Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şilili Şair
Şilili Şair

Şilili Şair

Alejandro Zambra

“Dünya parçalanıyor, her şey kötüye gidiyor, neredeyse daima sevdiklerimize zarar veriyoruz ve onlar da onulmaz biçimde bize zarar veriyor, belki de herhangi bir umut…

“Dünya parçalanıyor, her şey kötüye gidiyor, neredeyse daima sevdiklerimize zarar veriyoruz ve onlar da onulmaz biçimde bize zarar veriyor, belki de herhangi bir umut beslemek için bir nedenimiz bile yok ama en azından bu hikâye iyi bitiyor.”

Şilili Şair edebiyata, özellikle de şiire bir güzelleme. Alejandro Zambra bu acımasız dünyada okuyup yazmanın anlamını, bir ailenin parçası olmanın zorluklarını açık yürekli, mizah dolu ve umut veren bir anlatımla sorguluyor.

İlk Eserler

*

Evhamlı anneler, az konuşan babalar, irikıyım ağbiler, ayrıca battaniyeler, örtüler ve pançolar zamanıydı; Carla ve Gonzalo’nun Chiloé yününden battal bir kırmızı pançonun altında, her akşam iki üç saati kanepede yan yana geçirmesi ancak bu sayede kimsenin tuhafına gitmiyordu hele de pançonun öncelikli bir ihtiyaç olduğu 1991’in o buz gibi zemherisinde.

Bütün engellere rağmen panço taktiği sayesinde Carla ve Gonzalo o meşhur, kutsal, korkulan ve arzuyla beklenen cinsel birleşme dışında ne varsa fiilen hayata geçiriyorlardı. Bu sırada Carla’nın annesinin taktiğiyse taktikleri görmezden gelmekti, en fazla kantarın topuzunu fazla kaçırmasınlar diye arada sırada belli belirsiz alaycı bir ses tonuyla sıcak basıp basmadığını sorardı, ikisi acemi tiyatro öğrencileri gibi titrek bir sesle, koro halinde. “Hayır,” diye yanıtlardı soruyu, “dışarısı acayip soğuk.”

Carla’nın annesi koridorda gözden kaybolup odasına, kısık sesle izlediği televizyon dizisine dönerdi sesi kısık olurdu çünkü salondakinin zaten yeterince açıktı; Carla’yla Gonzalo da aynı diziyi seyrediyordu, çok umursadıklarından değil adı konmamış şartlar gereği mecburen izliyormuş gibi yapıyorlardı. Gerçi bu, çok sık olmayan aralıklarla, peçete katlamak, vazoyu düzeltmek gibi aciliyeti olmayan işler için salona dönen annenin bazen belli etmeden, kaçamak bir edayla kanepeye yan gözle bakarak dizi hakkında yaptığı Tek başına arıyor onu ya da Şu adam da döşekten düştü düşecek gibi yorumlarını karşılıksız bırakmamak içindi: Pançonun altında yarı çıplak, korkudan ödleri patlayan Carla ile Gonzalo daima bir ağızdan Evet, Tabii ya da Âşık işte canım gibi karşılıklar verirlerdi.

Carla’nın ürkütücü ağbisi -rugby oynamasa da cüssesi, hali ve tavrıyla milli takıma yaraşırdıgenellikle gece yarısından sonra eve dönerdi, nadiren erken dönmüş, Double Drogon oynamak için odasına kapanmışsa da canı sosisli sandviç ya da bir bardak Coca-Cola istedi mi her an aşağı inebilirdi. Neyse ki bu tür durumlarda da Carla ve Gonzalo’nun imdadına merdiven, daha doğrusu ikinci ya da sondan bir önceki mucizevi basamak yetişirdi: O kulak tırmalayan gıcırtıyla ağbinin salona adım atması arasında geçen altı saniyelik süre, pançonun altında birbirinden bağımsız dayanışarak soğuğu savuşturmaya çalışan iki masum yabancı izlenimi verecek şekilde toparlanmalarına fazlasıyla yeterdi.

Her akşam haberlerin fütürist bitiş müziği güne noktayı koyardı: Çiftimiz ön bahçede tutkulu bir veda sahnesi yaşarken bazen Carla’nın eve yeni dönen ve selam ya da tehdit babında Toyota marka arabasının gazına basıp farlarını yakan babasıyla rastlaşırlardı.

Adam eğer keyfi yerindeyse, “Bu flört de amma uzadı,” diye söylenirdi kaşlarını kaldırıp.

La Reina ile Maipú Meydanı arası bir saatten uzun sürerdi, sokak lambalarının loş ışığı pek elverişli olmasa da Gonzalo kendini okumaya kaptırırdı, bazen aydınlık bir köşede durunca fırsat bu fırsat bir şiire hızlıca göz gezdirirdi. Her akşam eve geç kaldığı için azar işitir, sözünü tutmaya hiç niyeti olmadığı halde her seferinde ertesi akşam daha erken gelmeye yemin ederdi. Carla’yı düşleyerek uyur, uyku tutmadığındaysa ki genellikle böyle olurduonun hayaliyle otuzbir çekerdi.

Sevdiğin kişiyi düşünerek otuzbir çekmek, bilindiği üzere, sadakatin en hararetli kanıtıydı hele de sinema salonlarındaki reklamlarda dendiği gibi otuzbirler tümüyle gerçek anları temel alıyorsa: Gonzalo gerçekleşmesi imkânsız fantezilerin içinde kaybolacağına her zamanki kanepede mutat yün pançonun altında olduklarını hayal ederdi tek farkla, düşlerinde baş başa olurlar, böylece kızın içine girer, Carla ona sarılıp bütün zarafetiyle gözlerini yumardı.

Başlarındaki bekçinin bir yere gideceği yok gibi görünse de Carla ve Gonzalo elbet bir fırsatını bulacaklarına inanıyorlardı. Nitekim ilkbaharın sonlarına doğru, her şeyi mahvedebilecek saçma sapan sıcaklara rağmen bu gerçekleşti. Kulakları sağır eden bir fren sesi ve ona eşlik eden çığlıklar akşamın sekizine has sükûneti kesintiye uğratmıştı, tam köşede bir Mormona araba çarpmış, hanımefendi ne olup bittiğine bakmak için ok gibi evden fırlamış, Carla ve Gonzalo iple çektikleri ânın geldiğini anlamışlardı. Otuz saniyelik birleşme, akan bir damlacık kanı temizlemek ve son derece ruhsuz deneyimi sindirmekle geçen üç buçuk dakikayla birlikte bütün olay taş çatlasa dört dakika sürmüş, sonrasında Carla ve Gonzalo da dışarı çıkıp kaldırımda kırık bisikletinin yanında uzanan sarışın gencin etrafındaki meraklı kalabalığa karışmıştı.

Sarışın genç ölmüş, Carla hamile kalmış olsaydı dünyanın dengesinde, terazinin kefesinde esmerlerden yana hafif bir oynamadan söz edilebilirdi, ne de olsa tam bir esmer güzeli olan Carla’nın ve ondan daha esmer Gonzalo’nun çocuklarının sarışın olma ihtimali pek yoktu. Bunların hiçbiri olmadı, Mormon topal kaldı, Carla düşüncelere gark oldu, öyle incinmiş ve üzülmüştü ki saçma sapan bahanelerle iki hafta Gonzalo’yla görüşmeyi reddetti. Sonrasında görüşme nedeni de ilişkisini “yüz yüze” bitirmek içindi.

Gonzalo ya arka çıkmak adına, o talihsiz yıllarda ebeveynlerin herhangi bir yardımının, öğretmenlerin ya da eğitim danışmanlarının tavsiyelerinin olmadığını, yönetimlerin de kampanya türü şeyler yapmadıklarını, bu nedenle bilgi dolaşımının son derece kıt olduğunu; yeni yeni toparlanan sarsıntılı demokrasisini zar zor ayakta tutmaya çalışan ülkenin kapsamlı bir cinsel eğitim politikası gütmek gibi Birinci Dünyavari duyarlıklara eğilemediğini belirtmek gerek. Çocukluklarındaki diktatörlükten bir anda özgür kalan Şili’nin on beş yaşındaki gençleri ergenlikten yetişkinliğe geçerken Silvia Rodríguez, Los Tres ya da Nirvana dinleyip ot tüttürüyor, her türden korkularını, hayal kırıklıklarını, travmalarını, kafa karışıklıklarını büyük oranda o tehlikeli deneme yanılma yoluyla çözüyor ya da çözmeye yelteniyorlardı.

O zamanlar haliyle maraton gibi uzun süreli cinsel pratikleri öven yüz binlerce video da gezmiyordu ortalıkta; Gonzalo Bravo ya da Quirquincho gibi yayınlardan haberdardı, bir seferinde Playboy ya da Penthouse benzeri yayınları “okumuştu”, ancak hiç porno film izlememişti, dolayısıyla performansının neresinden bakılırsa bakılsın içler acısı niteliğini yüzüne vuracak görsel işitsel kaynaklardan yoksundu. Yatakta neler olabileceğine dair yegâne fikri pançonun altında yaptıkları kültürfizik hareketlerinden ve yüksekten atan sınıf arkadaşlarının muğlak, fantezi yüklü hikâyelerinden ibaretti.

Gonzalo şaşkınlık ve çaresizlikle Carla’nın geri dönmesi için elinin altındaki tüm olanakları kullandı, gerçi yarım saatte bir telefonla ikna etmeye çalışmak ve ona yardım eli uzatmayı aklından bile geçirmeyen birtakım sahte arabulucuları boşu boşuna devreye sokmaktan başkaca olanağı da yoktu arabulucular Gonzalo’yu çekici, zeki ve eğlenceli bulsa da Carla’nın sayısız taliplisine kıyasla onun pek önemsiz, kazaen araya karışmış Maipú’lu garip bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı.

Gonzalo’nun varını yoğunu şiire yatırmak dışında çaresi kalmamıştı: Carla’nın onu reddedip durmasına son verecek sıradışı bir şey yazma umuduyla odasına kapanıp Nerudavari bir ilhamla sadece beş günde kırk iki sone çıkardı. Ara ara üzüntüsünü unuttu bile; hiç değilse birkaç dakikalığına kırık dökük bir dizeyi tamamlamak ya da uyak bulmak ön plana geçtiği sıralarda… Gelgelelim hünerli bir imgenin yaşattığı sevinç yerini derhal şimdiki zamanın burukluğuna bırakıyordu.

O kırk iki eserin hiçbiri de ne yazık ki gerçek şiir değildi. Yazılanların arasında en iyi beş arasına girecek, akılda kalıcı herhangi bir özelliği olmayan -kötünün iyisi- bu sone bir örnek olabilir:

Telefonum kıpkızıl güneş 

telefonum yeşil ve sarı 

gece gündüz ararım seni 

oldum avare gezen zombi.

 

Alkolsüz içecek gibiyim 

cebimin dibinde buruşmuş 

bir sigara, derbeder gezgin

lambası olmayan bir ampul.

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıŞilili Şair
  • Sayfa Sayısı416
  • YazarAlejandro Zambra
  • ISBN9786256469112
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNotos Kitap / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Lazarus ~ Lars KeplerLazarus

    Lazarus

    Lars Kepler

    40 DİLDE 17 MİLYON OKUR Gizemli bir katil Avrupa’nın en azılı suçlularını vahşice öldürür. Polis, iki kurbanın dedektif Joona Linna’yla bağlantısının olduğunu keşfeder. Katilin...

  2. Yenilmez Savaşçı ~ Karen Marie MoningYenilmez Savaşçı

    Yenilmez Savaşçı

    Karen Marie Moning

    Gavrael McIllioch, doğaüstü güçleri olan savaşçıların yetiştiği bir klanda doğmuştu ama adını ve kalesini terk ederek soyunun karanlık kaderinden kaçmaya kararlıydı. Onu avlamaya kafasına...

  3. Bir Kimya Meselesi ~ Bonnie GarmusBir Kimya Meselesi

    Bir Kimya Meselesi

    Bonnie Garmus

    Kimyager Elizabeth Zott’ı anlatmak için pek çok sıfat kullanılabilir ama “ortalama” bunlardan biri değil. Aslında o, hiçbir kadının ortalama olmadığını söyleme cesareti gösterenlerden biri....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur