Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)
Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)

Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)

Hulki Aktunç

Hulki Aktunç’un delikanlı günleri “Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)” Hulki Aktunç’un 1964-1967 yılları arasında tuttuğu günlükler “Sen Buranın Kışındasın” Doğan Yarıcı’nın hazırladığı kitapta…

Hulki Aktunç’un delikanlı günleri

“Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)”

Hulki Aktunç’un 1964-1967 yılları arasında tuttuğu günlükler “Sen Buranın Kışındasın”

Doğan Yarıcı’nın hazırladığı kitapta 15-18 yaşlarındaki Hulki Aktunç’un ilgileri, okumaları, gözlemleri, amaçları, tasaları, görüşleri, sevinç ve üzüntüleri; kısacası, kalem-defterle yatıp kalkan bir delikanlının ilk verimleri var. Şiirle, öyküyle, resimle, sinemayla, ülke sorunlarıyla dolu günlerin izleri, edebiyat çevrelerinin simaları var bu kitapta. Anılar, öyküler, şiirler ve desenlerle yüklü kitabın dizinine bile göz atıldığında yaşının çok üstünde genç bir entelektüelin kendini yetiştirme biçimi ortaya çıkıyor.

Günlükleri hazırlayan Doğan Yarıcı önsözünde, “iyi ki yazmaktan geri durmamış,” diyor, “dönemin gündelik yaşamını, gazete manşetlerini, o yıl yayımlanan bütün edebiyat dergilerini, okuduğu bütün kitapları, kafaya taktığı şair ve yazarları, izlediği filmleri, dinlediği müzikleri, toplumsal ve siyasi olayları, kişisel sorunlarını, dostluklarını, hayal kırıklıklarını, açmazlarını, mutluluklarını, titizlikle ve ayrıntılarıyla. Gün gün nasıl aydınlandığına hayranlıkla tanık oluyorsunuz bu gencin, yaşadığı dünyanın, çok sevdiği ülkesinin nasıl değiştiğine, insanlarının, edebiyatının, sanatının, müziğinin, havasının suyunun nereden nereye geldiğine.”

“Gerçi, ben şimdiye dek hiç bir dergi ve gazete yazısı yayımlamamış, kitap çıkarmamış biriyim ama, içten içe yazarak, ilerde yayımlayarak –olanaklarım sınırında–, katılmak istiyorum bu savaşa.”

*

Ocak 1964

15 Ocak 1964

Harici hastaneye sevk!.. Kâğıda böyle yazıyor asker, gözlerim gözlerim. Çocuklar epey korkutuyorlar, 6’ya çıkar diyor birisi. Kitap, neler yapmıyorsun bana, yapacaksın da.

16 Ocak 1964

Eve şöyle yazıyorum – bir gözlük gönderin bana, acele. O tavan arasında Allah’ın günü bin sayfalar okursan, işte sorun. Hocalar gelip tahtaya bir şeyler yazıyorlar, gözlerimi kısıyorum, yok okuyamıyorum onları. Fena şey miyop. İnsan ne de acı cezalanıyor. Sen oku daha, gülerek böyle diyor bana. Oku oku kitapları. Kaç zamandır ağlamamıştım.

17 Ocak 1964

Bir cumartesi daha yaklaşıyor. Burada en fena olduğum günler cumartesi pazar. Halbuki İstanbul’dayken her tatil bayram olurdu bana. Düşündükçe düşünüyorum. Hele anneciğimin ağlayan hali. Harap ediyor beni. Şunları yazarak kederimi artırıyor muyum ne.

18 Ocak 1964

Zehir ve Avcının Notları. Ne soğuktu hava. Kolumun altına Mauriac’ı ve Turgenyev’i sıkışırmış sevinçle okula dönmek istiyorum. 4 Evler-okul arası yürümek, bir azap, çekilmez bir kâbus oluyor. Hain bir rüzgâr, seni fırlatıp Munzurların tepesine atacak. Donacaksın ama uzakta sıcak bir yer var, zorla yürüyorsun.

19 Ocak 1964

Pazar günleri yatılı okul hayatı ne feci olur. Bir yandan sevdikleriniz gelir aklınıza, diğer yandan Aydınlar’a gidip bir kitap almayı kurarsınız. Hava soğuktur. Erzincan’da 4 Evler’den okula kolay gelinmez. En iyisi arpacı kumrusu gibi çekilirsiniz bir köşeye ve başlarsınız düşünmeye İstanbul’u.

20 Ocak 1964

1 günlük de olsa tatilden can sıkıcı derslere dönmek berbat oluyor. Biyolojinin karmaşık konuları ve fiziğin sıkıcı teorilerine dönüyorsunuz. Gelin de uyuklamayın. Bir, edebiyat sıkmıyor beni. Ah, Ataç usta, seni okumasam olmaz mıydı. Hastası olmuşum artık kitabın. 2 liram var, hemen kitapçıya koşuyorum. Gel de sevme edebiyatı.

21 Ocak 1964

Akşamları yemekten çıkıp o yarı karanlık koridorda gezinirken ışıklı Erzincan’a bakıyorum. Işıklı gece hallerinde birbirine benzer şehirler öyle. Kadıköy gibi görünüyor. Ah askerlik, daha doğrusu bu bir ömür boyu sürecek azap hayatı, dayanamam buna.

22 Ocak 1964

Bu akşam nöbetim var, nöbette dolaşmak hoşuma gider boş koridorlarda. Dolaşır dolaşırsın kimse yoktur, ses çıt yoktur geceleri okul koridorlarında, yalnız ayağınızın monoton gürültüsü. Ama ne de olsa yalnızlık fena şeyler düşündürüyor ve fena bir şeyler yaptırıyor o anda. Yaparsın.

23 Ocak 1964

Yener’le arkadaş oluyoruz bu günlerde. Bazı yönlerden Ali’ye benziyor ama onun gibi olacağına imkân ve ihtimal veremiyorum, gene de iyi bir arkadaş. Onunla İstanbul’u, onun çılgın şarkılarını hayal ediyoruz.

24 Ocak 1964

Ali bir mektubunda, bizi kimse anlayamaz, diyordu. Bir arkadaş tutarız bizi yalnız bırakır. Doğruymuş bu sözü, çok doğru. Yener beni anlayamıyor. Hemen çocukça suratını asıp bana kızıyor. Ama ona kendimi anlatmam o kadar güç ki…

25 Ocak 1964

Esir Kamplarında’ya gittik, hiç de Kwai Köprüsü gibi değildi. Her tarafım ağrıyordu bugün. Yener, Çetin’le hızlı hızlı yürüyor. Yetişemiyorum onlara. Eve mektup atmak için param var, ama soğukta okula kadar yürüyeceğiz. Paran yoksa yandın burada.

26 Ocak 1964

Bütün gün Yener’le parasız dolaştık durduk. Hava soğuktu ve biz gene dışarıdaydık. Titriyorduk parasızlıktan. Yener iyi bir çocukmuş. Onunla arkadaş olduğuma pişman değilim. Parasızlığa ortağız diye mi? Hadi hayal kuruyoruz. İstanbul, kızlar mızlar, yaz, deniz. Sen buranın kışındasın.

27 Ocak 1964

Bir piyes düşünüyorum. Yazdım yazacağım onu, şu günlerde başlarım ama galiba onu da bazı diğer yazılarım gibi yok ederim. Onlar benim kırgın, karamsar ruhumun aynaları, istemem ki bazıları daha onları okuyup benim gibi delirsin.

28 Ocak 1964

Dün doğum günümdü. Gözlük kâğıdım sınıf subaylığına gelmiş. Yarın bugün alırım herhalde. Çocuklar şimdiden “dörtgöz” demeye başladılar. Tutturamazlar. Başım uğulduyor, hastayım galiba. Çok hastayım. Yener’le birlikte İstanbul şarkılarını düşünüyoruz. Bir de ben şunu, üç yıl önce Selimiye’ye başladığımda daha ilk hafta sınıftaki 49 kişiye ad takmıştım bir banka defterine. Defter yakalanınca çok korkmuştum. Ama o çocukların çoğunun adı öylecene kaldı. Ha bir, ha iki, ha üç, ha dört, habeş! Bu da bendim.

29 Ocak 1964

Kompozisyonda 10: Gözler. Dersler çoktan başladı ama içimde hiç bir istek yok. Mütalaada kitap bana ben kitaba bakıyoruz. Sonra hışımla kapatıyorum onu. Ama gene de, gene de çalışıyorum. İçimde bir kıskançlık olmasaydı geçen senelerde sınıfta kalabilirdim. Hep çavuş filan oldum. O yüzden dayaklar da yedim. Önümdeki kitabı açıyorum. Gene boş ver.

30 Ocak 1964

Dün akşam nöbetim vardı. Uyuyamadım bir türlü sonra. Huzur diye düşündüğüm bir piyesin ikinci sahnesini düşündüm. Tasarladım durdum. Böyle ıssız nöbetleri çok seviyorum. Kimsesiz koridor. Ayaklarınız, başka hiç bir şey. Uzaktan uzağa ulumalar da. Pastoral Senfoni. X beyaz.

31 Ocak 1964

Fena halde hastayım, bu seferki öyle insanlara kırgınlık filan değil ama, maddi bir hastalık. Her yanım şiddetli ağrıyor. Yarın revire çıkacağım. Her şeye, evet her şeye küskünüm. Acaip ama Allah’a da. Müthiş bir şey bu. Düşünüyorum, düşünüyorum.

Bugün akşamleyin ne zamandır tasarladığım bir piyese başladım. Yarın revire çıkıyorum ya, birkaç gün herkesten uzak durmak ve orada bir şeyler yazmak istiyorum. Dün yazdığım Maks, Tiziyorta Sırato gibi şiirlere bugün yazdığım Soluk, Maestro, İnsan gibileri de eklendi, ama bunların hepsi taslak tabii. Çok fena geçen bir ay. İşaretler başlıyor. Hem iyi bu hem kötü. Yaşıyorum.

Şubat 1964

1 Şubat 1964

Yener’le sinemaya gidiyoruz. Filmde İstanbul’u hatırlatan müzikler, sahneler var. Norma Mia, Giovanni filan. Gülüyor, gülüyoruz. Sonra ağlamaklıyım. Akşam okulda bizi sevindiren bir haber var. Maaş alıyoruz. Galiba 10 liraymış. Demek ortaokula nazaran 865 kuruş bir farkımız var. İlk aldığım maaş, Selimiye’de, 135 kuruştu. Onun da bir kısmını pul parası, aidat falan diye kesmişlerdi. Erzincan’a geldim geleli ilk defa sinemaya gidiyorum (Yener’in zoruyla). Çocuklar okulun sinemasına doluştuğunda koridorlar gece nöbetindeki gibi oysa. Sessiz. İstediğin gibi düşün ve oku.

2 Şubat 1964

Yener’le karar vermiştik. Bugün dışarı çıkmayacak, okulda kalacaktık. Ama çıktık. Epey günün tadını çıkardık. Kel ile yine sıkı fıkı olduk. Fazla şaka yapmasa iyi bir çocuk. Kel: Mehmet Özveren. Galiba şu sıralar ilktir neşeli bir gün geçiriyorum. Ne oluyor bana böyle, nedir bu neşeler? Okuruma Mektuplar’ı aldım. Gençken ölüp gitmiş bir şairin kitabını aldım, Muzaffer Tayyip -Şimdilik. Pearl S. Buck’ın bir kitabı daha: Hak Yolcusu. Bu kocakarıdan hoşlandığım yok. Sanırım bir tek Dost Toprak’ta sevdiğim şeyler olduydu.

3 Şubat 1964

Bu sayfaya bir T işareti koyuyorum. Bir de ok. Sola. Şimdi gelelim yazmaya: İki üç kişiye fena kırıldım bugün. İçlerinde Merih’ten gelmiş biri gibi dolaşıp duruyorum adamların. Onlara göre ders kitapları okumaktan fazlası, başka şeyleri okumak, ya aptallık ya da bilgiçlik merakıdır. Ha, bir de o biçim hikâyeler tabii. Onu severler. İstanbul’dan buraya ilk tren seyahatimizde ben de birini okumuştum bunların. Adı Bülbül Yuvasıydı. İlgi çekiciydi. Neyse. Okuruma Mektuplar’da Ataç’ın yücelikleri var. Bunu yeniden kabul ediyorum. Çünkü onu zevzekçe bulduğum da olurdu. Ataç’ın buradaki şiir üstüne mektupları tam bana göre. Bencillik mi ediyorum? Gece 1-2 nöbeti. Koridorlar karanlık, köşeler karanlık, ben aydınlık. Yazmayı bitirip nöbete devam etmeli.

4 Şubat 1964

Ataç’a bir selâm daha. Bir şairin, bir romancının imkânsız anlatamayacağı şeyler bence dün okumaya başladıklarım. O anlatıyor. Ben okuyorum. Bamteli budur belki. Onun yazılarını değil, sözlerini okuyorum. Ne yazdıysa Ataç, alacağım. Değerinin yeterince bilinmediğine inandım. Bugün dersler de vardı tabii. Nedense bu konuları günlüğüme hiç yazmamışım. Dört dersten yazılı olduk. Hepsi de iyi geçti. Oldu mu şimdi?

5 Şubat 1964

Her okuyucu benim gibiyse meydan yazarlarla dolacak. Bu sefer de Muzaffer Tayyip’e saldırdım. Okuyor da okuyorum. Kitap ne ki, ama kendisinden büyük. Okudukça bana da bir şeyler yazma isteği veriyor. Gene aynıyım tatil saatlerinde. Okulun kimsesiz köşelerinde avare kuşlar gibi dolaşıyorum. İstanbul’suz, daha doğrusu ailesiz bayram geçirmek bir acı benim için. Çay! Acaba alkolikler için içki bu mudur?

6 Şubat 1964

Bak, Ş.’dan mektup. Ondan niye hiç söz etmediğimi düşündüm burada. Bazı şeyleri insan güzelce yaşayınca yazmıyor demek ki. Onların Yeldeğirmeni’nde bir evi vardır. Apartmanların arasında bir tahta perde ile çevrilidir. İçeride kimsenin oturmadığını sanırsın, ama yabani otlarla dolu yolu geçince onların küçücük evi görülür. Çayları iyidir. Babaları akşamleyin geldiğinde, bunu bir defa gördüm ama hep öyle sanıyorum, Ayla şarabı içiyor. Ş. benden büyük. Onu sevdiğimi sandım. Evet onu düşünmüşümdür. İyi bir kız. Ama âşık değilim. Yine de beni etkiledi. Bunu anlamış olacak, mektubunda bir sayfa boyu neler neler yazmışsın? diyor bana. Benim durumuma melankoli diyor. Bunu bırak, hayatın zehir olur diyor. Ben yalnızlığı seviyorum, ne yapayım.

7 Şubat 1964

Bugün iyi bir gün. Her yerde aydınlık var. Yalnız dağlar kötü. İnatçı ihtiyarlar gibi çömelip kalmışlar. Karlarını eritmek istemiyorlar sanki. Kış diye haykırıyorlar. Kış. Evden mektup var. Teyzem de bir şeyler yazdırmış kenarına. Babam 50 lira yollamış. Düşünmenin sırası geldi. Galiba oralar, her zorluğu, her tatsızlığı içinde benim için hürriyetti.

8 Şubat 1964

Bir zaman şiirlerimi buraya da yazmak istedim. Sonra caydım. Eğer günümü anlatmakta yararları olacaksa hay hay. Başka şeylerse, başka yerde kalsalar daha iyi. Bugün Yener’le Ferah sinemasına gittik, berbatin berbatı bir film. Küfrede küfrede okula döndük. Soğuk bir gün. Kel’den 10 lira borç aldım. Nasılsa param gelecek. Garantisi olunca borç vermek kolay. Akşam, Unutulmaz Kahramanlar filmi. İsmini böyle koyunca filmin, biz de unutmayacak mıyız yani?

9 Şubat 1964

Resim çektirdik. Bugün pazar. Sabahtan şehre iniyoruz. Bir sinemaya gireceğiz, soğukta üşüyerek bekliyoruz. Karnımız aç, pide almak için Zekâi’den borç aldık, şöyle böyle ısıtan güneşin altında, Ferah’ın arkasında zevkle yiyoruz. Ne de olsa pide parçaları trençkotun cebine sığar. Şunu düşündüm, askerî kılıklarımız var diye bu pideyi şöyle rahatça, kopara kopara yiyemediğimize göre…

10 Şubat 1964

Bugün nedense daha sabahtan içimde bir korku vardı. Ama dersler yine öyle monoton başladı, monoton bitti. Gel de canin sıkılmasın. Bu arada yarın da çok sıkıcı geçeceğe benzer. Nafile. Ne kadar iyiye uğraşsam, burada hiç iyi gün geçiremeyeceğim galiba. Edebiyat dersleri mi? Onlar edebiyat dersleri gibi geçiyor. Hoca, Turan Atik. Ona laf olsun diye Kafka’nın Değişim❜indeki adamın böcek olmasında ne gibi bir mantık olabilir dedim. Derste. Oraya bakındı, buraya bakındı. Sonra 20-25 kişi şahidimdir, tasavvufî bir anlamı olabilir, dedi.

11 Şubat 1964

İki şey yazdım. Ne olduklarını bilmiyorum: Buğulu penceredeki yol, şöyle böyle yaşamak.

Ali’den mektup aldım. Çok sevindim. Şiirlerimi beğenmiş. Mektubuna bir de yeni yazdığı bir hikâyeyi eklemiş. Adı, Kıymet Ana. Gelecek mektuba annemden söz edeceğini söylüyor. Bize uğradığında annemin ağzından mektup alacak anlaşılan. Annemin okuma yazma bilmemesi beni hiç rahatsız etmemiştir, şimdi düşündüm bunu. Hatta, bana bilgece gelmiştir dedikleri hep. Ona büyük harflerle NADİDE yazmıştım, N’yi ters yazmak üzere aynını hemen yazdı ve çocuklar gibi sevindi. Annem sulu gözlüdür. Ama orada o harfler karşısında ben de sulu gözlüydüm.

12 Şubat 1964

Yazdığım şeylere, buraya yazdıklarıma değil ama, karşı bir kırgınlık duyuyorum zaman geçince. Bana önce sevinç, sonra aptalca bir kendini beğenme veriyorlar. Ve ben de kendimi yakaladıkları kadar onları yırtıp atıyorum. Bazılarını yok etmek zor, bazılarını ise ellerim titrediğinden gözden çıkaramıyorum. Şimdilerde bir İnsan Bey buldum. Onu çok seviyorum. Hem de derinden. Dize yazmışım üstüne, demişim ki:

O bağırır, sesince haykırır ama cümle insan kulaksız.

Bunu şimdi değiştireyim:

O haykırdığında

kulaksız cümle insanlar.

13 Şubat 1964

Nurullah Berk’in Resim Bilgisi adlı kitabını aldım. Yıllardır böyle ilkel de olsa temel bir kitap aramıştım. Bir solukta bitirdim. Eskiden sevmediğim resimleri sevmeye, anlamaya başladım. Zevk incelemesi denen şey nedir, bir Matisse’te, Modigliani’de, beni derinden yaralayan bir Soutine’de duygularımı, renk zevkimi çarpan şey neden bir Vermeer’de, okulun kimse görmez yerlerine toz içinde ve laf ola diye asılmış Brueghel’de daha tarif edilmez biçimde vardı

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Günlük
  • Kitap AdıSen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)
  • Sayfa Sayısı368
  • YazarHulki Aktunç
  • ISBN9789750851698
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İskandil – Günlükler (1968-1969) ~ Hulki Aktunçİskandil – Günlükler (1968-1969)

    İskandil – Günlükler (1968-1969)

    Hulki Aktunç

    Hulki Aktunç’un “Her günlük bir iskandil, her günlük çok iskandil” sözüne uyarak günlüklerin bu cildine “İskandil” adını verdik. 1968-1969 yılları arasında tutulan günlüklerde öyküyle,...

  2. İstanbul’u Bul Bana ~ Hulki Aktunçİstanbul’u Bul Bana

    İstanbul’u Bul Bana

    Hulki Aktunç

    “İstanbul’u Bul Bana” Hulki Aktunç’un “Kostantıniyye Haberleri” (1989-1993) gazetesine yazdığı deneme­lerden oluşuyor. Gazetenin ilk sayısından itibaren “İstanbul’u Bul Bana” başlığı altında yazan Aktunç, İstanbul’un...

  3. Daktilo Günlük: Günlükler 1970-1999 ~ Hulki AktunçDaktilo Günlük: Günlükler 1970-1999

    Daktilo Günlük: Günlükler 1970-1999

    Hulki Aktunç

    Daha önce yayımladığımız Sen Buranın Kışındasın (1964-1967) ve İskandil (1968-1969) adlı günlüklerin ardından 1970-1999 yılları arasında yazılmış Daktilo Günlük ile Hulki Aktunç günlükleri sona...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. İskandil – Günlükler (1968-1969) ~ Hulki Aktunçİskandil – Günlükler (1968-1969)

    İskandil – Günlükler (1968-1969)

    Hulki Aktunç

    Hulki Aktunç’un “Her günlük bir iskandil, her günlük çok iskandil” sözüne uyarak günlüklerin bu cildine “İskandil” adını verdik. 1968-1969 yılları arasında tutulan günlüklerde öyküyle,...

  2. Berlin Günlüğü’nden ~ Max FrischBerlin Günlüğü’nden

    Berlin Günlüğü’nden

    Max Frisch

    Max Frisch, 1973’te Berlin’de, Sarrazin Sokağı’nda yeni bir eve taşındığında yine günlük tutmaya başladı ve bu döneme ait beş defterden oluşan kayıtlara BERLİN GÜNLÜĞÜ...

  3. Anti-Kapitalist Günlükler ~ David HarveyAnti-Kapitalist Günlükler

    Anti-Kapitalist Günlükler

    David Harvey

    Bugün, evet, tüm dünyada neoliberal devletin ve onun ideolojik dayanaklarının meşruiyeti iyiden iyiye sorgulanıyor. Ancak bu, neoliberalizmin sonunun geldiği anlamına da gelmiyor. Tam tersine,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur