Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı
Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı

Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı

Edgar Allan Poe, Hasan Fehmi Nemli

ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz çevirisi nedeniyle birçokları için Annabel Lee’nın şairi olan Poe, bir roman (Artbur Gordon Pym ‘in Öyküsü), kozmoloji üzerine…

ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz çevirisi nedeniyle birçokları için Annabel Lee’nın şairi olan Poe, bir roman (Artbur Gordon Pym ‘in Öyküsü), kozmoloji üzerine görüşlerini açıkladığı bir anlatı (kendi nitelemesiyle bir düzyazı-şiir olan Eureka) ve yetmiş iki öykü yazmıştır. Poe’nun öyküleri 1938’den beri ( Siracettin-İşidilmedik Hikayeler, Hilmi Kitabevi) Türkçeye çevriliyor olmakla birlikte, ne yazık ki öykülerinin büyük bölümü henüz Türkçeye kazandırılamamıştır.

Bu derlemede yer alan öykülerden “Maelströme Düşüş”ü Memet Fuat, “Doktor Katran’ı ve “Valdemar Olayı”nı Tomris Uyar, “Şişede Bulunan Mektup”u Mehmet Harmancı daha önceden Türkçeye çevirmişlerdi. Ayrıca, “Engebeli Dağların Öyküsünün Siracettin tarafından Fransızcadan yapılmış artık bulunması çok zor bir çevirisi vardır. Öteki öykülerin Türkçede ilk defa yayımlandıklannı sanıyorum.

Afşar Timuçin, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma’sinin önsözünde, genelde felsefe kitaplarını düşünerek “Bu tür temel kitapların bir ya da iki çevirisinin değil birçok çevirisinin olması gerekir. Her çeviri özgün yapıta ayrı bir yaklaşım olacaktır. O koşullarda değişik metinlerden giderek özü yakalamak daha kolaydır” diyor. Felsefe kitapları için olduğu kadar poe için de doğrudur bu. Tomris Uyar. Kızıl Ölümün Maskesi yazdığı ‘‘Poe Çevirmek” başlıklı önsözde, “Önemli olan, bazı yapıtları çevirmek için belli bir deneyimin, hatta belli bir yaşa varmanın gerektiğini bir daha kavramamdı… On sekiz yaşımın çeviri anlayışıyla fazla sevimli, fazla kolay-okunur kılmışım l’t ıc yu” demekledir.

Bir yapılı çevirirken yeniden yazan/yaratan Can Yücel in çeviri anlayışından uzak durmaya çalışarak, Mina Urgan’m deyimiyle “Türkçe söylemek felaketi “ne düşmeden, “Çevirmenler haindir” diyen İtalyan özlü sözünü unutmadan üslubun yanı sıra öykünün atmosferini de yansıtmaya özen göstererek çevirdim öyküleri.

“Şehrazaf’ta modem zamanların gelişmelerine Gemici Simbat’ın gözüyle bakılır; “Engebeli Dağlar”, “Bir Uyanık-Uyur”, “Valdemar Olayı” adlı öyküler mesmerizmle (ipnotizmayla) ilgilidir, ipnotik etki altındaki kahraman, zamanda ve uzamda düşsel bir yolculuğa çıkar; “Şişede Bulunan Mektup” bir ‘Uçan Hollandalı’ öyküsü; “Maelström” fantastik olmasına karşın çok inandırıcı bir öykü; “Doktor Katran” delilerevinde komik bir serüven; “O Adan”  “Şensin” kasaba yaşamını ve algılama tarzını da hic veden bir polisiye; “Tlıingum Bob” bir satirdir.

Poe’nun olduğu belirtilen az sayıdaki notun dışında kalanlar bana aittir ve sadece “meraklısına”dır. Notlarla öykünün bölünmesini istemeyenler görmezden gelebilirler.

***

ŞEHRAZAT’IN BİN İKİNCİ GECE MASALI

Doğu hakkındaki araştırmalarını sırasında bu yakınlarda bir fırsat bulup da, Simeon Jochaides’in Zobar’ı gibi Avrupa’da bile neredeyse hemen hemen hiç bilinmeyen, bilebildiğim kadarıyla -Amerikan Edebiyatındaki Tuhaflıklar adlı yapıtın yazan dışında hiçbir Amerikalının bugüne kadar hakkında tek bir satır olsun yakmadığı bir yapıt olan Telhnenoıv Isitsöornor başvurduğumda, bu son derece dikkat çekici kitabın şöyle birkaç sayfasını çevirince, edebiyat dünyasının bugüne kadar vezirin kızı Şehrazat’m “Binbir Gece Masallan’nda betimlenen yazgısı konusunda tuhaf bir yanılgı içinde olduğunu görerek bayağı şaşırdım; “Binbir Gece Masalları’nda verilen de- noument anlatıldığı noktaya kadar tamamen hatalı değilse de, en azından öykünün sonunu getirmemek gibi bir kusura sahipti.

Bu ilgi çekici konuyla ilgili olarak tam bilgi sahibi olmak için meraklı okuyucu “Isitsöornot”un kendisini okumalı; ancak bu arada, yaptığım keşfin bir özetini verdiğim için okuyucularım beni bağışlasınlar.

Masalların bilinen versiyonunda, kraliçeyi kıskanması için haklı nedenleri olan bir hükümdarın, yalnızca onu öldürmekle kalmayıp, her gece, hükümranlığı altındaki topraklarda yaşayan en güzel genç kızla evlenip, ertesi sabah onu cellada teslim etmeye sakalı ve peygamber üzerine ant içtiği anımsanacaktır,

Kral, duygularında içten ve son derece kararlı bir insan olarak saygınlığını artıracak bir şekilde, bu andını yıllar yılı harfiyen ve dindar bir titizlikle ve usulünce yerine getirdikten sonra, kızının aklına bir fikir gelen başveziri tarafından bir öğleden sonra (kuşkusuz, ibadet ederken) ziyaret edildi.

Başvezirin kızının adı Şehrazat idi, aklına gelen fikir de, ya güzellerinin sayısını azaltan uygulamadan ülkeyi kurtarmak ya da bu deneme sırasında kahramanlara has bir ölümle ölmekti.

Her ne kadar o yılın artık-yıl olup olmadığını bilmiyorsak da (bu, yapılan fedakârlığı daha da değerli kılmaktadır) Şehrazat, bu düşünceyle, babası başveziri elçi göndererek krala evlenme teklifinde bulunur. Bu teklifi kral büyük bir şevkle kabul eder -(kral, bu evliliği çoktan kafasına koymuştu, ama başveziri neden çekindiği için durmadan kararını erteliyordu)- ama. şimdi bu teklifi kabul etmekle, andından dönmeye ya da ayrıcalıklarından vazgeçmeye zerrece niyeti olmadığını, ister başvezir olsun ister olmasın herkesin açık seçik anlamasını sağlamış olmaktadır Böylece, güzel Şehrazat, babasının, böyle bir şey yapmaması yollu yerinde önerisine rağmen kralla evlenme kararında ısrar etti ve evlendi de ama bunu yaparken güzel kara gözlerinin, ancak durumun izin verdiği ölçüde açık olduğunu söylemeliyim.

Bununla birlikte öyle görünüyor ki, (Machiavelli’yi okumuş olduğundan hiç kuşku duyulamayacak) bu kurnaz hanımın kafasında çok ustaca kotarılmış küçük bir plân vardı. Zifaf gecesi, şimdi anımsayamadığım bir kurnazlıkla, kız kardeşini kendileriyle yataktan yatağa kolayca sohbet etmesine yetecek uzaklıktaki bir sedirde yatırmanın bir yolunu buldu ve horozlar ötmeye başlamadan kısa bir süre önce, kızkardeşine anlattığı (hep fısıldayarak, elbette) bir öyküye (bir sıçanla bir kara kedi hakkındaydı, sanırım) duyduğu derin ilgi sayesinde (vicdanının rahat olması ve yediklerini iyi hazmetmiş olması nedeniyle iyi bir uyku çekmiş olan) kocası lıükümdan (sabahleyin boğduracağına göre daha fazlasını yapamazdı) uyandırmayı başardı. Şafak söktüğünde, bu öykü henüz bitmemişti ama Şehrazat’ın kalkıp yay kirişiyle boğulmaya -asılmaktan biraz daha nahoş olmakla birlikte azıcık daha asil- gitmesinin zamanı gelmişti.

Bununla birlikte, üzülerek söylemeliyim ki, sıkı sıkıya bağlı olduğu dinsel ilkelerine baskın çıkan merakı yüzünden kral, o gece kara kedi (kara kediydi, sanınm) ile sıçana sonunda ne olduğunu öğrenebilmek amacı ve umuduyla, bu seferlik andının gereğinin yerine getirilmesini ertesi sabaha kadar erteledi’

Gece olduğunda, Şelırazat hanım sadece kara kediyle sıçana (sıçan maviydi) son noktayı koymakla kalmadı, daha ne yaptığını tam da anlamadan, (büsbütün yanılmıyorsam) çivii. rengi bir anahtarla kurulan bir mekanizmayla çok hızlı bir şekilde hareket eden (yeşil kanatlı) pembe bir alla ilgili karmakarışık bir öykü anlatırken buldu kendini. Bu öyküyle, kral diğeriyle olduğundan daha fazla ilgilendi ve (kraliçenin boğulmaya vaktinde yetişebilmek için gösterdiği bütün çabaya karşın) öykü bir sonuca ermeden şafak söktü; merasimi önceki gibi bir yirmi dört saat daha ertelemekleri başka çare yoktu yine. Bir sonraki gcce yine benzer bir kaza ve benzer bir sonuç cilaya çıktı ve sonraki gece ve daha sonraki gece de; öyle ki sonunda en az bin bir gece boyunca andının gereğini yerine getirme fırsatından kaçınılmaz olarak yoksun kalan iyi kalpli hükümdar, ya bu sürenin sonunda andını büsbütün unuttu ya yavaş yavaş kendini bu yükümlülükten affetti ya da (bu daha olası) andını bozdu ve bunu bilen sırdaşının da boynunu vurdurdu. Her halükârda, Havva’nın soyundan gelen Şehrazat, Havva anamızın Cennet bahçesindeki ağaçların altından aldığını hepimizin bildiği yedi konuşma sepetinin tamamını miras almıştı; Şehrazat sonunda başarıya ulaştı ve güzellik üzerine konulan bedel kaldırıldı.

İmdi, (kayıtlara geçen öykünün sonucu olan) bu sonuç kuşku yok ki fazlasıyla münasip ve hoş bir sonuçtur  ama ne yazık ki, birçok hoşa giden şey gibi, gerçeklikten daha hoştur ve ben hatayı düzeltme araçlarını tamamen “Isitsöornof’a borçluyum. “Le mieux” der bir Fransız atasözü “est l’ennemi du bien” ve Şehrazat’ın yedi konuşma sepeti miras aldığım söylerken, ilâve etmeliyim ki, o bunları yetmiş yedi sepete çıkıncaya kadar bileşik faize koymuştur.

“Sevgili kardeşim” dedi bin ikinci gece Şehrazat (bu noktada “lsitsöornot”ın dilini kelimesi kelimesine aktarıyorum), “sevgili kardeşim” dedi, “şu yay kirişiyle boğulma meselesini artık savuşturmuş bulunuyoruz, çok şükür bu iğrenç bedel kalktı, ama gemici  Sindbat’ın öyküsünün sonunu size ve (bunu söylemekten dolayı üzgünüm ama, horlamakta olan kibar bir insanın asla yapmaması gereken birşey) krala anlatmadığım için kendimi suçlu hissediyorum. Bu şahıs, size anlattığımdan çok daha ilginç yığınla serüven yaşadı; ancak o öyküyü anlattığım gece çok» uykum geldiğinden, öyküyü kısa kesme arzusuna karşı koyamadım. Bu çirkin davranışımdan dolayı umarım Allah beni bağışlar. Ama, şimdi bile, bu büyük ihmalimi düzeltmek için çok geç değil  ve bu müthiş gürültüyü kesmesi için krala iki çimdik atıp uyandırdıktan sonra daha geç olmadan, bu olağanüstü öykünün sonunu anlatarak seni (ve lütfedip de dinlerse onu) eğlendireceğim.

Bunun üzerine Şelırazat’ın kızkardeşi, “Isitsöornot”tan öğrendiğime göre, memnuniyetini ifade edecek hiçbir söz etmediyse de, epeyce çimdiklenen kıal nihayet horlamayı kesti ve sonunda, önce “hım!”, sonra “ha!” dedi. Kraliçe (kuşkusuz Arapça olan bu sözlerden) kralın tümden dikkat kesildiği ve artık horlamamak için elinden geleni yapacağı anlamını çıkardı ve her şeyi böyle istediğince düzenledikten sonra, hemen gemici Sindbat’m öyküsüne kaldığı yerden başladı.

“—‘En sonunda bu ilerlemiş yaşımda,’ (bunlar Sindbat’ın Şehrazat tarafından aktarılan kendi sözleridir)- ‘en sonunda bu ilerlemiş yaşımda ve evimde geçildiğim huzur dolu uzun yıllardan sonra, bir kere daha yabancı ülkeleri ziyaret elme arzusuna kapıldım ve bir gün, ailemden hiç kimseye tasarılarımı açmadan, yükte hafif pahada ağır mallardan kendime birkaç çıkın yaptım ve onları taşıması için bir hamal tutarak beni ülke dışına, dünyanın henüz keşfetmediğim bölgelerine götürecek herhangi bir geminin gelmesini beklemek üzere hamalla birlikte deniz kıyısına indim.

“—‘Çıkınları kumlar üzerine bırakarak ağaçların altında oturduk ve bir gemi görebilmek umuduyla gözlerimizi okyanusa diktik, ama saatlerce hiçbir gemi görünmedi. En sonunda, düzenli bir vızıltı veya mınltı sesi duymakta olduğum kuruntusuna kapıldım -hamal da, bîr süre dinledikten sonra sesi seçebildiğim bildirdi. Ses gittikçe artıyordu, bu yüzden bu sesi çıkaran şeyin bize doğru gelmekte olduğuna lıiç kuşku olmadığına hükmettik. En sonunda, ufukta kara bir leke farketlik, bunun, gövdesinin büyük bölümü su üzerinde olmak üzere yüzen kocaman bir canavar olduğunu çıkanncaya kadar leke hızla büyüdü. Canavar, göğsü etrafında kocaman köpük dalgalan oluşturarak ve ardı sıra bıraktığı ta gerilere kadar uzanan alevden upuzun bir kuyrukla yaııp geçtiği denizi aydınlatarak inanılmaz bir çabuklukla bize doğru geldi.

“-—’Daha yakınımıza geldiğinden o şeyi açıkça görüyorduk. Uzunluğu en ulu ağaçların üçünün boyuna eşit, eni ise, ey halifelerin en yücesi ve en cömerti, sizin sarayınızdaki büyük kabul salonu kadardı. Sıradan balıklarınkine benzemeyen gövdesi, bir kaya kadar sağlam ve su üzerindeki bölümü, kan kırmızısı çepeçevre dar bir çizgi dışında simsiyahtı. Deniz yüzeyinin altında kalan ve canavar dalgalar üzerinde inip çıktıkça arada bir gördüğümüz karnı, puslu havalardaki ayın rengine benzer renkte metalik pullarla kaplıydı tamamen. Sırtı düz ve hemen hemen beyazdı, sırttan yukarı doğru gövde uzunluğunun yaklaşık yarısı kadar yükseklikte altı omurga kemiği uzanıyordu.

“—-‘Görebildiğimiz kadarıyla bu korkunç yaratığın ağzı yoktu, ama sanki bu eksikliği gidermek için adeta bir kaş görevi gören kan kırmızı çizgiye paralel ve gövdesi boyunca üst üste iki sıra halinde sıralanmış, yusufçuğun gözleri gibi pörtlek en az seksen gözü vardı. Bu korkunç gözlerin iki üç tanesi diğerlerinden daha büyüktü ve som altından gibi görünüyordu.

“—‘Bu hayvan, daha Önce söylediğim gibi büyük bir hızla bize yaklaşmış olmasına karşın, büyüyle hareket ediyor olmalıydı  çünkü, ne bir balık gibi yüzgeçleri, ne bir ördek gibi perdeli ayakları, ne bir deniz kabuğu gibi kanatlan vardı; ne de bir yılan balığı gibi kıvrılarak İlerliyordu. Başı da kuyruğu da tam olarak aynı biçimdeydi, yalnız kuyruğundan çok uzak olmayan bir noktada burun deliği görevi yapan iki küçük delik vardı ve buradan dumanlı soluğunu müthiş bir şiddetle ve tiz, nahoş bir gürültüyle dışarı salıyordu.

“—‘Bu iğrenç şeyi seyretmekten duyduğumuz dehşet çok büyüktü, ama daha yakından bakınca, yaratığın sırtında yaklaşık olarak insan büyüklüğünde ve biçiminde, daha doğrusu hiç bir giysi giymemeleri dışında (insanlar giyinirler) insana çok fazla benzeyen birçok hayvan olduğunu gömlekle yaşadığımız şaşkınlık daha da büyüktü; doğanın kendilerine sağladığından kuşku duyulamayacak kumaşa çok benzeyen ve vücutlarını sıkı sıkıya sararak onları çok gülünç, zavallı yaratıklar haline getiren ve belli ki büyük acılar veren çirkin bir örtü vücutlarını sarıyordu. Tepelerinde kare biçimli sandıklar vardı; ilkin bunların sarık yerine geçtiğini sandım, ama çok geçmeden bunların çok daha ağır ve sağlam olduğunu anladım ve dolayısıyla büyük ağırlıklarıyla hayvanların boyunlarını omuzları üzerinde düzgün ve güvenli tutmak amacıyla tasarlanmış oldukları sonucuna vardım. Yaratıkların boyunlarında, tıpkı bizim köpeklere taktığımıza benzer, ama daha geniş ve çok daha sert siyah tasmalar (kuşkusuz, kölelik alâmeti) bağlanmıştı; bu yüzden zavallı kurbanlar aynı zamanda gövdelerini de döndürmeden başlarını hiçbir tarafa döndüremiyorlardı, sürekli olarak şaşılacak derecede küt ve yukan kalkık burunlarını seyretmeye mahkûmdular.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap AdıŞehrazat'ın Bin İkinci Gece Masalı
  • Sayfa Sayısı180
  • YazarEdgar Allan Poe
  • ÇevirmenHasan Fehmi Nemli
  • ISBN9758087444
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • Yayınevi / 2000

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Edgar Allan Poe – Bütün Hikayeleri (Ciltli) ~ Edgar Allan PoeEdgar Allan Poe – Bütün Hikayeleri (Ciltli)

    Edgar Allan Poe – Bütün Hikayeleri (Ciltli)

    Edgar Allan Poe

    İçindekiler – Yazmanın Felsefesi – E. A. Poe Üzerine – Charles Baudelaire – Şişede Bulunan Not – Berenice – Morella – Bir Aslanın Hayatından...

  2. Usher Evi’nin Çöküşü ~ Edgar Allan PoeUsher Evi’nin Çöküşü

    Usher Evi’nin Çöküşü

    Edgar Allan Poe

    Edgar Allan Poe polisiye, korku ve gerilim türünde yazdığı öykülerle hem Amerikan edebiyatının hem de dünya edebiyatının en etkileyici yazarlarından, gotik kurgu deyince ise...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Arkada Yaylılar Çalıyor ~ Melikşah AltuntaşArkada Yaylılar Çalıyor

    Arkada Yaylılar Çalıyor

    Melikşah Altuntaş

    “Arkamda yaylılar çalıyor. Biri bir filmde ya da dizide gururla yürüdüğünde çaldığı gibi. Hep hüzünlü şeyler çaldığını bildiğim yaylılar, ben gülümserken bambaşka duyuluyor. Sonunda...

  2. Gülistan ~ Şirazlı Şeyh SadiGülistan

    Gülistan

    Şirazlı Şeyh Sadi

    Gülistan, şiirle nesrin ve öğütle iç konuşmanın iç içe geçtiği, şiirsel bir anlam bahçesidir. Sadinin tüm eserlerinde olduğu gibi Gülistanda da toplumcu ve ahlakçı...

  3. Başkalarının Gecesi ~ Murathan MunganBaşkalarının Gecesi

    Başkalarının Gecesi

    Murathan Mungan

    KEŞKE Deniz kokulu taşlar döşenmişti yollara Ben bile bilmiyordum nerde ayrıldık söndür küllenmiş sözcüklerini geçmiş zaman sararan firezleri geç yorumu gökyüzüne bırakılmış uçurtmalı tepeleri...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur