Yirminci yüzyılın önemli Rus yazarlarından Andrey Platonov’un dokuz öykü ve iki denemesini içeren bu derlemeyi, Günay Çetao Kızılırmak’ın güzel çevirisiyle okurlarımıza sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
“Sonbaharın son demlerinde ihtiyar her zamanki gibi ötede duran keman kutusunun üzerine bir serçenin konduğunu gördü. Müzisyen, küçük kuşun henüz uyumamış, üstelik şu akşam vakti geçim derdine düşmüş olmasına şaştı. Gerçi sırf gündüz çalışarak karın doyurmak zordu artık: Tüm ağaçlar kış uykusuna çekilmiş, haşereler ölmüş, şehir toprağı çıplak ve aç kalakalmıştı çünkü atlar nadiren geçiyor ve kapıcılar peşlerinden derhal temizliyordu bıraktıkları gübreyi. Sahiden de bir serçe güzün yahut bir kış günü nasıl doyurmalıydı karnını?
“Serçe kutunun ötesini berisini bir güzel teftiş etti ve işine yarayacak hiçbir şey bulamadı. O zaman ayacıklarıyla bozuklukları kıpırdattı, gagasıyla en küçük bronz kapiği aldı ve kim bilir nereye uçtu. Demek ki boşuna gelmemişti – ne olursa olsun bir şey almış sayılırdı! Varsın yaşasın, didinsin, onun da bir şekilde geçinmesi gerek.”
İÇİNDEKİLER
TEMMUZ FIRTINASI
TOPRAKTAKİ ÇİÇEK
YURT SEVGİSİ
YA DA SERÇENİN YOLCULUĞU
(Masalsı Bir Olay)
KUŞKUYA KAPILAN MAKAR
TAKIR
MOSKOVA EDEBİYAT TÜKETİCİLERİ
CEMİYETİ (METC)
(Muhabirin Raporu)
SAKLI İNSAN
PUK-PUK
MEÇHUL ÇİÇEK
(Gerçekten İzler Taşıyan Bir Masal)
DÜŞÜNCENİN ŞİİRİ
[Deneme]
EDEBİYAT FABRİKASI
Edebi Yaratım Yöntemlerinin
Kökten Değişimi Üzerine
[Deneme]
Çevirmenin Notları
Temmuz Fırtınası, s. 9-10
Dokuz yaşındaki nataşa çoktandır küçük kardeşi Antoşka’yla birlikte “Ortak Yaşam” Kolhozu’ndan Panyutino Köyü’ne doğru yürüyordu. Yol yalnızca dört kilometreydi ama çocukken dünya insanın gözüne büyük görünür… Nataşa, yorulunca ona acıklı bakışlar atan kardeşini kâh kucağına alıyor, kâh kendi ayacıkları üzerinde yürüsün diye yere indiriyordu – gürbüzdü kardeşi, ağırdı, dört yaşını doldurmuştu ve Nataşa’nın canını çıkarıyordu.
Sıcak temmuz yolunun iki yanında yükselen çavdarlar başlarını eğiyordu artık – başaklar bitimsiz yaz ve güneşten yorulduklarını hissetmiş de ihtiyarlara dönmüşlerdi sanki. Nataşa, birilerinin gizli gizli yaşadığından emin olduğu çavdar tarlasına korkarak bakıyor, karşılarına biri çıkacak olursa kardeşini nereye saklayacağını düşünüyordu – o bari sağ kalsın. Antoşka’nın başına kendi eşarbını bağlasa, onu kıza benzetse –kızlara pek ilişmezler ya– daha iyi olurdu; ya da onu bir koyaktaki kumdan mağaraya gizleyebilirdi, gel gör ki karşılarına kolhozlarının yanındaki gibi bir koyak çıkmıyordu. Böylece Nataşa eşarbını kardeşinin başına bağladı, kendisi başı açık yürüdü – içi biraz olsun rahatlamıştı.
Çavdarlar, yolda ağır aksak ilerleyen çocukların yanı başında usulca hışırdıyordu. Issız öğle sıcağında sisli, solgun, bulutsuz gök Nataşa’nın gözüne kederli ve ürkütücü görünüyordu; babası ve annesiyle birlikte yaşadığı kolhozdaki kulübe ve avlunun üzerindeki yıldızlı geceyi anımsadı, gecenin daha eğlenceli ve iyi olduğuna karar verdi; geceleyin kolhozda sadece iyi yürekli ürkek ocak çekirgeleri şarkı söyler, su bendinde kurbağalar vıraklar, hayvan ahırında öküz gürültüyle solurdu – orada korkunç bir şey yoktu, annesi kapının önüne çıkar, sızlanmayı andıran değişik seslerle çağırırdı onu: “Nataşa, hadi yemeğe, yatma vakti geldi sen hâlâ yıldızları sayıyorsun, yarın yine gün doğar, yaşamaya fırsatın olur!”
Nataşa Antoşka’nın elini iyice sıktı ve ninesiyle dedesinin oturduğu Panyutino Köyü’nün kulübelerini bir an evvel görebilmek umuduyla çavdarların ortasından bir koşu tutturdu. Fakat kardeşi çabucak yoruldu, tozun içine kapaklanıp ağlamaya başladı – Nataşa onun elini bırakmayı hemen akıl edememiş, yanlışlıkla toprakta sürüklemişti onu. Nataşa kardeşini yeniden kucağına alıp gözyaşlarını sildikten sonra onunla birlikte tepeye tırmandı. Burada toprak kötü, çavdarlar kısaydı ve çok uzakları görmek mümkündü: koyu renk rüzgâr dalgalarının tarla üzerinde gezinişini, yelin gölgesi çekildiğinde ışığın tahılların üzerine serilişini… Nataşa çevresine bakındı –Panyutino neredeydi peki?– ve değirmenin kanatlarını gördü: Uzaktaki çavdarların içinden çıkıp geri dönüyordu koyunlarına. Şimdi küçük kız, ıssız güneşin altında, çavdarın kederli hışırtısı ve yeknesak öğle rüzgârının sessizliğinde olmaktan eskisi kadar korkmuyor, rüzgârın iyiliğini yüzüyle ve tüm bedeniyle hissediyordu. Avundu Nataşa, iç geçirdi – değirmen de göründü işte: Tahıl öğütüyorlardır, herhalde dedesi de getirmiştir bir çuval; torunlarının geleceğini bilir, taze undan blin pişirmek gerektiğini de; eski unları azalmıştır zaten ve hamuru iyi kabarmaz, blin’ler de yeni öğütülmüş undan pişirilenler gibi gevrek ve gözenekli olmaz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıSaklı İnsan
- Sayfa Sayısı224
- YazarAndrey Platonov
- ISBN9786053162650
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Altın Avcıları Plajda ~ Miyase Sertbarut
Altın Avcıları Plajda
Miyase Sertbarut
O gün televizyonda ve radyoda, Antalya'da fırtına çıkacağı her saat başı duyurulmuştu. Ben, sonuçlarını düşünmeden sevinçle karşıladım bu haberi.
- Vathek ~ William Beckford
Vathek
William Beckford
Vathek, Gotik edebiyatta silinmez izler bırakarak kendinden sonraki yazarları derinden etkileyen William Beckford’un başyapıtı. Vathek doğaüstü güçlere ve hiç kimsenin erişemediği bilgilere meraklı bir...
- Ah Be Melek ~ Müge İplikçi
Ah Be Melek
Müge İplikçi
“Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne...