Ne anlama geldiğini bile bilmediğiniz birkaç kelime eşinizi öldürmenize sebep olabilir mi?
Her zaman gittiğiniz alışveriş merkezinin otoparkına girdiğinizde, kendinizi bir anda Brezilya’da bir tarlanın ortasında yapayalnız bulsaydınız ne yapardınız?
Son bir yılda kaybolan yolcu uçakları sizce neredeler? Günümüz teknolojisinin bu kadar aciz kalması size de garip gelmiyor mu?
Kendinizi güvende hissettiğiniz o çelik kafesten dışarıya çıkıp gerçekleri keşfetmeye cesaretiniz var mı?
***
01
“Az sonra açıklayacağım şey dünya hatta evren hakkında bildiğiniz birçok şeyi değiştirecek.” dedi Profesör. Önünde duran notlara baktı. “Biliyorum” diye devam etti. Hafif aşağıya indirdiği gözlüklerinin üstünden konferans salonundaki yüzlerce kişiye gözünü dikti.
“Hepiniz -üniversiteler ve bilim- hakkında uzunca bir vaaz dinleyeceğinizi düşünüyorsunuz ama ben size başka bir şeyden bahsedeceğim. Seminerin onur konuğu olarak böyle bir şımarıklık yaptığım için de beni mazur görün lütfen. Fakat inanıyorum ki; hepiniz anlatacaklarım bittiğinde, bu plansız konuşmanın neden şimdi yapıldığı konusunda benimle hem fikir olacaksınız. Ya da diğer bir ihtimal; erken yaşta bunadığımı düşüneceksiniz.”
Salonda gülüşmeler oldu, ben ise gergindim. Belli etmemeye çalışsam da, daha evvel hiç hissetmediğim kadar heyecan kaplıydı bedenim. Kalbim her atışında sanki göğüs kafesimi parçalamak ister gibiydi.
Profesör sakince mendilini çıkarıp terleyen alnını sildi, kuruyan boğazı için küçük bir yudum su aldı bardaktan. Anlatacakları için bu konferansı seçmesi akıllıca bir karardı. Bu kadar önemli insan ve basın mensubu bir arada ve kameralar kayıttayken, bu işi halletmek en doğru ve güvenli yoldu.
Bu sefer olacaktı, beynimi kemiren sorular cevaplarına kavuşacaktı. Öyle umuyordum. Sonra birden Profesörün asistanının elini kaldırdığını gördüm, anlam veremedim.
“Efendim Mustafa?” dedi Profesör.
Asistanı ayağa kalktı, bir süre bekledi. Hepimiz gözlerimizi dikmiş Mustafa’ya bakıyorduk. Profesör ise notlarına son kez göz gezdirirken cevap gelmediğini fark etti. Mustafa donuk bir yüz ifadesiyle yere doğru bakıyordu, buna da anlam veremedim.
“Bir sorun mu var?” diye sordu Profesör.
Mustafa sessizliğini sürdürdü. Aniden heyacanımın yerini korku almaya başladı. Adrenalini serçe parmak uçlarıma kadar hissedebiliyordum. Kulaklarımda müthiş bir çınlama, burnumda tarifi imkânsız keskin bir koku ve ağzımda limondan dahi ekşi bir tat. Bir şeyler olacaktı, hem de en kötüsünden.
“Utebja reines tobiente. Tobiente reines utebja. Tuuso.” dedi Mustafa, gür bir sesle.
Dinleyiciler Mustafa’nın söylediklerinin hangi dilde olduğunu anlamaya çalışırken Profesör bardağı alıp kürsüye vurdu. Salon bir anda irkildi. Bardak kırılmadı. Profesör tekrar vurdu, bardak kırıldı. Katılımcılar ürkmüştü. Hafif uğultular yükselirken Profesör kırılmış bardağın keskin tarafını kendi boynuna dayadı ve çığlıklar eşliğinde şah damarından gırtlağına kadar kesmeye başladı. Kanı kürsüye sıçrıyordu.
Vere yığıldı. Boynundan çıkan kan bir metre öteye fışkırıyordu. Donup kalmıştım. Çaresiz olanları izliyordum. Salondan dehşet çığlıkları yükseliyordu, önde oturan genç bir adam Profesöre koştu. Ben de platforma doğru atıldım. Boğazını paramparça etmişti. Eliyle Profesörün boynuna bastırırken bağırdı genç adam.
“Ambulans çağırın!”
Profesörün bedeni istemsizce irkilip duruyordu. Adam tekrar bağırdı.
“Ambulans!”
02
Akıp giden düşüncelerden ötürü bir türlü uyuyamıyordum. Sabahın dördüydü ve midem yanıyordu. Hasta iken sabah olmaz ya bir türlü, öyle bir haldeydim. Hayata dair sorularımın hep cevapsız kaldığı bir dönemdeydim.
Tıkandığınızı hissettiğiniz oldu mu hiç? Ne yaparsanız yapın hiçbir şeyin istediğiniz gibi olamayacağını düşündüğünüz bir dönem. Umutsuzluk, çaresizlik, isteksizlik. Üşüyen ayakların terlemesi gibi; üşüdükçe terler, terleyip ıslandıkları için daha fazla üşür ve daha çok üşüdükleri için daha fazla terlerler. Mantıksız gelse de olan budur. Tam bir kısır döngü. Ayaklarınızı ısıtmaktan başka çareniz yoktur.
Ben de umutsuzluğa kapıldıkça bir şey yapacak enerjiyi bir türlü bulamıyor ve bir şeyler yapmadıkça da daha fazla ümitsizliğe kapılıyordum. Bunu iki buçuk yıldır yaşıyordum
ve tam da bu yüzden Tuva’ya başvurmuştum; Tuva Kamu Okulu’na. Bir şeylerin artık değişeceğini ümit ederek.
İki yıl sürecek olan zorlu eğitimimin başlamasına saatler kalmıştı. Sabah 09.00’da açılış kokteyli olacaktı.
03
Size kim olduğumu anlatmadan önce Tuva’dan bahsetmeme izin verin. Tuva’yı en yalın haliyle sadece lisansüstü düzeyde eğitim veren bir üniversite yada enstitü olarak tanımlayabiliriz. Hayati derecede önemli olan bazı konularda uzman yetiştirmeyi amaç edinerek dört yıl önce kurulmuş, ilk öğrencilerini üç yıl önce almaya başlamıştı.
Sosyal bilimler bölümünde, işletme, ekonomi(finans ağırlıklı), siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler ile kamu yönetimi dalları vardı fakat burada doktora programları haricinde iki MBA benzeri program da bulunuyordu. Birinde Özel sektörün ihtiyaç duyduğu yönetici kadroları, diğerinde ise kamunun ihtiyaç duyduğu yönetici ve lider kadroları yetiştiriliyordu. Kar amacı gütmeyen kurumlar ya da sivil toplum örgütleri için de faaliyet alanlarına göre iki okuldan birinde eğitim almak mümkündü.
Fen bilimleri bölümünde ise iki ana konu vardı. Bilişim(bilişim güvenliği ağırlıklı) ve enerji. Buradaki akademisyenler sınırlı sayıdaki yüksek lisans/doktora derslerine ve bazen de Kamu Okulu ya da İşletme Okulu’ndaki ilgili derslere girmenin dışında, zamanlarının büyük bölümünü araştırma yapmaya ayırıyorlardı.
Tuva bünyesinde bulunan teknokentteki şirketler de, yapılan çalışmaların somut dünyaya entegre edilmesi konusunda ön ayak oluyorlardı.
Neticede Tuva, günümüzün ve geleceğin dört hayati konusu için insan yetiştiriyordu; kamu ve özel sektör için yönetici-lider kadrolar, bilişim güvenliği uzmanları, enerji uzmanları ve finans uzmanları. Bünyesindeki teknokent ile de özellikle enerji, bilişim ve finans konularında bir yüksek teknoloji enstitüsü vazifesi görüyordu.
Ankara’da, eskiden ODTÜ’nin kontrolünde olan Eymir Gölü’nde, doğayla iç içe harika bir kampüse sahipti. Vakıf üniversitesi olmasına rağmen devlet tarafından ciddi şekilde destek görüyordu. Birçok bakanlıktan ve özerk kurumdan zorlu seçme aşamasını geçen çalışanlar, devlet bursuyla burada okuyabiliyordu. Tuva’da verilen kaliteli eğitimin finansmanı da, Kamu ya da İşletme Okulu öğrencilerinin harçları ve teknokentin kira gelirleriyle sağlanıyordu.
Seçim aşamaları alışılagelenden bir miktar farklıydı. 80’in üzerinde ALES puanı alan adaylar diploma ve transkriptleriyle birlikte bir niyet mektubu yazıyorlardı. Tüm başvurular iddia ettiklerine göre titizlikle inceleniyor ve bir ön elemeye tabi tutuluyordu. Bu aşamayı geçenlerse bizzat okula gelip tam gün sürecek olan, özel olarak hazırlanmış yöneticilik/liderlik simülasyonlarına oradan da birebir mülakatlara giriyorlardı.
Son olarak da kayıt aşaması vardı. Haziran ayının başında tüm kayıtlar bitmiş oluyordu. Öğrencilerden işletme ya da Kamu Okulu’nda alacağı dersleri anlayabilmesi için gerekli dersleri daha önce görmemiş olanlara, normal program açılana dek sıkıştırılmış bir program uygulanıyordu.
Beraber başvurup kazanan bir arkadaşım bu programa katılmak zorunda kaldı ve üç aydan fazla süredir nefes alamadığından şikâyet ediyordu. Allah’tan bana bu bilimsel hazırlık aşaması zorunlu tutulmamıştı da, yaz sıcağında meselelerle boğuşmak zorunda kalmamıştım. Gerçi yaz bitmiş ve okul açılmıştı.
04
Kokteyle kahvaltı yapmadan gitmiş, kanepe, cips ve çerezle karnımı doyurmuştum. Masa masa gezerken gülümsemekten artık yüz kaslarım yorulmuştu. Bundan beş yıl önce olsa, muhtemelen uzak bir masada kokteyl boyunca sabit kalır, sadece önceden tanıdığım insanlarla sohbet ederdim. O yıllarda, ilk kez girdiğim ortamlarda biraz çekingen bir tavır sergiliyordum fakat artık çok rahattım.
Kokteyl boyunca onlarca kişiyle tanıştım. En uzun sohbetim ise Oğuzhan adında 24 yaşında bir gençle oldu. Anladığım kadarıyla bilişim güvenliği konusunda kendini fevkalade geliştirmişti. İşletme Okulu için gelmişti ve burayı bitirip kendi şirketini kurmak istiyordu. Sohbetimizi, kokteylin bittiğini söyleyip, Rektör’ün konuşmasını dinlemek üzere fuayeden konferans salonuna geçmemizi rica eden anonsla
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli)
- Kitap AdıSenkron
- Sayfa Sayısı270
- YazarMehmet Çelik
- ISBN9786058487406
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviBuzdağı Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk’ın Kandili Yunus Emre ~ Galip Argun
Aşk’ın Kandili Yunus Emre
Galip Argun
“Göz bir adım ötesini görür, Gönül ise ötelerinde ötesini…” Aşkın Kandili Aşkı nereye ve ne biçimde yazabilirsin? Hangi kalemin mürekkebi dayanır? Hangi nakkaş nakşeder...
- Barla’da Diriliş ~ Yavuz Bahadıroğlu
Barla’da Diriliş
Yavuz Bahadıroğlu
BİRİNCİ BÖLÜM Ah Osmanlı! Diriliş cehdini ve İlahi kelimetullah vecdîni kim bilir nerelerde yitirmiş? Yitirmiş, fakat işin kötüsü elim kaybın farkında değil. Geçici bir...
- Dokuz Oda Cinayetleri ~ Ayşe Erbulak
Dokuz Oda Cinayetleri
Ayşe Erbulak
“Bazen romanın konusu bile okur için önemli değildir. Okur, daha önce tanıma şansına sahip olduğu yazarın anlatım, ifade gücü, kelime dağarcığının zenginliği, tasvir yeteneğinin...