Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Salondaki Kişiler
Salondaki Kişiler

Salondaki Kişiler

Norah Lange

Salonda oturuyorlardı; biri, diğer ikisinden biraz uzaktaydı. Bu ayrıntı o günden sonra da hep böyle oldu. Onları her gördüğümde o üç kadından ikisi daima…

Salonda oturuyorlardı; biri, diğer ikisinden biraz uzaktaydı. Bu ayrıntı o günden sonra da hep böyle oldu. Onları her gördüğümde o üç kadından ikisi daima birlikte oturur, üçüncüsü biraz mesafeli dururdu.

Her şey bir akşam, şimşeklerin çaktığı sırada, Buenos Aires’in müreffeh bir sokağında on yedi yaşında bir kızın karşıdaki evin salonunda “üç ince, dalgın gölge”yi görmesiyle başlar. Sonra kız merakla bu kadınları izlemeye koyulur, onlar için türlü türlü hayatlar uydurur; onların kimi zaman gizemli bir suçun ortakları, kimi zamansa intihara meyilli, sorunlu ev kadınları olduklarını düşünür. Neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğu kestirilemeyen bu halüsinatif atmosferdeki gözlemin saplantıya dönüşmesiyse kaçınılmazdır.

Lange’nin hayal gücü, arzunun, ev içi mekânın, gözlemciliğin ve kadın yalnızlığının tekinsiz keşfini 20. yüzyılın başyapıtlarından biri kılıyor.

“Ressamsı nitelikleri şiirsel imgelerle birleştiren Lange’nin düzyazısı zenginlik dolu.”

The Guardian

 

1

Diğerlerinin Juramento Sokağı’ndan söz ederken sıradan bir günün tarihini, ilginç olmayan bir olayı, o sokakta bulunan şeylerin coşkusunu nasıl bu kadar kolay hatırlayabildiklerine şaşardım. İki yıldır oturduğumuz evden ayrılmaları ve günün birinde biri oraya istemeden tekrar dönünceye kadar oradan kesinlikle uzak durmaya çalışmaları kolay olmadı. Benim için ise öteki evi izlemek için en uygun yer olmuştu. Birisi bir şeyi yanlış hatırladığı ve sabırlı bir sesin bir elbisenin rengini düzelttiği gece doktor çağırdıklarında ben yavaş yavaş kendimden uzaklaşıyordum; çünkü Juramento Sokağı her zaman bana –en azından adını ilk duyduğum anda, sonra başka şeyler de olabilirdi– loş gölgeleri olan ve sokağa bakan bir salonu ve hayatlarından memnun görünen üç net yüzü hatırlatan bir yer olacaktı. O salon bizim değildi, ve ben unuttuğum bir şeyi aramak, onu daha mükemmel ve tercih edilebilir hale getirmek için Juramento Sokağı’nda dolaşıyor olmama rağmen sadece, orayı en sevdiğim sokak yapan son yarısına tutunabiliyordum.

Elbette her şey hemen olmadı. Diğerleri için bizim ev de öteki evler gibi, yeni tanıdıkları seslere yer açan, mahalledeki ve avlulardaki uzun sohbetlere alışılan bir yer olmuştu; –posta kutusunun önünde, bir panjuru kapatırken ya da körüğü arkaya yatırılabilen bir faytonla istasyondan gelirken kendiliğinden başlayıp gelişen dostluklar– benim için sonradan, ben öteki eve bakmayı ve oradan söz etmeyi bıraktıktan çok sonra anlam kazandı. Bu yüzden, sanki bizim evi hatırladığımda çok geç olacakmış gibi, sanki beni rahatsız etmesini önlemek için önce diğer evi hiç dokunulmamış ve bütün bir şekilde hafızamda özel bir yere kaydetmek gerekir gibi, uzun süre dikkatimi toplayamadım.

Ama hiçbir şey birdenbire olmadı; pek çok küçük olay yavaş yavaş, zaman içinde gerçekleşti, ancak, olacakları tahmin edememek benim suçumdu. Belki odamda o kadar uzun süre kalmayabilirdim; belki daha sabırlı davranıp başından beri sokağı izleyebilirdim; ama sonunda, bir avluya bakan odamı daha çok sevmiştim. O evle ve o evin görünmez sakinleriyle ilgilenmeye başlamadan önce uzun bir süre geçti. Cabildo Caddesi’nde yürüyüşe çıktığım zaman, diğer evlerden çok da farklı olmayan, sadece belirli saatlerde değişik bir atmosfere bürünen, sessiz, düzenli ama boş görünen eve şöyle bir bakıyordum. Ama bunda da yanılmışım; sabırsız davranıp birinin panjurları kapatıp kapatmadığına dikkat etmemişim.

Daha sonra benim için çok gerekli olacak, açık renk ve şeffaf perdeli pencerelerine de dikkat etmemişim. İki alçak balkonu bulunan bir evdi ve iki balkonun arasında, içeriyi göstermeyen çok renkli camlarla kaplı, karanlık pencereleri olan bir koridor yer alıyordu. Bu ayrıntılar çok sonraları dikkatimi çekti; çünkü başlarda bu evde kimsenin yaşamadığını, sadece birinin evin bakımını yaptığını sanmıştım; faytondan inip de sürücü yerinden elini uzatan faytoncuya ödeme yaparken, o eve şöyle bir bakmak hoşuma giderdi. O zaman, evin orada olduğundan emin olur, bazen faytonun körüğünün altından, bazen atın üzerinden bir kez daha bakardım; bana, pencerelerinden biri açılacak, bir el, panjurları kapatmak için dışarı uzanacakmış gibi gelirdi. Belki de o elin birden, buğulanmış camlara bir şey yazmaya başladığını görüp hayal kırıklığına uğrayacaktım. Bir trenin camına yazılmış bir isim ya da bir ağacın gövdesine kazınmış, iki okun deldiği bir kalp görmeye tahammül edemezdim. Sonradan her şey değişti; ama o zamanlar, sürekli hastalıklardan söz eden insanlar, fırçalanmış tahtalar, siyah kadifeler gibi beni rahatsız eden pek çok saplantım vardı. İşte bu yüzden saatlerce oturup karşıdaki evi izlemek zorunda kalmıştım.

Başlarda bu ev hakkında hiç konuşulmadı; birileri bir şeyler anlattıysa bile belki de ben dinlemedim; ama her ne olduysa, bu ev hakkında anlatılanlar ilgimi çekmemiş; çünkü sonradan, her şey olup bittikten çok sonra, birisi bu ev hakkında konuşacak olsa bana sevdiğim bir insanın resmine bakıyormuşum gibi gelirdi; o eve bakanların ondaki gizemi, gizli köşelerini, en korunaklı ve insanı kendine en çok çeken yönlerini tahmin edemediklerini fark ederdim.

O ev konusunda hepsi yanılmıştı. Onların yanılmış olması önemli değildi; çünkü hiçbiri o evle ilgilenmiyordu; o evi ziyaret ettiğimi öğrendikleri zaman bile ilgilenmediler. Ama benim, benim yanılmamam gerekirdi. Cabildo Caddesi’nde yaptığım gezintilerden döndüğümde daima, o evin önüne varmama birkaç metre kala yolun karşısına geçiyordum. O zaman da, beni çok meraklandıran, perdelerin gerisinde olan şeyi uzaktan da olsa görmem mümkün olmuyordu. Oysa, kırık sessizliklerde, lambaların ağır ve güzel dinginliklerinin altında, hoşuma gitmese de, camın üzerine bir isim yazacak bir elin varlığını hissetmem ya da aramam gerekirdi. Ama bizim taraftaki kaldırımın kenarında bulunan bir ağacın kabuğu daha çok ilgimi çektiği için, o evin önüne gelmeyi beklemeden, yolu verevlemesine geçiyordum. Bir gün, gezintiden döndüğümde o evin tam önüne varmaya, balkonlarına ve karanlık koridoruna iyice yaklaşmaya karar verdim, ama son anda unuttum. Çok uzun bir süre sonra bunu kendilerine açıkladığım zaman beni anladılar ve affettiler; sanki bu yüzden biraz mutsuzmuşum gibi beni daha çok sevdiler. Ama bu, konuştuğumuz zaman onların hiç üzülmeden, o öğleden sonrayı ve daha pek çok öğleden sonrayı işe yaramaz hale getirecek garip bir “ne yazık” demelerine engel olmadı; çünkü bu son derece kesin ve acımasız “ne yazık” ifadesinin arkasında, bir pencerenin ardındaki yüzlerin iki ayı, hiç eskimeyen beyaz eldivenler, sokağın ortasındaki ölü at ve sonradan üzerlerinde konuşacağımız, olup bitmiş daha pek çok şey vardı; ama özellikle de onun sesi, benim sesime çok benzeyen sesi vardı.

2

Odam birdenbire aydınlanıyordu ve şimşek ışıkları köşeleri birbirinden ayırıp uzaklaştırarak her yeri işgal ediyordu. Kimse beni fark edip de panjurları kapatmamı istemesin diye sakınarak o şimşeklere bakıyordum. Gökyüzüne çizdikleri titrek dikey çizgiler, salınan gölgeler, sonuna kadar açılmış gözlerimin, birbirlerine hiç değmeyen kirpiklerimin arkasında birkaç saniye kalıyordu. O kadınlar benim mümkün olduğu kadar çok şimşek toplayıp birkaç saniyeliğine gözlerimin arkasında tutmaya çalıştığımı görmüş olsalardı belki de bana, kadere karşı savaşmanın hiçbir yararı olmadığını söylerlerdi; çünkü çok geçmeden biri benden sokağa bakan panjurları kapatmamı rica etti. Gergin bir şekilde yerimden kalktım. Evin kapalı olması hiç hoşuma gitmiyordu. Fırtına seyretmenin bir ihtiyaç olduğunu düşünüyordum. Ama bu kez öfkelenecek vaktim olmadı, her şeyi unuttum; çünkü benim için, ölü atların olmadığı, kargaşanın, gece yarısını haber veren seslerin, ya da uykuyu bölen bir çığlığın duyulmadığı sokak, hiçbir uyarı olmadan başlamıştı.

Yavaş yavaş karanlık salona doğru yürümeye başladım. Konsolun yanından geçerken yüksek aynasında yansıyan kendi görüntümü hatırlıyorum; tam o anda çakan bir şimşeğin bunaltıcı sessiziği gölgeleri çıldırtmıştı. Şimşek tarafından fırlatılmış gibi görünen aynadaki kendi görüntümün neden o kadar çok hoşuma gittiğini bilmiyorum. Ayna kararınca, beyaz bir şimşek ışığının içeri dolmasını umarak pencereyi açtım. Ama sadece vitrindeki eşyaları sarsan bir gök gürültüsü duyuldu. Benim en sevdiğim ağaç sallanıyordu; bu haliyle bana ağaç değilmiş gibi geldi. Panjuru kapatmak için kolumu uzattığım anda karşıdaki evin aydınlık penceresi dikkatimi çekti. O pencerenin ışıkları cesurca sokağa ulaşırken panjurları kapamak beni biraz utandırdı. Elimi çektim, pencereyi kapattım ve perdelerin arasından sokağı seyretmeye başladım. İlk kez o zaman gördüm onları; –sanki her şey daha önceden belirlenmiş kaderime ulaşmam için hazırlanmış gibiydi– ve onlara bakmaya o zaman başladım; karşımda dizilmiş üç yüze bakarken –o yüzlerden biri diğerlerinden biraz daha yüksek görünüyordu– elimde bir yelpaze varmış da o yelpazede –kâğıt oynarken kâğıtları tutarcasına– solgun yoncalara benzeyen o üç yüzü tutuyormuşum gibi geldi bana.

Salonda oturuyorlardı; biri, diğer ikisinden biraz uzaktaydı. Bu ayrıntı o günden sonra da hep böyle oldu. Onları her gördüğümde o üç kadından ikisi daima birlikte oturur, üçüncüsü biraz mesafeli dururdu. Sadece yüzlerini ve ellerini oluşturan beyaz lekelerle giysilerinin karanlık hatlarını seçebiliyordum. Uzakta duran sigara içiyordu ya da en azından bana öyle geldi; çünkü eli tekdüze hareketlerle kalkıp iniyordu. Diğer ikisi yüzlerini onun sesine çevirmeden önce, sanki bir şey düşünüyorlarmış gibi uzun süre sessizce oturdular. Daha sonra onlardan birinin yanında bir kibrit alevi gördüm. O kadınları tanımak istedim. Bana, aralarında uzun suskunluklar bulunan cümlelerle sohbet ediyorlarmış ve yağmuru seyretmekten hoşlanıyorlarmış gibi göründü. Aynı zamanda birilerinin sokaktan kendilerini seyretmesini pek umursamıyormuş gibiydiler. Ben, sanki uzun süredir farkında olmadan aradığım bir şeyi bulmuşçasına onlara bakıyordum. Bana, başkalarına yazılmış sararmış mektuplarla, sonsuza kadar kalacak ilk portrelerle, üzerlerinde anılar yaşayan titiz giysilerle dolu, albümleri ya da vitrinleri olmayan, beklenmedik bir yaşamöyküsünün başlangıcındaymışım gibi geliyordu. Şimşeklerin ışıkları, yüzleri olması gereken solgun yerleri aydınlatmaya yetmiyordu, ya da en azından, şimşekler gözlerimi kamaştırdığı için ben o ânı yakalayamıyordum. Ama şimşek geçer geçmez yeniden onlara bakıyordum ve hiçbir şeyin değişmeden, aynı düzende devam ettiklerini görüyordum. O evden bir elin yağmura doğru uzanıp evi, insana bir trenin yemek vagonunda seyahat etme arzusu veren, ağaçları eğip büken bu güzel geceden ayırmasını beklemek, en azından boşunaydı. Bana pasif, gereksiz ve şaşırtıcı arzulardan öylesine sıyrılmış göründüler ki, içimden, sokağı geçip kapılarını çalmak ve beni içeri buyur ettikleri zaman o salonda bir koltuğa oturup bir sigara yakmak ve bana, “Kendinizi evinizde gibi hissedin,” demelerini beklemek geldi. Öyle hissediyordum ki adımı söylemem, onların isimlerini öğrenmem bile gerekmeyecekti; sadece yüzlerini alıp asla unutmamak için, veda eder gibi bir kere bakmak istiyordum.

Aynı anda, onlar orada, lambanın kısık ışığı altında otururlarken bunların hiçbirinin olamayacağını düşündüm; ama daha sonra bundan pek emin olamadım. Yemek masasının çevresinde otururlarken kendilerini daha güvende hisssediyor gibi görünüyorlardı. Trajik bir şeyi de gizliyor olabilirlerdi; bir sırları olması, ya da korkunç, katlanılması güç bir şeyi hatırlamaları ne güzel olurdu; bu hoşuma giderdi gibi geldi bana, –aynı anda çok da gülünç olduğunu düşündüm– bu şey, o evde işlenmiş ama cezalandırılmamış bir suç olabilirdi; bunu sadece o

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSalondaki Kişiler
  • Sayfa Sayısı152
  • YazarNorah Lange
  • ISBN9789750765414
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Çocukluk Defterleri ~ Norah LangeÇocukluk Defterleri

    Çocukluk Defterleri

    Norah Lange

    Bazen geçmişi özlerim; minik minik, basit şeyleri, en naif olayları hatırlatan bir nostalji duygusu sarar beni. Cumartesi akşamlarını büyük bir özlemle hatırlarım; işte o...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kraken Uyanıyor ~ John WyndhamKraken Uyanıyor

    Kraken Uyanıyor

    John Wyndham

    Tehlikeyi hiçe sayıp körü körüne felakete yürümek… Bilimkurgu türünün en edebi kalemlerinden John Wyndham, Kraken Uyanıyor’da kusursuz bir “yokoluş” tasviri çiziyor ve insanlığın karşı karşıya...

  2. Haykırış ~ Lu XunHaykırış

    Haykırış

    Lu Xun

    Haykırış, modern Çin’in en önemli edebiyatçılarından Lu Xun’un kaleminden çıkan ve dönemin acılarını, değişim arzusunu ve devrimci fikirlerini güçlü bir şekilde yansıtan kısa hikâyelerden...

  3. Elçi ~ Liz JensenElçi

    Elçi

    Liz Jensen

    Tabiat bir gün verdiklerini geri alacak. Ve insanın kendi elleriyle hazırladığı kıyamette, Son, tahmin ettiğinizden de yakın olacak. Gabrielle Fox bir süre önce geçirdiği...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    ×
    Yukarı
    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur