Bir kadının sezgileri bazen en mantıklı çıkarımlardan bile daha değerli olabilir. Karmaşık beyinleriyle art arda sıraladıkları senaryoları mutlaka dikkate alın. Bunlar sizi hiç tahmin etmediğiniz sonuçlara ulaştırdığında haklı olduğumu anlayacaksınız.
Sherlock Holmes
Dünyaca ünlü dedektif Sherlock Holmes, kendine özgü karakteri ve yaşadığı birbirinden farklı maceralarıyla yıllardır okurları etkisi altında tutmaya devam ediyor. Toplam 56 çarpıcı hikâyeden oluşan serinin ilgiyle karşılanan ilk kitabı Akıl Oyunlarının Gölgesinden sonra, serinin ikinci kitabı Suç Detayda Saklıdırın bitmesini istemeyeceksiniz.
İyi bir gözlemci tek bir ipucuna ulaştığında sadece olanları değil, ileride olabilecekleri de görmelidir.
Sherlock Holmes
***
GÜMÜŞ ŞİMŞEK
“Watson, korkarım gitmek zorundayım,” dedi Holmes, bir sabah kahvaltıdan sonra.
“Nereye peki?”
“King’s Pyland, Dartmoor’a.”
Buna hiç şaşırmamıştım. Aslını sorarsanız, bütün İngiltere’yi çalkalayan bu esrarengiz vakaya nasıl oldu da hâlâ bulaşmadı diye merak ediyordum zaten. Dostum odada bütün gün çenesi göğsünde, kaşlarını çatmış, piposunu art arda doldurarak bir ileri bir geri yürümüş ve yine her zamanki gibi bütün sorularımı ve sözlerimi duymazdan gelerek düşüncelere dalmıştı. Gelen her gazete, şöyle bir göz atıldıktan sonra bir kenara atılmıştı. Ama ne kadar sessiz olsa da aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Onun dedektiflikteki şöhretine meydan okuyabilecek tek bir vaka vardı; o da Wessex Kupası’nın favori atının kayboluşu ve antrenörünün trajik ölümüydü. Bu yüzden olay yerine gitmek istediğini söylemesi beni hiç şaşırtmadı.
“Eğer sana ayak bağı olmazsam ben de gelmekten memnunluk duyarım,” dedim.
“Sevgili Watson, gelmekle büyük bir iyilik yapmış olursun. Bu iyiliğin yanı sıra sanırım zamanını da boşuna harcamış olmayacaksın; çünkü bu vaka tamamen benzersiz olacak gibi görünüyor. Acele etmezsek treni kaçıracağız. Sana her şeyi yolda anlatırım. Bu arada, dürbününü de yanına alırsan sevinirim.”
Böylece bir saat içinde kendimi birinci sınıf vagonda, Exeter’e giderken buldum. Sherlock Holmes bir süre, Paddington’dan aldığı yeni gazetelere göz attı. Daha sonra son gazeteyi koltuğunun altına sıkıştırarak puro kutusunu bana uzattı.
“İyi gidiyoruz,” dedi dışarı bakıp saatini kontrol ettikten sonra. “Şu anki hızımız saatte elli üç buçuk mil.”
“Ben çeyrek mil işaretlerini görmedim,” dedim.
“Ben de görmedim. Ama bu hattaki telgraf direkleri altmış metre aralıklarla dikildiğine göre hesap ortada. John Straker cinayeti ve Gümüş Şimşek’in kayboluşuyla ilgili mesele hakkında bilgin vardır herhalde.”
“Konuyla ilgili Telegraph ve The Chronicle’da ne okuduysam o kadarını biliyorum.”
“Watson, bu öyle bir vaka ki, yapılması gereken yeni delil bulmaktan çok eskileri ayıklamak olacak. Cinayetin benzersizliği ve bir şekilde bağlantılı insan sayısının çok oluşu yüzünden fazlasıyla tahmin ve hipotez üretilmiş zaten. İşin zorluğu, gerçeklerin çerçevesini teorisyenlerin ve gazetecilerin süslemelerinden ayırabilmekte yatıyor. Bu sağlam temelleri bulduktan sonra bize kalan, bütün bu esrarın çevresinde dönen sonuçları bulmak olacaktır. Salı akşamı, hem atın sahibi Albay Ross’tan hem de bu vakayla ilgilenen Müfettiş Gregory’den yardımımı isteyen telgraflar aldım.”
“Salı akşamı ha!” diye atıldım. “Ve bugün perşembe. Dün neden ilgilenmedin?”
“Çünkü yanıldım, sevgili Watson. Bu beni senin hikâyelerinden tanıyanları şaşırtacaktır belki ama sık sık yaptığım bir hatadır. İngiltere’nin bu en meşhur atının, özellikle kuzey Dartmoor gibi, yerleşimin seyrek olduğu bir yerde uzun süre saklı kalamayacağını düşündüm. Dün bütün gün atın bulunduğu ve kaçıran kişiyle John Straker’ın katilinin aynı kişiler olduğu haberini bekleyip durdum ama bir gün daha geçip de, genç Fitzroy Simpson’un tutuklanışı dışında hiçbir gelişme olmadığını görünce harekete geçme zamanının geldiğine karar verdim. Ama dün boşa geçmedi diyebilirim.”
“Demek bir teori oluşturdun.”
“En azından vakanın temel gerçeklerini bir ucundan yakaladığım söylenebilir. Şimdi bunları sana teker teker anlatacağım; çünkü birine anlatınca her şey daha da yerli yerine oturuyor. Kaldı ki, bulunduğumuz noktayı açıklamadan senin yardımını beklemek anlamsız olur.”
Arkama yaslanıp puromu tüttürerek Holmes’u dinlemeye hazırlandım. O da ilgiyle öne doğru eğilip, uzun ve ince işaret parmağıyla hayali çizgiler çizerek bizi bu yolculuğa iten olaylar zincirini anlatmaya başladı.
“Gümüş Şimşek, Somomy’nin soyundan geliyor ve ünlü ataları gibi parlak bir geçmişe sahip. Şu anda beş yaşında ve şanslı sahibi Albay Ross’a büyük ödüller kazandırdı. Bu talihsiz olaya kadar Wessex Kupası’nın favorisiydi ve bire üç veriyordu. Ama bahisçileri şimdiye kadar hiç hayal kırıklığına uğratmadığı için, bu oranlara rağmen ortalıkta inanılmaz rakamlar dönüyordu. Böyle düşünürsek, Gümüş Şimşek’in salı günü potayı ilk geçen olmaması için elinden geleni yapacak birçok adam olduğu kesin.
“Ama King’s Pyland, yani albayın ahırı da bu gerçeğin farkındaydı muhakkak. Favoriyi korumak için her türlü önlem alınmıştı. Antrenör John Straker, tartıda ağır gelene kadar Albay Ross’un atlarına binmiş eski bir jokey. Albay için beş yıl jokeylik, yedi yıl da antrenörlük yapmış ve her zaman çalışkan ve sadık bir yardımcı olmuş. King’s Pyland dört atlık küçük bir ahır olduğu için Straker’ın altında sadece üç kişi çalışıyormuş. Gece biri nöbet tutarken diğerleri de uyuyormuş. Evli olan John Straker ise ahırların iki yüz metre kadar yukarısındaki villasında kalıyormuş. Hiç çocukları olmadığı için evde karısı ve bir hizmetçi kız dışında kimse yokmuş. Yarım mil kuzeyde, sakatların ve yaşlıların kalıp temiz Dartmoor havası alabilmeleri için yapılmış birkaç villa dışında köy oldukça tenha. Köyün yanındaki fundalık arazinin iki mil ötesinde de, Lord Backwater’a ait, Silas Brown tarafından idare edilen Mapleton ahırları bulunuyor. Fundalıkta birkaç çingene dışında kalan yok. Geçen pazartesi gecesi olan olaya kadar genel durum böyle.
“O akşama gelirsek, atlar her zamanki gibi çalıştırılıp beslenmiş ve ahırlar saat dokuzda kilitlenmiş. Yamaklardan ikisi antrenörün evine gidip akşam yemeklerini yerken, üçüncü yamak Ned Hunter nöbete kalmış. Saat dokuzu biraz geçe hizmetçi kız Edith Baxter, Ned Hunter’ın baharatlı koyun etinden oluşan yemeğini ahıra götürmüş. Kural olarak nöbetteyken içki içmeleri yasak olduğundan, yemeğin yanında başka bir şey yokmuş. Ahıra giden yol, fundalıktan geçtiği ve hava da karanlık olduğu için hizmetçi kızın elinde bir fener varmış.
“Edith Baxter ahırlara otuz metre kadar uzaklıktayken, karanlıktan bir adam çıkıp kızın durmasını söylemiş. Adam biraz daha yaklaşınca kız onu fenerin ışığında daha iyi görmüş. Üstünde gri tüvit bir takım elbise, kumaş şapka ve tozlukları, elinde de tokmaklı ağır bir baston varmış. Adamın yüzünün solgunluğu ve asabi tavırları kızın dikkatini çekmiş. Yaşının otuzun üstünde olduğunu düşünüyor.
“Burası neresi acaba?” diye sormuş adam. “Tam fundalıkta kalıp kalmamayı düşünüyordum ki, elinizdeki fenerin ışığını gördüm.”
“King’s Pyland ahırları civarındasınız,” demiş kız.
“Gerçekten mi? Ne şans!” diye atılmış adam. “Herhalde orada geceleri kalan birileri oluyordur. Belki bu elinizdeki de onun yemeğidir. Pekâlâ, yeni bir elbise parası kazanmaya ne dersiniz?” diyerek yeleğinin cebinden katlanmış, beyaz bir kâğıt parçası çıkarmış. “Eğer çocuğun bunu almasını sağlarsanız paranın satın alabileceği en güzel elbise sizindir.”
Kız bunun üzerine korkarak adamın yanından kaçmış ve her zaman yemeği teslim ettiği pencereye doğru koşmuş. Hunter içerideki küçük bir masada oturup bekliyormuş zaten. Tam ona neler olduğunu anlatacakken yabancı yine ortaya çıkmış.
“İyi akşamlar,” demiş, pencereden içeri bakarak, “sizinle konuşmak istediğim bir şey var.” Kız, konuşurken adamın elinde küçük bir kâğıt paket gördüğünü söylüyor.
“Ne işiniz var burada?” diye sormuş Hunter.
“Cebinizi doldurabilecek bir iş,” demiş yabancı. “Wessex Kupası’nda iki atınız koşuyor: Gümüş Şimşek ve Bayard. Bana bilgi verirseniz siz de kazanırsınız. Koşuda Bayard’ın Gümüş Şimşek’e fark atacağı ve ahırın onun üzerine para yatırdığı doğru mu?”
“Demek sen de o tüyoculardan birisin!” diye bağırmış yamak. “Senin gibilere King’s Pyland’de ne yapılır göstereyim de gör bakalım,” deyip ayağa fırlamış ve köpeği çözmeye gitmiş. Kız da eve kaçmış ama koşarken arkasına baktığında yabancının pencereden içeri eğildiğini görmüş. Hunter bir dakika sonra geri döndüğünde adamın gittiğini görmüş ama bütün aramalarına rağmen adama ait herhangi bir ize rastlamamış.”
“Bir dakika Holmes,” diye araya girdim. “Yamak çıkarken kapıyı kilitlememiş mi?”
“Mükemmel Watson, mükemmel!” diye mırıldandı Holmes. “Bu nokta benim de ilgimi çektiği için dün Dartmoor’a özel bir telgraf gönderdim. Ama öğrendiğimize göre çocuk çıkarken kapıyı da kilitlemiş. Ve şunu da ekleyeyim; pencere, bir adamın geçemeyeceği kadar küçükmüş.
“Neyse, devam edeyim; Hunter, arkadaşları gelene kadar beklemiş ve sonra da antrenöre bir mesaj göndererek olanları anlatmış. Straker bu haber üzerine huzursuzlanmış. Bayan Straker gece saat birde uyandığında kocasının giyinmekte olduğunu görmüş. Karısının soruları üzerine de atları merak ettiğini, gidip bir bakmak istediğini söylemiş. Kadın dışarıda sağanak yağmur olduğunu söyleyerek gitmemesini söylese de Straker paltosunu giyip çıkmış.
“Bayan Straker sabah yedide kalktığında kocasının hâlâ dönmediğini görüp endişeye kapılmış. O da aceleyle giyinip hizmetçisini çağırmış ve birlikte ahırlara gitmişler. Gittiklerinde kapı açıkmış. İçeride Hunter baygın bir halde bir sandalyeye yığılmış. Favorinin ahırı boşmuş ve antrenörden de iz yokmuş.
“Bunun üzerine yukarıda uyuyan iki yamağı da uyandırmışlar. Her ikisinin de uykusu ağır olduğu için gece hiçbir şey duymamışlar. Güçlü bir ilacın etkisinde olduğu için, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Hunter’ı bir türlü uyandıramamışlar. Bunun üzerine iki yamak ve kadınlar onu orada bırakıp kayıpları aramaya çıkmışlar. Antrenörün, atı erkenden çalışmaya götürdüğünü umarak aramaya devam etmişler. Ama çevredeki bütün fundalıkların görülebildiği bir tepeye çıkmalarına rağmen attan bir iz dahi görememişler. Ama başka bir şey varmış.
“Ahırlardan çeyrek mil kadar ötedeki çalılıklarda John Straker’ın paltosunu bulmuşlar. Hemen yakınlardaki bir çukurun dibinde de talihsiz antrenörün cesedi yatıyormuş. Kafatası ağır bir silahla vurularak parçalanmış ve baldırında da çok keskin bir aletle açıldığı belli olan uzun bir yara varmış. Anlaşılan Straker kolay pes etmemiş. Sağ elinde kana bulanmış kısa bir bıçak, sol elindeyse kırmızılı siyahlı, ipek bir kravat bulmuşlar. Hizmetçinin ifadesine göre, bu kravat önceki akşam ahırları ziyaret eden yabancının boynundakinin aynısıymış. Sonradan Hunter da ayılınca kravatın sahibini tespit etmiş. Emin olduğu bir başka şey de adamın ondan kurtulmak için yemeğine ilaç kattığıymış. Kayıp ata gelince; çamurdaki izlere bakılırsa o da boğuşma sırasında oradaymış. Ama büyük bir ödül koyulmasına ve Dartmoor’un bütün çingeneleri peşine düşmüş olmasına rağmen attan haber yok. Son bir şey daha; Hunter’ın yemeğinde toz afyon bulunmuş ve o akşam herkes aynı yemeği yemiş olmasına rağmen Hunter’dan başka kimseye bir şey olmamış.
“İşte, bütün ön tahminlerden arınmış haliyle gerçekler böyle Watson. Şimdi de polisin bu meselede neler yaptığına bakalım.
“Vakayı üstlenen Müfettiş Gregory oldukça başarılı bir polis. Eğer hayal gücü biraz daha geniş olsaydı çok daha iyi konumlara yükselebilirdi. Olay yerine gelir gelmez, doğal olarak ilk akla gelen şüpheliyi tutuklamış. Daha önce de söylediğim gibi çevredeki villalardan birinde oturduğu için onu bulmak zor olmamış. Kimden bahsettiğimi anlamışsındır: Fitzroy Simpson. İyi bir aileden gelen, eğitimli biri. Ama yarışlarda bir servet kaybettikten sonra şu anda Londra kulüplerine bültenler hazırlayarak geçiniyor. Bahis kayıtlarına bakıldığında, favoriye karşı beş bin sterlin yatırdığı görülmüş. Tutuklandığında King’s Pyland atları hakkında tüyo almak için Dartmoor’a gittiğini, hatta ikinci favori Desborough için de Silas Brown’un işlettiği Mapleton’a gittiğini itiraf etmiş. Önceki akşamki davranışlarını da inkâr etmeye kalkışmamış. Kötü bir niyeti olmadığını, sadece ilk elden tüyo almak istediğini ifade etmiş. Ama kravatı gösterildiğinde rengi atmış; neden maktulün elinde olduğu sorulduğunda bir şey diyememiş. Islak elbiseleri önceki gece fırtınada dışarıda kaldığını gösteriyormuş. Ayrıca Penang tarzı kurşun kaplama bastonu antrenörün aldığı şiddetli darbelerin kaynağı olabilirmiş. Ama saldırganın Straker’ın bıçağından yaralanmış olması gerektiği halde Simpson’un vücudunda yara izine rastlanmamış. İşte kısaca böyle, Watson. Eğer bu meseleye biraz ışık tutabilirsen çok sevinirim.”
Holmes’un her zamanki açıklığıyla anlattığı bu hikâyeyi ilgiyle dinlemiştim. Ama deliller bana tanıdık gelmiş olmasına rağmen olaydaki önemlerini ve birbirleri arasındaki ilgiyi çıkaramamıştım.
“Straker’ın boğuşma sırasında kendi kendini yaralamış olması mümkün değil mi?” diye fikrimi belirttim.
“Mümkünden de öte muhtemel,” dedi Holmes. “Bu durumda sanığın lehine olan birkaç nokta da ortadan kalkıyor.”
“Ama ben hâlâ polisin bu vakada nasıl bir teori oluşturduğunu anlayabilmiş değilim,” dedim.
“Korkarım, oluşturulan bütün teorileri çürütmek için kuvvetli kanıtlar var,” diye cevap verdi Holmes. “Polis, şu Fitzroy Simpson’un nöbetçi yamağı ilaçla uyuttuğunu ve bir şekilde anahtarı bulup ahır kapısını açarak atı kaçırdığını düşünüyor olmalı. Atın dizginleri kayıp olduğuna göre, atı Simpson dizginliyor, sonra da kapıyı açık bırakıp atla birlikte fundalığa gidiyor ve yolda antrenörle karşılaşıyor. Bu karşılaşma sırasında haliyle aralarında kavga çıkıyor. Simpson ağır bastonuyla antrenörün beynini dağıtıyor ama Straker’ın bıçağından en ufak bir yara bile almıyor. Sonra da atı ya gizli bir yere götürüyor ya da at zaten boğuşma sırasında kaçıyor; bu durumda fundalıkta bir yerlerde dolaşıyor olmalı. Herhalde polis böyle düşünüyordur. Bu pek mümkün değilmiş gibi görünse de diğer bütün açıklamalar da aynı şekilde imkânsız bence. Her şeye rağmen olay yerine gidince meseleyi kafamda tartmaya çalışacağım. Ve o zamana kadar başka bir şey düşünmenin anlamı yok.”
Geniş Dartmoor arazisinin ortasında, bir kalkanın kabartması gibi duran Tavistock’a vardığımızda hava kararmak üzereydi. İstasyonda bizi iki kişi bekliyordu. Biri, aslan yelesi gibi saçları ve delici mavi gözleriyle uzun boylu, sarışın bir adam; diğeri de frak ceketli ve tozluklu, kısa favorili, gözlüklü, kısa boylu, kıpır kıpır bir adamdı. İlki, İngiliz müfettişlik servisinde ün salmış Müfettiş Gregory; diğeri de meşhur at sahibi Albay Ross’tu.
“Geldiğiniz için teşekkür ederim Bay Holmes,” dedi albay. “Gerçi müfettiş her şeyi halletti ama ben, zavallı Straker’ ın kanı yerde kalmasın ve atım bir an önce bulunsun diye her taşın altına bakılsın istiyorum.”
“Yeni gelişmeler var mı?” diye sordu Holmes.
“Ne yazık ki fazla ilerleyemedik,” dedi müfettiş. “Hava kararmadan olay yerini görmek isteyeceğinizi düşündüğümüzden bir araba ayarladık. İsterseniz detayları yolda konuşalım.”
Çok geçmeden dördümüz arabaya binip bu eski ve tuhaf Devonshire şehrinin sokaklarından geçmeye başladık. Müfettiş Gregory vakayla yakından ilgili olduğu için birçok açıklamada bulunuyor, Holmes ise pek araya girmeden dikkatle dinliyordu. Albay Ross arkasına yaslanmış, şapkasını gözünün önüne çekmiş, kollarını kavuşturmuş oturuyordu. Gregory’nin teorisi Holmes’un tahmin ettiğinin aynısıydı.
“Fitzroy Simpson’un çevresindeki ağ gittikçe daralıyor. Bence aradığımız adam o. Ama deliller her ne kadar tatmin edici olsa da elbette ki yeni gelişmelerle gidişat tamamen değişebilir.”
“Straker’ın bıçağı hakkında ne öğrendiniz?”
“Kendi kendini yaraladığı neredeyse kesin.”
“Buraya gelirken dostum Dr. Watson da aynı tahminde bulundu. Bu doğruysa, Simpson denen adamın aleyhine demektir.”
“Şüphesiz. Üstünde ne bir bıçak ne de bir yara izi bulundu. Aleyhine deliller çok kuvvetli. Bir kere, favorinin kaybolması onun işine gelirdi. Yamağın uyutulması konusunda şüpheli, fırtınada kaldığı kesin, yanında ağır bir silah vardı ve kravatı maktulün elinde bulundu. Bütün bunlar mahkemeye gitmek için yeterli.”
“Sherlock Holmes – Suç Detayda Saklıdır” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSherlock Holmes - Suç Detayda Saklıdır
- Sayfa Sayısı
- YazarSir Arthur Conan Doyle
- ÇevirmenCumhur Mısırlıoğlu
- ISBN9786055420956
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yalnız Kadınlar Arasında ~ Cesare Pavese
Yalnız Kadınlar Arasında
Cesare Pavese
İtalyan edebiyatında yeni gerçekçilik akımının kurucusu olarak kabul edilen Cesare Pavese bir kere daha sıradan hayatın ötesine geçerek insanı saran büyük yalnızlığın ve hüznün...
- Hayalet Uçak ~ Bear Grylls
Hayalet Uçak
Bear Grylls
Kayıp bir kadın ve bir çocuk… Vahşi şekilde kaçırıldılar ve yıllardır izlerine rastlanamadı. Karısı ve çocuğunun ardından Afrika’ya yerleşip her şeyden kaçan sadık bir...
- Senden Geriye Kalan ~ Emily Henry
Senden Geriye Kalan
Emily Henry
New York Times çoksatan yazarı Colleen Hoover’dan muhteşem bir roman daha… Bu yürek parçalayıcı ama umut dolu hikâyede talihsiz genç bir anne kefaretini ödemek...
abi inşallah hoca bu siteye bakmamıştır.hikayenin konusunu çok iyi çıkarmısıınız hepiniz ellerine sağlıkk…
Çok güzel olmuş ellerinize salık