Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Serbest Düşüş
Serbest Düşüş

Serbest Düşüş

Juli Zeh

İki fizikçi ve bir dedektif etrafında, polisiye tadında, felsefi bir gerilim öyküsü… Üniversitedeyken aralarında sıkı bir dostluk gelişen ve bir gün Nobel Fizik Ödülü’nü…

İki fizikçi ve bir dedektif etrafında, polisiye tadında, felsefi bir gerilim öyküsü…

Üniversitedeyken aralarında sıkı bir dostluk gelişen ve bir gün Nobel Fizik Ödülü’nü alacakları düşünülen Sebastian ve Oskar’ın hayatları ve bilimsel bakış açıları arasına zaman geçtikçe ciddi mesafeler girmiştir. Cenevre’de, prestijli bir üniversitede çalışan Oskar, fiziği bırakıp kendini evliliğe ve babalığa veren Sebastian’ın hayatını ziyan ettiği hissinden kurtulamamakta, arkadaşını geri kazanmaya çalışmaktadır. Sık sık yaşadıkları gerginliklerden birinde, ateşli bir tartışmanın ardından Sebastian oğlunu arabanın arka koltuğunda bırakıp gider. Döndüğünde araba ortadan kaybolmuştur. Tam o sırada telefonu çalar, tanımadığı bir ses oğlunu geri alabilmek için birini öldürmesi gerektiğini söyler. Böyle bir ortamda destek alabileceği tek kişi arkadaşı Oskar’dır. Bu arada sahneye Dedektif Schilf girer ve son derece sıradışı bir yöntemle hakikati açığa çıkarır.

Klasik bir dedektiflik hikâyesi içinde okuru ideal dünya ile maddi dünyanın çatışması, masumiyet ile suçluluk ve zamanın doğası gibi temel meseleler üzerinde düşünmeye çağıran zarif bir roman Serbest Düşüş. Kuantum fiziğiyle ilgilenen okurlar da kitabı çok sevecekler.

İÇİNDEKİLER
Önsöz

Yedi bölümden oluşan birinci fasıl.
Sebastian eğriler kesiyor. Maike yemek pişiriyor.
Oskar ziyarete geliyor. Fizik ona âşık olanlarındır.

Yedi bölümden oluşan ikinci fasıl.
Suçun ilk bölümü işleniyor.
Etrafı hayvanlarla sarılıdır insanoğlunun.

Yedi bölümden oluşan üçüncü fasıl. Cinayet zamanı
geldi geçiyor. Başta her şey plana uygun giderken,
sonrasında her şey bozuluyor. Bir insanı
beklerken göstermek tehlikesiz bir iş değil.

Yedi bölümden oluşan dördüncü fasıl. Rita Skura
kedi besliyor. İnsanoğlu boşlukta bir delik.
Gecikerek de olsa komiser olaya müdahil oluyor.

Komiserin davayı çözdüğü, ama hikâyenin yine de
sona ermediği beşinci fasıl.

Yedi bölümden oluşan altıncı fasıl.
Komiser eğreltiotlarının arasına çömelmiş.
Önemsiz bir tanık ikinci kez sahne alıyor.
Birisi Cenevre’ye doğru yola çıkıyor.

Failin yakalandığı yedinci fasıl.
Nihayet insanın içindeki hâkim karar veriyor.
Bir kuş havalanıyor.

Son Söz

**

s. 13-19.

Güneybatı yönünden, beş yüz metre yüksekten, uçaktan aşağı bakıldığında Schwarzwald sıradağlarının kıvrımları içinde Freiburg, kenarları saçaklı, soluk bir lekeye benziyor. Sanki günlerden bir gün gökyüzünden aşağı düşmüş de komşu dağların ta ayaklarının dibine saçılmışçasına yatıyor orada, aşağıda. Belchen, Schauinsland ve Feldberg dağları bir daire oluşturmuş, dağların takvimine göre hesaplanırsa henüz yaklaşık altı dakika önce doğmuş olması gerekirken, ezel ebet o komik adlı nehrin yanındaymış gibi davranan bir şehre gözcülük ediyorlar. “Dreisam”dır(1) bu nehrin adı. Üç kişinin paylaştığı bir yalnızlık misali.

