Almanya, 1930. Avrupa’nın en önemli sinema merkezlerinden olan Berlin’de, gözde bir aktristin öldürülmesiyle başlıyor hikâye. Arka planda, sinema sektöründe ve yeraltı dünyasında dönen amansız bir güç mücadelesi var.
Komiser Rath’ın bu defaki macerası, sinema endüstrisinin ilk dönemine ışık tutuyor. Özellikle de sessiz filmcilerle geleceği sesli filmde görenler arasındaki kamplaşmaya! Sinema sektöründe bu kamplaşmadan da ibaret olmayan müthiş rekabet, dağdağalı metropoldeki başka güç oyunlarıyla da kesişiyor.
Sessiz Ölüm’ün canlı yanlarından biri, arka planda yine yaklaşan Nazi iktidarının ayak sesleriyle, polis içindeki çekişmelerin ve “polis kültürünün” etraflı bir tasvirini sunması. Arka planda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya Şansölyesi olacak olan Adenauer’le ilgili bir entrika da eksik değil!
“Volker Kutscher, polisiyeciler arasında iyi romancı olanlardan. Kısa, özetleyici kesitlerle hikâyeden sapmadan mevzuyu köşe bucak araştırmayı, atmosferi sergilemeyi iyi biliyor.”
Krimi-Couch
*
28 Şubat 1930
Cuma
1
Işık demeti karanlıkta sanki her zamankinden daha bir ikircikli dans ediyordu; daha bir tedirgin, daha yabaniydi sanki. Derken yanıp sönmeler azalarak yerini net şekillere bıraktı.
Yumuşak çizgileri olan bir yüz belirdi; perdeye yalnız ışıkla çizilmişti.
Genç kadının yüzü.
Açılan gözleri.
Ona bakan.
Işıkla ölümsüzleştirilmiş, sonsuza kadar kalımsızlıktan kurtarılmış. O, kadınla her canı çektiğinde, ne zaman isterse bu karanlık odayı, bu karanlık yaşamı aydınlatabilecek.
Yaşamı. Çaresiz karanlığını, bir projektörün perdede dans eden ışık demetinden başka hiçbir şeyin aydınlatamadığı bir yaşamdı bu.
Kadının gözlerinin iyice açıldığını görüyordu. Görüyordu, çünkü bildik bir şeydi bu. Onun ne hissettiğini de çok iyi biliyordu.
Kadının hissettiği şey kendisine yabancı ama ona tanıdıktı. Ona öyle yakın hissediyordu ki kendisini. Hani neredeyse ilelebet selüloite yapıştığı o an kadar.
Kadın ona bakıyor ve yavaş yavaş kavrıyordu. Ya da kavradığını sanıyordu.
Boğulmaktan korkarmışçasına boğazını kavradı elleri.
Büyük bir acı hissetmiyordu artık, tek bilincine vardığı, bir şeyin artık eskisi gibi olmadığıydı.
Bir şey eksikti.
Sesi yoktu.
Bir şey söylemek istedi, sesi çıkmadı.
O yapmacık ses kesilmişti artık. O tahammül edilmez, kadının kendisine ait olmayan ses yoktu artık. Onu birdenbire yabancı, habis bir güç gibi pençelerine almış sesten kurtarmıştı kadını.
Dehşetten ziyade şaşkınlık ifadesi vardı kadının gözlerinde, anlamakta zorluk çekiyordu.
Onun kendisini sevdiğini, ona, sadece onun o temiz, melek yüreğine olan sevgisinden dolayı bunu yaptığını anlaması çok zordu.
Gerçi onun anlayıp anlamaması pek o kadar da önemli değildi ya.
Kadının ağzını açmasıyla birden sanki her şey eskisi gibi oluvermişti. Nihayet duyuyordu onu artık. En sonunda onun o gerçek sesini, o ölümsüz, kimsenin elinden alamayacağı, zamanın dışında gibi, günün pisliği ve sıradanlığıyla hiçbir ilgisi olmayan sesi duyuyordu.
O ses, daha ilk duyduğunda, kadın ilk kez onunla konuşurken, yalnız olmadıkları halde bir tek ona hitaben konuşurken büyülemişti onu.
Kadının şu andaki bakışına dayanamadı. Perdenin kenarından bakmış, her şeyi görmüştü; çok değil az sonra dengesini kaybedecekti.
Düştüğü an.
Apansız değişen bakışı.
Gözlerindeki ölüm sezgisi.
Öleceğini bilmek.
O anda öleceğini bilmek.
Geri dönüş yok.
Ölüm.
Ölüm gözlerinde.
Ölüm gözlerine oturdu.
2
Koyu renk takım elbiseli adam, yeşil ipek elbiseli kadına teklifsizce gülümsedi. Bir eli cebinde, diğer elinde konyak bardağı, öyle durup duruyordu. Gece elbiseli kadınla aralarında birkaç santim mesafe kalmıştı ama o hâlâ kıpırdamıyordu.
Yeşil ipek, kadının hızlı nefesiyle bir kalkıp bir iniyordu. Kadın, “Doğru mu duyuyorum?” dedi kızarak.
Konyağından bir yudum aldı. “O güzel kulaklarınızla yanlış duyacağınızı tasavvur bile edemiyorum,” derken suratındaki gülümseme genişlemiş, âdeta sırıtma halini almıştı.
“Buna razı geleceğimi gerçekten düşünüyor musunuz?”
Kadının kızgınlığı hoşuna gidiyor gibiydi; o kızdıkça sırıtması daha bir arsızlaşıyordu. Bir süre bir şey demeyerek cevabını enine boyuna düşünüyor havası verdi. Sonra tasdik anlamında başını sallayarak, “Galiba düşünüyorum,” dedi. “Yanılmıyorsam aynısını Herr von Kessler de yapmış sizinle, öyle değil mi?”
“Bunun sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum, sevgili Kont Thorwald!”
Kadının bunları söylerken elini beline koyması ona resmen zevk veriyordu. Birden bir şimşek içeriyi aydınlattı.
“Bu cevap mı şimdi?” dedi ve inceler gibi konyak bardağına baktı.
“Peki bunu nasıl buluyorsunuz cevap olarak?”
Kadın cümlesinin ortasında elini kaldırmıştı. Diğeri gözlerini kapatmış, okkalı bir tokat bekliyorken, başka bir âlemden geliyormuşçasına gümbür gümbür çıkan bir sözcük, bütün hareketleri bir anda dondurmaya yetmişti: “Kestiiiik!”
İkisi de bir saniye fotoğraf hareketsizliği ile bulunduğu pozisyonda kalakaldı; derken kadın elini indirdi, diğeri gözlerini açtı; karanlığa, üstünde durdukları parkenin kirli beton zemine dönüştüğü noktaya çevirdiler bakışlarını. Kadın gözlerini kırpıştırarak, iki heceyle her şeyi berbat eden ve şu anda ayağa kalkıp kulaklığını sandalyeye asarak aydınlık tarafa yönelmekte olan adamın açılıp kapanır sandalyesini seçebildi ancak. Kravatı gelişigüzel bağlanmış, gömleğinin kolları yukarı doğru kıvrılmış yönetmen atletik yapılı biriydi. Biraz önce bağırıp herkesi yerinden zıplatan o değildi sanki; birden yumuşacık olmuştu sesi.
“Betty, son sözcükleri yanlış yöne bakarak söyledin hayatım,”
dedi. “Mikrofonlar almadı seni.”
“Mikrofonlar, mikrofonlar. Bir mikrofondur gidiyor. Duymaya tahammülüm kalmadı artık, Jo. Bunun artık filmle bir ilgisi yok!”
Yan tarafa attığı sert bakış, düğmelerin başındaki ses teknisyeninin kızarmasına yetmişti. “Film,” diye devam etti, “film nedir, ışık ve gölgedir. Bunu koskoca Josef Dressler’e anlatmayayım yani. Selüloitteki yüzüm, Jo! Sanatımı mikrofon aracılığıyla icra etmiyorum ben!”
Mikrofon sözcüğüne öyle bir vurgulama yapmıştı ki, sanki daha yeni keşfedilmiş, son derece iğrenç bir böcek cinsinden söz ediyordu.
Dressler cevap vermeden önce derin bir nefes aldı. “Sesine ihtiyacın olmadığını biliyorum, Betty,” dedi. “Ama dediğin artık geçmişte kaldı. Bu filmle geleceğin başlıyor. Gelecek de konuşuyor.”
“Saçmaaa! İtibar etmeyeni de var, hem de bir dolu; bunlar hâlâ doğru dürüst filmler çekiyor. Mikrofonsuz. Koskoca Chaplin’in yanılgı içinde mi olduğunu sanıyorsun? Şu anda herkesin peşine takıldığı sesli filmin sadece bir moda olmadığı, kısa zamanda unutulmaya yüz tutmayacağı nereden malum?”
Dressler, ses sanki ondan değil de başkasından çıkıyormuş gibi hayretle bakıyordu ona. “Biliyorum,” dedi. “Burada hepimiz biliyoruz bunu. Sen de biliyorsun. Sesli film sanki senin için yaratılmış, sen de sesli film için. Konuşmalı film seni gerçekten çok ünlü
yapacak. Yapman gereken bir tek şey var, o da doğru yöne konuşmayı aklından çıkarmaman.”
“Akıldan çıkarmamak ne kelime? Bir rolü oynarken benim onu yaşamam gerekiyor.”
“Tamam, yaşa rolünü. Ama bunu yaparken Victor’a doğru konuş. Bu arada diyaloğun bitmeden elini kaldırma.”
Betty başıyla onayladı.
“Provalarda yaptığın gibi de çok sert vurma, dokunman yeter.
Tokat duyulmasa da olur, gök gürültüsü duyulsun bir tek.”
Betty de dahil herkes güldü. Gerginlik geçmiş, hava gene yumuşamıştı. Bunu bir tek Jo Dressler başarabilirdi. Betty bu yüzden seviyordu onu.
“Evet, herkes pozisyonunu alıyor, sahneyi tekrarlıyoruz!” Yönetmen sandalyesine oturup kulaklığını taktı. Betty kapıdaki yerini aldı, şöminenin yanındaki pozisyonunu terk etmeyen Victor ise sadece yüzündeki ifadeyi değiştirdi. Kulisteki telaş sırasında Betty rolüne konsantre oldu. Şefinin ricası üzerine milyoner kızı rolüne giren, bunun sonuçlarıyla boğuşmak zorunda kalırken bu ne idüğü belirsiz dolandırıcının karalamalarına öfkelenip sinirlenen bir otel memuresini canlandırıyordu. Filmin sonunda, sahne biterken öpüşeceği bu dolandırıcının, aslında dolandırıcılığa bile yeteneği olmayan beceriksizin biri olduğu ortaya çıkıyordu.
Ses teknisyeniyle kameraman aygıtlarını tekrar çalıştırmaya başladılar. Sete, duadan önceki kilise sessizliği hâkim oldu.
Çekim tahtası sessizliği bir bıçak gibi kesti.
“Aşk Fırtınası, elli üçüncü sahne, ikinci çekim.”
Dressler’in “Veeee başla!” diyen sesi duyuldu.
Victor tekrar zevzekliklerine başladı, Betty ise rolü gereği öfkelenmeye devam edip kendi kendini iyice doldurdu. Kameranın nerede durduğunu çok iyi biliyordu, hep bilirdi onu bilmesine de, her hareketini kaydeden o merceği yok sayıp oynamakta da bayağı ustaydı.
Şöminenin yanındaki konumunu almış, Victor’a verip veriştirmeye başlamıştı. Victor’un tepesinde koskoca bir mikrofon sallanıyordu; onu da kamera gibi yok saymaya çalıştı. Victor’la konuşur gibi yaparken, haliyle mikrofona konuşmuş oluyordu. Bu kadar basitti bu iş, Jo haklıydı. Victor bir falso yapmazsa (ki bu maalesef sık sık karşılaşılan bir durumdu) sahne neredeyse tamamdı. Şimşek tam zamanında çakmıştı. Bundan sonra kendini iç ritmine bıraktı; sahnenin son sözlerini söylerken bir taraftan da yavaş yavaş geriye saymaya başladı.
“Peki bunu nasıl buluyorsunuz cevap olarak?”
Şimdi.
Tam şimdi tokatın gelmesi gerekiyor.
Tokatın, Victor’un yüzüne nasıl çarptığını hissetti; eyvah, gene sert vurmuştu. Neyse, Victor’a bu kadarcıktan bir şey olmazdı herhalde. Hiç olmazsa kavgaları daha gerçekçi bir etki yaratacaktı.
O anda bir terslik olduğunu fark etti.
Gök gürlememişti.
Onun yerine tiz bir metalik ses duyulmuştu. Arkasında madenimsi bir şey yere düşmüş olmalıydı.
Gözlerini yumdu. Hayır! Lütfen!
Aptalca bir teknik arıza mıydı yoksa bu? Şimdi tam da bu kadar iyi oynamışken …
Evet, öyleydi.
Dressler küfür yağdırıyordu. “Kestiiiik!”
Gözlerinin kapalı olmasına rağmen ışıkta bir değişiklik olduğunu fark etti. Daha göz kapaklarını kaldıramadan bir darbe hissetti. Devasa bir çekiç darbesi gibiydi; omzuna, üst koluna, ensesine gelmişti. Gözlerini açtığında kendisini yerde buldu. Ne oluyordu? Vücudundan çat diye bir ses geldi; bir yerleri kırılmış olmalıydı. Acı öyle ani, öyle acımasız kendini göstermişti ki, bir anda gözleri karardı. Stüdyonun tavanındaki brandaları, çelik iskeleyi, Victor’un dehşete uğramış yüz ifadesini gördü, ancak bunlar da yavaş yavaş görüş alanından çıktı.
Kalkmaya yeltendi, olmadı; kaçmaya çalıştı, çünkü bu arada yüzü ve saçları, derken olduğu gibi sol tarafı yanmaya başlamıştı. Korkunç acı duyuyordu. Kafasını bile çevirmesi mümkün değildi; onu aşağı bastıran ve yakmaya kararlı bir şey vardı. Tüm vücudu acıya başkaldırmak istiyor, ama o bacaklarına söz geçiremiyor, onları hareket ettiremiyordu. Hiçbir yerini hareket ettiremiyordu; vücudu, emirleri yerine getirmemekte direnen isyankâr bir ordu haline gelmişti âdeta. Burnuna yanık saç, yanık deri kokusu geldi; birisi çığlık çığlığa bağırıyordu, birden duyduğu sesin kendi sesi olduğunu anladı ve şaşakaldı. Ama bağıran sanki başkasıydı, kendisi olamazdı ki, o çığlık atan, acıdan kıvranan, hareket edemeyen, sadece bağırmak, bağırmak ve bağırmak isteyen şeyin kendisi olması imkânsızdı.
Birden Victor’un yüzü belirdi tekrar; gerçi o faltaşı gibi açılmış gözler, garip bir biçimde yamulmuş ağıza bakıldığında buna yüz demek için bin şahit isterdi ya; bir film kahramanının ifadesi değildi her halükârda yüzündeki ifade ama kararlıydı. Betty, şekilsiz bir denizanasını andıran suyun, havada uzun uzun süzülüp vücuduna temas ettiği anda anlayabildi ancak Victor’un ne yaptığını.
Ve bunun, hayatta göreceği en son şey olduğunu biliyordu.
Birden her yer ışık oldu. Alabildiğine aydınlık bembeyaz bir ışık sardı her yanını; sarmaktan da öte, kendisi ışık haline geldi. Bir saniyede o güne kadar hiç tanık olmadığı bir aydınlığın parçası haline gelmişti. Müthiş berraktı etrafı. Ve o an, bu aydınlığın kendisini dönüşü olmayan bir karanlığa sürükleyeceğini anlamıştı.
3
Sch. debeleniyordu. “Baumgart” onu yere yatırmış, pantolonunu sıyırmaya çalışıyordu. Sch., bırakmazsa bağıracağını söyleyince, “Baumgart” sırıtarak “istediğin kadar bağır, seni burada kimse duymaz,” dedi. Boğuşma sırasında Sch., “sana teslim olmaktansa ölmeyi tercih ederim,” dedi. “Baumgart”ın buna cevabı: “Geber o zaman” oldu …
“Beyefendinin bir arzusu var mı?”
“Geber o zaman,” diye mırıldandı Rath.
“Anlamadım?”
Rath kafasını dergiden kaldırdı. Garson, elinde kirli tabak dolu bir tepsiyle masasında dikiliyordu. “Ah, boş verin,” dedi Rath, “önemli değil.”
“Bir şey arzu eder misiniz?”
“Yok, şu anda bir şey istemiyorum, teşekkür ederim. Birini bekliyorum da.”
“Hay hay.”
Garson masadaki boş fincanı alıp gitti. Rath, ne de alıngan mübarek, diye geçirdi içinden. Tepsiyi düşürmemek için masaların arasında akrobatik hareketler yapan adamın arkasından bakakaldı bir süre. Kahve, yavaştan dolmak üzereydi. Birazdan masadaki boş sandalye için mücadele etmesi gerekecekti.
Kathi gecikmişti. İlk kez oluyordu bu. Meselenin ne olduğunu hâlâ anlamamış mıydı, yoksa anladığı için mi gecikmişti? Kathi ofisten aramamalıydı onu. Olayı hâlâ anlamamıştı. Muhtemelen yine bir iyilikte bulunmak istemişti. İster mi, istemez mi, ona sormadan mütemadiyen bir iyilik yapmak ihtiyacındaydı ya. Rath’la Resi’ye gitmek istemesi de aynı nedendendi. Renanyalı ola…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSessiz Ölüm - Gereon Rath’ın İkinci Vakası
- Sayfa Sayısı483
- YazarVolker Kutscher
- ISBN9789750523120
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çizgili Pijamalı Çocuk ~ John Boyne
Çizgili Pijamalı Çocuk
John Boyne
Dünyaca ünlü İrlandalı yazar John Boyne’un kaleminden, 46 farklı dile çevrilen, bol ödüllü bir klasik. Çizgili Pijamalı Çocuk, II. Dünya Savaşı sırasında yolları kesişen...
- Scarlet ve Ivy 5 / Mum Işığında Lanet ~ Sophie Cleverly
Scarlet ve Ivy 5 / Mum Işığında Lanet
Sophie Cleverly
Rockwood Okuluna gelen yeni kız Scarlet ve Ivy için çözülmesi gereken yeni bir gizem yaratır. İlginç biri olan yeni kız Ebony, Scarlet ve Ivy’de...
- Mal Sayımı ~ Erlend Loe
Mal Sayımı
Erlend Loe
Boğaziçi’ni izlerken şiirine yeni kelimelerle sarılmış bir şair Nina Faber. İstanbul seyahatinden Oslo’ya dönüp yeni şiir kitabını çıkarıyor ama olaylar beklediği gibi ilerlemiyor. Şiirlerinin...