KARANLIK ÇÖKTÜKTEN SONRA HERŞEY OLABİLİR
Kendi ailesinin ona hizmetçi gibi davranmasından bıkan Leydi Jane Guthrie için sonunda bir çıkış yolu görünür en azından bir geceliğine. Cüretkâr bir elbiseyle, adı skandallarla anılan bir kadının maskeli balosunda yaşayacağı birkaç saatlik özgürlüğü iple çeker. Fakat Seth Rutledge karşısına çıktığında her şey değişir. Savaşın acılarıyla kalbi katılaşan Seth, kız kardeşinin iyiliği için evlenmesi gerektiğini bilse de tutkunun artık kalbinde yer almadığını düşünmektedir ta ki o maskeli güzel kalbini çalana kadar. Seth tekrar bulmak için yanıp tutuştuğu bu güzelin, çocukluk arkadaşı Jane olduğundan ve beraber geçirdikleri o geceden sonra hayatlarının bir daha asla eskisi gibi olmayacağından habersizdir… Etkileyici karakterler ve büyüleyici bir romantizm…
***
]ane, onun yakınlığından, dokunuşundan, sıcaklığından kaçmak isteyerek elbisesinin kumaşından içine işleyen soğuk camı hissedene kadar geri çekildi. Fakat Seth peşinden gelip onu kıstırdı. Elini kaldırıp uzun parmaklarını yanağında gezdirdi, genç kadının kanında öyle bir ateş yaktı ki nefesi ağzından sesli bir şekilde çıktı.
Genç adamın gözlerinin kara merkezleri parlayarak ona baktığı sırada, avucundaki nasırlar Jane’in cildini törpüledi. “Sen gerçek misin? Yoksa bir çeşit büyücü müsün?” Ateşli bakışı genç kadının nefesini kesti.
“Bana neden öyle bakıyorsun?” Boğuk sesi genç kadının sinirlerini gerdi. Korku ve panik duyguları kabardı. Çünkü seni seviyordum. Bir zamanlar. Seni tanıdığım zaman. Beni tanıdığın zaman.
Genç adamın bakışlarındaki sıcaklık mı yoksa yıllarca uyuşmuş bir halde yaşadıktan sonra dokunuşunun onu canlandırması mı, hangisinin kendisini daha fazla mahvettiğini bilmiyordu.
Sara Jane Israel anısına…
TEŞEKKÜR
Eleştirilerini eksik etmeyen dostlarıma; Anne, Christy, Robyn ve Tera. Sabır ve desteğiniz için size teşekkür ederim. Bu kitabı bu hale getirmemdeki katkılarınızdan bahsetmiyorum bile…
Mavra ve May, sonu gelmez hevesiniz ve bana olan inancınız için size de teşekkür ederim.
Seni çok özlüyorum,
Canım sana susamış,
Kurak, yorucu, susuz bir diyarda, Bütün varlığımla seni arıyorum.
—Mezmurlar 63.1
Birinci Bölüm
Bakışları karanlık ve sessiz sokakta gürültüyle ilerleyen yalnız bir arabayı takip etmekteydi. Bu gecenin sisi içinde ağır ağır ve gürültüyle ilerleyen büyük bir arabaydı; yolcuları bilinmiyordu, istikameti bilinmiyordu. Yine de bu arabada olmayı diliyordu.
Leydi Jane Guthrie yatak odası penceresinden dışarıyı izliyordu.
Akşam rüzgârı arabanın penceresindeki perdeleri alay eden bir vedayla savurdu. Elini cama dayadı, avucuna değen cam serin ve cansızdı. Araba meydandan dönüp gözden kaybolurken izledi. Toynakların uzaklaşan sesleri gecenin içinde boğuk bir şekilde yankılanırken midesi bulandı.
Sanki camın içinden geçip kendisini uzaklara, dışarıya -Des-mond ve Chloris’ten ve ona kötü davranmaktan zevk alan üç huysuz yeğeninden çok uzaklara- taşıyabilirmiş gibi elini cama gitgide daha sert bastırdı.
Dudaklarından titrek bir kahkaha döküldü. Mantıksız umutlar. Bir yıllık yas dönemi geçmişti fakat o yine burada, bir zamanlar idare ettiği evde, kaliteli bir hizmetçi olarak bulunuyordu. Kapı hafif bir sesle arkasından açıldı. Düşüncelerinin gece planlarına engel olacak ve onu yerine -kafesine- koyacak şekilde uğursuzluk getirmiş olmasından korkarak pencereden hızla çekilip döndü. Nabzı boğazında şiddetli bir şekilde atıyordu ve gürültüyle atan nabzı durdurabilirmiş gibi elini boynuna götürdü.
Anna odaya girdi, kırklı yaşlarındaki kadının yüzü geniş bir gülümsemeyle kaplanmıştı. Jane elini indirdi ve sakinleştirici bir nefes aldı. Kulaklarında atan kalp atışları sessizleşmeye başladı.
“Bay Billings kulübe gitmek için çıktı ve Bayan Billings akşam için odasına çekildi.” Anna durdu, aldığı heyecanlı nefesle geniş göğsü yükseldi. “Zamanı geldi.” Jane başıyla onayladı, Desmond’m gittiği, aynı çatı altında bulunmadıklarının bilgisiyle gönlü rahatladı. Koridorda onunla ve şehvet düşkünü, küstah bakışlarıyla karşılaşma riski yoktu.
Onu hiçbir şey durdurmayacaktı. Hiçbir şey onu bir gece dışarı çıkmaktan, bir gecelik özgürlükten alıkoymayacaktı. Hayatının geri kalanı ona ait olmasa da, bu gece onundu.
Jane elini karnındaki uçuşan kelebekleri durdurmak için karnına götürdü. “Tanrım,” diye soludu, “gören de daha önce hiçbir baloya katılmadığımı sanacak.”
“Eh. Uzun zaman oldu,” diye katıldı Anna dudaklarındaki buruk bir kıvrımla. Jane görünüşünü son bir defa daha incelemek için boy aynasına döndü. Uçuk mavi elbisesi bütün yas paçavralarının arkasına, giysi dolabının en arkasına saklanmıştı. Siyah renkli bürümcük, pamuk ve yünden yapılma kasvetli giysiler dışındaki elbisenin içinde kendisini neredeyse tanıyamadı.
“Seni tekrar renkli bir kıyafet içinde görmek güzel.” Anna çenesini düşünceli bir şekilde okşadı. “Ama bir şey eksik.”
Jane bir kaşını soru sorarcasına kaldırdı.
Anna, Jane’in tuvalet masasının üzerinde duran küçük, cilalı bir sandığı açtı. İçinde sadece birkaç parça vardı. Kocası sevdiği kadını mücevherlere boğan biri değildi. En azından Jane’e böyle davranmamıştı. Sadece tek bir değerli eşyası vardı. Bu, Anna’nın siyah, kadife bir kesenin içinden çektiği parçaydı. Taşlar sanki içten aydınlatılmış gibi parlıyorlardı.
“Al bakalım.” Jane bunu kendisine bırakan büyükannesinin sevgi dolu anısıyla gülümseyerek parmaklarıyla kolyeye dokundu. Parmakları ışık saçan taşları okşadı, hatırladığından daha parlak görünüyorlardı. Kanarya sarısı elmaslar sıcak, neredeyse elektrikli gibiydi. Yıllar içinde eskimiş yüzeyi avucunun üzerinde baştan çıkarıcı bir şekilde kayıyor ve altın zincir ışıkta göz kırpıyordu. Genç bir kızken bunu takan her kadının güzel görünebileceğine inanırdı.
“Pekâlâ.” Dönerek ipeksi düz saçlarını kaldırdı. Anna, saçlarını oltu taşından yapılma iki taraklı tokayla geriye çekip sırtından aşağı inecek şekilde ayarladı. Genellikle bir at yelesi gibi kaim ve bir düğümde sıkıca toplanan saçları şimdi başka bir kadınınmış gibi geliyordu.
“İşte şimdi oldu.” Hizmetçisi yaptığı işi incelemek için geri çekildi. “Artık karga gibi durmuyorsun.”
Jane boynunda ağırlık yapan elmaslarını okşayarak aynada kendisine baktı. Parmakları kolyeden elbisesinin mavi kollarına gitti, parmaklarının arasında saten kumaşı okşadı.
“En azından bir gece için.”
Kara gözleri kalın gri kaşların altında parlarken, “Tekrar renkli giysiler giyeceksin,” diye söz verdi Anna, azimle sertleşen bir sesle.
Jane başını sallamak için kendisini zorladı. Desmond’m ona arzuyla bakan yüzü zihninde canlandı ve karnına kramp girdi. Eğer kayınbiraderi istediğini elde edebilseydi, bir daha asla renkli kıyafet giyemez ya da sosyeteye tekrar katılamazdı.
Derince iç geçirdi. Marcus’un ölümünden itibaren bir yıl, dört ay ve on gün geçmişti ama Desmond onu sosyeteden uzak tutma ve kızlarının kaprisli isteklerine boyun eğdirme konusunda hâlâ her zamanki kadar kararlıydı. Gözlerini genç kadına öylesine dikiyordu ki Jane artık buna bakış adını vermişti.
Bakış ona bir zamanlar zoolojik bir sergide gördüğü bir gorili hatırlatıyordu. Yaratık gözleri arzu gölcükleri gibi görünürken, kaçıp onu yalayıp yutmaya hevesli bir şekilde parmaklıklarının arkasında sallanmıştı. Anna derin düşüncelerini böldü. “Gel şimdi. Arkadaşların bekliyor ve önünde dansla dolu bir akşam var.”
Dans etmek. Jane nasıl dans edileceğini hatırlayıp hatırlamadığını merak etti. Marcus hayattayken fazla dans etmezdi. Zamanın çoğunu, kendilerini birbirlerinin arkadaşlıklarına çok uzun zaman önce bırakmış olan dul düşesler ve evde çektikleri kocalarının yerine başka evli kadınların arkadaşlıklarını tercih eden evli kadınlarla balo salonlarının kenarlarında geçirmişti.
Dulluğunun sosyal düzenini fazlaca değiştirmediğini fark etti ve sadece bu küçük hareketle bile olsa şu kasvetli havadan kurtulup katlanılmaz akrabalık bağlarına karşı gelmek için kararlı bir şekilde kapıya doğru ilerledi. Bu gece dans etmek ya da özgür eğlenceler hakkında değildi. Bu gece, sadece kendisine bile olsa, kimsenin esiri olmadığını, hayatını sadece kendisinin yönettiğini ispatlamak için bir isyan hareketiydi.
“Sen eğlenmene bak. Koridorun sonundaki şu küçük canavarları unut.” Anna, Jane’in pelerinini üstüne yerleştirip cesaret verici bir şekilde omzunu sıktı. “Biraz mutluluğu hak ediyorsun.” Mutluluk. Jane bu kelimenin zihninde dolaşmasına izin verip düşündü. Mutluluk gibi yakalanması zor bir şeyi umutla beklemeyi uzun bir zaman önce bırakmıştı. Özgürlük şu an, bu gece onu tatmin edecekti. Anna’nm peşinde hizmetkârlara ait merdivenlerden aşağı inerken ev sessizdi. Ayakları gıcırdayan basamaklarda hızlı bir şekilde hareket ediyordu.
“Kapının açık kalmasını sağlayacağım. Al, bunu unutma.” Anna arka kapıya vardıklarında eline siyah bir maske verdi.
Jane yaşlı dadısını karanlıkta içinden gelerek kucakladı. Bu duvarların arasında bir arkadaşı bile olmasaydı ne yapacağını merak ederek, “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı. Evliliğinin parçalanmaya başladığı o sefil günlerde akıl sağlığının yerinde kalmasını sağlayan Anna olmuştu. On dokuz yaşında, Londra’ya yeni gelmişken, Leydi Guthrie rolünü yeni üstlenmişken kocasının ona tanıttığı hayata, parıldamakta başarısız olan herkesi tokatlayan göz alıcı bir ikiyüzlülük dünyasına karşı hazırlıksızdı. Bu dersi ona ilk veren Marcus olmuştu.
Anna nazikçe çenesine dokundu. “Kaş çatmak yok. Dans ettiğini ve odadaki bütün beyefendilerle flört ettiğini duymayı bekliyorum.”…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSeninle Bir Gece
- Sayfa Sayısı320
- YazarSophie Jordan
- ÇevirmenEsra Doyuk
- ISBN9786053430247
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2013-2
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Maskenin İtirafları ~ Yukio Mişima
Bir Maskenin İtirafları
Yukio Mişima
Yukio Mişima, yalnız Japon edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli, üzerinde en çok tartışılmış yazarlarından biri. Her yapıtıyla Japon ruhunu, bir yandan ürkütücü...
- Demiryolu Serserileri ~ Jack London
Demiryolu Serserileri
Jack London
Nevada şehrinin hatırlamadığım bir kıyısında, hiç sıkılmadan iki saat konuşarak yalan söylediğim bir kadın var. Bunu özür dilemek gibi bir niyetle anlatmıyorum, aksine ben...
- Mutluluk Kenti ~ Leonard Gardner
Mutluluk Kenti
Leonard Gardner
Mutluluk Kenti meydan okumanın ve mücadelenin canlı bir tasvirini sunan bir roman, iyi bir hayat vaadinin ve umutsuzluğun anlatısı. İnsan hayatının hüznü ve güzelliğinin...