Schauinsland dağı umursamazca omzunu silkiverse, yüzlerce bisikletçinin, teleferik yolcusunun ve kelebek avcısının hayatı sönüverir; Feldberg dağının can sıkıntısıyla sırtını dönüvermesi de ilçenin tamamının sonunu getirirdi. Dağlar umutsuz ifadelerle Freiburg caddelerinde akıp giden hayata baktıklarından olsa gerek, şehirdekiler eğlenmeye uğraşıyor. Bu yüzden de ormanlarla dağlar kendilerine olup bitenleri anlatma göreviyle sürü sürü kuş gönderiyorlar günbegün şehre.

Sokakların daralıp gölgelerin birbirine sokulduğu yerlerde, sürgit yaşayan ortaçağın renklerini oluşturuyor toprak sarısı ve kirli pembe. Dik çatıların üzerine yerleşmiş sayısız pencere mükemmel iniş pisti olurdu, ev sahipleri sivri uçları yukarı bakan çivilerle bezememiş olsaydı pervazlarını bu pencerelerin. Bir bulut süzülerek aydınlıklarını süpürüp üzerlerinden geçiyor cephelerin. Leopold Meydanı’nda saçları örgülü bir kız dondurma alıyor. Kızın saç çizgisi bir anayol gibi dümdüz.

Birkaç kanat çırpışı uzaklığındaki Sophie-de-la-Roche Caddesi öyle yemyeşil bir cadde ki, kendine ait bir iklim bölgesi yaratabilmiş adeta. Bu caddede kestane ağaçlarının, taçlarını hışırdatmak için ihtiyaç duydukları hafif bir rüzgâr esip duruyor her zaman. Ağaçlar, onları diken şehir mimarından bir yüzyıl daha uzun yaşayıp onun planladığından daha çok boy verdiler. Uzun parmaklarıyla yukarıdaki balkonlara dokunurken, kaldırım taşlarını ters yüz edip sınır duvarlarını delerek dosdoğru temellerin yanından akan Gewerbebach deresine uzanıyor kökleri ağaçların. Biri kahverengi başlı, diğeri yeşil başlı Bonnie ve Clyde akıntıya karşı vakvaklaya vakvaklaya kürek çekip, her daim aynı noktadan geriye dönerek kendilerini akıntıdan aşağı bırakıyorlar. Bir montaj hattı üzerindeymişçesine yayaların yanından geçiyor, gözlerini yukarıdaki kaldırıma dikip ekmek kırıntıları dileniyorlar.

Sophie-de-la-Roche Caddesi öyle bir huzur yayıyor ki etrafa, tarafsız bir gözlemci, insanın dünyayla barışık olmasının burada oturma izni almanın önkoşulu olduğu fikrine kapılabilir. Gewerbebach deresi duvarları nemlendirdiğinden binaların kapıları ardına kadar açık bırakılır, bu yüzden de kaldırımlar kocaman açılmış ağızlardan sarkan dillere benzer. Kuşkusuz sıraevlerin en güzel binası, bembeyaz boyası ve sade mermer sıvasıyla yedi numaralı bina. Binanın cephesinden morsalkım çiçekleri bir şelale halinde aşağı dökülüyor. Eski moda bir lamba gece kullanılmayı bekleyerek uyukluyor; sarmaşık biçimli etollere bürünmüş serçeler yaygara koparıyor. Yaklaşık bir saat sonra bir taksi köşeden dönüp lambanın yanında duracak. Arka koltuktaki müşteri, güneş gözlüğünü alnına doğru itecek ki şoförün eline bozuk para sıkıştırabilsin. Sonra taksiden inecek, başını geriye doğru yatırıp ikinci kattaki pencerelere bakacak. Daha şimdiden iki güvercin, yukarıda bir pervaz üzerinde tıpır tıpır yürüyor, birbirine reverans yapıyor ve ara sıra havalandıklarında da dairenin içine göz atıyorlar. Her ayın ilk cuma gecesi Sebastian, Maike ve Liam bu uçan gözlemcilerin gözlerini onlardan ayırmayacaklarından emin olabilirler.

