“Üzgün bir adam asla izleyiciye bakmaz. Ona bakan kişinin ötesindeki bir şeyi, uzaktaki bir noktayı arar gözleri; uzaklarda kaybolur ama aynı zamanda kendi içine döner. Asla bir umut vardır diye bakışlarını kaldırmaz; utanmış veya korkmuş gibi bakışlarını da indirmez. Bakışlarını anlaşılmaz bir şeye dikmiştir…”
Yazdığı kitaplarla birçok ödüle layıkgörülen Çağdaş Latin Amerika Edebiyatı’nın güçlü yazarı Leonardo Padura, bu kitabında tarihsel gerçeklerden yola çıkarak, farklı dönemlerde geçen ama zaman zaman birbirleriyle kesişen üç sürükleyici hikâyeyi olağanüstü bir kurguyla okurlara sunuyor. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazilerin zulmünden Havana’ya kaçan Yahudi bir çocuğun, 17. yüzyılda Rembrandt’ın yanına çırak giren Yahudi bir gencin ve günümüz Havana’sında her şeye karşı inancını yitirmiş genç bir kızın kaderini birleştiren ortak noktalar neler olabilir?
Padura, Küba’da 2014 Eleştirmenlerin Seçimi Ödülü’nü, İspanya’da 10.Uluslararası Tarihi Roman Ödülü’nü kazanan bu romanıyla sıradan bir polisiyenin sınırlarını aşıyor, polisiye ile tarihi roman kurgusunu ustaca birleştiren edebi yönü güçlü bir metinle okurları zengin bir okuma deneyimine davet ediyor.
YAZARIN NOTU
Bu kitapta anlatılan birçok hikâye çok titiz bir tarihsel araştırmanın sonucunda ortaya çıkmış, hatta birinci el kaynaklardan derlenmiştir. Bunların arasında vakanüvis N.N. Hanover’in 1648-1653 yılları arasında Polonya’da gerçekleşen Yahudi kıyımının dehşetiyle ilgili tanıklığını çok canlı ve etkileyici bir biçimde aktardığı Cehennemin En Dibi (Le fond de l’abîme) adlı eseri de yer almaktadır. Sözkonusu tanıklık insanı o kadar sarsan bir dille yazılmıştı ki gerekli kısaltmaları ve rötuşları yaptıktan sonra kurgusal karakterlerle detaylandırarak romanıma dahil etmeye karar verdim. Bu metni okuduğum andan itibaren, o yıllarda yaşanan dehşet patlamasını daha iyi ifade edemeyeceğimi, dahası, vakanüvisin tanıklık edip kısa bir süre sonra da yazıya döktüğü bu gerçek hikâyede ulaşılan sadizm ve sapkınlık seviyesini hayal bile edemeyeceğimi biliyordum.
Ancak bu bir roman olduğu için, bazı tarihsel olaylar −tekrarlamam gerekirse, bir romanda kullanılabilmeleri adına− dramatik anlatının gerekliliklerine uydurulmalıydı. Bu pratiği belki de en çok uyguladığım pasaj, 1640’lı yıllarda gerçekleştiğini aktardığım ama aslında 1640’lı yılların olaylarını bir sonraki on yılda gerçekleşen, Baruch Spinoza’nın aforoz edilmesi, Sabetay Sevi’nin Kutsal Topraklarda dolaşarak Mesih olduğunu ilan etmesi veya Menasseh Ben Israel’in 1655’te Londra’ya gidip Cromwell ve İngiliz Parlamentosu’nun Yahudilerin İngiltere’de yaşamasına zımnen izin vermesini ve kısa bir süre sonra Yahudilerin bu ülkeye yerleşmesini sağlaması gibi olaylarla birleştirdiğim pasaj oldu.
Sonraki pasajlarda tarihsel kronolojiye harfiyen uyulmuş, sadece gerçek hayattan alınmış bazı karakterlerin özgeçmişlerinde küçük değişiklikler yapılmıştır. Çünkü tarih, hakikat ve romanlar farklı mekanizmalar üzerinde ilerlerler.
*
Bir kez daha Lucía’ya, kabilenin reisine…
Sadece özgürlüğün keyfini çıkarırken kendilerini güvende
hisseden bazı sanatçılar vardır, ancak bazı sanatçılar da
kendilerini güvende hissettiklerinde özgürce nefes alabilirler.
−Arnold Hauser
Her şey Tanrı’nın ellerindedir, Tanrı korkusu hariç.
−Talmud
Şu dört soru üzerine kafa yoranlar dünyaya hiç gelmemiş
olsalar onlar için daha hayırlı olurdu: Yukarımızda ne var?
Altımızda ne var? Bizden önce neler oldu? Bizden sonra neler olacak?
−Haham özdeyişi
Hereje. Bu romanın İspanyolca orijinal adı olan “Herejes” (sapkınlar, dinini inkâr edenler, yoldan sapanlar) sözcüğü, Yunanca αἱρεσις− eresis (bölünme, seçim) isminden türetilmiş olan αιρετικός−eretikós sıfatından İspanyolcanın da aralarında bulunduğu Latin dillerine geçmiştir ve kökeninde “seçmek, bölmek, tercih etmek” anlamını taşıyan αιρεἱσθαι−erísthe fiili bulunmaktadır. Bu sözcük başlangıçta farklı düşünce ekollerine mensup, diğer bir deyişle bu alanda belirli “tercihleri” olan kişileri tanımlamak için kullanılmıştır. Aynı sözcük, Lyonlu Irenaeus olarak da bilinen Aziz İrineos’un Ortodoks Kilisesi’nin erken dönemlerinde kaleme aldığı Adversus Haereses’te (Sapkınlara Karşı, 2. yy. sonu) ilk kez Kilise karşıtı Hıristiyanlar ve özellikle de Bilinirciler (Gnostikler) için kullanılmıştır. Muhtemelen Hint-Avrupa dil ailesinde “ele geçirmek, almak” anlamını taşıyan *ser- kökünden türemiştir. Hititçede “šaru”, Galcede ise “herw” sözcükleri bulunmaktadır ve her ikisi de “ganimet” anlamını taşımaktadır.
İspanya Kraliyet Akademisi İspanyolca Sözlüğü’ne göre; Hereje (Provensal dilinde eretge sözcüğünden gelmektedir). 1. Bir dinde kabul edilen dogmaların herhangi birini inkâr eden kişi. 2. Bir kurumun, örgütün, akademik yapının vb. takip ettiği resmi düşünce çizgisine karşı çıkan veya bu çizgiden sapan kişi. […]. Küba’da halk arasında bir durum için söylenir: [Estar hereje] Özellikle siyasi ve ekonomik bir açmazda olmak.
Daniel’in Kitabı*
1
Havana, 1939
Kontrol edilemez bir gürültü patırtı üzerinde yükselen bu kentin coşkulu seslerine alışmak Daniel Kaminski’nin birkaç yılını almıştı. Burada her şeyin bağırış çağırış içinde başlayıp bağırış çağırış içinde sonlandığını, her şeyin pas ve rutubetten gıcırdadığını, otomobillerin motorlarından yükselen patlamalı gıcırtılı gürültüler veya ısrarla çalınan klakson sesleri arasında ilerlediğini, köpeklerin nedenli nedensiz havladığını, horozların gece yarısında bile öttüğünü, tüm satıcıların korna, zil, borazan, düdük veya çıngırak çalarak, makamına uygun bir türkü tutturarak, onu da yapamıyorlarsa tiz perdeden bağırarak varlıklarını belli ettiğini çok geçmeden keşfetmişti. Bu da yetmezmiş gibi, bir savaşın ilan edildiğini veya kentin kapılarının kapatıldığını haber vermese bile her akşam saat tam dokuzda top atışının yapıldığı ve iyi zamanlarda da kötü zamanlarda da daima müziğin, dahası şarkı söyleyenlerin sesinin duyulduğu bir kente düşmüştü.
Çocuk Havana’daki ilk zamanlarında, doğup hayatının ilk yıllarını geçirdiği Krakov’daki burjuva Yahudi mahallesinin yoğun sessizliğini, hatıralarla henüz dolmaya başlamış olan zihni elverdiğince sık sık hatırlamaya çalışırdı. Yerinden yurdundan olmuş birinin sezgileriyle geçmişin o soğuk, fuşya rengi topraklarına artık hayatı haline gelen batan gemiden onu kurtaracak bir kalasmış gibi tutunurdu. Ancak ister yaşanmış ister hayali olsun, hatıraları gerçekliğin sert zeminine çarptığında hemen tepki verip o gerçeklikten kaçmaya çalışırdı çünkü bebekliğinin sessiz ve karanlık Krakov’unda gürültünün sadece iki anlamı vardı: Ya o gün bir sokak pazarı kurulurdu ya da ortalıkta bir tehlike kol geziyor olurdu. Üstelik Polonya’daki son yıllarında tehlike, başa çıkılamayacak kadar sık karşılaşılan bir şey olmuştu. Ve korku, peşlerini hiç bırakmayan bir refakatçiydi.
Tahmin edileceği gibi, Daniel Kaminski kendini şamatacıların kentinde bulduğunda, bu gürültülü patırtılı ortamın taarruzları uzun süre zihninde alarm zillerinin çalmasına ve tedirginliğe kapılmasına yol açtı. Ancak yıllar geçtikçe bu yeni dünyada en büyük tehlikelerin genelde sessizliğin peşi sıra geldiğini anladı. Genç Daniel bu aşamayı atlatıp, nefes alıp verdiğimizin farkında olmadan havayı soluduğumuzda olduğu gibi nihayet gürültülerin arasında, onları işitmeden yaşamayı başardığında, sessizliğin avantajlarını takdir etme yeteneğini çoktan kaybettiğini fark etti. Ancak Havana’nın gürültü patırtısına uyum sağlamayı başarmakla her şeyden çok övünüyordu çünkü aynı zamanda kargaşası bol bu kente ait olduğunu hissetmek gibi ısrarla peşinde koştuğu bir hedefe de ulaşmıştı. Şansına böyle bir kente savrulmuş olması belki tarihsel belki de ilahi bir lanetin sonucuydu ve ömrünün sonuna kadar hangisinin bunda daha çok parmağı olduğunu merak edecekti.
Daniel Kaminski’nin hayatının en kötü kâbusunu yaşamaya başlayıp aynı zamanda kaderin ona layık gördüğü ayrıcalıklı yerin ilk işaretini aldığı gün, denizin her şeyi kuşatan kokusu, neredeyse bıçakla kesilecek kadar yoğun ve zamansız bir sessizlik, şafak vakti Havana’nın üzerine çökmüştü. Amcası Joseph onu, hafta içi Yahudi Merkezi’ne bağlı Musevi okuluna gitmek için uyandığı saatten çok daha erken bir saatte kaldırmıştı. Çocuk bu okulda, Tanrı bilir kaç yıl yaşayacağı bu renkli ve karmaşık dünyaya ayak uydurmasını sağlayacak temel İspanyolca derslerinin yanı sıra akademik ve dini bir eğitim alıyordu. Ancak amcası Şabat nedeniyle onu takdis edip Şavuot Bayramı’nı kutladıktan sonra her zamanki mesafeli tavrını bir kenara bırakıp alnından öptüğünde, o günün farklı bir tarafının olduğunu anlamaya başlamıştı.
Yine bir Kaminski ve elbette Polonya asıllı olan ama diğer pek çok deri eşyanın yanı sıra çantalar, erkek ve kadın cüzdanları yapmaktaki ustalığı nedeniyle zamanla Çantacı Pepe olarak anılagelen Joseph Amca, her zaman Yahudi inancının ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmuştu, ölene kadar da bağlı kalacaktı. Bu nedenle, çoktan masaya konmuş onları bekleyen kahvaltının başına geçmesine izin vermeden önce çocuğa, sadece abdest alıp bu özel sabahın alışıldık dualarını etmekle yetinemeyeceğini hatırlattı. Çünkü hamdolsun Yüce Rabbimiz, On Emrin Hazreti Musa’ya verilmesinin ve Tevrat’ın İsrail milletinin kurucuları tarafından sevinçle kabul edilmesinin yıldönümünün kutlandığı binlerce yıllık büyük bir bayram olan Şavuot ile Şabat’ın aynı güne denk gelmesini buyurmuştu. Amcasının ona çektiği vaazda hatırlattığı üzere, o an ona en kötü, en çetrefilli sorunları gibi görünen şeyleri ilahi bir müdahalede bulunarak en iyi şekilde çözmesine yardımcı olsun diye o sabah Rabbine başka pek çok dualar etmesi gerekiyordu. Amcası, tabii böyle çetrefilli sorunlar belki başımıza hiç gelmez, diye ekleyerek muzipçe gülümsedi.
Daniel’in açlık ve uykusuzluktan bayılacağını zannettiği neredeyse bir saatlik dua faslının ardından Joseph Kaminski, nihayet yeğenine ılık keçi sütünün (dindar Katolik ve Romalı bir kadın olduğu için amcasının “Şabat’ın Centil’i” olarak seçtiği İtalyan Maria Perupatto, o günün cumartesi olduğunu bilerek sütü çoktan mangaldaki korların üzerine yerleştirmişti), matzot adı verilen kare şeklindeki bisküvilerin, meyve reçellerinin, hatta bol bol yetecek miktarda, üzerinden bal damlayan baklavanın bulunduğu mükellef kahvaltıya oturmasını işaret etti. Bu öyle bir ziyafetti ki çocuk amcasının böyle lüks harcamalar için parayı nereden bulduğunu merak etti. Çünkü Daniel Kaminski, etrafındaki azap verici gürültüyü ve girmek üzere olduğu korkunç haftayı olduğu gibi o yıllarda köpeklerin en sadığına benzer biçimde peşinden ayrılmayan dindirilmez ve sonu gelmez açlığı da uzun ömrünün geri kalanında hep hatırlayacaktı.
Böyle alışılmamış, mükellef bir kahvaltıyla karnını doyuran çocuk, kabız amcasının, yaşadıkları falansterin müşterek tuvaletinde uzun zaman kalmasından yararlanarak binanın çatısına çıktı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSapkınlar
- Sayfa Sayısı612
- YazarLeonardo Padura
- ISBN9789752212336
- Boyutlar, Kapak13,3 x 19,5 cm, Amerikan Kapak
- YayıneviBilgi Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Elma Çekirdeği ~ Chiara Lorenzi
Elma Çekirdeği
Chiara Lorenzi
Herkes bir elmanın dışına bakar, peki ya içindeki çekirdeğe? Tea kendini elma çekirdeği gibi görünmez hisseden bir kız çocuğuydu. Ta ki teyzesiyle yaşamaya başlayana...
- Arslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu ~ Christopher de Bellaigue
Arslanhane: Bir Hükümdarın Doğuşu
Christopher de Bellaigue
Yunanistan’ın Parga kentinden korsanlarca kaçırılıp Manisa’da dul bir kadına satıldıktan sonra şehzade Süleyman’a hediye edilen ve kabiliyetleri sayesinde Makbul İbrahim Paşa adıyla sadaret makamına...
- Notre-Dame’ın Kamburu ~ Victor Hugo
Notre-Dame’ın Kamburu
Victor Hugo
Notre-Dame’ın Kamburu, dansçı Esmeralda, katedral çanlarının koruyucusu Quasimodo ve Prens Phoebus arasındaki karmaşık ilişkileri merkezine alıyor. Notre-Dame Katedrali, bu karakterlerin hayatlarını ve Paris’in sokaklarını...