On üç yaşındaki kız, altmış yaşındaki öz amcasıyla yedinci karısı olarak evlendirilmek isteniyor. Çünkü Peygamber Childs onu seçti.
On üç yaşındaki Kyra, izole bir toplulukta babasının üç karısı, yirmi erkek ve kız kardeşleri ve iki tane de anne karnında kardeşi ile gerçekleri sorgulamaksızın büyümüştü.
Yani, eğer siz onun yasak kitapları okumak için Gezici Ironton Kasaba Kütüphanesi’ne gizli ziyaretlerini ya da onun için seçilmiş bir erkeğe sahip olmak yerine kendi için seçmeyi umduğu Joshua ile buluşmalarını saymazsanız, sorgulamaksızın diyebilirsiniz.
Fakat Peygamber, şimdiden altı karısı olan altmış yaşındaki öz amcası ile evleneceğini açıkladığında, Kyra bu zorbalığı dikkate alıp boyun eğmek ve sonsuza kadar ailesini kaybetmek korkuları arasında çaresiz bir seçim yapmak zorundadır.
“Seçilmiş Kişi, kalp atışınızın hızlanmasına, dişlerinizi gıcırdatmanıza ve boncuk boncuk terlemenize neden olacak.”
-Gregory Maguire
“Aşkın ve umudun güçlü ve kalp kırıcı hikâyesi. Bir kızın kendisini bulmak ve gerçeğe ulaşmak için verdiği mücadelenin dokunaklı yolculuğu.”
-Meg Cabot
“Sıradışı… Cesur… Bir başyapıt.”
-Kathi Appelt
“Güçlü ve unutulmaz… Kalbinizi kıracak.”
-David Ebershoff
“Gerçekten kışkırtıcı, yürekten ve sadece eski bir düz yazıyı okumak gibi.”
-An Na
“Rahatsız edici ve yüreklendirici… Güzel, şefkatli ve umut dolu.”
-Sara Zarr
“Önemli bir kitap.”
-Michael Cart
“Anna Quindlen ya da Sue Miller´in bir genç yetişkin romanı yazmak için onun dikkatine sahip olduğunu düşünün… Zorunlu bir okuma.”
-Audrey Couloumbis
“Kesinlikle sürükleyici… Bunu bitirmek için sabahın dördüne kadar uyanık kaldım! Harika bir kitap.”
-Cynthia Kadohata
“Kimse on üç yaşındaki bir kızın kalbine ve aklına Carol Lynch Williams´dan daha iyi giremez ve demek istediğim hiç kimse.”
-James S. Jacobs
“Bu Kyra’nin hikâyesi. Onun kalbinize girmesine izin verin. Onu asla unutamayacaksınız.”
-Pat Scales
***
Arkası Yarıncılar için ve Julie, Margaret, Rita ve Uma için.
Fakat özellikle Christian Green için.
*
I
“Eğer Peygamber’i öldürseydim,’’ diyorum sesimi kısık tutmadan, ‘‘Bunu Afrika’da yapmak isterdim.’’
Mariah’ın açık yeşil gözlerinin içine bakıyorum.
Ardımdan gözlerini dikip bana bakıyor ve gülümsüyor, sanki ne demeye çalıştığımı biliyor ve bana katılıyor. “Devam et, Kyra. Anlat bana.’’ der gibi.
Tenis ayakkabılarımın ucuyla çöl kumunu tekmeliyorum. Akşamın geç saatlerinde, omzumun üstünden batan güneşle birlikte, zeminin günden artakalan sıcaklığını ayaklarımın tabanlarından doğru hissedebiliyorum. Zeminden gelen sıcaklığı külotlu çorabımdan doğru, dizlerimi geçen elbisemin eteğinin altından hissediyorum. Hatta azıcık bir esinti bile yok.
“Onu nasıl öldürmek istediğimden emin değilim. Henüz.” Duruyorum, bu yüzden Mariah çok ciddi olduğumu görebiliyor. Sonra derin bir nefes alıyor ve bırakıyorum. “ Fakat bir keresinde o ölmüştü, ben onun bedenini beyaz karınca
yuvasının yanına doğru sürüklemiştim. Üç saat onu öylece bıraksam bir şey olmazdı. Afrika’daki beyaz karıncalar bunu yapabilir. Kimse ne olduğunu anlayamaz.’’
Tekrar duruyorum. Güneşin battığı tarafa doğru çölün turuncudan koyu kırmızıya değişmesine bakıyorum. Tam olarak kan rengi değil fakat yeterince yakın. Yıldızlar gökyüzünün doğusunu doldurmaya başlıyorlar. Sadece biraz ışık. Silkeleniyorum.
“Her şeyiyle yok olacaktı. Her leke. Ardında ufacık bir kanıt kalmadan.’’
Mariah bana tekrar gülümsüyor ve ufak bir bebek kahkahası atıyor. Onu bir kalçasından diğerine kaydırıyorum, sonra yakınına eğiliyorum, pudra ve çölden gelen etrafımdaki adaçayı kokusu. Dudaklarımı çok yumuşak ve pürüzsüz yüzüne dokunduruyorum. 8 aylık, bu bebek, benim en genç kız kardeşim, taze tereyağı gibi tatlıdır. Ve tıpkı yağ gibi. Onu severim.
Oh. Onu severim.
“Onu ilk önce kendim için öldürmek istedim,’’ diyorum yanağına doğru, dudaklarım hâlâ orada ve gözlerim kapalı. “Ve sonra onu senin için öldürmek istedim. Ve son olarak onu geriye kalan tüm kız kardeşlerimiz için öldürmek istedim. Ve bizim annelerimiz. Ve buradaki diğer kadınlar…’’
“Kyra.’’
Zıplıyorum.
Anne Claire’in sesi kum ve kayaları aşıyor ve Compound’un çevresinde bizim kara parçamızı oluşturan bu parçayı yalayıp geçiyor. Ses oldukça temiz, keskin ve yakın, beni duymuş olabileceğinden endişeliyim.
“Kyra.’’ Anne Claire yeniden sesleniyor. Karavanının önünde verandada dikiliyor, bulunduğu yerin ışığı etrafına dökülüyor. Elleri kalçasında. “Seni orada gördüm. İçeri gel. Biliyorsun birkaç dakika içinde gelen birlik var. Buraya gel şimdi.’’
“Geliyorum’’ diyorum ama sesim hiç yüksek değil.
Anne Claire ortalama biridir. O Mariah’ın annesi, babamın ilk karısı. Benim gerçek annem, Anne Sarah, hamile ve hasta yatağında. O, babamın bu karısına karşı gelebilirdi, en azından benim için. Daha önce yaptı. Fakat şu an olmaz çünkü o iyi değil.
Mariah agu sesi çıkarıyor. Ağır ağır kaybolan ışıkta, onun uykulu olduğunu görebiliyorum. Uykulu olma sebebi sallamamdan, sıcaktan ve benim sesimden, belki. Başını omzuma koyuyor ve büyük bir esneme koyuveriyor.
“Şanslı kız’’ diyorum. “Tüm bu gece boyunca uyuyabileceksin.’’
GENÇ KIZLARA ziyaretçilerimiz için hazırlık yapmaya yardımcı olduktan sonra, annemi kontrol ediyorum. Koltuğa uzanmış, yüzü beyaz, karnı altı aylık.
“Anne,’’ diyorum. Uzun sarı saçlarını okşuyorum. “Kısa süreliğine dışarı çıkabilir miyim? Sadece birkaç dakika? Her şey tamam.’’
Ne yapmak istiyorum? Piyano çalmak, Peygamber Childs gösterene kadar bir anlığına Mozart’a hayat vermek. Fakat Kardeşlik Salonu şu an kapalı.
Annem karanlık gökyüzüne benzeyen mavi gözleriyle bana bakıyor. “Ne yapmayı planlıyorsun, Kyra?’’ diyor.
Silkeleniyorum. “Sadece bir dakikayı yalnız tüketmek.’’
Annem omzunu silkiyor, dinliyormuş gibi başını yukarı kaldırıyor. Benim en küçük iki kız kardeşim odalarında oyuncak bebekleriyle oynuyorlar. Benden sadece bir yaş küçük Laura, yemek masasında yazı yazıyor. Günlüğünü dolduruyor.
“Peygamber gelmeden önce yaklaşık bir saatimiz var’’ diyor Laura. “Senin özel konuşmanı dinlemedim’’ Laura bana sırıtıyor. Bizim karavanımız birbirimizin düşüncelerini duyabileceğimiz kadar küçük.
“Çağırdığınızda burada olacağım,’’ diyorum ve annem başını sallıyor. Sonra kanepenin üzerine yerleşiyor ve gözlerini kapatıyor.
COMPOUND’UN ARKASINDA Rus zeytin ağaçlarının hattını kendime çıkış yolu yapıyorum.
Biz şanslıyız. Bizim karavanımız bu ağaçlara en yakın olan ve onları seviyorum. Baharda tatlı kokan bu yolu seviyorum ve yapraklarının gümüşümsü yeşil renklerine aşığım. Seviyorum, yaz mevsiminde, yapraklar kalın ve beni saklayabiliyorlar. Seviyorum, burada yalnız kalabiliyorum. Benim daha alçak dört dalının tüm iğnelerini kestiğim yalnızca bir ağaç var.
Ben bunu yaptığım zaman annem dedi ki, “Kyra Leigh
Carlson! Niçin benim dünyadaki en iyi Cutco bıçaklarımı ağaç budamak için kullanıyorsun? Bunun yanlış olduğunu iyi bilecek kadar büyüdün.’’
“Bıçakla almak daha sağlıklı’’ demiştim. Ve o tavuk kümesindeki bir tavuk gibi dilini şaklattı.
“Nefes almak için bir yerlere ihtiyacım vardı, bu yüzden yaptım.’’ mı deseydim? Söyleyemedim, “Anne, 14 yaşına girmeme çok az kaldı ve tuvalete girdiğim zamanlar dışında -hatta onda da Caroline benimle birlikte girmeye çalışıyor ve ben kapıyı ayağımla kapalı tutmak zorunda kaldığımdan dolayı kilidin ne kadar zamandır kırık olduğunu bilmiyorum- bir dakika yalnız kalamıyorum.’’ diyemedim, “ Bazı günler yalnız kalmaya ihtiyacım oluyor.’’ Bunun yerine, sadece omuz silktim.
Yaprakların içinden tırmanıyor ve en yüksek dalıma kuruluyorum. Elbisem ben onu biraz gevşetene kadar dizlerime çekiliyor.
“Teşekkür ederim, Yüce İsa.’’ diyorum. Ve gerçekten bu kelimeleri kastediyorum, evet.
Peygamber’in bu ziyareti aileyi heyecanlandırmış. Herkes onun gelişinden büyük heyecan duyuyor.
“Hiç kimsenin kafası karışık değil,’’ diyorum. “Hiç kimsenin, ama benim…’’
Ailemde bir anne ve çocuk yoktur ki Peygamber’den onur duymasın.
‘‘Ben de,’’ diyorum. ‘‘Bazen.’’
Ama hayat benim için değişiyor. Ben yeni şeyler öğreniyorum. Ben ‘Farkına varıyorum’ diyorum akşam havasına.
Eminim ben Peygamber’in ölümünü ve cesedinin beyaz karıncalar tarafından parçalanmasını dileyen seçilmiş tek kişiyim.
Bizim yerleşim yerine doğru Rus zeytinlerinin çapraz çizgili dallarını geçerek bakıyorum. Eğer yaprakların bir parçası olsam, burada her şeyi görebilirim: Peygamber ve havarilerin çimlerini, depoyu, tapınağı ve okulu ve çarşamba gecesi aktiviteleri için buluştuğumuz Kardeşlik Salonu’nu. Onların tümünü görürüm. Ve kimse beni göremez.
‘‘Mmm,’’ diyorum, derin nefes alıyorum ve gözlerimi kapatıyorum. Burada yalnız başıma olabilmem için kokular çok güzel.
Bir dakika dinlenmeden sonra, gözlerimi açıyorum ve evime doğru bakıyorum, tüm detayları: seyrek çimenleri ve kırmızı çöl kirini, en küçük iki kız kardeşimin yatak odalarının pencerelerindeki gölgelerini görebilmem için çok karanlık olduğundan birazını kafamın içinde yaratıyorum. Oturduğum yerden bütün annelerin yaşadığı babamın karavanlarının üçünü görebiliyorum. Bazı geceler burada oturduğum zaman babamı perde önündeki şeklinden ayırt edebilirim ve o hafta için kimin onunla kalacağını bilirim.
Bu ağaçtaki bu nokta yalnızca benim. Ağacın yan dalında tabanı şekille işaretli yerin çok yakınına dokunuyorum burada pek çok kez bulundum. Ve herhangi biriyle saklandığım bu yeri paylaşmıyorum. Hatta bana en yakın kız kardeşim Laura’yla bile. Burası bebek pışpışlamaksızın ya da hasta bir insanla ilgilenmeksizin ya da rahatsız edilmekten endişe duymadan düşünebildiğim bir yerdir. Plan yapabildiğim ve hayal kurabildiğim ve umut edebildiğim yerdir.
“Burada olmayı seviyorum,’’ diyorum. “Her şeyi görebilmeyi ve kimsenin beni görememesini seviyorum.’’
Meltem çöl üzerinde koşuyor, yaprakların hışırtısı. Ona Cutco ile saldırmış olmama rağmen ağaç da beni burada istiyor gibi.
Tapınak bir fener gibi parlıyor. Peygamber’in evinde ( burası bütün karavan hattından daha fazla yer kaplıyor), pencerelerde ışıklar yanıyor. Orada hareket eden birkaç insan görebiliyorum. Yarımay dağların ardından kayıyor, yıldızların bazılarını bastırarak.
Hiçbir şey yapmadan ama bunun gibi yalnız olabilmeyi umarak, Peygamber’in ziyaretini merak ederek uzun bir süre oturuyorum, annem bezgin bir çığlıkla adımı seslenene kadar. ‘‘Kyra Leigh, hadi içeri. Anne Claire’in yerine gidiyoruz şimdi.’’
“Geri geleceğim,’’ diyorum ağaca, ve yapraklar rüzgârla yeniden hışırdıyorlar.
YAKLAŞTIKÇA SESLERİNİ duyuyorum. Anne Claire’in karavanında buluşmak için acele eden çocukları duyabiliyorum. Onlar kahkaha atıyorlar, bazısı bağırarak ağlıyor, küçük bir çocuk çığlık atıyor. Belki ikizlerden biri? Onlarla buluşmak için acele ediyorum.
İşte benim erkek ve kız kardeşlerim.
İşte benim babamın çocukları.
Adam, 17.
Finn, 16.
Emily, 15.
Nathaniel, 15.
Ben, neredeyse 14.
Jackson, 13.
Robert, 13.
Laura, 12.
Thomas, 11.
Margaret, 10.
Candice, 10.
Abe, 9.
April, 8.
Christian, 6.
Meadow, 5.
Marie ve Ruth, 4.
Carolina, 3.
Trevor, 2.
Foster, 1.
Mariah, 8 aylık.
Ve 2 bebek de yolda.
BEKLİYORUZ.
Hep beraberiz. Babam, tüm anneler, tüm çocuklar. Biz kızlar, en iyi Pazar giysilerimiz içindeyiz. Erkek kardeşlerim
de kilise kıyafetleri giyiyorlar. Onlar kravat takıyorlar, bazıları çarpık. Benim saç örgüm çok sıkı, bu yüzden gelmekte olan bir baş ağrısı hissediyorum.
‘‘Heyecan verici değil mi?’’ diyor Anne Victoria. “Peygamber ve havarileri buraya geliyor.’’
Baba gülümsüyor. Trevor ve Foster’i kucağına çekiyor ve gülümsüyor.
“Belki,” diyor annem, sözleri umutla dolup taşıyor, “Belki sen seçilmişsindir.’’
Onun sesi kısık fakat yirmi beşimizde onu duymuş gibiyiz. Hatta Mariah sessizliğe bürünüyor. Hepimiz anneme ve sonra babama bakıyoruz. Şimdi o, o kadar geniş gülümsüyor ki yüzünde açık bir çatlak olabilir gibi görünüyor.
“Hyrum benim adımın geçtiğini söylüyor.’’ diyor babam. Onun yanakları pembeye dönüyor. Hepimiz ona bakakalıyoruz. “Onlar tüm toplantılarda bizden konuşmuşlar.’’
Fırının zamanlayıcısı sönüyor ve Anne Claire ayakkabısının topuklarını yer döşemesine vura vura aceleyle fırına koşturuyor. Oturduğum yerden, onu görebiliyorum. Mutfak, yemek salonu ve oturma odası bu karavanda tek bir yerdedir. Kurabiyeleri fırından çekiyor.
Anne Victoria elleriyle çenesinin altını sıvazlıyor. “Onlar bizim hakkımızda mı konuşuyorlarmış? Sen ciddi misin, Richard?’’
“Bu Hyrum’un söylediği.’’ Babam etrafındaki erkek çocuklarını bir kucaklamayla sarıyor ve biri kahkaha atıyor. “O dün benimle konuştu. Ziyaret alacağımızı anlattı bana.’’
Anne Claire mutfaktan sesleniyor, “Ve o haklıydı.’’ O neredeyse gülümsüyor. Aniden, ben de heyecanlanıyorum. Herhangi biri Peygamber ve havarilerin mübarek olduğunu görebilir. Onların gerçek evleri var. Güzel arabalara sahipler. Belki…düşüncelerimle kalbim gümbürdüyor…belki bir şeyler bizim için değişiyordur. Belki Peygamber’in ölmesini dilemem acımasızcaydı.
“Ben sadık oldum’’ diyor babam. Odanın etrafındaki ailesine bakıyor. Hâlâ gülümsüyor.
“Ben sadık bir öğrencisi oldum.’’
Babamın gülümsemesi içimi ısıtıyor.
Benim iyi babam.
BABAMIN DİZİNDE oturduğumu hatırlıyorum. Çok küçük, çok sevimli (bunu kanıtlayan resimler görmüştüm). Saçlarım beyazımsı sarımsı renkte. Şu an Carolina’nınkinin olduğu renk.
Pembe süslemeli açık mavi bir elbise giydim, sanırım. Ve babam beni çilekle besliyordu o an. Başım onun boynuna sokulmuş. Ve kahkaha attı ve yüzümü öptü ve bana beni ne kadar sevdiğini anlattı, onun Kyra’sını.
“Kyra, Kyra Leigh, Leigh, Leigh,’’ diye şarkı söyledi.
“Kyra, Kyra Leigh, Leigh, Leigh,’’ diye şarkı söyledim ardından. “Kyra, Kyra ben, ben, ben.’’
Ve Baba şarkı söyledi, “Kyra, Kyra, sen, sen, sen.’’
DOĞUYA DÖNÜK pencereden çölün üstlerine doğru dışarı bakıyorum. Gökyüzü neredeyse kararmış.
Annem babamın yakınında, ona karşı yaslanarak oturuyor. Babam onun ellerini sıvazlıyor, erkek kardeşlerimi dizinde pışpışlıyor. Anne Victoria en küçük çocukların tümünü bir İsa hikâyesi anlatarak sessiz tutuyor. Anne Claire çoktan temizlenmiş mutfağı aşağı doğru siliyor.
Adam, benim en büyük erkek kardeşim, bana doğru bir şey söylemek ister gibi bakıyor. Emily, aklı yerinde değil ve eğer ses çıkarıp odanın etrafında başıboş dolaşmasa en büyük kız kardeşim olabilirdi. Hepimize teker teker, sıkıca bir araya getirilmiş kafalarımızın üzerine dokunuyor. “Ördek, ördek, ördek,’’ ama hayır “kaz’’ çünkü koşmak ve oynamak yok. Biz Peygamber’i bekliyoruz.
Biz Tanrı’nın Kutsadığı’nı bekliyoruz.
Annelerimi izlerken, babamın pembe yanaklarına umutla bakarken, çevremdeki tüm kardeşlerimi dinlerken endişenin merkezine vurdum. Gözlerimi kapatmak için kendimi sıktım. Adam aklımı okuyabilir mi? Niçin bu şekilde bana baktı?
Ben aileme mecburum. Biliyorum bu ikinci derece kişi olmak adalete uygun. Bu birisi etrafıma buz döküyor gibi hissettiriyor. Bu şu anda karla kaplı olduğum konusunda haklı olduğumu hissettiriyor.
Babam saf. Annelerim de. Erkek kardeşlerim ve kız kardeşlerim de. Emily de elbette.
Fakat ben.
Ben!
Ben birini öldürmeyi planlamıştım. Hayır! Biri değil! Ben Peygamber’in ölümünü planlamıştım. Tanrı’nın Kutsadığı.
Tanrı’nın Seçtiği.
Ve dahası var. Çok daha fazlası.
Düşünmeksizin, öylece dikiliyorum. Buradan çıkmak zorundayım. Koşmak zorundayım. Gizli yerime ulaşmalıyım, böylece yalnız kalabilirim. Kaç. Belki onları benim kirli düşüncelerimden kurtarırım. Yapmayı planladığım şeylerden.
“Ördek, ördek, ördek.’’ diyor Emily. Başıma uzanıyor.
“Otur, Kyra,’’ diyor Anne Claire. Lavabonun yakınında, el bezini tutuyor.
“Biz Tanrı’nın Seçtiği’ni bekliyoruz.’’
“Gitmeliyim,’’ diyorum. Şimdi Nathaniel ve Laura bana dik dik bakıyor. “Bir şey unuttum.’’
“Kyra,’’ diyor babam “Her neyse bekleyebilir.’’
“Hayır, Baba,’’ diyorum. Yüzümün kızardığını hissedebiliyorum. Günahlarım yanaklarımda. Bu yüzden herkes onları görebilir. “Şimdi gitmeye ihtiyacım var. Siz bana ne olduğunu anlatabilirsiniz. Peygamber Childs burada olmadığımı farketmeyecek.’’
“Kyra,’’ diyor annem. “Otur. Lütfen.’’
Ve Anne Victoria, soluk soluğa diyor ki, “O her şeyi fark eder. Her şeyi görür. Eğer bizimle olmazsan bunu bilir.’’ “Kyra Leigh,’’ diyor annem yeniden ve ailemle dolu bu odada sesi yumuşacık. “Babana itaat et.’’
“Evet, anneciğim,’’ diyorum ve kanepeye kendimi geri bırakıyorum. Sonra, alçak sesle, hatta en yakınımda oturan kardeşlerimin bile duyamayacağı şekilde fısılldıyorum, “Cennetteki Tanrı`m affet beni. Affet beni. Affet beni.” Bu benim ilahime dönüştü. Bu aileyi lanetleyemem.
TAMAM. Bu sadece Peygamber Childs’ı öldürme planı değil. Daha fazlası var. Çok daha fazlası. Ezilmiş kız kardeşlerimin arasında günahlarımı düşünmemeye çalışıyorum fakat onların tamamı benim içimde. Biliyorum onlar oradalar.
Birincisi, kitaplar.
KÜTÜPHANEYİ BULUŞUM bir kazaydı.
Peygamber Childs, bizden birinin halk kütüphanesinden kitaplara göz atmasına izin vermezdi. “Biz bizim inançlarımıza sahibiz,’’ dedi. “Tanrı’nın bize verdiği özgürlüklere sahibiz. Ve hiç kimse Şeytan’ın öğretileriyle bizim beynimizi yıkayamaz.’’
Compound’un kenarından geçtim. Çitleri geçtim. Nehri geçtim. Bizim toprağımızın dışına çıktım. Bulunduğum yer, North ve Florentin’e bakıyordu. Hatırlıyorum, hava açıktı.
13 ağustos. Çarşamba günü geç saatlerde bir öğleden sonra. Ateşten daha sıcak. Sıcak yüzünden tükürüğüm ağzımda kurudu. Sıcak yüzünden boş yola uzun uzun baktığımda gözlerimin de kuruduğunu hissettim. Evde annemle ve diğer annelerle birlikte işimi yapıyordum – en azından bir süreliğine- kapitone ve çamaşırhanede yardım ve akşam yemeği ve hatta piyano zamanı için çalıştık.
Bu yüzden orada dikildim, sadece dikildim orada ve sonra yolda baş aşağı duran, Compound’un önünden koşan bir şey gördüm nihayet. Ve Gezici İronton Kasaba Kütüphanesi sakin bir şekilde geliyordu, Florentin’e doğru yöneldi.
Arkasından kırmızı tozu tekmeledim.
Niçin, bu kadar yakına gelmişken, çöl güneşinin altında, bir milyon derecenin altında dikiliyor olmama rağmen bir ürperti kollarımdan aşağı doğru gitti. Gezici kütüphane geçip gitti, kuzeyden geliyordu ve temiz tıraşlı yüzü olan bir adam sürüyordu, spor şapkasını çıkardı, başını eğdi ve bana selam verdi.
Kalbim göğüs kafesimden fırlayacaktı.
Sürücüye kısık gözlerle bir bakış attım, güneş ve onun baş sallaması yüzünden. Kim olduğunu sanıyordu ki, bana bu şekilde selam veriyordu? Peygamber bir adamın yüzüne bakmanın günah olduğunu söylemesine rağmen onun doğrudan gözlerine baktım.
Ama bu kamyoneti görmek – sürücünün başını sallaması- bana bir şey yaptı. Bilmiyorum ne? Veya niçin?
Ertesi gün, aynı zamanda, aceleyle işleri ve piyano provası yapıp ve annelere yardım edip oraya yeniden gittim. Compound’u geç. Çitleri geç. Nehri geç. Toprağın dışına çık. Hayli uzun uzak yollar. Bekledim ve bekledim. Ama kamyon yoktu.
Böylece ertesi gün ve ertesi ve ertesi, bir hafta boyunca geçene dek ve kamyon geldi, yavaşça ilerledi yeniden. Çarşamba öğleden sonra. Aynı adam sürüyordu. Başını salladı. Yeniden.
Kalbim küt küt attı. Gözlerimi kıstım. Ona ölü bakışlarla baktım.
Üçüncü hafta o durdu.
Toz bizim etrafımızda dalgalandı. Tozlu toprağı tadabildim.
Onu dişlerimin arasında ezdim.
Camı açtı. “Bir kütüphane kartı istiyorsun,’’ dedi, giydiği spor şapkasını ayarlayarak. Hatta bu bir soru değildi.
Ve başımı salladım, onun bana geçen haftalarda yapmış olduğu gibi.
“Bir kerede dört kitap alabilirsin,’’ dedi, ben kamyona adım adım yaklaşıp, fanlar ve klima tarafından serinlerken.
Ben o kadar kitabı hiç görmemiştim. Hiç. Bu ihtimal gözlerimi sulandırdı. Söylemek istediğim, gözyaşlarım inmek üzereydi.
“Dört?’’ dedim. Dilimde, arka dişlerimin arasında gıcırdayan kum vardı.
“Dört’’
Adama baktım. Kitaplara baktım. Hâlâ dikiliyordum, kalbim küt küt atıyordu.
“Belki yalnızca bir tane’’ dedim.
“Bununla başlayabilirsin’’ dedi ve ayaklarının yanındaki sepetten bir şeyi elime tutuşturdu.
“Senin yaşlarında bir kız bunu bana son durağımda teslim etti. Sevdiğini söyledi. Ben de sevdim.’’
Onun son durağı? Başka bir kız? Bu kitabı okumuş muydu?
Romanı ondan aldım ve kapağına göz attım. Terabithia Köprüsü.
Orada sadece bir dakika bulundum ve yalnızca bir kitap aldım. Tek, biliyordum, saklaması daha kolay olurdu.
Fakat ah, onun durmasıyla hayatım nasıl da değişti! Okumaya başladığım zaman hayatım değişti. Bu günahkâr kelimelerle farklı biri oldum.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSeçilmiş Kişi
- Sayfa Sayısı208
- YazarCarol Lynch Williams
- ÇevirmenDuygu Harmancı
- ISBN9786056291203
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviOptimum Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kehanet ~ John Kilgallon
Kehanet
John Kilgallon
YAYIMLATILMAYAN BİR KİTAP …KADİM BİR KEHANET…ZAMANA KARŞI BİR YARIŞ Kehanet gerçekleşiyor mu? Saldırıları durdurmak ve bu saldırıların ardındaki gizli güçleri ortaya çıkarmak için zaman...
- Tutku ~ Lauren Kate
Tutku
Lauren Kate
Luce, Daniel için canını verirdi. Vermişti de. Hem de birçok kez. Zaman içerisinde, her defasında birbirlerinden kopmak zorunda kalacaklarını bilseler de Luce ve Daniel...
- Buddenbrooklar – Bir Ailenin Çöküşü ~ Thomas Mann
Buddenbrooklar – Bir Ailenin Çöküşü
Thomas Mann
Buddenbrooklar, 20. yüzyılın en saygın yazarlarından Thomas Mann’ın ilk romanıdır. Ama birçok eleştirmenin gözünde, Venedik’te Ölüm’den de büyük bir romandır Buddenbrooklar. Mann’ın 1900 yılında,...