Pencerelerin birinin ardında Sebastian, çalışma odasında, başı öne eğik, bacaklarını karnına çekmiş bir halde yerde oturuyor. Etrafında kâğıt kırpıntıları ve makasla, sanki noel ağacı yıldızları yapıyor. Yanında tıpkı babası gibi sarışın ve açık tenli, duruşuna da bakılırsa Sebastian’ın küçük bir kopyası olan Liam çömelmiş oturuyor. Lazer yazıcının, Alpler’in manzaralarını andıran zikzak eğrileri çizdiği kırmızı bir karton kâğıda bakıyor. Sebastian makası kartona yerleştirdiği anda Liam parmağını uyarırcasına kaldırıyor.

“Aman dikkat! Elin titriyor!”

“Titremesin diye uğraştığım için, seni akıllı bıdık,” diyor Sebastian ama Liam’ın gözlerini kocaman açtığını gördüğünde sesinin tonundan hemen pişman oluyor.

Sebastian, her ayın ilk cuma akşamı olduğu üzere bu akşam da sinirli ve her zamanki gibi bu sinirliliğini kötü bir gün geçirmesine bağlıyor. Ayın ilk cumaları en ufak bir olay bile ruh halini bozabilir. Bugün bu ufak olay öğle paydosunda derslerin yorgunluğunu üzerinden atmaya çalıştığı Dreisam nehrinin kıyısında karşılaştığı biriydi. Burada yoldan biraz uzakta ve başta anlaşılır bir neden olmaksızın alçak bir kum yığınının etrafına toplanmış bir grup insana rastlamıştı. Kumun içinden, yalnızca tahta çubuklarla lastik şeritlerin ayakta tuttuğu zavallı bir fide dışarı uzanıyordu. Üç bahçıvan küreklerine abanmıştı. Küçük bir kızın bacağına yapışıverdiği, koyu renk takım elbiseli, uzun boylu, çelimsiz bir insan kum yığınına yaklaşıp birkaç merasim sözcüğü etti. Yılın ağacı. Kara elma. Vatan, doğa, kâinat aşkı. Yarım daire oluşturmuş yaşlı bayanlar suskundu. Ardından küreğin toprağa girişi, bir kürek dolusu kum ya da ona benzer bir şey, kızın ibrikten döktüğü su. Alkış. Sebastian istemeye istemeye Oskar’ı düşündü ve onun böyle bir sahne karşısında söyleyeceklerini: Görüyor musun, kendi çaresizliklerine hayranlık duyan bir düztaban sürüsü! Sebastian’sa bu söze gülüp geçer, aslında kendini ürkütücü bir biçimde yılın ağacıymış gibi hissettiğini söylemezdi. Kocaman bir payanda içindeki bir fide gibi.

“Yılın ağacı ne demek, biliyor musun?” diye soruyor, cevap olarak başını hayır anlamında sallayan ve babasının elinde hareket etmekten vazgeçen makasa gözünü diken oğluna. “Yılın ağacı saçmalık,” diye de ekliyor. “Akla gelebilecek en büyük safsata.”

“Oskar bugün geliyor, değil mi?”

“Tabii ki.” Sebastian kartonu kesmeye başlıyor. “Neden sordun?”

“Oskar geldiğinde hep garip şeyler söylüyorsun da. Bir de,” Liam el işi kartonunu işaret ediyor, “eve iş getiriyorsun.”

“Eğrileri tartmak hoşuna gider sanmıştım, gitmiyor mu yoksa?” diye soruyor Sebastian dargın.

Henüz on yaşında da olsa Liam bu soruya cevap vermeyecek kadar akıllı. Babasına fizik deneylerinde yardım etmek hoşuna gidiyor. Zikzak çizginin bir radyometrik ölçümün sonucunu gösterdiğini biliyor, her ne kadar “radyometriğin” ne anlama geldiğini açıklayamasa da. Eğrinin altındaki entegral, yüzey kesilip içeriğinin de kartonun tartılarak belirlenmesiyle hesaplanıyor. Ama Liam, enstitüde karton kesip biçmeden de bu işlemin üstesinden gelebilecek bilgisayarların olduğunu biliyor. Bu iş pazartesiyi de bekleyebilirdi kuşkusuz. Demek ki cuma akşamüzeri geç vakitte bununla uğraşmak özellikle Liam’ın eğlenmesine ve böylece Sebastian’ın da vicdanını rahatlatmasına yarıyor. Ama minik çentikleri ve dişleri kesmek için ihtiyaç duydukları kesme tahtası ve keskin bıçaklar Maike’nin bulunduğu mutfakta duruyor.

Maike, Oskar için yemek pişirdiğinde alet edevat yalnızca ona aittir. Daha sabahtan bu sefer hangi yeni tarifi deneyeceğini anlattığında Sebastian, bu buluşmaların onun için neden bu kadar önemli olduğunu kendi kendine sorar hep. Liam’ın Cenevreli büyük fizikçiye duyduğu tapmaya varan hayranlık Maike’nin aslında bu ziyaretlere karşı çıkmasını gerektirirdi. Üstüne üstlük Oskar onunla acı bir biçimde alay etmeden pek konuşmazdı. Tüm bunlara rağmen on yıl önce ortak yemek geleneğini icat eden ve bugüne kadar bu gelenekte ısrar eden de Maike’ydi. Sebastian, onun bilinçli veya bilinçsiz olarak bir şeyleri rayına oturtmaya çalıştığını tahmin ediyor. Denetimsiz bir biçimde gizli bölgelerde gelişmesi yerine gözlerinin önünde gerçekleşmesini istediği bir şeyleri. Bu bir şeyin ne olabileceği konusunda hiç konuşmamışlardı. Aslında Sebastian karısına bu sakin inatçılığı yüzünden gizliden gizliye hayranlık duyuyor. Cuma geliyor, değil mi?, diye sorar ve Sebastian da cevap olarak başını sallardı. O kadar. Ortalara doğru eğri kolaylaşırken sona doğru yeniden karmaşıklaşıyor. İki eliyle kartonu destekleyip, makas son engeli de aşarak kalan çentikli bölüm yere düştüğünde Liam çığlık atıyor. Şaheserini özenle kenarlarından tutarak mutfak tartısının boş olup olmadığını kontrol etmek üzere önden mutfağa doğru koşuyor.

Bu gece kendisini bir kez daha evlenmek istiyormuş gibi gösteren beyaz bir elbise giymiş olan Maike tezgâhın önünde inatçı salatayı kesiyor. Ayakları çıplak. Düşünmeden sol ayak başparmağıyla sol baldırındaki bir sivrisinek ısırığını kaşıyor. Pencere açık. Dışarıdan sıcak asfalt, akan su ve gökyüzünde ta yukarılarda kırlangıçlarla oynaşan rüzgâr kokusuyla dolu yaz havası içeri esiyor. Canlı ışığın altında her zamankinden daha güçlü bir biçimde, bir erkeğin atının üzerine çekip onunla birlikte günbatımına doğru atını sürmek istediği o kadınlardan birine dönüşüyor Maike. İkinci bir bakışı hak eden, bir biçimde çekici bir kadın. Teninin rengi Sebastian’ınkinden daha açık ve ağzı azıcık eğri, öyle ki gülerken sanki biraz düşünceliymiş gibi görünüyor. Şehir merkezinde işlettiği küçük Modern Sanat Galerisi’nin başarısını işte bu görünüşüne borçlu; sanatçıların menajeri, kimi zaman da modelleri. Maike’nin estetik duygusu dini eğilimli. Sevgisiz döşenmiş odalarda acı çeker, ışığın üzerinde nasıl kırıldığını kontrol edip bakmadan da bir bardağı masaya koyamaz.

Sebastian arkasından ona yaklaştığında Maike ıslak ellerini öne doğru uzatıyor. Koltukaltları tıraşlı. Sebastian’ın parmakları, yumuşak bir biçimde kuyruksokumu kemiğinden boyna kadar omurgalardan oluşan merdiveni tırmanıyor.

“Üşüdün mü?” diye soruyor Maike. “Titriyorsun.”

“Özerk sinir sistemim dışında ilgilendiğiniz başka bir şey yok mu sizin?” diye kasten yüksek sesle bağırıyor Sebastian.

“Var,” diyor Maike. “Kırmızı şarap.”

Sebastian Maike’nin başının arkasını öpüyor. İkisi de Oskar’ın SPIEGEL’deki makaleyi okumuş olması gerektiğini biliyor. Maike iki adamın sürgit bilimsel tartışmasını içerik olarak anlamak için yeterince hırs duymuyor. Ama bu tartışmaların seyrini iyi biliyor. Saldırdığında Oskar’ın sesi tehditkâr bir biçimde alçalır. Sebastian da kendini savunurken her zamankinden daha sık gözlerini kırpıştırır ve omuzlarını aşağı sarkıtır.

“Brunello* aldım,” diyor Maike. “Bu şarabı sevecektir.”

Sebastian karafa uzandığında kırmızı bir nokta Maike’nin göğsü üzerinden hızla geçiveriyor, sanki sarhoş bir keskin nişancı açık pencereden içeriyi hedef almış. Meyve, meşe, toprak. Sebastian bir kadeh şarap doldurma dürtüsüne karşı koyup mutfak tartısının önünde bekleyen Liam’a dönüyor. Yanak yanağa dijital göstergeyi okuyorlar.

“Mükemmel, küçük profesör.” Sebastian oğluna sarılıyor. “Ne görüyoruz?”

“Doğa hesaplamalarımıza uygun,” diyor Liam, annesine göz ucuyla bakarak. Maike’nin bıçağı salatayı tahta üzerinde kuru bir ritimle kıyıyor. Liam’ın ezbere cümlelerle hava atmasından hoşlanmıyor.

Sebastian eğrisini çalışma odasına geri götürmeden önce bir an kapının eşiğinde duruyor. Maike daha sonra, ona arka çıkacağını söylemek isteyecek. Bu ifadeyi seviyor Maike. Her akşam galip geldiği o günlük hayat denilen mücadelenin tınısını taşıyor. Oysa Maike hiç de mücadeleci bir tip değil. Sebastian’la tanışmadan önce tam bir hayalperestti. Geceleri sokaklarda dolaşırken gördüğü, ışığı yanan her dairenin içinde olduğunu hayal ederdi. Düşüncelerinde yabancı saksı çiçeklerini sulamaya, yabancı akşam yemeği masalarını hazırlamaya ve yabancı çocukların başını okşamaya başlardı. Her erkek, göz rengi ve endamına bağlı olarak, yanında vahşi ya da burjuva, sanatsal ya da siyasi bir yaşam sürebildiği olası bir sevgiliydi. Maike’nin avare hayal gücü, yanından geçtiği insanları ve mekânları barındırırdı. Ta ki Sebastian’la karşılaşıncaya dek. Freiburg Kaiser-Joseph Caddesi’ nde (Münsterplatz’ta! derdi Sebastian, çünkü ilk buluşmalarının iki versiyonu vardı, biri Sebastian’a göre, biri de Maike’ye göre) onunla çarpıştığında gerçeklik gaz halinden katı hale dönüşüvermişti. İlk bakışta aşktı onlarınki ve böylece de seçeneklerin yasaklanması, sonsuz olasılıkların şimdiye ve buraya indirgenmesiydi. Sebastian’ın Maike’ nin hayatına girişi, onun deyimiyle kuantum mekâniğindeki dalga işlevinin çöküşü anlamına geliyordu. O günden bu yana Maike için arka çıkabileceği bir sırt var. Her fırsatta ve severek de yapıyor bunu.

“Sonra rahat rahat konuşursunuz,” deyip kolunun altbölümüyle alnından bir tutam saçı sıyırıyor. “Sana…”

“Biliyorum,” diyor Sebastian. “Teşekkür ederim.”

Gülerken bir sakız görünüyor Maike’nin azıdişleri arasında, gene de çocuksu gözleri ve açık renkli saçlarıyla karşı konulmaz görünüyor.

“Oskar nerede kaldı?” diye mızmızlanıyor Liam.

Annesiyle babası birbirine bakarken Liam masumiyetini soğan parçaları ve sarımsak dişlerinden oluşan süslemelerle mutfak masasına dağıtıyor. Yaratıcılığa işaret eden yaramazlıkları Maike görmezden gelir.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSerbest Düşüş
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarJuli Zeh
  • ISBN9789753427500
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • YayıneviMetis Yayınları / 2010

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sessizliğin Gürültüsü – Bosna’ya Yolculuk ~ Juli ZehSessizliğin Gürültüsü – Bosna’ya Yolculuk

    Sessizliğin Gürültüsü – Bosna’ya Yolculuk

    Juli Zeh

    Juli Zeh’in 2001 yazında çıktığı Bosna yolculuğunun izlenimlerinden oluşan Sessizliğin Gürültüsü, doğanın büyüleyici güzelliğiyle yıkımın iç burkan izlerinin iç içe girdiği, savaşın hayaletinin hâlâ...

  2. Kartallar ve Melekler ~ Juli ZehKartallar ve Melekler

    Kartallar ve Melekler

    Juli Zeh

    Jessie, telefonda Max ile konuşurken kendisini vurup ölmüştür. Bunalıma girip evine kapanan Max bir radyo programına telefonla katılıp sorunlarından söz eder. Programın sunucusu olan...

  3. Oyun Dürtüsü ~ Juli ZehOyun Dürtüsü

    Oyun Dürtüsü

    Juli Zeh

    Kartallar ve Melekler ile tanıdığımız Juli Zeh bu romanında Bonn’da bir özel okulda birbiriyle karşılaşan iki sıradışı öğrencinin, fikirlerin, ideo-lojilerin, dinlerin, barışa inancın, insan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Utz ~ Bruce ChatwinUtz

    Utz

    Bruce Chatwin

    “Savaşlar, soykırımlar ve devrimler,” derdi Utz sık sık, “koleksiyonculara mükemmel imkânlar sunar.” Varlıklı bir aileden gelen Alman asıllı Kaspar Joachim Utz, İkinci Dünya Savaşı’ndan...

  2. Başa Gelen ~ Bodo KirchhoffBaşa Gelen

    Başa Gelen

    Bodo Kirchhoff

    Büyük bir şehirde küçük bir yayınevi işleten Reither işini tasfiye etmiş, Alpler’in eteğinde pastoral bir vadiye yerleşmiştir. Bir akşam kapısı çalınır; beklenmedik bir konuk...

  3. Çöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2 ~ Peter V. BrettÇöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2

    Çöl Mızrağı – İblis Döngüsü 2

    Peter V. Brett

    Bazen karanlıktan korkmak için çok iyi bir sebep vardır! Güneş insanlığın üzerinde batmaktadır. Gece artık güneş batarken yerden yükselen obur iblislere aittir. Yaratıklar, kadim...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur