Yazarına direnen bir kitap kahramanı ile tanıştınız mı hiç?
Sirkeden olma, kavanozdan doğma, rengi sarı, kendi sabırlı Sarı Maymun işte tam da böyle biri!
Daha minnacık bir molekülken gemilere yüklenen muz sandıklarıyla Bolivya’dan Türkiye’ye gelen afacan dostumuz sizleri olağanüstü bir maceraya çağırıyor.
Yakışıklı maymunumuz bir bakmışsınız yeni kurulmuş bir muz turşusu kavanozunda, bir bakmışsınız yüzünde büyük bir maske ile pizza dağıtıcılığında…
Gerçekle hayalin iç içe geçtiği her yer sevimli arkadaşımız için yeni bir ev aslında. Tabii yazarının kaleme aldığı maceraları yaşamak kaydıyla… Yazarı yazıyor, Sarı Maymun yaşıyor. Yazmazsa ölecek, yazmazsa donup kalacak. Kahramanımız kendi varoluşunu adım adım bekleyen sabırlı bir hayvan gibi görünse de kaderinden pek hoşnut değil. Kendisini yaratanın emriyle kuyruk sallamaktan, onun yönlendirmesiyle zıplamaktan bir hayli sıkılmışa benziyor. Bu düzene bir an önce son vermek gerektiğini düşünüyor. Ama nasıl? Kendi halindeki bir maymun hayalleri denizlere sığmayan bir yazarla nasıl başa çıkabilir? Onu kitapların satır aralarındaki tutsaklığından nasıl kurtarabilir?
İşte bu noktada, Sarı Maymun sizi adına “hayat” dedikleri muhteşem bir sirke davet ediyor. Dostumuz belki de hayatının en önemli dönüm noktasını yaşıyor. Yanıtını merakla beklediğimiz birçok soru, sözcüklerle oynamayı çok seven bir yazarın “oyuncu” kahramanı ile giriştiği eğlenceli bir serüvene dönüşüyor…
Dünyanın en saygın ödüllerinden Astrid Lindgren Anma Ödülü (ALMA) Türkiye adayı Miyase Sertbarut’tan neşeyle okunacak bir umut öyküsü…
Haydi, daha ne bekliyorsunuz!
İçinizdeki gizli maymuna ulaşabilmek için Sarı Maymun’un kuyruğuna tutunsanıza!
Kitabın kapağına baktın ve kıkırdadın. Yetmedi parmağınla işaret edip arkadaşına da gösterdin. “Şuna bak! Sarı Maymun!” Maymunluğuma ve rengime gülüyorsun, ama seni bağışlıyorum, çünkü hikâyemi bilmiyorsun. En başından anlatacağım sana, sıkılırsan kitap ayracını hazırla. Kaldığımız noktada, ayracın kestiği sayfada olacağım. Ben hem sarı hem sabırlıyım. Sen hangi renksin bilmiyorum ama sabırlı olmanı diliyorum.
“Bolivya! Vatanım!” demeyi çok isterdim. Ama orada büyümedim. Gemilere yüklenen muz sandıklarıyla Türkiye’ye geldim ve yalnızca bir çekirdektim. Kolay anlaşılsın diye böyle söylüyorum, aslında yalnızca moleküldüm. “Molekül” havalı sözcük, (Sen de mırıldansana… molekül, molekül…) fırsat çıkarsa ben yine söylemek isterim. Aslında herkes gibi oluşmak ve büyümek isterdim, yani annemin karnında… Doğduktan sonra da onun kucağında… Ama öyle olmadı, çünkü annem bir sirke kavanozuydu! Yoo yoo Sihirli Kavanoz diye bir masal uyduracağımı sanma. Anlatacağım şey tepeden tırnağa gerçek bir hikâye.
Kavanoza girmeden önce de marketteydim, manav bölümünde. Kivilerin hemen yanında, sarı muz salkımlarının arasında. Manavda maymun olur mu demeyin, zaten henüz değildim. Kimsenin çıplak gözle göremeyeceği bir hücre çekirdeğiydim. Bolivyalı annem daldan dala atlarken kopmuş olmalıydım ondan. Annem demem doğru mu bilmiyorum, çünkü onu hiç tanımadım. Ensesinden düşen bir tüy, belki de topuğundan kopan bir deri parçası… Uzatmıyorum tamam, senin vücudunda nasıl 30 trilyon hücre varsa (büyüdükçe 100 trilyon oluyor) annemde de vardı ve ben bunlardan biriydim. Yapraklara takılıp kalmış biri…
Şimdi başlıyor, iyi dinle hikâyemi. Dev bir muz salkımının arasında, henüz yeşil olan kabukların koruyuculuğu altındaydım. Bir ara muz salkımını bile annem sandım. Hücre olduğumu biliyordum ve bildiğim bir şey daha vardı: Hücreler büyüyebilir, çoğalabilir ve değişebilirdi. İşte o yeşil muz salkımının içinde bunları düşünüyordum, bir çekirdek ne kadar düşünebilirse o kadar. Sonra bir işçi tutunduğum dala uzandı. Elindeki keskin bıçak, beni de muz salkımıyla birlikte ağaçtan ayırdı. Bir başkası yerden alıp sandığa yerleştirdi. Orada olduğumu hiç kimse bilemezdi. Bilseler de bir şey değişmezdi. Ben bile habersizdim bundan, sonradan öğrendim, çekirdeğimden.
Tuhaf bir kucaklaşmamız vardı onunla. Nasıl anlatsam… Şöyle diyebilirim belki: Ben çekirdeğimin içindeydim, çekirdek de benim içimde. Böyle acayip bir şeydik işte ve o çekirdek fısıldayıp duruyor: “Maymun olacaksın, maymun olacaksın…” Canlılar işte böyle bazen fısıltıyla, bazen laboratuvar tüplerinin içinde oluşuyor. Benim dünyaya gelişim ise biraz ondan biraz bundan… Günlerce süren gemi yolculuğu ve işte manav tezgâhı… Hâlâ maymun değildim. Molekül bile olsam biliyordum ki TAMAMLANMALIYDIM.
Yoksa… muz kabuklarıyla birlikte çöpe gidebilirdim. Yol arıyordum, çekirdeğimin içinden gelen sese inanıyordum. İşte küçük kızla anneannesi muz tablasının önünde durduğunda yeni hayatımın başlamak üzere olduğuna emindim. “Anneanne elmadan sirke yapıyorsun ya, muzdan olmaz mı?” “Olur, bütün meyvelerden sirke olur aslında.” “O zaman muzdan da yapalım.” O güne dek sirke diye bir şey duymamıştım.
Bildiğim yalnızca sirk. Bunda fazladan bir -e olduğuna göre sirkten daha gösterişli bir yer olmalıydı. Rengârenk giysili göstericiler, kırmızı yelekli maymunlar, dans eden filler, zıplayan köpekler, kuyruğu kurdeleli atlar… Hayvanların sirkte çalışmaktan mutlu olduğunu sanmıyordum, ama çöpe gitmekten iyiydi. Ormanlardaki gibi özgür bir yaşamım olmayacağını zaten sandığa yerleştirildiğim an anlamıştım. Ama özgürlükten önce başka bir derdim vardı benim, TAMAMLANMALIYDIM. Bu -e’li sirkte diğer parçalarımı, moleküllerimi, hücrelerimi bulabilir ve gerçek bir maymun olabilirdim. İşte beni varoluşa götürecek yol tam önümde duruyordu. Küçük kızın sözünü ettiği sirke gidebilmek için kıpırdanmaya başladım. O kız beni almalı ve torbasına koymalıydı.
Bizim muz sandığına doğru bir el uzandı. Yaşlı kadının eli. Üzeri benekli, derisi kırışmış ve meyve seçmek benim işim diyen bir kepçe. Neden çocuklara bırakmazlar ki bu işi? Yaşlı kadın benden uzakta duran hevenkten dört sarı muz kopardı. “Yetmez ki…” dedi küçük kız, “ben zaten bunlardan birini yolda yerim.” O zaman yaşlı parmaklar yeniden salkıma uzandı ve ben uçtaki kalın muz kabuğuna son anda tutundum. Artık torbadaydım. Anneanne -ki artık benim de anneannem sayılırtorbayı tartıya koydu, görevli etiket yapıştırdı. 525 gram. Tabii bu tartı mikrogramı gösteremediğinden beni bedavaya aldılar, şanslılar. Şeffaf torbadan dışarıyı gayet iyi görüyordum.
Peynirleri, sütleri geçtiler. Zeytinler ilginçti, keçi pisliğine benziyordu yuvarlak yuvarlak… İnsanlar tadına bakıyordu, onları saatlerce izleyebilirdim, ama nine torun orada fazla oyalanmadılar. Ellerinde muz torbası kasaya yaklaştılar. Sanki… Sanki yalnızca benim için gelmiş gibiydiler ve bunu düşününce kendimi gerçekten de çok özel hissettim. Marketten çıktık, küçük kız -adı Gümüş’müş, hayır Gümüşmüş değil, öylesi çok saçma, yalnızca Gümüş, insanlar belki de böyle komik durumlara düşmemek için kesme işareti icat etmişler- Neyse konuyu dağıtmayayım, nasıl olsa ileride her şey karman çorman olacak, işte Gümüş bana, yani torbaya bakıp duruyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıSarı Maymun
- Sayfa Sayısı128
- YazarMiyase Sertbarut
- ISBN9789944699716
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beyoğlu Çığlıkları ~ Murat Tuncel
Beyoğlu Çığlıkları
Murat Tuncel
“Temizliğe gittiğim evlerden birkaç kuruş alıyordum, ama ev sahiplerinin beni takip etmesi canımdan bezdiriyordu. Kimisi, bir şey almayayım diye arkamdan gezerdi. Kimisi de, işimi...
- İnsan Ne ile Yaşar ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
İnsan Ne ile Yaşar
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Tolstoy İvan İlyiç’in Ölümü, Kreutzer Sonat, Şeytan gibi eserlerinde olduğu gibi, bu uzun öyküsünde de hayata direnmenin manevi kaynağını arıyor. Feodal ilişkilerin gitgide çözüldüğü,...
- Çıplakları Giydir ~ Ricardo Piglia
Çıplakları Giydir
Ricardo Piglia
Mağrurları ters köşeye yatıran öyküler… Sivri dili ve esprili tarzıyla Caz Çağı’nın adından en çok söz ettiren yazarlarından Dorothy Parker, Türkçeye ilk kez çevrilen...