Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Savcı
Savcı

Savcı

Scott Turow

“Sizi geceleri uyutmayacak, adrenalin yükleyecek bir kitap arıyorsanız doğru yerdesiniz.” -People- Başarılı bir savcı olan Carolyn evinde ölü bulunur. Onunla aynı departmanda çalışan meslektaşı…

savci-scott-turow-koridor-yayincilik“Sizi geceleri uyutmayacak, adrenalin yükleyecek bir kitap arıyorsanız doğru yerdesiniz.”

-People-

Başarılı bir savcı olan Carolyn evinde ölü bulunur. Onunla aynı departmanda çalışan meslektaşı Savcı Rustyden davayı üstlenmesi istenir. Rusty, soruşturmanın derinliklerine indikçe, Carolynin hayatındaki tuhaf sırları da tek tek kazımaya başlar. Ancak kendisinin de bir sırrı vardır. Carolynin eski erkek arkadaşlarından biridir ve ona kurtulamadığı bir tutkuyla bağlıdır. Sırrı kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıktığında, tüm oklar onu göstermeye başlar. Kadının evinde bulunan kan örneği, bardaktaki parmak izleri, olay gecesi telefon kayıtları… Bulduğu ipuçları onu adım adım gerçek katilin kendisi olduğu gerçeğine götürdüğünde Rusty, şeytani bir oyunun ortasında kaldığını anlar. Nevrotik bir kadınla tek çocuklu mutsuz bir evlilik süren Rusty, seçimlerde kaybettiği için onu suçlayan başsavcının baskısı altında ezilip, kendini aklamaya çalışırken en büyük kavgası kendi iç sesiyle olacaktır. Dönen bir girdabın içine çekildikçe, gerçek katile ne kadar yakın olduğunu fark eder.

“İki gün aralıksız okuduktan sonra kendimi arınmış, canlanmış ve bittiği için üzülmüş hissettim. Uzun zamandır okuduğum en nefes kesici romanlardan biri.”
-Pat Conroy-

“SAVCI baştan sona merak uyandıran, okuyucuyu fevkalade çarpıcı bir sonla buluşturan bir kitap. Yazarın eski bir savcı olmasından ileri gelen ustalığı göz dolduruyor.”
-John Katzenbach-

“SAVCI üst düzey bir başarı ürünü – olağanüstü hakimiyeti ve dokunuşu her sayfada hissettiren, kanıtları birleştirme, uygulama (ve saklama) becerisiyle, korkutucu derecede gerçekçi karakterler… Bir kez başladınız mı kolay kolay kenara koyamayacağınız bir gerilim romanı.”
-Wallace Stegner-

***

Açılış Konuşması

Söze her zaman şöyle başlardım:

“Ben savcıyım.

“Devleti temsil ederim. Bir suça ait deliller sunmak için buradayım. Birlikte bu delilleri ölçüp tartacağız. Bu delil­leri mütalaa ederek sanığı suçlamak için yeterli olup olma­dığına sizler karar vereceksiniz.

“Şurada oturan kişinin-” Bu noktada elimle işaret ederdim.

Ofiste işe başladığım gün John White bana, her zaman elinle işaret etmelisin Rusty, demişti. Şerif parmak izlerimi almış, başyargıç yemin ettirmiş ve John White ise beni izle­diğim ilk jüri mahkemesine götürmüştü. Devlet adına açılış konuşmasını yapan Ned Halsey parmağıyla işaret edince, sabahın onunda ağzında alkol kokusu olan John her za­manki cömert ve babacan tavırlarıyla kulağıma eğilip ilk dersimi kulaklarıma fısıldamıştı. O zamanlar başsavcı yar­dımcısı olarak çalışıyordu. Mısır püskülü gibi görünen be­yaz saçları, güçlü ve sağlıklı duruşuyla tam bir Irlandahydı.

Üzerinden neredeyse on iki yıl geçti. O zamanlar içimde John ‘un işini ele geçirmek gibi gizli bir arzu şekillenmemişti bile. Eğer işaret edecek cesaretin yoksa, demişti John White, jürinin de sanığı suçlu bulmasını bekleyemezsin.

Bu yüzden işaret ederdim. Elimi mahkeme salonunun öteki ucuna uzatır, parmağımı dümdüz tutar ve konuşurken sanığın gözlerine bakmaya başlardım.

“Şurada oturan kişinin bu suçu işlediği düşünülmekte­dir. ”

Sanık başını çevirir, belki de göz kırpardı. Ya da hiçbir tepki vermezdi.

İlk başlarda orada oturmanın, dinlemeye gelenlerin önünde suçlanmanın ve tüm o bakışların odağında yer al­manın nasıl bir şey olduğunu hayal ederdim. Doğru dürüst bir hayatın -güven, kişisel saygı ve özgürlük gibi- en sıra­dan ayrıcalıkları, artık kapıda bıraktığınız b ir mont gibidir. Bir daha geri alabileceğiniz ise meçhuldür. Böyle düşün tin­ce korkuyu, hüsranı ve insanı içlen içe kemiren dışlanmış­lığı hissederdim.

Bir zamanlar daha yumuşak duyguların gezindiği da­marlarımda, tıpkı demir madenlerindeki cevher damarları gibi, görev ve sorumluluğun sert gereksinimleri yerleşmişti artık. Yapacak bir işim vardı. Artık önemsememeye baş­ladığımdan değil. İnanın bana. Fakat bu suçlama, yargı­lama ve cezalandırma işi uzun zamandır süregelmekteydi ve yaptığımız her şeyin altında dönen büyük çarklardan birisiydi. Ben kendi rolümü oynardım. Doğruyu yanlıştan ayıran evrensel olarak tanınmış sistemimizin bir memuru, iyi ve kötünün bürokratıyım. Bazılarınız onca yıldır suçla­mada bulunmanın, davalarla ilgilenmenin, sanıkların peşi sıra gidip gelmesini izlemenin insanın zihnini karıştırabi­leceğini düşünebilir. Bir şekilde, bana böyle olmadı.

Sonra da jüri üyelerine dönerdim.

“Bugün s izler -her biriniz- vatandaşlığın en ciddi so­rumluluklarından birini sırtınıza yüklemiş bulunmaktası­nız. İşiniz doğruları bulmak, hakikati ortaya çıkartmaktır. Bunun kolay bir görev olmadığının bilincindeyim. Hatı­ralar unutulabilir ya da bulanık olabilir. Kanıtlar sizleri farklı bir yöne sevk edebilir. Kimsenin bilmiyormuş gibi yaptığı ya da söylemeye istekli olmadığı konular hakkında karar vermek zorunda kalabilirsiniz. Evde, işte veya gün­lük hayatın herhangi bir yerinde elinizi havaya kaldırmaya istekli olabileceğiniz gibi, buna zahmet etmek bile isteme­yebilirsiniz. Fakat burada, bunu yapmaya mecbursunuz.

“Hatırlatmama izin verin. Buna mecbursunuz. Ortada gerçek bir suç var. Buna kimse itiraz etmiyor. Gerçek bir kurban ve yaşanan gerçek bir acı var. Bunun neden ya­şandığını söylemek zorunda değilsiniz. En nihayetinde insanların amaçları sonsuza kadar içlerinde saklı kalabi­lir. Ancak en azından gerçekte neler olduğunu anlamaya çalışmalısınız. Eğer bunu anlayamazsanız, bu kişinin öz­gür mü bırakılacağım -ya da cezalandırılması mı gerek­tiğini- bilemeyiz. Bu durumda kimi suçlayacağımıza dair bir fikrimiz olamaz. Eğer gerçekleri bulamazsak, adaletten beklentimiz ne olabilir ki?”

1

“Daha üzgün hissetmeliyim,” dedi Raymond Horgan.

İlk başlarda birazdan sunacağı methiye hakkında konu­şup konuşmadığını merak ettim. Az önce notlarını kontrol edip kağıtların ikisini de mavi takımının ön cebine koy­muştu. Fakat yüzündeki ifadeye bakınca bu cümleyi kişisel sebeplerle söylediğini fark ettim. Devlete ait Buick’in arka koltuğunda oturmuş pencereden bakıp, South End’e yakla­şırken artan trafiği izliyordu. Transa girmiş gibi bakıyordu. Onu izlerken bu pozun seçim kampanyasında kullanılan fotoğraf olması gerektiğini düşündüm. Raymond’ın köşeli yüz hatlarında ağırbaşlılık, cesaret ve bir miktar da hüzün vardı. Şehrin bu kesimindeki kirli tuğla duvarlar ve katran kağıdı kaplı çatılar gibi, ara sıra kederli olan bu metropolün acılara göğüs geren havasını yansıtıyordu.

Etrafında çalışanlar Raymond’ın iyi görünmediği hu­susunda hemfikirdi. Yirmi ay önce otuz yıllık eşi olan Ann’den boşanmıştı. Kilo almıştı ve yüzüne artık acıların asla dinmeyeceğine inanıldığı yaşlara ulaştığını belli eden daimi bir acı yerleşmişti. Bir yıl önce Raymond’ın seçim­lere tekrar girecek eneıjisinin de, isteğinin de olmadığı noktasında bahse girilmişti fakat Raymond önseçimlerin duyurulmasına dört ay kalana kadar beklemişti. Kimileri, yola devam etmesini sağlayan şeyin güce ve sosyal hayata bağımlılığı olduğunu söylemişti. Ben ise Raymond’ı hare­kete geçiren en büyük dürtünün geçen seneye kadar ofi­simizdeki savcılardan biri olan şimdiki rakibi Nico Della Guardia’ya duyduğu nefret olduğuna inanıyordum. Amacı ne olursa olsun, zor bir seçim kampanyası olmuştu. Para­nın yettiği yere kadar işin içine ajanslar ve medya danış­maları dahil olmuştu. Cinsel tercihleri muallakta olan üç genç adam kampanyada kullanılacak resim gibi konulan kabul ettirmiş, bu resmi şehirdeki her dört otobüsten biri­nin arkasına asılmasını sağlamıştı. Fotoğrafta iyi niyetli bir tebessüm ve sertleşmiş bir muziplik göze çarpıyordu. Ben­se bu fotoğrafın Raymond’ı aptalın teki gibi gösterdiğini düşünüyordum. Raymond’m elden ayaktan düştüğünün bir göstergesi daha… Daha üzgün hissetmesi gerektiğini söy­lerken bunları kastetmiş olmalıydı. Yine olayların gerisin­de kaldığını ima ediyordu.

Raymond üç gece önce, yani Nisan ayı içerisinde işle­nen Carolyn Polhemus cinayeti hakkında konuşmaya de­vam etti.

“Elim kolum bağlı. Nico bir yandan cinayeti ben işlemi­şim gibi göstermeye çalışıyor. Ve dünyada basın kartı olan her pislik de suçluyu ne zaman bulacağımızı öğrenmek istiyor. Sekreterler tuvaletlerde ağlıyor. Bir de düşünme­miz gereken şu kadın var. Tanrı aşkına, hukuk fakültesin­den mezun olmasından önce şartlı tahliye memuru olarak çalıştığı zamanlardan beri onu tanıyorum. Onu işe aldım, benim için çalıştı. Zeki ve seksi bir kadındı. Dehşet bir hukukçuydu. Eninde sonunda, bilirsin, bu son gerçek olay aklıma geliyor. Sanırım biraz yorgunum ama Tanrı aşkına. Geri zekalının teki evine giriyor. Sonuçta da kadın herkese böyle veda etmiş oluyor. Delinin teki kafasını kınp üzerin­de tepiniyor. Tanrı aşkına,” diye tekrarladı Raymond. “Ne kadar üzülsen az.”

“İçeri zorla girilmemiş,” dedim en sonunda. Durumu aniden ifade ediş tonum beni bile şaşırtmıştı. Ofisten getir­diği evraklara bir müddet daha baktıktan sonra başını arka­ya dayayıp zeka dolu gri gözleriyle bana baktı.

“Bunu nereden öğrendin?”

Cevap vermek için acele etmedim.

“Kadını bağlanmış ve tecavüz edilmiş bir halde bul­duk,” dedi Raymond. “Düşünme gereği bile duymadan so­ruşturmaya arkadaştan ve hayranlarından başlardım.” “Kınlan pencere yok,” dedim. “Kapılar da zorlanma­mış.”

Bu noktada, son zamanlarını Raymond’ın makam ara­cını sürerek geçiren otuz yıllık polis memuru Cody, ön koltuktan söze girdi. Cody bugün oldukça sessizdi ve bizlere şehrin pek çok sokağında tanık olduğu pisliklerden ve serserilerle yapılan hayali anlaşmalardan bahsetmemişti. Raymond’ın aksine kendisini hüzne boğmakta sıkıntı çek­miyordu. Ben de Raymond gibiydim elbette. Cody uyku­suz gibi görünüyor, bu da yüzüne katılaşmış hüzne benzer bir ifade ekliyordu. Carolyn’in kaldığı apartman dairesi hakkında yaptığım yorum bir şekilde Cody’yi harekete ge­çirmiş olmalıydı.

“Menteşeye bağlı bütün pencerelerin ve kapıların kilidi açıktı,” dedi. “Böyle olmasından hoşlanıyordu. Kadın ha­yal aleminde yaşıyordu.”

“Sanırım birisi kurnazlık peşinde,” dedim ikisine birden. “Kasıtlı olarak başka yöne bakmamız isteniyor olabilir.” “Hadi ama Rusty,” dedi Raymond. “Serserinin tekini arıyoruz. Sherlock Holmes olmamıza gerek yok. Cinayet masasının işini yapmaya kalkma. Kafanı kaldırmadan düz çizgi üzerinde yürümeye devam et. Tamam mı? Zanlıyı yakalayıp değersiz kıçımı kurtar.” Sonra bana sağduyulu, sıcak bir bakış attı. Raymond bana kararlı bir şekilde dav­randığını ispatlamaya çalışıyordu. Ayrıca, Carolyn’in ka­tilini yakalamayı bir daha vurgulamasına gerek de yoktu.

Carolyn’in ölümü hakkında yaptığı yazılı açıklama­da Nico namertçe, sömürücü ve acımasızca davranmıştı. ‘Başsavcının son on iki yıldır kanun kuvvetlerine olan gevşek tutumu, şehirdeki suç unsurlarına karşı etkisiz kal­masını sağlamıştır. Bu trajedinin gösterdiği üzere kendi ça­lışanları bile artık güvende değildir.’ Nico, Raymond tara­fından on yıl önce işe alınmasının bu bahsettiği gevşekliğe nasıl örnek teşkil ettiğinden elbette bahsetmemişti. Fakat bu, politikacının açıklayacağı türden bir şey değildi. Zaten Nico halkla olan ilişkilerinde oldum olası utanmaz bir tavır takınmıştı Onu politik bir kariyer için uygun kılan şeyler­den biri de buydu.

Uygun olsun ya da olmasın, on sekiz gün sonra yapıla­cak olan önseçimi Nico’nun kaybedeceği düşünülüyordu. Raymond Horgan, Kindle Bölgesi’ndeki bir buçuk milyon kayıtlı seçmen içinde büyük bir başarı göstermişti. Bu yıl partinin desteğini alamamış olsa da bu durum belediye başkarııyla arasında geçen eski bir sürtüşmenin sonucuydu.

Raymond’in politik çevresi -ki ben bu guruba asla dahil olmadım- bir buçuk hafta sonra sandıklar açıklandığında parti içindeki diğer liderlerin belediye başkanına tutumunu değiştirmesi için baskı yapacaklarına inanıyordu. Bu saye­de Raymond dört yıl daha güvende olacaktı. Tek partinin egemenliği altındaki böyle bir şehirde, önseçimdeki başarı, seçimleri kazanmakla eşdeğerdi.

Cody geriye dönüp saatin bire yaklaştığım hatırlatınca Raymond dalgın bir şekilde başını yukarı aşağı salladı. Cody istediği onayı aldığım düşünüp kadranın altına doğ­ru eğildi, sirenleri çalıştırdı. Trafiğin içinde siren, noktala­ma işareti gibi iki kısa hecede çaldığı anda, önünde duran kamyonetler ve diğer arabalar düzenli bir şekilde sağa sola çekildi. Buick açılan yolda öne doğru atıldı. Buradaki ma­halle eskimiş dış cephe kaplamaları ve kıymık kıymık ol­muş verandalarıyla hâlâ marjinal bir havaya sahipti. Yara bere içindeki çocuklar yolun kenarlarındaki kaldırımlarda oynuyordu. Buradan Uç blok ötede, babamın pastanesinin üstündeki bir apartman dairesinde büyümüştüm. Karanlık günlerdi… Okulda olmadığım zamanlar annemle birlikte dükkanda babama yardım ederdik. Geceleri ise babam içer­ken, kilidi olan tek odadan çıkmazdık. Etrafla başka çocuk yoktu. Mahalle günümüzde eskisinden pek farklı değildi. Hâlâ babam gibi insanlarla doluydu. Sırplar -ki babam da onlardan biriydi-, UkraynalIlar, İtalyanlar, PolonyalIlar… Kendi huzurlarım kendileri sağlayan, solgun görünüşlü et­nik tipler.

Cuma öğleden sonrasının yoğun trafiğinde takılıp kal­mıştık. Cody makam aracını egzozundan üzerimize doğru zehirli gaz üfleyen şehir otobüsünün arkasına kadar sürmüştü.

Otobüsün arkasına iki metre genişliğindeki Horgan’ın seçim kampanyası için çektirdiği fotoğraf yapıştırılmıştı. Bu resimde Raymond televizyondaki talk şov sunucuları ya da kedi maması satan spikerler gibi talihsiz bir bakış atıyordu. Kendime hakim olamadım. Raymond Horgan benim geç­mişim ve geleceğimdi. Salt hayranlık ve sadakatle yanında geçirdiğim on iki yıl… Ofiste ondan sonra gelen ikinci adam­dım ve düşüşü, benim de düşüşüm olacaktı. Fakat içimde oluşan hoşnutsuzluğun sesini bastırmamın bir yolu yoktu. Bu sesin kendi iradesi vardı ve aniden karşısına çıkan bu fotoğrafa bakıp konuşuyordu. Sen salağın tekisin, diyordu. Sen, diyordu Raymond Horgan’a, salağın tekisin.

Üçüncü Cadde’ye döndüğümüzde cenaze töreninin polis departman) için önemli bir olaya dönüştüğünü gördüm. Park eden araçların yarısı siyah beyazdı ve kaldırımda bir o tarafa bir bu tarafa doğru yürüyen ikili üçlü gruplar halinde polis memurları vardı. Bir savcıyı öldürmek, polis öldür­mekten bir önceki adımdı ve kurumsal ilgi ne olursa olsun Carolyn’in polis teşkilatı içinde pek çok arkadaşı vardı. Sonuçta Carolyn polis işindeki yeteneğe değer veren, bu emeği de mahkeme salonunda heba etmeyen bir savcıydı. Bunda modem karakteri olan güzel bir kadın olmasının da payı büyüktü elbette. Carolyn bir şekilde yolunu bulurdu.

Kiliseye yaklaştıkça trafik iyice berbat bir hal aldı. İleri­de yolcularını kusan araçların az ötesindeydik. Resmi pla­kalı limuzinler ve yakınlardan yer kapmaya çalışan haber araçları kimin daha öncelikli olduğunu düşünmeden yolu tıkıyordu. Özellikle de haber muhabirleri ne yerel düzene, ne de görgü kurallarına riayet ediyordu. Üzerinde çanak…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Mutlu Ölüm ~ Albert CamusMutlu Ölüm

    Mutlu Ölüm

    Albert Camus

    Mutlu Ölüm, ünlü yazar Albert Camus’nün 1930’ların sonunda tasarlayıp oluşturduğu, ancak hayattayken yayımlatmadığı bir roman. Bir başka romanı, Yabancı üzerindeki çalışmasının, Mutlu Ölüm’ü ertelettiği...

  2. Miras ~ Miguel BonnefoyMiras

    Miras

    Miguel Bonnefoy

    Fransa’daki bağları amansız bir salgınla kuruyup giden bir bağcı sağ kalan son asma kökünü cebine koyar ve onu California’ya taşımasını umduğu gemiye biner. Fakat...

  3. Aşkın Kollarında ~ Julianne MacLeanAşkın Kollarında

    Aşkın Kollarında

    Julianne MacLean

    Clara Wilson, Londra’ya onca yolu adını temizlemek için gelmişti. İnatçılığı, okyanusun öbür tarafında evlenmesini neredeyse imkansız kılarken, yanlışlıkla gittiği bir baloda kendisini Rawdon Markisi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur