Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Simit Ekonomisi – 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu
Simit Ekonomisi – 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu

Simit Ekonomisi – 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu

Akın Emre Pilgir, Kate Raworth

“Eğer yeni bir ekonomi öyküsü yazmak istiyorsak, eskileri geçmiş yüzyılın ders kitaplarına gömecek yeni resimler çizmek zorundayız.” Kate Raworth, Simit Ekonomisi’nde miras aldığımız tahripkâr…

“Eğer yeni bir ekonomi öyküsü yazmak istiyorsak, eskileri geçmiş yüzyılın ders kitaplarına gömecek yeni resimler çizmek zorundayız.” Kate Raworth, Simit Ekonomisi’nde miras aldığımız tahripkâr endüstriyel ekonomileri yenileyici ekonomilere dönüştürmek ve mevcut fikirlerin en iyilerini bir araya getirerek sürekli evrim geçiren yeni bir ekonomik zihniyet yaratmak için yedi hedef ortaya koyuyor. 21. yüzyılın ekonomik düşüncesinin kalbine büyümeden ziyade gelişmeyi, adaleti ve hakkaniyeti yerleştirerek, bize ev sahipliği yapan dünyayı idare etme sanatına sürdürülebilir hedeflerle yön verebileceğimiz yepyeni bir resim çiziyor!Dr. Mahfi Eğilmez’in sunuş yazısı ile.

KATE RAWORTH, Oxford Üniversitesi’nde Siyaset, Felsefe ve Ekonomi lisansının ardından aynı üniversiteye bağlı Kalkınma Ekonomisi Programı’nda yüksek lisansını tamamlamıştır. Kendisini 21. yüzyılın sosyal ve ekolojik güçlüklerine değinen ekonomi düşüncesinin izini sürmeye adamış bir iktisatçıdır. Oxford Üniversitesi Çevresel Değişim Enstitüsü’nde kıdemli misafir araştırma görevlisi olarak çalışmakta ve dersler vermektedir. Ayrıca Cambridge Sürdürülebilirlikte Liderlik Enstitüsü’nün paydaşlarından olup, Schumacher Koleji’nde Dönüşüm Ekonomisi Programı’nda da ders vermeyi sürdürmektedir. Uluslararası arenada takdir almış fikri “simit ekonomisi”, sürdürülebilir kalkınma düşünürleri, ilerici işletmeler ve politik eylemciler arasında geniş bir etkiye sahip olmuştur. Temel fikirlerini BM Genel Meclisi’nden İşgal Hareketi’ne çok çeşitli kitlelere sunmuştur. Financial Times, Wall Street Journal, New Statesman, CNN ve Al-Jazeera gibi medya organlarında makale ve röportajlar kaleme almıştır. On yıldır, Oxfam’ın kıdemli araştırmacılarından biri olarak çalışmaktadır. www.kateraworth.com / www.facebook.com/doughnuteconomics

İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR 11
SUNUŞ 15
KİM İKTİSATÇI OLMAK İSTER? 21
1. HEDEFİ DEĞİŞTİR 49
2. BÜYÜK RESMİ GÖR 79
3. İNSAN DOĞASINI GELİŞTİR 113
4. SİSTEMLERİ KAVRA 149
5. BÖLÜŞTÜRMEK İÇİN TASARLA 183
6. YENİLEMEK İÇİN YARAT 227
7. BÜYÜME KONUSUNDA AGNOSTİK OL 265
ŞİMDİ HEPİMİZ BİRER İKTİSATÇIYIZ 307
EK: SİMİT VE VERİLERİ 315
SON NOTLAR 321
KAYNAKÇA 345
DİZİN 361

“Ekonominin en güçlü aracı para ya da matematik değil, bir
kalemdir. Bir kalemle dünyayı yeniden çizebilirsiniz”.

TEŞEKKÜR

Bu kitap 25 yıllık ekonomiyi öğrenme, unutma ve baştan öğrenme çabalarının ürünüdür ve bu uzun yolculukta bana ilham verdikleri için teşekkür etmek istediğim pek çok insan var. İlk teşekkür edeceğim kişiler, ilham verici dersleri olmasaydı en başta iktisatçı gibi düşünmenin cazibesine asla kapılmayacağım ekonomi hocalarım Andrew Graham, Frances Stewart, Wilfred Beckerman ve David Vines. Ayrıca derslerine girme ayrıcalığına eriştiğim, özellikle Oxford Üniversitesi’nin Çevresel Değişim Enstitüsü’nde ve Schumacher Koleji’nde okuyan öğrencilerime minnettarım. Büyük oranda onların yaratıcılığı ve yeni düşünme tarzına açık oluşları sayesinde, gelecekte yegâne evimiz olan gezegeni yönetecek idarecilere çok güveniyorum. Bu kitaptaki fikirlerin çoğu, son beş yılda çeşitli ülkelerde, Oxfam’dan meslektaşlarımla, üniversite öğrencileriyle, İşgal Hareketi’nden eylemcilerle, şirket yöneticileriyle, BM delegeleriyle, hükümetlerdeki politika üreticilerle, STK’larla, akademisyenlerle ve biliminsanlarıyla yaptığım simit tartışmalarında gelişti. Herkese teşekkür ederim. Özellikle bana simidi yaratma fırsatı verdiği için Oxfam’a müteşekkirim.

Harikulade yayın temsilcilerim Maggie Hanbury, Robin Straus ve Harriet Poland, baştan beri bana muazzam destek sundular. Ayrıca, mükemmel ve isabetli önerileriyle tavsiyelerinden ötürü Penguin Random House’taki editörüm Nigel Wilcockson ile Chelsea Green’ den Joni Praded’e; üretim aşamalarında kitaba kılavuzluk etmiş nüsha editörleri Beth Humphries ve Penguin Random House’tan Rowan Borchers’a çok minnettarım. Teknik uzmanlık destekleri ve tavsiyelerinden ötürü, Oxfam’dan Joss Saunders’e, Marla Guttman’a ve Reed Smith’ten Laura Crowley’e, Capital Institute’tan John Fullerton ve Nora Bouhaddada’ya teşekkür ederim. Bu kitaba ve fikirlerine cömert desteklerinden ötürü Diana Ives ve Kendeda Vakfı’na özel teşekkürlerimi sunuyorum: Desteğiniz paha biçilmezdi.

Metnin taslaklarını okuyup mükemmel yorumlarda bulunan Alan Doran, Carl Gombrich, Andrew Graham, George Monbiot ve Garry Peterson’a da çok müteşekkirim. Olağanüstü veri analizleri için Richard King’e, güzel grafiklerinden ötürü Marcia Mihotich’e ve ikonik simit çizimleri için Christian Guthier’e özel olarak teşekkür ediyorum. Birçok cömert insandan kitap için yararlı yorumlar, fikirler ve tavsiyeler aldım. Onları saymak istiyorum: Adam Alagiah, Myles Allen, Graham Bannock, Alex Cobham, Sarah Cornell, Anna Cowen, Ian Fitzpatrick, Josh Floyd, Antonio Hill, Erik Gómez-Baggethun, Tony Greenham, Hugh Griffith, Emily Jones, William Kamkwamba, Finn Lewis, Bernard Lietaer, Nick Lloyd, Eric Lonergan, André Maia Chagas, George Marshall, Clive Menzies, Forrest Metz, Asher Miller, Tom Murphy, Cathy O’Neill, Rob Patterson, Joshua Pearce, Johan Rockström, Emma Smith, Niki Sporrong, Robin Stafford, Will Steffen, Joss Tantram, Ken Webster, Tommy Wiedmann, Rachel Wilshaw ve John Ziniades. En büyük teşekkür, bu kitap için yaptığımı röportajlarda ilham verici sohbetlerimiz için Janine Benyus, Sam Muirhead ve Yuan Yang’a gitsin.

Birçok meslektaşımın ve dostumun desteğini almaktan ötürü çok memnunum. İsimleri Sasha Abramsky, Al-Hassan Adam, Steve Bass, Sarah Best, Sumi Dhanarajan, Konstantin Dierks, Joshua Farley, Flora Gathorne-Hardy, Maja Göpel, Alissa Goodman, Duncan Green, Thalia Kidder, Sarah Knott, Diana Liverman, Ruth Mayne, Eka Morgan, Annalise Moser, Tim O’Riordan, Angelique Orr, Trista Patterson, Pete Shepherd, Claire Shine, Kitty Stewart, Julia Tilford, Tom Thornton, Katherine Trebeck, Aris Vrettos, Kevin Watkins, Stewart Wallis, Tim Weiskel, Anders Wijkman ve Rebecca Wrigley. Yazmanın en zor olduğu anlarda, beş insan bana olağanüstü tavsiyeler verdi: En derin teşekkürlerim Phil Bloomer, Alan Buckley, Jo Confino, Julian Masters ve Jo de Waal’a.

Yeni ekonomik düşüncenin peşinde koştuğum yıllarda, yazılarıyla bana “işte bu” dedirterek artık geri dönmenin imkânsız olduğu kapılar açmış birçok düşünürden ilham aldım. Hepsine teşekkür ediyorum: Michel Bauwens, Eric Beinhocker, John Berger, Janine Benyus, David Bollier, Ha-Joon Chang, Robert Costanza, Herman Daly, Diane Elson, Nancy Folbre, John Fullerton, Yann Giraud, Sally Goerner, Tim Jackson, Steve Keen, Marjorie Kelly, George Lakoff, Bernard Lietaer, Hunter Lovins, Manfred Max-Neef, Donella Meadows, Mary Mellor, Elinor Ostrom, Jeremy Rifkin, Johan Rockström, Amartya Sen, Juliet Schor, Fritz Schumacher, Will Steffen, John Sterman, Arron Stibbe ve Ken Webster.

Ekonomi maceralarıma verdikleri desteği hiç kesmedikleri için anne babam Jenny ve Ricky Raworth ve kız kardeşim Sophie’ye derin şükranlarımı sunuyorum.

Sonuncusu ve en önemlisi sevgisi, sohbeti ve ebeveyn olarak desteği olmadan bu kitabı asla tamamlayamayacağım hayat arkadaşım Roman Krznaric’e ve her çocuk gibi güvenli ve adil bir yüzyılda büyümeyi hak eden çocuklarımız Siri ve Cas’e teşekkür ediyorum.

SUNUŞ
Kate Raworth’un Simit Ekonomisi
Üzerine Düşünceler

Bugüne dek kapitalist sistem birçok kriz yaşadı. Bunların en ağırları; 1873’te başlayan Uzun Depresyon, 1929’da başlayan Büyük Depresyon, 2008’de başlayan ve halen devam eden Küresel Kriz’dir. Kapitalizmi açıklayan teori olan, Adam Smith ile başlayıp devam eden klasik ekonomi teorisi, 1870’lerdeki krizden sonra neoklasik yaklaşımla revize edildikten sonra, 1929 Büyük Depresyonu’nu takip eden süreçte sorgu masasına yatırıldı. Böylece ilk kez geçerli olan ekonomi teorisinin bir işe yarayıp yaramadığı tartışma konusu oldu. Ardından Keynesyen ekonomi teorisinin tamamlayıcı katkıları devreye girdi. Böylece ana akım ekonomi teorisi klasik, neoklasik ve Keynesyen teorilerin bir karışımı haline geldi. Sonradan bu yaklaşıma çeşitli katkılar yapılmış olsa da, ana çerçeve hep neoklasik teori ve Keynesyen teorinin bir karışımı olarak kaldı.

Küresel kriz, bütün bu katkılarla yetkinleşmiş olduğu düşünülen ana akım ekonomi teorisinin krizi öngörmek ve önlemek bir yana, krizden çıkışta bile işe yarayıp yaramadığı sorusunu gündeme taşıdı.

Birleşik Krallık başbakanı Gordon Brown’ın kriz dönemlerinin geride kaldığını açıklamasından ve FED başkanı Ben Bernanke’nin “Büyük Ilımlılaşma”yı selamlamasından kısa bir süre sonra çıkan küresel kriz, o zamana kadar dikkatlerden kaçmış olan Minsky’nin “istikrarın istikrarsızlık yarattığını” açıkladığı hipotezini gündeme taşıdı. Bu bağlamda, Kate Raworth’un değindiği konu çok önemli: “Gordon Brown şu itirafta bulunmuştu: Tek tek kurumlara bakan gözetleyici bir sistem yaratmıştık. Bu koca bir hataydı. Riskin sistemin geneline yayıldığını fark etmedik, farklı kurumların birbiriyle nasıl karmaşık ilişkiler kurduğunu anlamadık ve hakkında çokça konuşmamıza rağmen işlerin ne çapta küresel bir boyuta ulaştığını göremedik.” Küreselleşmeye, hatta küresel krize gelinceye kadar büyük eleştirilerle karşılaşmamış olan ekonomi biliminin bu krizi öngörüp de önleyici tedbirleri önerememesinin nedeni neydi? Raworth’a göre bunun nedeni ekonomi teorisinin yetersizliği ve öngörüsüzlüğü ve daha da önemlisi karar alıcı pozisyonlarda bulunan kişilerin kökleri 1850’lere kadar giden ekonomi teorisine göre yetişmiş olmalarıdır. Bir başka ifadeyle, insanların bilerek ya da bilmeyerek 21. yüzyılın getirdiği yenilikleri, küreselleşmeyi içermeyen yanlış bir kurguyla koşullanmış olmalarıdır.

Bugün ekonomi eğitimi alanlar, bundan 150 yıl önce ekonomi eğitimi alanlar gibi, öğrenimlerine aynı şekle bakarak başlıyorlar. Bu ünlü şekil Britanyalı iktisatçı William Stanley Jevons’un, Newton’ın hareket kanunlarını anlattığı şemalardan yola çıkarak, talep kanununun işleyişini göstermek amacıyla çizdiği şekildir. Dünya değişti, algılar, anlayışlar değişti ama bu şekil hiç değişmedi. Buna Keynesyen iktisadın eklediği şey, ekonominin büyüklüğünü ve büyümesini ölçmekte kullanılan GSYH (Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla)’dir. Ölçtüğü şeyin refahı veya geliri ne kadar temsil ettiği tartışmalı da olsa, GSYH, karşılaştırma ölçüsü olma durumunu hiç kaybetmedi. Koskoca ekonomi teorisi yıllardır GSYH’ye sıkışıp kalmış görünüyor. Raworth, Simit Ekonomisi’nde her şeyden önce GSYH’nin doğru bir ölçü olmadığını öne sürüyor. Bu konuda çok haklı. Örneğin çevreye verilen zarar bu ölçünün içinde bulunmuyor. Buna karşılık, o zararı gidermek için yapılan harcamalar ise GSYH’ye dahil oluyor.

Raworth, ekonomi eğitimi almamış olanların da bu eğitimi almış olanlarla aynı koşullanmaların içinde olduğu kanısında. Hayatında ekonomi okumamış olanların da bu etkilerden uzak kalmış olması pek olası değil. Tartışmaları ve yazılanları görmemiş olsak da, bunları duyup etkilenmemek pek mümkün değil. İşte orada, bu yanlış kurgulamalardan kurtulma zorluğu başlıyor. Keynes’in Genel Teori’de dediği gibi, “Sorun yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz, zihinlerimizin her köşesini kuşatmış eski fikirlerdedir.”

21. yüzyıl, özellikle de küresel kriz, bu eskimiş ve yetersiz hale gelmiş ekonomi teorisine birçok yerden yöneltilen saldırı ve eleştirilere sahne olmaya başladı. Post Otistik İktisat ve Davranışsal İktisat bunlardan en bilinenleri. Bu akımlar, günümüz ana akım ekonomi öğretisini birçok yaklaşımı yüzünden eleştiriyorlar. Bunların en başında ana akım ekonomi teorisinin insanların rasyonel bireyler olduğunu kabul eden temel varsayımı geliyor. Raworth’un deyişiyle “rasyonel ekonomik insanı yalıtılmış (başkalarının tercihlerinden etkilenmeyen) bir birey olarak tarif etmek, ekonomiyi modellemek için son derece elverişli olmuştur, fakat disiplinin içinde dahi yıllarca sorgulanagelmiştir.”

Rasyonel insan kurgusuna ilk itiraz Henri Poincare’den gelmişti. Poincare, insanların rasyonel olduğunu öne süren teorilerin “insanların koyun gibi davranma eğilimlerini” göz ardı ettiğine işaret etmişti. Oysa insanlar birçok durumda koyun gibi birlikte hareket ederler ve bu toplu hareketler çoğunlukla irrasyonel tavırlar getirir. Gerçekten de insanlar özellikle korku ya da kuşku yaratan bir durumda, kalabalıkla birlikte rasyonel tavırların dışında hareket etmeye eğilim gösterirler.

Raworth, kitabının temel önermesi olan simidi şöyle tanımlıyor: “Simit, özü itibarıyla şöyledir: Kimsenin altına inmemesi gereken bir toplumsal tavanla kimsenin ötesine geçmemesi gereken küresel baskıların yarattığı ekolojik tavan. Herkesin güvenli ve adil bir şekilde yaşayacağı alan bu ikisi arasında kalmaktadır. Simidin iç halkası (yani toplumsal tabanı) kimsenin eksik bırakılmaması gereken on iki temel ihtiyacı sıralar. Bu on iki temel ihtiyaç şunlardır: Yeterli miktarda gıda; temiz su ve düzgün bir sıhhi temizlik; enerjiye ve temiz yemek pişirme imkânlarına erişim; eğitime ve sağlığa erişim; düzgün barınma şartları; asgari bir gelir ve düzgün bir iş; son olarak bilgi ve toplumsal destek ağlarına erişim.”

Yazara göre 21. yüzyılın amacı, insanlar için bu simidin içine girmek olmalıdır. İşte burada kritik soru çıkıyor karşımıza: “Eğer insanlığın 21. yüzyıldaki hedefi simidin içindeki alana girmekse, hangi ekonomik düşünce yapısı oraya ulaşma konusunda bize en iyi şansı sunar?” Raworth’a göre bu sorunun yanıtı, 21. yüzyıl iktisatçısı gibi düşünenlerce verilebilir. Bunun da yedi yolu vardır: Önce hedefi değiştirmek ve GSYH ölçütünden kurtulmak gerekir. Sonra büyük resmi görmek şarttır. Üçüncü olarak insan doğasını geliştirmelidir. İnsan doğası bize anlatılan rasyonel insan tanımlamasından ötede bir şeydir. Dördüncü olarak, sitemi kavramak gerekir. Bu, ekonomi öğrencisine anlatılan arz ve talebin kesiştiği basit grafikten farklı bir şeydir. Beşinci olarak bölüştürmek için tasarlama yapılmalıdır. Eşitsizlik, ekonomi teorisinin ima ettiği gibi denge için bir zorunluluk değildir. Altıncı olarak yenilemek için yaratmaya çalışılmalıdır. Ekonomi teorileri uzun süre “temiz” çevreyi sadece zenginlerin erişebileceği lüks bir meta olarak betimlemiştir. Oysa böyle bir şey yoktur. Yedinci olarak büyümeye karşı kuşkulu olmak gerekir. Ana akım iktisatçıları büyümeyi zorunluluk olarak görürler. Oysa ihtiyaç büyümek değil, gelişmektir.

Ana akım ekonomi teorisine yönelik eleştiriler genellikle eleştiri aşamasında kalır. Bir başka deyişle bu eleştirileri yapanlar, yerden yere vurdukları ana akım ekonomi teorisinin yerine aynı kapsamda yeni bir teori koymayı denemezler. Kate Raworth, bu son derecede uyarıcı ve ilginç eserinde, diğer çoğu eleştirmenden farklı bir iş yapıyor. Önce ana akım ekonomi teorisinin takıntılarını, yanlışlarını, eksiklerini pek çok farklı iktisatçı veya sosyal bilimcinin görüşlerinden de yararlanarak ortaya koyuyor, sonra da eleştirdiği parçaların yerine kendi görüşlerini yansıtan parçaları yerleştiriyor. Böylece, teoriyi eleştirmekle kalmayıp yerine neyin konulması gerektiğini de gösteriyor. Raworth’un Simit Ekonomisi’ni, ana akım ekonomi teorisini eleştirmek amacıyla yola çıkan benzerlerinden ayıran en önemli fark bence budur.

Kitabı, ana akım iktisat teorisinin gerçek hayatta pek de rastlanmayan rasyonel insan, serbest piyasa, marjlarda alınan kararlar gibi yaklaşımlardan rahatsız olan meslekten iktisatçılar kadar, ekonomi ve sosyal bilimlere ilgi duyanların da okuması gerektiğine inanıyorum.

Dr. Mahfi Eğilmez, Temmuz 2019

KİM İKTİSATÇI OLMAK İSTER?

Yuan Yang, Ekim 2008’de iktisat okumak üzere Oxford Üniversitesi’ne geldi. Çin’de doğup Yorkshire’da büyümüş biri olarak dünya vatandaşı perspektifine sahipti: Güncel meselelere duyarlı, gelecek adına kaygılı, dünyada fark yaratmak konusunda kararlıydı. Dahası, iktisatçı olmanın kendisini bu farkı yaratma yolunda donanımlı hale getireceğine inanıyordu. Rahatlıkla tam da 21. yüzyılın ihtiyaç duyduğu türden bir iktisatçı olma hevesiyle hareket ettiği söylenebilirdi.

Fakat Yuan, kısa sürede hüsrana uğradı. Teorilerin ve onları kanıtlamakta kullanılan matematiğin anlamsız bir şekilde dar kafalı varsayımlara dayandığını gördü. Eğitimine küresel finansal sistem tam da serbest düşüşe geçmişken başladığından, üniversite müfredatının ayırdına varamamış olsa da, ister istemez bu gerçeğin farkına varmıştı. “[Borsanın] çakılması bir uyanın! çağrısıydı,” demişti, “bir taraftan derslerde bize finansal sistemi sanki ekonominin önemli bir parçası değilmiş gibi anlatıyorlardı. Diğer taraftaysa finansal piyasalar ortalığı kasıp kavuruyordu. Biz de, ‘Niçin böyle bir kopukluk var?’ diye sorduk.” Yuan’a göre bu kopukluk, finansal sektörün çok ötesinde, ana akım ekonomi kuramlarının üzerine eğildiği konular ile, küresel eşitsizlik ve iklim değişikliği gibi her geçen gün büyüyen gerçek krizler arasındaydı.

Bu soruları sorduğu profesörleri ona, öğreniminin bir sonraki aşamasında bu meselelere vâkıf olacağı sözünü veriyorlardı. Bunun üzerine sonraki aşamaya geçip prestijli London School of Economics’te yüksek lisansına başladı ve muvaffak olacağı günü bekledi. Ne var ki, muvaffak olacağı yerde soyut teorilerin yoğunluğu artıyor, denklemler çoğalıyor ve Yuan’ın memnuniyetsizliği her geçen gün daha da büyüyordu. Ufukta beliren sınavlarla birlikte bir tercihle yüz yüze geldi. “Bir noktada” dedi, “her şeyi sorgulamaya çalışmak yerine sadece önümdeki materyallerde uzmanlaşmak zorunda olduğumu fark ettim. Bu bir öğrenci için tecrübe etmesi üzücü bir andı.”

Durumun farkına varmış öğrencilerin çoğu ya ekonomiden soğumuş, ya da bu teorilerin hepsini adeta yutup edindikleri vasıflarla kazançlı kariyerler inşa etmişlerdi. Yuan ikisini de yapmadı. Dünyanın çeşitli üniversitelerinde kendisi gibi düşünen asi öğrencileri aramaya koyuldu ve kısa süre sonra fark etti ki, milenyumdan beri sayıları her geçen gün artan bir kitle kendilerine öğretilen dar kuramsal çerçeveyi alenen sorgulamaya başlamıştı. 2000 yılında Paris’teki iktisat öğrencileri ana akım teorilerin dogmatik bir tarzla öğretilmesini reddederek profesörlerine açık mektup yollamışlardı: “Muhayyel dünyalardan kaçmak istiyoruz!” diye yazdılar, “Öğretim üyelerine çağrımızdır: Çok geç olmadan uyanın!”* On yıl sonra Harvard’dan bir grup öğrenci, iktisat alanında dünyada en çok okutulan ders kitabının yazarı Profesör Gregory Mankiw’in dersini, telkin ettiği dar ve yanlı ideolojik tutumu protesto etmek amacıyla toplu şekilde terk etti. “Bu yanlılığın öğrencileri, üniversiteyi ve toplumumuzun geri kalanını etkisi altına almasından son derece kaygılı” olduklarını belirttiler.

Finansal krizin indirdiği darbeyle birlikte öğrencilerin hoşnutsuzluğu dünya genelinde bir kat daha alevlendi. Bu durum Yuan’ı ve kendisi gibi isyankâr öğrencileri, iktisadı bugünkü nesille, yaşadıkları yüzyılla ve önlerindeki zorluklarla daha uyumlu hale getirme talebiyle, (Hindistan ve ABD’den Almanya ve Peru’ya) 30’u aşkın ülkeden 80’i geçkin öğrenci grubunu bir araya getiren küresel bir ağ oluşturmaya sevk etti. 2014’te yazdıkları açık mektupta “krizde olan tek şey dünya ekonomisi değil” diyorlardı:

İktisat öğretimi de kriz içindedir ve bu krizin sonuçları üniversite duvarlarının ötesine taşmıştır. Öğretilenler iktidara gelecek politikacıların zihinlerini, dolayısıyla içinde yaşadığımız toplumları şekillendirmektedir… Müfredatta son yirmi-otuz yılda görülen çarpıcı daralmadan memnun değiliz… Bu durum, 21. yüzyılın (finansal istikrardan gıda güvenliğine ve iklim değişikliğine) çok boyutlu zorluklarıyla baş etme kabiliyetimizi sınırlıyor.

Protestocu öğrencilerden daha radikal olanları, burnu havada tartışmaların yapıldığı konferanslara gidip, yerleşik iktisat kültürüne karşı eleştirilerini yöneltiyordu. American Economic Association’ın [Amerikan İktisat Derneği] Boston’daki Sheraton Otel’de 2015 Ocak ayında yıllık toplantısını düzenlediği günlerde, Kick It Over [Alaşağı Et!] hareketi otel koridorlarına, asansörlere ve tuvaletlere itham edici afişler asıp, düzeni altüst etmeye çağıran devasa boyutlardaki mesajlarını konferans merkezinin caddeye bakan cephesine yansıtmışlar ve katılımcıların vakur bir şekilde yürüttükleri panelleri işgal edip soru cevap bölümlerinden istifade ederek herkesi şaşkına çevirmişlerdi.3 Öğrenciler manifestolarında “ekonomide devrimin başladığını” ilan edip şöyle devam ediyorlardı: “Siz yaşlı keçileri kampüs kampüs kovalayacağız. Sonra da kıyamet makinesini yeniden programlamaya koyulacağız.

Karşımızda olağanüstü bir durum var. Diğer akademik disiplinler hiçbiri, öğrencilerini (yani ömürlerinin belli bir kısmını teorilerini öğrenmeye adamış insanları) küresel bir isyan çıkarmaya kışkırtmamıştır. Çıkardıkları isyan bir hususu tamamen netleştirmiştir: İktisatta devrim gerçekten de başladı ve bu devrimin başarısı yalnızca eski fikirlerin alaşağı edilmesine değil, aynı zamanda yeni fikirlerin ortaya atılmasına bağlıdır. 20. yüzyılın dâhi mucitlerinden Buckminster Fuller’in vaktizamanında söylediği gibi, “Bir şeyleri mevcut gerçeklikle savaşarak asla değiştiremezsiniz. Bir şeyleri değiştirmek için var olan modelleri ıskartaya çıkartacak yeni bir model inşa edin.” İşte bu kitap, hepimize 21. yüzyılın iktisatçıları gibi düşünmeyi öğretecek yedi zihin açıcı yolla, Fuller’in önümüze koyduğu zorluğu göğüslemeyi amaçlıyor. Bizi kapana sıkıştıran eski fikirleri ifşa edip, yerlerine bize ilham verecek yeni fikirler koyarak, sözcükler kadar resimlerle de aktarılması mümkün yeni bir iktisat öyküsü sunuyor.

21. Yüzyılın Meydan Okuması

“Ekonomi” sözcüğü Antik Yunan filozofu Xenophon [Ksenefon] tarafından icat edilmişti. Ev/hane anlamına gelen oikos ile kurallara veya normlara tekabül eden nomos’u bir araya getirerek, ekonomiyi evi/haneyi yönetme sanatı olarak icat etti. Getirdiği tanım bugünkü mevcut koşullara daha uygun düşemezdi. Yaşadığımız yüz­yılda, evimiz olan dünyaya kılavuzluk edip, sakinlerinin ihtiyaçlarıyla ilgilenecek ferasetli yöneticilere ihtiyacımız var.

Son 60 yıl göz önünde bulundurulduğunda, insanların refah düzeyinde olağanüstü sıçramalar yaşanmıştır. 1950’de gezegenimiz dünyada doğmuş bir çocuğun sadece 48 yıl yaşaması beklenmekteydi. Oysa bugün bir çocuk ortalama 71 yıl yaşayabilmektedir. Çok cüzi gelirlerle, yoksulluk içinde yaşayan (günde 1,90 dolardan azıyla) insanların sayısı yalnızca 1990’dan bugüne yarıdan da fazla azalmıştır. İki milyarı aşkın insan ilk kez güvenli içme suyuna ve tuvaletlere kavuşurken, bu esnada dünya nüfusu neredeyse yüzde 40 artmıştır.

Bunlar müspet gelişmeler. Gelgelelim, öykünün geri kalanı tahmin edileceği üzere çok parlak değil. Milyonlarca insan yaşamını hâlâ büyük bir yoksulluk içinde sürdürüyor. Dünya genelinde dokuz insandan biri yeterli besin alamıyor.7 2015’te beş yaşından küçük altı milyon çocuk hayatını kaybetti ve ölümlerin yarısından fazlası ishal veya sıtma gibi kolaylıkla iyileştirilebilecek hastalıklardan kaynaklanıyor.8 İki milyar insan günde üç dolardan az parayla yaşarken, 70 milyonu aşkın genç erkek ve kadın çalışacak bir iş dahi bulamıyor.9 Derinleşen güvencesizlik ve eşitsizlikler neticesinde bu tür mahrumiyetlerin etkisi daha da şiddetlendi. 2008’de yaşanan finansal çöküş, küresel ekonomiyi etkisi altına alan şok dalgalarıyla, milyonlarca insanı işsiz, evsiz, birikimsiz ve güvencesiz bıraktı. Bu sırada dünya fevkalade eşitsiz bir yere dönüştü. 2015 yılı itibarıyla dünyanın en zengin yüzde 1’lik dilimi, geri kalan yüzde 99’un toplamından daha zengin oldu.

Şimdi insanlık durumunun bu ölçüsüzlüklerine, yaşadığımız gezegenin her geçen gün derinleşen yıkımını ekleyelim. İnsan faaliyetleri dünyanın yaşamı var eden sistemleri üzerinde eşi görülmedik bir stres kaynağına dönüşmüştür. Yerkürenin ortalama sıcaklığı şimdiden 0.8 derece arttı ve 2100’de bu artışın dört dereceye çıkması bekleniyor. Bu rakamlar insanlığın daha önce hiç tanık olmadığı sellere, kuraklıklara, fırtınalara ve deniz seviyesindeki yükselmelere sebep olacak.Dünyada tarıma elverişli topraklarının yaklaşık yüzde 40’ı bugün harap vaziyettedir ve 2025’te dünya genelinde her üç kişiden ikisi su kaynaklarının azaldığı bölgelerde yaşayacak. Dünyadaki balık yataklarının yüzde 80’den fazlası ya tamamen tüketilmiş halde  ya da aşırı miktarda kullanılmaktadır. Dahası, her dakika okyanuslara bir kamyon dolusu plastik çöp atılmaktadır. Bu gidişle 2050’de denizlerde karşılaşacağımız şey balıktan çok plastik olacak.

Bunlar halihazırda ezici olgular, fakat büyüme tahminleri önümüzdeki meydan okumayı daha da çetrefilleştirmektedir. Dünya nüfusu bugün 7.3 milyar ve 2050’de hemen hemen on milyara geleceği, 2100’de de 11 milyar civarında sabitleneceği bekleniyor. Küresel ekonomik çıktının (her şeyin yolunda gideceğini söyleyen olağan tahminlere kulak verirsek) 2050’ye kadar her yıl yüzde 3 artarak, 2037’de küresel ekonomiyi iki katına, 2050’de ise neredeyse üç katına çıkaracağı bekleniyor. Küresel orta sınıf (günde on ila 100 dolar arası para harcayanlar) hızla büyüyecek ve 2030’da sayıları iki milyardan beş milyara yükselecektir. Bu da inşaat malzemeleri ve tüketim yönelik büyük bir talep patlamasına yol açacaktır. İşte 21. yüzyılın başında insanlığın önündeki olasılıkları biçimlendiren temel eğilimler bunlar. Peki, bizi bekleyen yolculuk için nasıl bir düşünme tarzına ihtiyacımız var?

 

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Ekonomi Kurgu Dışı
  • Kitap AdıSimit Ekonomisi - 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu
  • Sayfa Sayısı376
  • YazarKate Raworth
  • ÇevirmenAkın Emre Pilgir
  • ISBN9789750740978
  • Boyutlar, Kapak13,5x20 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTellekt / 2019

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur