Sen Benle, İstanbul Benimle, insana musallat olan geçmişin, bugünü nasıl etkisi altına alabileceğini gözler önüne seriyor.
Romanın başkarakteri Ada, hem İstanbul’a duyduğu hasretin kavurucu etkisiyle hem de Gezi Parkı protestolarında tutuklanmasının ardından süren bir gecelik sorgunun açtığı yaralarla baş etmeye çalışır. Londra’da çağdaş sanat fuarında, biraz acayip, epey cazibeli ama bir o kadar da tükenmiş bir galerici olan Lucian çıkar karşısına. Kısa zaman önce evliliğini sonlandıran Lucian, kırık kalbinin yaralarını alkolle sarmaya çalışır. Ada ise yakın zamanda İstanbul’da gerçekleşecek davanın sonucunu beklerken yüreği ağzındadır. Aralarındaki tutku günbegün derinleşen bu ikili, geçmişteki tercihlerini birlikte gözden geçirirken geleceklerini de hızla şekillendirmeye başlar.
Ada ile Lucian’ın yanında İstanbul ve Londra’yı da canlı karakterler olarak okuduğumuz bu romanda sevgi, kayıp, umut arayışı ve gurbette yaşamanın sancısı, gerçekçi diyaloglarla, güçlü betimlemelerle, sanatçıya ve sanat dünyasına dair çarpıcı gözlemlerle anlatılıyor. Yazar, kullandığı diliyle, karakterlerin dünyalarını ve duygularını apaçık ortaya koyma başarısı gösteriyor.
Sen Benle, İstanbul Benimle, travmaların ve mücadelelerin doğasını keşfe çıkarken dayanıklılığın ve sevginin dönüştürücü gücünü de irdeliyor ve şu sorunun peşine düşüyor: “Yeniden başlamak için neler mümkün?”
Quinn
“Bize biraz Yusufçuk’tan bahsedebilir misin?”
“Elbette. Donald Taffy’nin 1991 yılında Dikizci serisinin bir parçası olarak yaptığı bir eser. Aynı yıl MoMa’daki ilk sergisinde gösterilmiş. Çok ikonik bir nesne. Donald’ın hiç şüphesiz kılı kırık yaran dikkatine bayılıyorum. Kendisi gözü kara bir mükemmeliyetçi.”
“Nasıl yapıyor bunu? Yani döküm falan mı yapıyor?”
Bu kelimeler dudaklarından dökülürken yaşlı adam sağ kolunu uzatmıştı. Kolu, yaratığın şeffaf yapraksı kanatlarına değmeye ramak kala bir anlığına havada dondu. Tam vaktinde görmüştü tabelanın üzerindeki yazıyı: LÜTFEN DOKUNMAYINIZ.
“Her bir böcek, kendi stüdyosunda zanaatkârlar tarafından elle yapılmış. Konu üzerine çekilen belgeseli seyrettiniz mi? Şiddetle öneririm. İsterseniz ödünç verebilirim. Gerçi zannedersem şu an yanımda bir kopyası yok… Ama siz Amazon’dan bir tane alabilirsiniz. Tek bir yusufçuk için bir avuç insanı aylarca çalıştırmış. Böceklerin hepsi pleksiglas, vinil ve kauçuk karışımından yapılmıştır.”
Kadın, “Nefes kesici,” dedi. Parmakları, kırışık boynunda sallanan pırlanta süslü kolyenin etrafında geziniyordu.
Quinn, “Bence dizinin en güzelleri Yusufçuk ve Sivrisinek,” diye ekledi. Elini kendinden emin bir tavırla göğsüne götürmüştü. Adam, “Neyden ilham almış, çalışmasının arkasındaki düşünce süreci nasıl çalışmış biliyor musunuz?” diye sordu. Uzun boylu ve zayıftı, onun yaşındaki birisine göre genel itibarıyla zinde görünüyordu.
“Dizinin adı durumu açıklıyor aslında. Donald kariyeri boyunca sık sık röntgencilik temasına geri dönmüş. Gelgelelim Dikizci dizisini böylesine güçlü kılan şey, buradaki olası çifte anlam. Burada röntgenci rolünü oynayan, yusufçuk mu yoksa izleyici mi? Bilmem, anlatabildim mi?
Söylediği şeyin tartışılmaz dehasını vurgulamak için duraksayıp ciddi bir ifade takındı.
“Bu eseri, birkaç yıl önce bir müşterimden geri satın aldım.” Şefkatli bir ses tonuyla, “O ara kötü bir boşanma sürecinden geçiyordu,” diye açıkladı.
Kadın, “Her sanat eserinin kendine has bir hikâyesi vardır,” dedi.
Quinn, “Müzelere yakışacak türden olağanüstü bir parça bu,” diye yanıtladı.
Kadın heyecanla kızardı. Vücudunu eşininkine yanaştırıp çaktırmadan elini tutup sıktı. Adam sakin görünümünü koruyarak fiyatı sordu. Quinn, bilhassa bu bilgiyi onlardan saklamak zorundaymışcasına mahcup bir ergen gibi başını öne eğdi, ürkek ürkek gülümsedi.
Garip gelen birkaç saniyeden sonra adam elini eşininkinden kurtarıp sorusunu, bu kez daha kesin bir tavırla tekrarladı. “Yani, kaç para?”
Quinn derin bir nefes aldıktan sonra gözle görülür bir samimiyetle kaşlarını çatarak açıkladı. “Bu çalışmayı sergilemekten büyük keyif alıyorum fakat öyle nadir bir parça ki satmak istediğimden tam olarak emin değilim. İçimden bir ses satacak olursam günün birinde pişman olabileceğimi söylüyor, demek istediğimi anlıyor musunuz?”
Adam biraz düşündükten sonra “Öyle mi diyorsunuz?” dedi. Quinn’in yüzü ifadesizleşti ve gözleri yeniden buluştuğu sırada da o halini korudu.
Adam, karısına bakarken bir an duraksayıp “Öyleyse,” diye tereddütle lafa girdi, “elinizde benzer bir şey var mı?”
“Aynı diziden mi?”
Adam başını sallayarak onayladı, sorusunun fazla basit oluşundan çabucak pişmanlık duymuştu.
Quinn, “Ah, korkarım yok,” diye yanıtladı.
Kadın içtenlikle “Bir süredir galerinizle irtibata geçmeyi planliyorduk. Günün birinde koleksiyonumuza bir Donald Taffy ekleme fırsatını elde edeceğimizi varsaydık hep,” diyerek araya girdi. “Bize pek çok ikinci sınıf işleri de teklif edildi.”
Adam ayakkabılarına bakarken “Sahiden de öyle,” diyerek durumu pekiştirdi.
Quinn, “Donald alışılmadık ölçüde verimli bir sanatçı,” dedi, sonra sesini alçaltıp ekledi, “fakat ne yazık ki çalışmalarının hepsinin bununla aynı seviyede olmadığını itiraf etmeliyim.” “Ne son çalışmalarına ne de ’70’lerin sonundaki epeyce deneysel işine pek ilgi duyduğumuz söylenemez.”
Kadın, “Anlamıyor değiliz tabii,” diyerek araya girdi. Adam, “Ah, inanın, anlıyoruz.” diyerek karşı tarafa güven veren bir edayla ekledi.
Kadın, “Onlar, başlıca Amerikalı çağdaş sanatçıların çok önemli çalışmalarını bünyesine katmayı hedefleyen koleksiyonumuzun geri kalanına pek uymaz,” diye açıkladı. Eşinin yanında ufacık ve narin duruyordu fakat fiziğini canlı kişiliğiyle telafi ediyordu. “Jeff Koons’un Balon Köpek’i ve Julian Schnabel’in o muhteşem tabak resmi gibi.”
“Joseph Kosuth’ın bir duvarı boydan boya kaplayan ışık yerleştirmesi. Bir de, Baldessari’den bir tane var, hani şu noktalı olan işlerinden. Chuck Close’un bir otoportresi de mevcut.” “Ne güzel.”
Adam, “Böbürlendiğimiz yok tabii,” deyip arsızca gülümsedi. Quinn, yapılmaya niyetlenilen espriyi duymazdan gelmeyi seçerek “Yok tabii, anlıyorum,” dedi.
Kadın başını iki yana sallayıp kalın, topak topak rimelle çevrelenmiş gözlerini kocaman açarak “Hayır, öyle bir şeyi asla yapmayız,” dedi. Kocası, karısının büyük bir hünerle takındığı bu maskenin ardında yatan potansiyeli şıp diye kavramışçasına ona bir bakış attı.
“Ben her şeyden çok gerçek bir tutkuyla biriktiren ve sanata gönül vermiş gerçek koleksiyoncuları severim.”
“Aldıklarımızı asla satmıyoruz. Duvara bile asmıyoruz. Çiftliğimizin arazisine yaptırdığımız ayrı bir depoda saklıyoruz. Lora ve ben öldüğümüzde, bütün koleksiyonumuz bağışlanıp sergilenecek. Yıl boyunca dönüşümlü olarak sergileneceği Whitney Müzesi’nde bir odada-“
Kadın, “Bize ithafen bir odada sergilenecek,” diyerek araya girip cümlesini bitirdi.
Kadın yeniden kocasının nasırlaşmış elini tuttu, adamınki yıllarca güneşe kaygısızca maruz bırakılmaktan leke leke olmuştu. “Bakın, dürüst olmak gerekirse bu çalışmayı, yalnızca doğru alıcıya satma koşuluyla fuarda göstermeye karar verdim. Sanatçılarım için en iyisini düşündüğümü ve onlar adına attığım her adımın uzun vadeli etkilerine kafa yorduğumu anlamalısınız.” Adam, “Anlıyorum,” diye karşılık verdi.
“Donald’ın, Whitney’in büyük bir hayranı olduğunu biliyorum. En etkileyici eserlerinden birinin, günün birinde onların koleksiyonuna gireceğini duysa havalara uçardı bence.”
Kadın, “Daha harika bir yer olamazdı gerçekten, değil mi?” dedikten sonra “Ayrıca Whitney’de otistik çocuklar için bir eğitim programına da destek oluyoruz,” diye de ekledi. Adam yeniden “Yani, kaç para?” diye sordu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSen Benle, İstanbul Benimle
- Sayfa Sayısı240
- YazarDeniz Goran
- ISBN9786257425537
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDüşbaz / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaban Eriği Ağacında Gelen Aydınlanma ~ Shokoofeh Azar
Yaban Eriği Ağacında Gelen Aydınlanma
Shokoofeh Azar
Yaban Eriği Ağacında Gelen Aydınlanma adlı kitabında yazarımız Shokoofeh Azar, Fars hikâye anlatıcılığının büyülü gerçekçi tarzını kullanarak, 1979’daki İran İslam Devrimi sonrasında kargaşa ve...
- Anlatmak İçin Yaşa ~ Lisa Gardner
Anlatmak İçin Yaşa
Lisa Gardner
GİRİŞ DANIELLE O geceyi artık çok fazla hatırlamıyorum. Başlangıçta, asla unutmayacağınızı sanıyorsunuz. Oysa zaman karmaşık bir şey, özellikle bir çocuk için. Her geçen yıl,...
- İkiye Bölünen Vikont ~ Italo Calvino
İkiye Bölünen Vikont
Italo Calvino
Italo Calvino, Atalarımız üçlemesinin ilk kitabı İkiye Bölünen Vikont’u bir söyleşisinde dile getirdiği gibi, 1952 yılında oyun olsun diye yazmaya başlamıştır: “İkiye Bölünen Vikont’u...