalım.” Juan’ı bir başkasıyla karıştırmış olmak onu huzursuz etmişti. Şişko Herlick ne derdi: “Gördün mü? Gestalt tuzakları bunlar: Üç çizgi versinler sen tüm resmi çiz. Verilen: oldukça sıska bir beden, ve kestane rengi saçlar, kendine özgü, bir Buenos Aires avareliğini sürükleyerek yürüme biçimi; işte Juan’ı çizersin.” Gestalt istediğini… Ramiro, ah Ramiro, ne iyi olurdu bir fincan kahve satsan bana, ama kahve yalnızca okuyanlar ve Dr. Menta için. Kahve ve okumalar: Ev. Ve sekize çeyrek var. İki genç kadın neredeyse koşarak çıktılar bir derslikten. Kuşların birbirini gagalaması gibi aralarında birkaç sözcük alıp verdiler ve merdivene seğirtme telaşından Clara’yı görmediler bile. “Başka bir kitabın başka bir bölümünü dinlemeye gidebilirler.
Sanki bir radyo düğmesi çevirir gibi, Lohengrin’den bir tangodan vadeli piyasa haberlerine, garantili buzdolaplarına, Ella Fitzgerald’a… Ev bu tür gevşeklikleri yasaklamalı. Biri bitmeden ötekine geçmek yok, sevgili dinleyiciler, Zogoibi bitmeden Stendhal’i almak yok.” Ama Ev’de, kültür kölesi Dr. Menta’nın sözü geçiyordu. Kitap okuyun böylece kendinize ulaşacaksınız. Basılı harflere, okuyanın sesine inanın. Tinin ekmeğini kabul edin. “Bu iki kadın çıkıp Menghi’ nin okuduğu Rus romanını ya da Senyorita Rodríguez’in döktürdüğü İspanyol şiirini dinleyecek türdendir. Her şeyi çiğnemeden yalayıp yutmaya hazırdır bunlar; çıkışta da aman ha hiç zaman yitirmesinler diye Ev’in kantininde bir sandviç atıştırıp doğru sinemaya ya da bir konsere koşarlar. Bunlar son derece kültürlüdür; üstündür. Bilmişliğin böylesi doruğa ereninin bir eşine rastlamamışımdır…” Çünkü bunlardan birine dönüp de, acaba bu kentte, öteki illerimizde, bu ülkede, yarıküremizde, şu kutsal yeryüzünde neler olup bitmekte olduğuna ilişkin ne düşündüğünü sormak yararsız olacaktır. Veriler mi? İstediğinden fazlası: Arşimet, ünlü matematikçi, Medici ailesinden Lorenzo, Giovanni’nin oğlu, Çizmeli Kedi, Perrault’nun başdöndürücü bir masalı, işte böyle sürüp gidebilir…Yine geçidin ilk durduğu tarafına döndü. Birtakım kapılar kapalı, havada insanın içini sıkan böcek vızıltısı, okuyanların sesi. Les Temps Modernes [Modern Zamanlar], No. 50, Aralık 1949. Okuyan:
Dr. Osmán Caravazzi. “İşte bu dergi dinleme işini bir deneyebilirim,” diye düşündü Clara. “Eğlenceli olabilir, ilkin bir konu, derken bir başkası, hiç aralıksız film izlemek gibi: Okuma siz girince başlıyor.” Üstüne çöken bitkinliği duyumsadı, geçidin aşağıya, üstü açık avluya baktığı tarafına yöneldi. Yıldızlar görünmüş, lambalar yanmıştı. Clara soğuk kanepelerden birine oturup çantasındaki bademli Dolca çikolatasını arandı. Yukarıdaki pencerelerden birinden kuru ve duru bir ses geliyordu. Moyano ya da Balzac’ın tümünü toplam üç yılda okuyan Dr. Bergmann. Kuşkusuz eğer Bustamente değilse… Dördüncü kattaki Dr. Wolff olmalı, genizden konuşması ile Wolfgang genzel Goethe genzel; ve minik Mary Robbins, Nigel Balchin’i okuyan. Clara çikolatanın yüreğini yumuşattığını ayrımsadı, artık kocasına öfkeli değildi; saat sekizde köşede çalan büyük saatin çanları artık onu huzursuz etmiyordu. Aslına bakılırsa Ev’e geldiği için suç kendisindeydi, çünkü okumalar kahrolası Juan’ın umurunda bile değildi. İlginç derslerin açılmasının ya da özgün konuşmaların düzenlenmesinin güç olduğu bu zamanlarda Ev, tini besleyen ekmeğin sıcak tutulması işine yarıyordu. Sic. Böyle. Gerçekten işe yaradığı nokta ise, bir yandan Dr. Menta ile fakülte dekanının bulup buluşturduğu yararlı işlerden oluşan yoğun bir programı izlerken bir dostla buluşmak ve onunla kısık bir sesle söyleşme fırsatı sağlamasıydı. “Ama, kuşkusuz doktor, kuşkusuz; gençlik, bildiğimiz gençlik, evde kapak açtıkları yok. Oysa siz onların bu yapıtları, en üstün nitelikli okuyanların sesinden dinlemesini sağlayabilirseniz (profesörlük ücreti alıyordu bu üstün yetenekler), balla yoğrulmuş sözcüklerin yutulmaması olanaksız, değil mi Dr. Menta? Dr. Menta… Ama her yaptığı serseriliği kafamda yeniden kurmaya başlarsam Ev’in yaptıklarının doğruluğuna inanmaya başlayacağım,” dedi kendi kendine Clara. Dolca çikolatasını sonuna dek ısırmayı seçti. Sonuçta, Ev o denli de kötü sayılmazdı. Evrensel kültürün yayılması bahanesi altında Dr. Menta düzinelerce okutman ve okuyana iş bulmuştu ama okuyanlar okuyor, kızlar da onları dinliyordu (özellikle de kızlar, hep örnek öğrenciydi bunlar ve bu yararlı yoğun programı hiç aksatmazlardı), bu olan bitenden geriye bir şeyler kalacaktı; Nigel Balchin’den öte bir şey olmasa bile. “Yarın gece,” diye açıkladı Juan.
“Bitirme sınavı. Evet, öğlen yemeği yiyeceğiz kuşkusuz. Sonra da kesinlikle doğru konsere. Sınav gece olacak. Her şeye zaman kalacak.” Juan telefonu kapatınca, kayınpederiyle konuşurken bağlantının ne kötü olduğunu, zamanın geç olduğunu, havanın da karardığını düşünüp içinde öfke kabarırken Abel’in, Carlos Pellegrini Caddesi’ne açılan kapıdan bara girdiğini gördü. Maviler giymiş olan Abel’in yüzü solgun, bedeni incecikti; her zamanki gibi kimseyle göz göze gelmeden yengeçlemesine yampiri yampiri yürüyor, masalardan çok, insan yüzlerinden kaçınıyordu. “Abelito,” diye fısıldadı Juan barın tezgâhına abanarak. “Abelito!” Ama Abel onu görmeden ya da daha büyük olasılıkla görmek istemeden bir başka köşede kaldı, gözlerini duvara dikti. Juan önündeki kahveyi karıştırdı. Canı kahve istemediği halde alışkanlıktan ısmarlamıştı. Bir şey ısmarlamadan barlardan telefon etmek hoşuna gitmezdi. Arkadan bakınca Abel daha sıska ve kamburu çıkmış görünüyordu. Görüşmeyeli ne çok olmuştu, eskiden Abelito’nun böyle bir mavi takımı yoktu. “Parası var demek,” diye düşündü Juan. Gerçekte, en doğal olan Abelito ile uzaktan da olsa, el sıkışmadan da olsa selamlaşmaları olurdu. Abel ile hiç bozuşmamışlardı. İnsan nasıl olur da Abel ile bozuşabilirdi? Öğrenciliğinde eve geç döndüğünde evde, banyoda rastladığı tuhaf tipleri hayal meyal anımsadı. Yazık doğrusu, Abelito’yu bunlarla karşılaştırmak biraz fazla kaçıyor…
Ilık, çok şekerli kahveyi mideye indirdi, içinde karnabahar bulunan torbasını sevecenlikle süzdü. Torbayı daha bara girdiği ilk anda tezgâhın üstüne, telefonun hemen yanı başına yerleştirmişti, biri tutup da bir dirsek ya da el atmasın diye. Şimdi gömlekli sarışın bir adam telefonda haykırarak konuşuyordu. Juan bir kez daha barın ta öte ucunda oturan Abel’e bir göz attı, parasını ödedi ve torbasını özenle taşıyarak dışarı çıktı. Kendini aceleyle yürüyen yayalardan sakınarak Cangallo Sokağı’nda yürümeye başladı. Hava sıcaktı, kalabalık vardı. Köşe başlarındaki kafeler dolmuştu.
“Daha bu saatte, bu herifler burada ne halt ediyor?” diye düşündü Juan. “Kim bilir ne yaşamların, ne ölümlerin kuluçkasına yatmışlar. Ben de ne halt etmeye Ev’e gidiyorum şimdi, ne işim var orda? Bana kalsa Abel’e takılmak, gidip neden böyle kırışıkları yeni ütülenmiş duygusuz bir suratla dolaştığını sormak daha iyi olurdu. Onu öyle orada, kafede görünce, o bir anlık şaşkınlıkla, belki de Abelito… ama işin gerçeği Abelito’yu kimse sevmiyordu; ona kafede rastlamak için bundan iyi neden mi ararsın? Yazık Abel’ciğe, öyle yapayalnız, öylesine arayış içinde. “Eğer bizi gerçekten arıyor olsaydı, çoktan bulmuş olurdu,” diye düşündü. Libertad Caddesi’ni geçti, Talcahuano Caddesi’ni geçti. Ev’de perşembeleri yanan tüm fazladan ışıklar ışıl ışıldı. “Tek bir derslik bile boş değil, altı bin dinleyiciyi binlik desteler halinde toplamışlar. Menta, Kavanagh’ın olmamasına ne üzülüyordur…” Belki de çalışma odasındadır, siyahlarını ya da lacivertlerini çekmiş, başvuru dilekçelerini inceliyor, iyi niyet dolu bir tavırla kitleyi yönlendiriyordur, Dostoyevski kursumuzu yinelememiz gerektiğine inanıyoruz, bir de Ricardo Güiraldes. Orta Amerika dergileriyle çok zaman yitiriliyor. Sinematek ne zaman açılacak? Dr. Menta üzüntülerini bildirmekte, ama 31 No’lu derslikte daha altı haftaya yetecek Pérez Galdós okuması var. “Hiç de kolay değil Ev’i yönetmek,” diye aklından geçirdi Juan. Basamakları ikişer ikişer tırmandı ve koşarak dışarı çıkan düğme burun Gómez’le neredeyse çarpışıyordu.
“Aynasızlardan kaçıyorsan milleti uyar önceden.”
“Daha beter durumdayım, şişko Maers’den kaçıyorum,” dedi düğme burun. “Kadın beni ne zaman oltaya
düşürse Darwin’i ve insansı maymunların davranışlarını
açıklamaya girişiyor.”
“Vay anasını,” dedi Juan.
“Aynen; bana durmadan ailesini, Ramos Mejía’da
oturan kız kardeşini anlatıyor. Görüşmek üzere. Her şey
yolunda değil mi?”
“Evet, yolunda. Senden ne haber?”
“Faiz kazançlarına yazıldım,” dedi düğme burun ve
hüzünlü tavrıyla çekip gitti.
Juan geçidi geçerek, kesinkes-öfkeden-deliye-dönmüş Clara’nın oturduğu avluya çıktı.
Arkasından yaklaşıp onu gıdıkladı.
“İğrençsin,” dedi Clara elinde kalan Dolca’yı ona
uzatarak.
“Doğum günü kokuyorsun. Yer aç da oturayım. Kurban havandasın, işlikte deney kobayı, Dr. Menta üzüntülerini bildirmekte.”
“Midemi bulandırıyorsun.”
“Beni pınarları, dağları karşıladığın gibi karşılıyorsun.”
“Saat sekizi yirmi geçiyor.”
“Evet, zaman sürüyor ve gelip bizi geçiyor.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat
- Kitap AdıSınav
- Sayfa Sayısı304
- YazarJulio Cortázar
- ISBN9789750737442
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Acı Çikolata ~ Laura Esquivel
Acı Çikolata
Laura Esquivel
İçinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan roman
- Deniz Kenarında ~ Abdulrazak Gurnah
Deniz Kenarında
Abdulrazak Gurnah
Deniz Kenarında göç deneyiminin yol açtığı kimlik karmaşası, aidiyet sorunu ve kültürel etkileşim üzerine sarsıcı bir roman. Ülkesinden sahte bir pasaportla kaçıp İngiltere’ye sığınma...
- Labirentindeki General ~ Gabriel Garcia Marquez
Labirentindeki General
Gabriel Garcia Marquez
Irmak boyunca ona talihsizliklerini anlatan eski kurtuluş ordusu subayları ve erlerine karşı öylesine cömert davranmıştı ki, Turbaco’ya geldiğinde yolculuk için elinde bulunan maddi olanaklarının...