Burada, hemşirelerin “sessiz bir ölüm” dedikleri şey anlatılıyor. Sessiz Bir Ölüm’de Simone de Beauvoir, kendi annesinin ölümünü bütün ayrıntılarıyla betimlerken unutulmaz bir edebi eser yaratıyor. Yetmiş yedi yaşındaki annenin geçirdiği küçük kazayla başlayan öykü, hastanede fark edilen ilerlemiş kanser teşhisiyle dramatik bir hal alıyor ve olayın kahramanları acılı bir süreç yaşıyor. Yazar, bu süreç içinde yaşadığı karmaşık ve yoğun duygulanımları anlatırken, bir annenin ölümünü olanca soğukkanlılığıyla betimlemeyi de başarıyor. Böylece eser, anne ile kızın arasındaki yabancılaşmayı iyiden iyiye açığa çıkardığı gibi, annenin bütün yaşamını da anlatarak bir ölümün betimlenmesinin çok ötesine geçiyor. Yapıt bize insani ilişkilerin bir belgesini sunarken, yazara da kendi yaşamıyla yüzleşme olanağı sağlıyor.
Simone de Beauvoir, Sessiz Bir Ölüm’de bu trajik öyküyü anlatırken bir yandan da yaşam ve ölüme ilişkin kendi düşünceleri ve duygularıyla hesaplaşmayı ihmal etmiyor.
Sessiz Bir Ölüm, sarsıcı bir edebiyat deneyimi…
24 Ekim 1963 Perşembe günü, ikindi Ustu saat dörtte, Roma’da, Minerva Otelin’deki odamdaydım; ertesi gün uçakla Paris’e dönecektim, kâğıtlarımı düzenliyordum, tam o sırada telefon çaldı. Bost, Paris’ten telefon ediyordu, “Anneniz bir kaza geçirdi,” dedi. Bir otomobil çarpıp devirmiştir kadını, diye düşündüm. Bastonuna dayanmış, güçlükle, yoldan kaldırtma çıkmaya uğraşırken bir araba çarpmıştı muhakkak. “Banyoda düşmüş, uyluk boynunu kırmış,” dedi Bost. Annemin oturduğu binada oturuyordu o da. ü gece, saat ona doğru Olga ile birlikte merdivenden çıkarken önlerinden giden üç kişi. bir kadınla iki polis memuru, dikkatlerini çekmiş: “ikinci katla üçüncü kat arasındaki dairede,” diyormuş kadın. Bayan de Beauvoir’a bir şey mi olmuştu yoksa? Evet. Düşmûşmüş. İki saat boyunca döşemenin üzerinde sürüne sürüne ilerledikten sonra (defona ulaşabilmiş, arkadaşlarından Bayan Tardien’den, kapıyı kırıp girmelerini istemiş. Bosl’la Olga, öbürlerinin yanında daireye girmişler. Annemi, sırlında kırmızı, fitilli kadifeden sabahlığı, yerde yalar bulmuşlar. Aynı evde oturan kadın doktor Lacroix’ya göre uyluk boynu kırılmıştı. Boucicaut Hastanesi ilk yardım servisine kaldırılan annem, geceyi koğuşta geçirmişti. “Ama onu C. Klinigine kaldırıyorum simdi,” dedi Bost. “En iyi kemik cerrahlarından biri, Profesör B,. orada. Anneniz orayı istemedi, masrafı size ağır gelir diye üzülüyordu. Ama sonunda kandıra bildim onu.”
Zavallı anneciğim! Beş hafta önce, Moskova’dan dönüşümde, kendisiyle oturup bir öğle yemeği yemişlim; her zamanki gibi, pek iyi görünmüyordu. Bir zamanlar hem de daha dün gibi bir zamanlar yaşından genç gösterdiği için ovunurdu; ama artık işin su götürür yanı yoktu: Yetmiş yedi yaşında, pek yıpranmış, çökmüş bir kadındı. Savaştan sonra baş gösteren kalça eklemi rahatsızlığı, AixlesBains ılıcalarına gittiği, masajlar yaptırdığı halde yıldan yıla kötüleşmişti: Bir mahalleyi dolanıp gelmek bir saatini alıyordu. Acı çekiyor, doğru dürüst uyku uyuyamıyordu, her gün altı tane aspirin yuttuğu halde… iki uç yıldır, özellikle geçen kıştan bu yana, gözlerinin altını çürümüş, burnunu incelmiş, yanaklarını çökmüş görüyordum hep Hekimi. Doktor D.. “Merak edilecek bir şey yok,”
diyordu: Karaciğer bozukluğuydu, bağırsak tembelliğiydi; birtakım ilaçlar yazıyor, pekliğe karşı demirhindi reçeli veriyordu. O gün “keyfinin bozuk” oluşuna şaşmadım; ama üzüldüğüm, kötü bir yaz geçirmiş olmasıydı. Yazlığa çıkıp bir otelde ya da konuk kabul eden bir manastırda kalabilirdi. Ama her yılkı gibi, kendisini, teyze kızım jeanne’ın Meyrignac’a, kız kardeşimin de Scharrachbergen’e çağıracaklarını bekliyordu. Birtakım engeller yüzünden ikisi de çagıramamıştı onu. Bomboş, yağmurlu bir Paris’te kalmıştı annem, “içim hiç sıkılmazken bu kez sıkıldı,” dediydi bana. Bereket, görüşmemizden az sonra kız kardeşim onu iki haftalığına Alsace’da konuk etmişti. Şimdi arkadaşları yeniden Paris’teydi, ben de dönüyordum: Şu kırık olmasaydı onu muhakkak kendini toparlamış bulurdum. Kalbi sapasağlam, kan basıncı genç bir kadırınki kadardı: Başına ağır bir kaza gelir diye içime korku girmemişti hiç.
Saat altıya doğru kliniğe telefon etlim. Paris’e donduğumu, kendisini görmeye geleceğimi söyledim. Bana kararsız bir sesle karşılık verdi. Profesör B. telefonu elinden alıp konuştu: Cumartesi sabahı ameliyat edecekti onu
Yatağına yaklaştığımda: “Beni iki ay mektupsuz bırakım!” dedi bana. “Nasıl olur?” dedim; görüşmüştük, Roma’dan yazmıştım kendisine, inanmıyormuş gibi dinledi beni. Alnı, elleri ateş içindeydi; hafifçe çarpılmış ağzından güçlükle çıkıyordu sözler, kafası biraz bulanık gibiydi. Geçirdiği sarsıntının etkisi miydi bu? Yoksa ufak bir kalp nöbeti geldiği için mi düşmüştü yere? Bir tiki vardı, oldum olası. (Hayır, oldum olası öyleydi diyemem, ama uzun zamandan beri vardı: Ne zamandan beri ki?) Gözlerini kırpıştırıyor, kaşları kalkıyor, alnı kırışıyordu. Ben yarandayken bu kıpırdanması bir an durmadı. Yalız, gergin göz kapaklarını indirdiği zaman gözbebekleri tamamıyla örtülüyordu. Asistanlardan Doktor J., annemin yanına uğradı: Ameliyat gereksizdi, uyluk kemiği yerinden oynamamıştı, üç ay istirahatle kaynayacaktı kendiliğinden. Annemin sıkıntısı biraz azalmış göründü. Telefona ulaşmak için gösterdiği çabayı, kaygısını; Bost ile Olga’nın inceliğini biraz karışıkça anlattı. Boucicaut’ya sırtındaki sabahlıkla getirilmişti, yanına bir şey almamıştı. Olga, ertesi gün, kendisine giyip çıkaracak bir, iki şey; kolonya, beyaz yünlüden güzel bir hırka getirmişti. Kendisine teşekkür ettiğinde, Olga, “Aman Hanımefendi,” diye karşılık vermişti, “sizi seviyoruz, yaparız tabii.” Annem, birkaç kez, dalgın, kanmış bir halle: “Sizi seviyoruz, yaparız tabii,” dedi diye yineledi.
“Bizleri tedirgin etmekten öylesine utanır, kendisi için yapılanlar karşısında öyle ölçüsüz bir iç yükümü duyar bir hali vardı ki! İnsanın yüreği parçalanıyordu,” dedi Olga bana o akşam. Doktor D. den öfkeyle söz etli. Doktor Bayan Lacroix’nın çağırılmış obuasından alınmış, perşembe günü Boucicaut’ya uğrayıp annemi görmek istememiş». “Yirmi dakika kendisine dert anlatmaya çalıştım telefonda,” dedi Olga. “Geçirdiği sarsıntıdan, hastanede sabah layığından sonra anneniz, kendisine her zaman bakan doktorun, yüreğine biraz su serpmesini gerekserdi. Adam Nuh dedi, Peygamber demedi.” Bost’a göre annem bir kalp nöbeti geçirmemişti: Onu yerden kaldırdığı zaman, biraz şaşkın bir hali varmış ama aklı başındaymış. Ancak, üç ayda kalkabileceğine Bost’un aklı pek yatmıyordu: Uyluk boynu kırığı, tek başına, korkulacak bir şey değildir; ama uzun süre kımıldamadan yatmak, yatalak yaralarına yol açar, bu yaralar da yaşlı kimselerde kapanmak bilmez. Yatık durmak akciğerleri yorar: Haşlanın göğsüne kan yürür, bu da götürür onu. Pek telaşlanmadım. Sakatlanın işti ama sağlamdı annem. Hem. anık, ölecek yaşa da gelmişti.
Bost kız kardeşime de haber vermişti; onunla telefonda uzun uzun konuştum: “Bekliyordum zalen böyle bir şeyi” dedi kardeşim. Alsace’da annemi öylesine yaşlanmış, enezleşmiş görmüştü ki, Lionel’e: “Annem bu kışı çıkaramayacak” demişti. Bir gece annem, karnında zorlu sancılar duymuştu: Kendisini hastaneye kaldırmalarını islemesine ramak kalmıştı. Ama o gecenin sabahı, iyileşmişti. Alsace”da geçirdiği günlerin büyük sevinci, kıvancı içinde, kendisini arabayla Paris’e getirdikleri zaman yeniden güçlenmiş, keyiflenmiş bir haldeydi. Bununla birlikte, ekim ortalarında, kazayı geçirmesinden on gün kadar önce, Francine Diato kız kardeşime telefon etmiş: ‘”Az önce, yemekte, annenizin yanındaydım. Kendisini öyle kötü durumda buldum ki size haber vermek istedim,” demiş. Bir bahane uydurarak hemen Paris’e gelmiş olan ‘kız kardeşim annemi bir röntgenciye götürmüştü. Filmleri inceledikten sonra, hekimi, kesinlikle şunu söylemişti: “Kaygılanmanızı gerektirecek bir şey yok. Bağırsağında bir çeşit cep oluşmuş, boşaltımı güçleştiren bir dışkı cebi… Hem anneniz pek az yemek yiyor; bu, birtakım eksikliklere yol açabilir; ancak, tehlikeli bir durum yok.” Anneme, daha iyi beslenmeye bakmasını ögütlemiş, yeni, pek güçlü ilaçlar vermişti, Poupette bana: “Gene de merak içindeydim,” dedi. “Anneme yalvardım, yanına bir gece bakıcısı alsın diye. Bir türlü kabul etmedi; tanımadığı bir insanın geceleri evinde yatması düşüncesine ısınamıyordu hiç.” Poupette’le anlaştık; iki hafta sonra, benim Prag’a hareket etmeyi tasarladığım sırada Paris’e gelecekti.
Ertesi gün annemin ağzı hâlâ çarpık, konuşması hâlâ düzensizdi; sarkık gözkapakları gözlerini örtüyor, kaşları oynayıp duruyordu. Yirmi yıl önce bisikletten düşerek kırmış olduğu sağ kolu iyi kaynamamıştı; geçen günkü düşüşü sol kolunu incinmişti: Kollarını ancak kımıldatabiliyordu. Bereket, büyük bir titizlikle; özenle bakılıyordu hastanede. Odası bir bahçeye bakıyordu, sokak gürültüsünden uzaktı. Yatağın yeri değiştirilmiş, pencereye koşul duvara yanaştırılmışım böylelikle, duvara asılı duran telefona kolaylıkla uzanabilecekti. Arkasına konan yaşlıklarla, yatmaktan çok oturuyor gibiydi: Ciğerleri yorulmayacaktı. Elektrikli bir aygıta bağlı şişirme şiltesi titreşiyor, bedenine masaj yapıyordu: Böylelikle yatalak yaralarının oluşumu Önlenecekti. Her sabah, devinimle sağaltma uzmanı bir kadın, bacaklarını çalıştırıyordu. Bost’un saydığı tehlikeler savuş t uru I muşa benziyordu Biraz uykulu sesiyle annem, oda hizmetçilerinden birinin, yemek yemesine yardım ettiğini, elini kestiğini; yemeklerin pek güzel olduğunu anlattı. Oysa Boucicaut’da kendisine patatesli sucuk vermişlerdi! “Sucuk! Duşun bir! Hastalara sucuk!” Bir gün öncesine göre daha konuşkandı. Yerde sürünerek, telefonun kordonunu eline geçirip aygın kendine doğru çekip çekemeyeceğini düşünerek geçirdiği kaygı dolu iki saati anlatıp duruyordu. “Bir gün, Bayan Matchand’a, biliyorsun, o da yalnız başına oturuyor Allahtan telefon var, demiştim. O da, ‘İyi ama, ona uzanabilmeniz de gerek,’ diye karşılık vermişti.” Bilgece bir şey söylercesine annem bu sözleri üstüste yineledi, sonra şunu uladı: “Telefona ulaşamasaydım halim dumandı ”
Kendini işittirecek kadar seslenebilecek miydi acaba? Seslenemezdi muhakkak. Sıkıntısını, kaygısını canlandırabiliyordum kafamda. Tanrıya inanırdı; ama ileri yaşına, sakatlıklarına, hastalıklarına karşın yeryüzüne bütün gücüyle tutunuyordu; ölümden hayvanların korktuğu kadar korkuyordu. Sık sık gördüğü bir karabasanı anlatmıştı kız kardeşime: “Kovalıyorlar…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSessiz Bir Ölüm
- Sayfa Sayısı128
- YazarSimone de Beauvoir
- ISBN9755336169
- Boyutlar, Kapak 13x19 cm, Karton Kapak
- YayıneviİMGE KİTABEVİ YAYINLARI / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Pembe ve Mavi – Yanlış Adres ~ Hortense Ullrich, Joachim Friedrich
Pembe ve Mavi – Yanlış Adres
Hortense Ullrich, Joachim Friedrich
Çocuğun lakabı: MaviPasta Kızın lakabı: PembeKrema Çocuk ailesinin pastanesinde kremalı pasta servisleri yapıyor. Kız ele avuca sığmaz, zengin bir iyi aile kızı. İkisini birbirini...
- Gerçek Aşkın Laneti ~ Stephanie Garber
Gerçek Aşkın Laneti
Stephanie Garber
Hayal kur, umut et ve sihre inanmaktan hiç vazgeçme, tıpkı Evangeline gibi… New York Times’ın çok satan yazarı Stephanie Garber’dan Caraval serisinin sihirli evreninde...
- Afrika’nın Yeşil Tepeleri ~ Ernest Hemingway
Afrika’nın Yeşil Tepeleri
Ernest Hemingway
Hemingway, Avrupa’da bulunduğu yıllarda sık sık Afrika’ya avlanmaya gitmiştir. Kendi ülkesinde de balıkçılıkla birlikte, avlanmanın her türüne ilgi duymuş; çoğunlukla avlanabileceği yerlerde yaşamış; daha...