Salapurya Mahallesi 1960’ların başında Londra’da Thames Nehri üzerindeki deniz evlerinde yaşayan bir grup insanın yaşamöykülerini ve yaşam koşullarını aktarıyor. Kendisi de bir süre deniz evinde yaşamış olan yazar Penelope Fitzgerald, çeşitli nedenler yüzünden şehrin gündelik yaşamından kopmuş insanları yalın ama çarpıcı anlatımıyla tanıtıyor. Romanın başkişisi ve bir anlamda da Penelope Fitzgerald’ın kendisi olan Nenna, kocasını teknede kalmaya razı edemediği için altı ve on bir yaşındaki iki kızıyla Grace adındaki salapuryada yaşıyor. Çocuklarını okula göndermediği için rahibe, kocasıyla uzlaşmadığı için ablasına hesap vermek zorunda kalıyor. Kendisinin ve komşularının karşılaştığı bütün zorluklara karşın direnen, özgür bir kadın olmayı başarıyor. Ta ki…
1
“Dreadnought’un1 bizden dürüst olmayan bir şey yapmamızı istediğinde hemfikir miyiz?” diye sordu Richard. Dreadnought, bu kadar kolayca anlaşılabildiği için memnun, başıyla onayladı. “Yalnızca satış yapabilmenin bir yöntemi olarak. Sorunumu çözebilecek tek yolmuş gibi görünüyor. Burada olanların, doğrudan sorulmadığı takdirde su alan büyük çatlağımdan söz etmeme, daha doğrusu büyük çatlak meselemi gündeme getirmeme sözü vermesini istiyorum.” “Yani bizden Dreadnought’un çatlağı olmadığını mı söylememizi istiyorsun?” diye sordu Richard sabırlı bir şekilde. Tekne sahiplerinin bütün toplantıları, tıpkı meddücezirlerin doğal hareketleri gibi, Richard’ın Ton sınıfı mayın tarama gemisinden dönüştürülmüş teknesinde geçiyordu. Lekesiz, hep yenilenen gri boyasıyla amatörler için muşambayla su geçirmez hale getirilmiş olan Lord Jim, diğer tekneleri gölgede bırakıyordu ve tıpkı mütevazı mavi ceketiyle toplantıya ağırlığını koyan Richard gibi öteki teknelerin iki katı ağırlığındaydı. Ancak yine de Richard, bu sorumluluğu hiç almak istemiyordu. Oldukça iyi evlerin manzarasını oluşturan ve Londra Liman Başkanlığı’nın gözetimi altındaki Battersea Reach’te yaşamak şüphesiz belli bir yönetim biçimi gerektiriyordu. Richard yeryüzünde ya da denizde bunu dayatmak isteyen son kişilerden biriydi. Ama yine de bunu birisinin yapması gerekiyordu. Görev, o sırada kimsenin üstlenmeyeceği bir şeydi. Çok şükür ki, görevi tarif etmesi gerekmiyordu. RNVR’deki1 savaş hizmeti ve o zamandan önceki ve sonraki mizacı, bunu onun yerine yapıyordu.
Richard başkanlık bile yapmak istemiyordu. Yönetimi bir heyetle yapsa daha mutlu olurdu ama çoğu, satın almak yerine onları kiralamış olan tekne sahipleri, heyet hamurundan yapılmamışlardı. Lord Jim ile, Thames’in iki yüz metre yukarısında çöp dökme iskeleleri ve bira fabrikalarına yakın, neredeyse Battersea Köprüsü’nün gölgesinin altına demirlemiş eski, ahşap Thames teknelerinin arasında büyük bir uçurum vardı. Ne sağlam toprağın ne de suyun canlıları olan tekne insanları da, olduklarından daha saygıdeğer olmayı arzu ederlerdi. 1960’lı yılların başlarında makul işleri ve yeterli parası olan binlercesi Chelsea kıyılarına göz dikmişti. Ama onları üzen, başkaları gibi olmalarına neden olan bir başarısızlık, sürüklenip meddücezir yolundaki çamura saplanarak yok olmuş diğer birçok şey gibi, onların da dibe çökmesine neden olmuştu. Çoğu meddücezir yolu canlısı gibi, bunların da biyolojik anlamda “başarılı” olduğu söylenebilirdi. Yerlerinden edilmeleri kolay değildi. Ama Reach’ten ayrılmak için tekne satmak, tıpkı tarihin ilk zamanlarında, hem karada hem denizde yaşamakta olan hayvanların karaya çıkması gibi ümitsiz bir adım olarak kabul edilirdi. Bu türlerin birçoğu, bu girişim sırasında yok olmuştu. Pirinç çerçeveli, kallavi masasının etrafına bakan Richard herkesin çok usturuplu davrandığı izlenimine kapılmıştı. Bundan kaçınmanın bir yolu yoktu ve neticede, kendi durumunun tartışılmasını isteyen Willis olduğu için, Richard özenle insanların fikrini alıyordu. “Rochester? Grace? Bluebird? Maurice? Hours of Ease? Dunkirk? Relentless?” Teknik olarak hepsi limanda olduğuna göre, onlara tekne isimleriyle seslenme konusunda Richard oldukça haklıydı. Arkadaş canlısı genç bir adam olan Maurice, daha Reach’e gelir gelmez Richard’ın bunu yapacağını ve kendisinin, pruvasında altın yaldızla yazılı olduğu gibi Dondeschiepolschuygen IV olarak çağrılacağını anlamıştı. Bu yüzden, teknesinin adını Maurice olarak değiştirmişti. Kimse ilk sözü almak istemiyordu ve Dreadnought’ un sahibi, altmış beş yaşlarındaki, deniz ressamı Willis, ellerini önündeki masaya uzatmış, yalnızca tepesindeki diken gibi siyahlı grili saçları görünecek şekilde başını öne eğmiş oturuyordu. Sessizliği nehrin aşağısından gelen bir gemi sireninin uzun çığlığı bozdu. Bu, Thames Nehri için rahatsız edici bir işaretti – demir almak üzereyim. Tekneler henüz çamurun üzerinde yatıyordu ama meddücezir başlamak üzereydi. Teknenin mutfağından gelen hafif ama dikkate değer sesi duyan Richard nazikçe izin istedi. Belki döndüğünde diğerleri bu tuhaf duruma daha fazla yardımcı olmak için bir şeyler yapmak isterlerdi. “İşler nasıl gidiyor Lollie?” Laura, önünde açık bir yemek kitabı, bir şeyleri küçük parçalara ayırıyordu. Ona ufku ancak dönümler dolusu sürülecek tarla ve otlamayla sınırlandırılabilecek, kocaman açılmış, yorgun, itaatkâr bir Shire atının gözleriyle baktı. Richard, Laura’nın güzel bir ev yerine Londra’nın ortasında bir teknede yaşama konusunda kendisinden başka kimseye şikâyet etmemiş olmasının sadakat anlamına geldiğini biliyordu. Laura herhangi bir imayı önlemek için ayda bir kez evine gidiyor ve Thames’de yaşayan çok eğlenceli insanlar olduğunu anlatıyordu. Aralarında yalan yoktu. Sona erdiği zaman hayatının her bir bölümünü sessizce geride bırakan ve her şeyi mantıklı bir şekilde açıklamak isteyen Richard, Lord Jim’e bağlılığını böyle açıklayamazdı. Kolaylıkla bir ev edinebilirdi ve aslında Jim’in dönüştürülmesi epey pahalıya mal olmuştu. Ve eğer nehir, gündüzki haline değil, hayallerine hitap ediyor olsa, bu işe hiç kalkışmazdı.
“Neredeyse bitirdik,” dedi Richard. Laura nemli, uzunca saçlarını geriye attı. Teorik olarak görüntüsü birçok çalışanın hizmetine bağlıydı –kuaförüm, son kuaförüm, doktorum, ilki bana faydalı olmadığında gittiğim diğer doktorum– ama onların ilgisi olsun olmasın, Laura hep güzel olacaktı. “Bu mutfak yeni aspiratörle gerçekten de pek fena sayılmaz, değil mi?” diye devam etti Richard. “Tabii bir miktar buhar hâlâ…” “Senden nefret ediyorum. Şu insanlardan kurtulamaz mısın?”
Salonda, nispeten geç gelmiş olan Maurice, Willis’in lehine bir şeyler söylüyordu. Umarsızca sempatikti. Akşamları anlaşmalı olduğu komşu meyhaneden adam kaldırmak ve onları teknesine getirmek olan mesleği pek kârlı sayılmazdı. Maurice kâr etmek için doğmamıştı ama buna ya da başka bir şeye gönül koymak için de doğmamıştı. Ona karşı şefkat hissedenler için bunu söylemenin kolay bir yolu yoktu çünkü onun için dost da düşman da birdi. Örneğin sevimsiz bir tanıdığı onun ambarının bir kısmını çalıntı eşyalar için depo olarak kullanıyordu. Richard ve Laura bundan haberdar olmayan birkaç tekne sahibinin arasındaydı. Ama Maurice neredeyse gururluydu, çünkü Harry müşterisi değil, kendisinden bir ricada bulunmuş ve karşılığında hiçbir şey vermemiş olan bir insandı. “Harry’yi de sendeki çatlaktan söz etmemesi konusunda uyarmalıyım,” dedi Maurice. “Bu konuda ne biliyor ki?” diye sordu Willis. “Bir zamanlar Ticari Filo’daymış. İnsanlar Dreadnought’a bakmaya gelirlerse, ona fikrini sorabilirler.” “Onu kimseyle konuşurken görmedim. Pek sık gelmiyor, değil mi?” O sırada Lord Jim hissedilir bir yalpayla tepeden tırnağa sarsıldı. Yere düşen bir şey olmadı, çünkü Lord Jim’de her şey uygun bir biçimde sabitlenmişti, ama nazikçe silkelenecekmiş gibi kalktı ve yükseldi. Meddücezir onu kaldırmıştı. Tam o sırada masada oturanlar endişeyle ürperdi. Önlerindeki altı saat boyunca –ya da biraz daha kısa, çünkü Battersea’de met beş buçuk saat cezir altı buçuk saat sürerdi– karada değil, suda yaşayacaklardı. Her biri teknelerindeki yamaları, zorlanacak noktaları, aralıkları kendi bedenlerindeki zayıf noktalarmış gibi hissetmekteydi. Son kalafatın kopup kopmadığını görmek için bir yandan sabırsızlanırken, diğer yandan bu, ödlerini kopartıyordu. Bir Thames teknesinin altı düz değildir ve birkaç santimlik sığ suda yüzer durumdadır. Bunun tek istisnası, Rochester’ın sahibi, teknesinin bakımına aşırı meraklı, küçük bir firmanın emekli müdürü Woodrow’ du. Woodie için hiç tehdit olmadığı halde, met onu dayanılmaz bir şekilde korkutuyordu, çünkü ona göre Rochester’ın suyun altında hoş çizgileri vardı ama bunlar artık on iki saat boyunca görünmez olacaktı.
Reach’teki her teknede, bir dolabın kapısının kapanmasından daha yüksek olmayan uğursuz, hafif bir vuruşu, borda, kalas ve rüzgâr üstünde çok daha güçlü vuruşlar, gök gürültüsü gibi bir gıcırdama salvosu ve insandan çıkar gibi inleme sesleri izleyebilirdi. Suyun üzerinde yükselmiş, yükleri olmayan çılgın, yaşlı tekneler sahiplerinin dönmesini bekliyordu. Richard iyi bir kumandan gibi, aradaki tik ağacından yapılma kalın duvara rağmen toplantıdaki rahatsızlığı fark etmişti. Geçmiş yıllarda açık denizlere çıkmış olsaydı, bir isyana asla uykuda yakalanmazdı. “Gittiklerini görmeyi tercih ederim.” “İstersen birikisine kalıp içki içmelerini teklif edebilirsin,” dedi Laura, “eğer öyle birisi varsa.” Laura farkında olmaksızın sık sık babasının sesini taklit ediyordu ve tıpkı onun gibi arada sırada sıkıntıdan içkiyi fazla kaçırıyordu. Richard ona karşı şefkat hissiyle doldu. “Bugün Country Life dergisini aldım,” dedi Laura. Richard bunu zaten fark etmişti. Pek düzenli Lord Jim’de yeni bir şey hemen fark edilirdi. Dergi, üzerinde gölge veren bir sedir ağacının yer aldığı bir çimenlik ve arkasında çimenliğin amacını ortaya koyan kare biçiminde bir evin bulunduğu emlak ilanları sayfasında açık bırakılmıştı. Her ay bu fotoğrafın ebat ve yerleşim olarak farklı çeşitlemeleri yayınlanıyor, sanki Country Life okuyanların değişimin üzerinde olduğu ya da orada bunların gerçekleşmediği izlenimi yaratılıyordu. “Onu kastetmedim Richard, birkaç sayfa sonrasını kastetmiştim. Orada daha küçük yerler var.” “Nenna James’ten kalmasını isteyebilirim,” dedi Richard. “Grace’ten, yani.” “Neden? Onun güzel olduğunu mu düşünüyorsun?” “Bunu hiç düşünmemiştim.” “Kocası onu terk etmemiş miydi?”
“Durumundan emin değilim.” “Postacı Grace’e pek mektup gelmediğini söylüyordu.” Laura geçmiş zaman kullanmıştı çünkü mektupları artık postacı dağıtmıyordu: Maurice’in sağlama alınmamış sürme iskelesinden iki kez düştükten ve bütün sabah postası büyük nehrin çöpleri arasında ıslandıktan sonra, Posta İdaresi haklı olarak Reach’e artık dağıtım yapmayacaklarını bildirmişti. Her iki durumda da, Lord Jim’den Mr. Blake’in çalışanlarını kurtardığını ve ona teşekkürü borç bildiklerini söylemişlerdi. Ondan beri mektupları çekek ofisinden almak gerekiyordu ve Laura bunun yurtdışında yaşamaktan hallice olduğunu düşünüyordu. “Bence Nenna uygundur,” diye devam etti Richard. “Gerçekten, bana oldukça uygun görünüyor. Ama onunla yalnız kalmak istediğimden emin değilim.” “Nedenmiş o?” “Birden gözyaşlarına boğulmayacağına ya da aniden giysilerini çıkarmayacağına emin olamıyorum.” Aslında bu bir kez Richard’ın başına, çalıştığı yatırım danışmanlığı firması Nestor&Sage’de gelmişti. Ofisi daha modern bir planda, açık alan şeklinde düzenlemeyi düşünüyorlardı. Richard salona dönünce katılımcılar bir rahatlamayla ona baktı. Kapıda beliren Richard, sallanmakta olan tekneye sağlamca yerleştirilmiş görüntüsüyle bile, ne kadar zor olursa olsun her şeyin makul bir şekilde iyi sonuçlanacağı duygusunu veriyordu. Bu kendisinden çok emin olmasından değil, ihtimalleri iyi hesaplamasından kaynaklanıyordu. Willis genç Maurice’e desteği için teşekkür ediyordu. “Yani, beni destekledin… ihtiyacı olan arkadaşını…”
“Bir şey değil.” Willis masadan kalkmaya davrandı. “Yine de, o arkadaşın Ticari Filo’da bulunduğunu hiç sanmıyorum.” İş askıda kaldı, diye düşündü Richard. Pejmürde gruba, kararlı ama her zamanki gibi nazik bir biçimde güvertedeki iskeleye kadar eşlik etti. Güvertede olmak, her zamanki gibi çok rahatlatıcıydı. Sonbaharın ilk sisleri Reach’in tamamının görülmesini zorlaştırıyordu. Bembeyaz tüyleri sudan kirlenmiş martılar, tıpkı tekneler gibi, Lord Jim’in etrafında süzülüyordu. “Sorununla ilgili bir şeyler yapmak için muhtemelen çok zamanın olacak,” dedi Willis’e, “bu tekneleri satmaya çalışmak uzun sürer. Seninkinin çatlağı kıç tarafta, değil mi?.. Dört pompan da çalışıyor. Her bir haznede bir tane… yanlış anlamıyorsam?” Dreadnought’la ilgili bu ifade öylesine gerçekten uzaktı ki, Willis bir şey söylemek yerine astsubay selamına benzer bir hareketle karşılık vermeyi tercih etti. Sonra diğerlerinin peşinden karaya geçip rıhtım boyunca yürümeye başladı. Reach’in ortasında, çoğunlukla kışın yatan, çift katlı kış giysilerine bürünmüş ufak tekneler vardı. Bunlar yalnızca iyi hava insanları içindi. Tekne sahipleri, Maurice’in ön güvertesinden ve kendi teknelerini diğerlerine bağlayan bir dizi sürme iskeleden bira fabrikalarının olduğu yük iskelesine kadar gitmek zorundaydı. Woody’nin Rochester’a ulaşmak için, Maurice, Grace ve Dreadnought’tan geçmesi gerekiyordu. Yalnız Maurice yük iskelesine doğrudan bağlıydı. Yılın son buharlı gezi teknesi, bütün kamara ışıkları yanık halde Kew’a doğru yol alıyordu. “Battersea, bayanlar, baylar. Sağ tarafta sanatçılar bölgesi. İnsanlar burada sanatçılara özgü bir hayat yaşıyor, Seine Nehri üzerinde olduğu gibi yaşamlarını teknelerde sürdürüyorlar. Evet, o teknelerde yaşayan insanlar var.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSalapurya Mahallesi
- Sayfa Sayısı168
- YazarPenelope Fitzgerald
- ISBN9789750737541
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İhtiras Çiçeği ~ Kathlen E. Woodiwiss
İhtiras Çiçeği
Kathlen E. Woodiwiss
“Bir sansasyon!” Washington Post Kitap Dünyası “Kathleen E. Woodiwss’in yarattığı yarattığı dünya yaşıyor ve soluk alıyor.” Houston Chronicle Sonu gelmeyen zorluklarla dolu bir hayata...
- Yeni Yaban ~ Diane Cook
Yeni Yaban
Diane Cook
Çok uzak olmayan, fazlasıyla tanıdık bir gelecek, nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı bir metropol: Mevcut bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını tüketen, kalan birkaç ağacın koruma...
- Geceye Bürüneceğim ~ Terry Pratchett
Geceye Bürüneceğim
Terry Pratchett
“Sen şansa inanır mısın?” dedi Düşes. “Ben, şansa inanmak zorunda kalmamaya inanırım,” dedi Tiffany. Çünkü kudretli bir cadı olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Tiffany...