Her şeye güldüğümüz mutlu yıllardı. Biz çocuktuk, anne babalarımız da gençti. Başkaları yaşlanır, başkaları eksilir sanırdık. Biz değil, başkaları… Salkım Sokak ve “bizimkiler” dokunsam canlanacak bir fotoğraf gibi…
Kalabalık göçmen ailelerin iç içe yaşadığı, küçücük evlere dünyanın en bereketli sofralarının sığdığı; tertemiz, umutlu, erkenci insanların birbiriyle derdini ve ekmeğini paylaştığı, İzmir’de gizlenmiş bir harikalar dünyasıydı sanki o sokak. Solmayan renkleri, çiçekleri, coşkusu, bulaşıcı neşesi, Boşnak halayları, İzmir zeybekleri, Rumeli türküleri, şenlikli kutlamaları ile geldikleri yeri yuvaya dönüştüren insanların inancıyla kurulan bu dünya büyüttü bizi.
Eksik yapbozumun tüm parçalarını saklayan, yetişkinliğimize liman olan bu sokağın hikâyesine gidenler, kalanlar, yaşananlar, hatıralar da dâhildi ve hepsi anlatılmalıydı… Çünkü ben bir mahalle çocuğuyum, bilek-yürek gücüne ve kahramanların “geçmiş” değil “geniş” zamanlarda yaşadığına inanırım.
BİRİNCİ BÖLÜM
Küçük Küçük Evler
Çiçekli basma elbiseler giyerdi. Kısa kollu, önden düğmeli. Gül memesinin çatalı görünürdü düğmelerinin arasından. Elbiselerini kendi dikerdi. Öğleden sonraları kapı önüne attığı minderinde hem radyosunu dinler hem de kanaviçesini işlerdi. Amina abla…
Bütün dünyayı keşfetmeye meraklı gözlerimizin, gördüklerini ayıklamadan, ayırmadan, tertemiz, boş çocuk hafızamıza attığı o en ışıklı günlerdi. Amina ablanın ilikle zar zor kavuşan düğmelerinin arasından bir görünüp bir kaybolan pembe beyaz tenine gözüm takılırdı. Gözüm takıldıkça utanırdım ama utançla kaçırdığım gözüm sözümü dinlemez, kendi bildiğini okur, gider yine Amina ablanın düğmelerini bulurdu. Oradan da kulağındaki altın küpelere çıkardı hemen. Uçlarındaki minicik topların sallanışı ne de yaraşırdı ona. Hiç çıkarmazdı küpelerini. Sırtına dökülen uzun sarı saçlarını yeşil yemenilerle toplardı. Ona bakmak neden bu kadar güzel ve engellenemez bir eylemdi, hiçbir fikrim yoktu. Tek katlı evlerinin önce teras ve bahçe taşlarını yıkardı sabahları. Sonra da kırmızı kovaya doldurduğu sabunlu suyu bahçe kapısının önünden dışarı döker sokağın onlara düşen kısmını temizlemeye koyulurdu. Büyülenmiş gibi izlerdim bileğindeki bilezikleri şıngırdatmasını, uçuşan eteklerini. Yıkama işleri bitince kapının önündeki tahta sedire annesini oturtur, görmeyen gözlerle ezberden ördüğü örgüsünü verirdi eline. Babalarının erken ölümünden sonra ailenin geçim kaynağı çorbacı-köfteci dükkânının başına geçen abileri sabah kuşlar ötmeden yola düşerdi.
Amina abla abilerinin annesi, annesinin de kaybolmuş gözleriydi. Annesini emanet edeceği hayırlı bir gelin evlerine girmeden evlenmeyeceğini söyler, kısmetlerini belirsiz bir tarihe dek beklemeye gönderirdi. “Abileri ömür boyu evlenemez de o hayırlı gelin de evlerine giremez inşallah!” diye dua ederdim “Beklediği biri var herhalde. Yoksa bu kadar güzel bir kız bu yaşa kadar niye evde kalsın?” derdi bazı komşular, bir yudum çayla bir ısırık börek arasında. Hayatı bizden öncekilerin kavram ve tutumları ile tanımaya başladığımız o yaşlarda kaydettiklerimiz ne önemli aslında “Evde kalmak” benim için o sokaktaki yaşamımız başlayana kadar okula ya da işe gitmemek” demekti. Bunu duyduğumda. “Okula mı gitmemiş?” diye sormuştum meraklı meraklı. “Dünya evine girmemiş,” diye gülüşmüşlerdi. Amina ablaların evi ne eviydi peki? Duygular ve vizler arasında düşe kalka büyüdüğüm, içimde sorular büyüttüğüm, bulduğum yanıtların kimini kaybettiğim ve çok ama çok özlediğim o sokak…
Kalabalık ailelerin iç içe yaşadığı, bahçesi büyük, kendi küçük müstakil evlerden oluşurdu Salkım Sokak ve neşeli bir rüya gibi başlardı her sabah. Çeşit çeşit çiçeklerle dolu en az bir meyve ağacının mutlu mutlu salındığı o bahçelerin hemen hepsinde maydanoz, nane, biber gibi mutfak bitkilerinin yetiştirildiği minicik de bir bostan olurdu. Bahçe kapılarını saran mor salkımlar, kalın muşamba örtülü hantal tahta masalar ve nakışlı minderlerle dolu sedirleri gölgeleyen asma ağaçları hemen her evde benzer bir yaşam olduğunu anlatırdı. Kapılarının önünü yıkayan, hızını alamayıp hortumu bahçe duvarından evin dış cephesine çeviren, “Hazır sokağı yıkamışken şu evin çatısını da pırıl pırıl edeyim güzelce,” diyen, Amina abla gibi erkenci, temiz, altın küpeli, bol bilezikli, şen şakrak komşu kadınlar ulu bir ağacın dallarını, gövdesini kaplayan kelebeklere benzerdi.
Topluca hareket eden, her hareketleri renkli büyük bir bulur gibi göğü kaplayan, mahallenin üzerine yağmur gibi mutluluk dağıtan çok çalışkan, her yeni güne özenli ve sevecen insanlardı. El birliğiyle kurdukları bu ışıltılı düzen sayesinde sokağımız o kadar temiz olurdu ki babam, “Bazen, işten dönerken sokağın başında ayakkabılarımı çıkarsam mı diye düşünüyorum vallahi. Helal olsun şu insanlara!” derdi.
Babam dürüstlüğü ve disiplini çok takdir edilen bir polis memuruydu. Annem liseden sonra daktilo kursuna gitmiş ve bir yıl kadar adliyede katibe olarak çalışmış. O senenin sonunda babamla birbirlerine âşık olup kısa sürede evlenmişler. Annem narin bir genç kız, babam kapı gibi bir delikanlıymış. Daha aşklarının birinci ayında babamın Malatya’ya tayini çıkmış. “Ya ayrılık ya evlilik,” demiş babam, anneme. Annem de evliliği seçmiş. Konya’da başlayan aşkları onlar şehir şehir dolaşırken iki de çocukla taçlanmış. “İlk çocuk biraz acemiliğimize geldi,” derdi babam.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıSalkım Sokak No: 3
- Sayfa Sayısı336
- Yazarİclal Aydın
- ISBN9786053049722
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kapiland’ın Külleri ~ Miyase Sertbarut
Kapiland’ın Külleri
Miyase Sertbarut
Kapiland küllerinden doğuyor… Miyase Sertbarut’un yüzbinleri etkisi altına alan “Kapiland” serisinin dördüncü halkası Kapiland’ın Külleri, insan eliyle mahvedilen bir dünyada, küllerinden doğup filizlenmeye çalışan yeni bir...
- Kuş Olsam Evime Uçsam ~ Güzin Öztürk
Kuş Olsam Evime Uçsam
Güzin Öztürk
Su kuyusuna taş attınız mı hiç? Taş, suya düştüğünde dünyanın en derin yerine düşmüş gibi yankı yapar. Taş da görünmez, su da. İşte yüz...
- Yeşil Gölge ~ Kemal Bilbaşar
Yeşil Gölge
Kemal Bilbaşar
“Hacı Raif’le Paşa İsmail bir zaman daha, yaklaşan umutlu günlerden konuştular, keyiflendiler. Paşa İsmail geç vakit kalktı. Hacı Raif onu kapıya kadar geçirdi. Evin...