Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri – Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları 6. Kitap
Şeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri – Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları 6. Kitap

Şeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri – Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları 6. Kitap

Ransom Riggs

Şeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri’nde, tuhafların dünyasının kaderi Jacob ve arkadaşlarının elinde. Jack, V’nin döngüsünden Noor’la birlikte nasıl kaçtığını ve her şeyin başladığı, dedesinin Florida’daki…

Şeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri’nde, tuhafların dünyasının kaderi Jacob ve arkadaşlarının elinde.

Jack, V’nin döngüsünden Noor’la birlikte nasıl kaçtığını ve her şeyin başladığı, dedesinin Florida’daki evinde kendilerini nasıl bulduklarını bilmez. Ama emin olduğu tek şey vardır: Caul dönmüştür.

Peşlerindeki gölgeden kıl payı kurtulup Şeytanın Arka Bahçesi’nde Bayan Peregrine ve tuhaf çocuklarla buluşan Jack ve Noor, burada musibetlerle yüz yüze gelir. Hepsi de Caul’ün toplanmakta olan ordusunun alametidir.

Ruhlar Kütüphanesi’nde dirilen ve her zamankinden güçlü olan Caul durmak bilmez. Tuhaf çocukların tek umudu vardır: Noor’u yedilinin buluşacağı, kehanette sözü geçen yere ulaştırmak. Tabii nerede olduğunu bulabilirlerse.

BÖLÜM BİR

Uzun süredir yalnızca karanlık, gök gürültüsünün uzaklardan gelen sesi ve bulanık bir düşüş hissi var. Bunların ötesinde ne bir benliğim ne de bir adım var. Hafızam kayıp. Eskiden onlara sahip olduğumun hayal meyal farkındayım ama artık yoklar ve onlarsız neredeyse bir hiçim. Aç bir boşluğun etrafında gittikçe cılızlaşarak dönen tek bir foton.

Çok zamanım kalmadı.

Korkarım ruhumu kaybettim ama nasıl kaybettiğimi bir türlü hatırlayamıyorum. Tek anımsayabildiğim insanın kemiklerini titreten, ağdalı gök gürültüleri ve artık ne olduğunu bilmediğim adımın o gök gürültüleri arasında tanınmaz hâle gelene dek uzadıkça uzayan heceleri. Bir süredir yalnızca bunlar ve karanlık var. Zamanla gök gürültüsüne bir başka ses daha katılıyor: Rüzgârınki. Ardından yağmurunki de. Rüzgâr, gök gürültüsü, yağmur ve düşüş.

Derken her defasında bir his varoluşa kavuşmaya başlıyor. Çukurdan çıkıyor, boşluktan kaçıyorum. Biricik fotonum yanıp sönen bir ışık kümesine dönüşüyor.

Suratıma sert bir şeyin çarptığını hissediyorum. Halatların gıcırtısını duyuyorum. Rüzgâra kapılan bir şeyin çırpınışını. Bir teknede olabilirim.

Belki de fırtınanın harabeye çevirdiği bir geminin ışıksız gövdesinde kapana kısılmış hâldeyim.

Gözlerimden biri kırpışarak açılıyor. Şekiller tepemde ortalığı kasıp kavuruyorlar. Salınan bir dizi sarkaç. Fazla kurulmuş, senkronunu kaybetmiş, inleyen, dişlileri kırılmak üzere olan saatler.

Gözümü kırpıyorum ve sarkaçlar darağacından sarkıtılmış, tekmeler savurup kıvranan vücutlara dönüşüyor.

O anda kafamı döndürebildiğimi fark ediyorum. Bulanık şekiller belirginleşmeye başlıyor. Suratımdaki sert, yeşil bir kumaş. Tepemde tik tak eden vücutlar fırtınanın etkisiyle gıcırdayan hasır sepetlerinin içinde verandanın kirişinden sarkan bir dizi bitkiye dönüşüyor. Arkalarında sineklik tellerinden ibaret bir duvar zangırdayıp çırpınıyor.

Bir verandada yatıyorum. Bir verandanın sert, yeşil zemininde.

bu verandayı biliyorum

bu zemini biliyorum

İleride yağmurun kırbaçladığı bir çimenlik, el pençe divan duran palmiyelerden ibaret koyu renkli bir duvarla son buluyor.

bu çimenliği biliyorum

bu palmiyeleri biliyorum

Ne zamandır buradayım? Kaç yıldır?

zaman yine benimle oyunlar oynuyor

Vücudumu kıpırdatmaya çalışıyorum ama tek yapabildiğim kafamı döndürmek. Gözlerim bir oyun masasıyla katlanabilir iki sandalyeye takılıyor. Aniden, eğer vücudumu kalkmaya ikna edebilirsem masanın üstünde bir okuma gözlüğü bulacağımdan emin oluyorum. Yarım kalmış bir Monopoly oyunu. Dumanı tüten, hâlâ sıcak bir fincan kahve.

Daha az önce burada birileri vardı. Daha az önce birtakım laflar edildi. Hâlâ havada asılı kalmış vaziyetteler ve yankılar halinde kulağıma çalınıyorlar.

“Ne tür bir kuş?”

Bir oğlan sesi. Benim sesim.

“Pipo içen koca bir doğan.” Hırıltılı, aksanlı bir ses. Yaşlı bir adamın sesi.

“Çok aptal olduğumu sanıyor olmalısın,” diye yanıt veriyor oğlan.

“Senin hakkında asla öyle bir şey düşünmem.”

Yine oğlan: “Ama canavarlar neden sana zarar vermek istiyorlardı?”

Yaşlı adam sandalyesini geriye itip ayağa kalkarken yükselen bir gacırtı. Bana göstermek istediği bir şeyi alıp geleceğini söylüyor. Bazı fotoğrafları.

bu ne kadar zaman önceydi

bir dakika

bir saat

Ayağa kalkmalıyım, yoksa endişelenecek. Onunla kafa bulduğumu sanacak ve oyuna getirilmekten hiç hoşlanmaz. Bir keresinde sırf oyun olsun diye koruda saklanmıştım ve beni bulamayınca öyle çok öfkelenmişti ki kıpkırmızı kesilip kötü laflar etmişti. Daha sonra korktuğundan böyle yaptığını söylemiş ama onu korkutanın ne olduğundan bahsetmemişti.

Gaddar bir yağmur yağıyor. Fırtına öfkeli, yaşayan bir mahlûk ve boraya kapılmış bir bayrak misali çırpınan sineklikte çoktan bir yarık açmış.

bende bir terslik var

Dirseğimin üstünde doğruluyorum ama elimden bu kadarı geliyor.

Yerde tuhaf, siyah bir iz görüyorum. Etrafımdan dolanan, vücudumun dış hatlarını takip eden bulanık bir çizgi.

Dirseğimden güç alarak doğrulup oturmayı deniyorum. Gözlerimin önünde koyu renkli küreler uçuşuyor.

Derken korkunç bir çatırtı duyuluyor. Her şey kör edici bir beyazlığa bürünüyor.

çok parlak çok yakın çok gürültülü Kulağa patlama sesiymiş gibi geliyor ama öyle değil; bu bir yıldırım.

O kadar yakına düşüyor ki parlamasıyla gürültüsü aynı anda geliyor.

Şimdi doğrulmuş oturuyorum. Kalbim göğsümü dövüyor. Titreyen elimi göz hizama getiriyorum.

Elim garip görünüyor. Fazla büyük. Parmaklarım fazla uzun. Parmak eklemlerimin arasından siyah kıllar fışkırmış.

oğlan nerede oğlan ben değil miyim? oyuna getirilmekten hoşlanmam

Bileğimi sızlayan, kırmızı halkalar çevreliyor.

bir fırtınada verandanın tırabzanına tutturulmuş kelepçeler

Artık masanın üstünün boş olduğunu görebiliyorum.

Kahve fincanı yok. Okuma gözlüğü yok.

geri dönmeyecek

Ama sonra, imkânsız gerçekleşiyor ve o geri dönüyor. Orada, dışarıda, korunun sınırında. Büyükbabam. Rüzgâr yüzünden kamburunu çıkarmış, uzun otların arasından yürüyor. Gözlerini insanın canını acıtan yağmurdan korumak için koyu renkli palmiyelerin yanında capcanlı görünen sarı yağmurluğunun kapüşonunu olabildiğince öne çekmiş.

dışarıda ne yapıyor neden içeri girmiyor

Duruyor. Fazlasıyla uzun otların arasındaki bir şeye bakıyor.

Elimi kaldırıp adını sesleniyorum.

Sırtı doğruluyor ve ancak ondan sonra fark ediyorum: Onda tepeden tırnağa bir yanlışlık var. Cüssesi çok dar. Yürüyüşü kalça eklemlerinde iltihaplanmadan mustarip yaşlı bir adama göre fazla düzgün.

çünkü o değil

Bana doğru, eve doğru, yırtılıp rüzgârda çırpınan sinekliğe doğru koşuyor.

bunu yapan fırtına değil

ne tür canavarlar?

kambur, derisi çürümüş, kara gözlü ve kımıl kımıl iğrenç şeyler

Sinekliği açıp eşikte belirdiğinde artık ayaktayım.

“Kimsin sen?” diye soruyor.

Sesi tekdüze, gergin. Yağmurluğunun kapüşonunu geriye atıyor. Orta yaşlı. Güzelce tıraş edilmiş kızıl sakalları keskin hatlı çenesini vurguluyor. Güneş gözlüğü gözlerini gizliyor.

Başka birinin karşısında iki ayak üzerinde durabilmek öyle yabancı bir deneyim ki yağmurlu bir fırtınada güneş gözlüğü takıyor olmasının garipliğini fark edemiyorum bile.

İstemsizce cevap veriyorum.

“Yakob,” diyorum ve ancak yüksek sesle duyduktan sonra adımda bir terslik olduğunu hissediyorum.

“Ben emlakçıyım,” diyor adam ama bunun bir yalan olduğunu biliyorum. “Fırtınadan önce pencereleri tahtalarla kapatmaya geldim.”

“Bunun için biraz geç kaldın,” diyorum.

Ürkek bir hayvana yaklaşır gibi yavaşça içeri giriyor. Sineklik tıslayarak kapanıyor. Adam yerdeki yanık izine bakıyor, sonra soğuk bakışlarını bana çeviriyor.

“Sen osun,” diyor. Ağır siyah botlarıyla bana doğru rap rap yürürken parmakları oyun masasını yalıyor. “Jacob Portman.”

Adım. Gerçek adım. Çukurun derinliklerinden, karanlıktan bir şey baş veriyor.

burgaçlar çizen bulutların oluşturduğu, adımı kükreyen korkunç bir ağız kuzgun saçlı ve güzel bir kız yanımda çığlık çığlığa

“Bir arkadaşımla tanıştığınızı sanıyorum,” diyor adam. Gülümsemesi zehirli. “Pek çok adı vardır ama sen onu Doktor Golan olarak tanıyorsun.”

korkunç bulut-ağız

çimenlerin arasında kıvranan bir kadın

Bu görüntüler ani, kör bir kuvvetle zihnime üşüşüyor. Sürme cam kapıya çarpana dek geriye doğru sendeliyorum. Adam bana doğru ilerlerken cebinden bir şey çıkarıyor. Metal dişleri olan küçük, siyah bir kutu.

“Arkanı dön,” diye buyuruyor.

Aniden çok fazla şeyin tehlikede olduğunun ve kendimi korumam gerektiğinin farkına varıyorum. Hâl böyle olunca söz dinler gibi, teslim olur gibi ellerimi havaya kaldırıyorum ve yeterince yaklaştığında yumruklarımı suratına indiriyorum.

Gözlüğü suratından fırlarken bağırıyor. Sakladığı gözleri kafatasına gömülü, parlak, bembeyaz yumurtaları andırıyor ve içlerinde öldürme isteği var. Siyah kutusunun dişleri arasında mavi bir ışık peyda olurken güçlü bir çatırtı duyuluyor.

Üzerime atılıyor.

Tişörtümün üstünden bana elektrik vermesiyle şoka kapılıyor, tütsülendiğimi hissediyor, sonra da arkamdaki cam kapıya doğru uçuyorum.

Her nasılsa kırılmıyor.

Adam tepeme çullanıyor. Şok tabancasının şarj olurken çıkardığı vızıltıyı duyuyorum. Onu üstümden atmaya çalışsam da ben de hâlâ şarj olmakla meşgul ve dermansızım. Acı omzuma, kafama yayılıyor.

Tam o anda adam kasılıyor, ardından tek bir çığlık koyuveriyor ve gevşiyor. Boynumdan ılık bir şeyin aktığını hissediyorum.

Bir yerim kanıyor. (Bir yerim mi kanıyor?)

Adam bir şeye uzanırken benden öteye düşüveriyor. Bu şeyin bronz bir kını var ve boynundan on beş santim kadar çıkıntı yapıyor.

Şimdi adamın arkasında tuhaf, yeni bir karanlık, yaşayan bir gölge var ve o karanlıktan çıkıveren bir el büyükbabamın ağır kül tablasını kaptığı gibi adamın kafasına indiriyor.

Adam inleyerek yere devriliyor. Gölgelerden bir kız çıkıyor.

Malum kızın –Öncesi’nden olan– yağmurdan ıslak, uzun, siyah saçı birbirine girmiş; uzun siyah kabanı toz toprak içinde kalmış; fakat fal taşı misali açılmış korku dolu, kapkara gözleri suratıma bakıyor ve ardından aşinalıkla ışıldıyor. Ve her ne kadar tüm parçalar henüz gün yüzüne çıkmamış olsa da, her ne kadar başım hâlâ fıldır fıldır dönüyor olsa da burada yaşanan şeyin bir mucize olduğunu biliyorum: Hayatta olmamızın ve öteki yerde değil de burada olmamızın.

Tanrım

adını bile koyamadığım korkular

Kız şimdi benimle birlikte yerde, diz çöküp bana sarılıyor. Kollarım cankurtarana sarılır gibi boynuna dolanıyor. Vücudu o kadar soğuk ki biz kucaklaşırken tir tir titrediğini hissedebiliyorum.

Hiç gevşemeden adımı söylüyor. Bir daha, bir daha tekrarlıyor ve her tekrarlayışında Şimdi biraz daha ağırlık kazanıp biraz daha somutlaşıyor.

“Jacob, Jacob. Beni hatırlıyor musun?”

Yerdeki adam inliyor. Verandaya açılan sinekliğin alüminyum kemikleri inliyor. Diğer yerden beraberimizde getirdiğimizi düşündüğüm fırtına

ve öfkeli hava da inliyor.

Ve hatırlamaya başlıyorum.

“Noor,” diyorum. “Noor. Sen Noor’sun.”

***

Bir çırpıda tüm hatıralarım geri geldi. Hayatta kalmıştık. V’nin çökmekte olan döngüsünden kaçıp kurtulmuştuk. Şimdi Florida’da, büyükbabamın verandasının yeşil yapay çimleri üzerinde, günümüzdeydik.

Şok. Sanırım hâlâ şoktaydım.

Yerde birbirimize sokulduk, fırtına ortalığı kasıp kavururken birbirimize sığınıp vücutlarımızı sarsan titremelerin dinmesini bekledik. Sarı yağmurluklu adam göğsünün gittikçe azalan iniş kalkışları dışında hiç kıpırdamadan öylece yatıyordu. Kan, adamın etrafındaki yapay çimleri sırılsıklam ederek vıcık vıcık bir birikintiye dönüşmüştü. Noor’un ona sapladığı silahın bronz kabzası ensesinden çıkıntı yapıyordu.

“Bu büyükbabamın mektup açacağıydı,” dedim. “Ve burası da onun eviydi.”

“Senin büyükbaban.” Bana bakmasına yetecek kadar geri çekildi.

“Hani şu Florida’da yaşamış olan?”

Başımla onayladım. O anda kopan bir gök gürültüsü duvarları sarstı.

Noor şüpheci bir edayla kafasını iki yana sallayarak etrafa bakınıyordu.

Bu gerçek olamaz. Nasıl hissettiğini biliyordum.

“Nasıl?” dedi.

Yerdeki yanık izine işaret ettim. “Burada uyandım. Ne zamandır kendimde olmadığıma dair en ufak bir fikrim yok. Ya da günlerden ne olduğuna.”

Noor gözlerini ovuşturdu. “Kafamın içi öyle bulanık ki! Her şey karman çorman.”

“Hatırladığın son şey ne?”

Odaklanırken kaşlarını çattı. “Eski evime uğradık. Sonra arabayla bir yere gittik…” Bir rüyanın parçalarını birleştirmeye çalışır gibi yavaşça konuşuyordu. “Sonra bir döngüdeydik… V’nin döngüsünü bulduk!

Ve bir fırtınadan kaçıyorduk. Hayır, bir kasırgadan.”

“İki kasırga vardı, değil mi?”

“Sonra onu bulduk! Bulduk, değil mi? Onu bulduk!” Elleri benimkileri kavrayıp sıktı. “Ve sonra…”

Elleri gevşerken suratındaki ifade de silindi. Dudakları aralandı ama ağzından tek bir kelime çıkmadı. Dehşet geri dönüyor, onu ezip geçiyordu.

Beni de öyle.

Murnau. Elinde bir bıçakla, çimenlerin üstünde öylece yatan V’nin üstüne abanışı. Burgaçlar çizen girdaba doğru koşarken kolunu zaferle havaya kaldırışı.

Göğsümü öyle bir ateş bastı ki bir an için nefes alamadım. Noor başını dizlerinin arasına gömüp öne arkaya sallanmaya başladı. “Aman Tanrım,” diye inledi. “Aman Tanrım, aman Tanrım, aman Tanrım.” Öyle ki gözlerimin önünde yok olup gideceğini, aniden alev alacağını ya da odadaki tüm ışığı yutacağını sandım.

Ne var ki az sonra pat diye kafasını kaldırdı. “Biz neden ölmedik?”

İstemsizce ürperdim.

Belki de ölmüşüzdür.

Bildiğim kadarıyla, tam da Caul’ün arzu ettiği gibi, V’nin çöken döngüsü tarafından ezilmiştik. Şu anda deneyimlediklerimin günahlarımızın cezasını çektiğimiz bir hatıra çukurundan ya da ölmekte olan bir beynin havai fişeklerinden daha fazlası olduğuna dair tek somut delil Noor’un varlığıydı.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıŞeytanın Arka Bahçesi’nin Musibetleri - Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları 6. Kitap
  • Sayfa Sayısı504
  • Yazar Ransom Riggs
  • ISBN9786052652503
  • Boyutlar, Kapak13,5x21. cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİthaki Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları ~ Ransom RiggsBayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları

    Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları

    Ransom Riggs

    Olaylar ana karakter Jacob’ın gözünden anlatılır. Büyük babasının trajik ölümüyle kâbuslar gören Jacob, büyük babasının anlattığı tuhaf yeteneklere sahip çocukların bulunduğu hikayelerin etkisinde olduğunu düşünüp bunun üzerine Galler’e gider ve hikayelerde adları geçen Tuhaf Çocukları ve Bayan Peregrine’yi bulmak ister.

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Para Basmak ~ Terry PratchettPara Basmak

    Para Basmak

    Terry Pratchett

    Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen otuz altıncı kitabı Para Basmak, kallavi bir ekonomik sistemi baştan yaratmaya...

  2. Mezarların Çağrısı ~ Simon BeckettMezarların Çağrısı

    Mezarların Çağrısı

    Simon Beckett

    İlk bakışta önemsiz bir şeye benzetebilirdiniz, taş olabilirdi veya budaklı bir kök, ta ki daha yakından bakana kadar. Islak topraktan kısmen dışarı çıkmış, çürüme...

  3. Demir Ökçe ~ Jack LondonDemir Ökçe

    Demir Ökçe

    Jack London

    Eserlerinde doğanın karşı konulamaz gücünü alt etme ve hayatta kalabilme mücadelesini romantik bir yaklaşımla ele alan Jack London, Demir Ökçe’de sınıf mücadelesini konu alır....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur