“25 Eylül Pazartesi, 20:00
Sevgili dinleyicim, kusura bakma fısıldayarak konuşmak zorundayım. Umarım söylediklerim anlaşılıyordur. Sabaha karşı bahçedeki güllerin dibine sakladığım teybin yanına çömeldim. Bu kaydı iki büklüm almaya çalışıyorum. Bu vaziyette ne kadar idare edebilirim bilmiyorum, şükür, hava artık erken kararmaya başladı. Bu garip halimi kimseler görmeyecek.”
Hande Ortaç, Sakinler’de bir rehabilitasyon merkezinde yaşayan insanların, dertlerine deva bulmak için geldikleri bu yerde günden güne nasıl daha büyük bir çıkmazın içine girdiklerinin hikâyesini anlatıyor. Bir bakıma “dışarının” aslında nasıl da her yer olabileceğini, her yeri kendisine benzetebileceğini gösteriyor. Aynı insanlar, aynı mücadeleler, aynı kırılganlıklar… İçe dönülen anları ise ayrı bir yere koyuyor, insanı kurtaracak cevheri o anlarda arıyor.
Sakinler, çağımızın karanlık yollarının derinlerine inen bir roman.
10 Eylül Pazar, saat 23.00
İlk kez gerçek bir çük gördüğümde altı yaşındaydım. O andan sonra hayatımdaki her şey değişti. Babam evi terk etti. Annem derin bir mutsuzluğa ve yalnızlığa gömüldü. Bense olan her şeyden kendimi sorumlu tuttum. Anaokuluna gittiğimi hatırlıyorum. Herifin pantolonundan sarkan damarlı et parçasının ne olduğunu anlayamamış, bön bön bakakalmıştım. Ertesi sabah pedagojik gelişimimden endişe duyan annem “Öğretmeninle konuşacağım,” diye tutturmuştu. Lafı uzatmış olacak, artık olayı nasıl dramatize ettiyse, öğretmen derse geç kaldı. Bütün sınıf koridora dağılıp öğretmenimizi aramaya başladık. Okulun emektar hademesi Osman Abi bizi tekrar sınıfa sokmaya çalışırken koridorun diğer ucunda annemle öğretmenimi gördüm. Annem ağlayarak bir şeyler anlatıyor, öğretmenim omzuna dokunarak onu teselli etmeye çalışıyordu. Başıma gerçekten çok kötü bir şey gelmiş olmalıydı. Bugün otuz beş yaşındayım.
Yani bu olayın üzerinden yıllar geçti. Bir rehabilitasyon merkezinde ya da diğer adıyla bir sosyal detoks tatil köyünde sakinleşmeye çalışıyorum. Bunca sene boyunca yaşadığım irili ufaklı, renkli-acı bir dolu anı var, şükür. Ben neden bu olaya geri dönüp duruyorum? Aklımı en çok kurcalayan soru bu. O zaman da hissettiğim galiba başıma kötü bir şey geldi aymazlığımı bugün de iliklerime kadar hissettiğim için olabilir. Annem o talihsiz akşamüstü beni bakkala ekmek almaya gönderdi. Her gün izlediğim çizgi filmin başlamasına çok az kalmıştı. Bu zamansız görevlendirmeye bozulmuştum. Keyfim kaçmıştı ama emir büyük yerden gelince de itiraz edememiştim.
O yıllarda anneyle tartışmak kolunun mıncırılmasıyla sonuçlanacağı için itiraz dahi edememiş, kaderime boyun eğmiştim. Bakkala giden en kestirme yol, bir inşaatın içinden geçiyordu. O zamanlar iki-üç katlı evleri yıkıp yerine apartman dikme modası yeni başlamıştı. Doksanlı yılların başı. Yaygın olarak her mahallede bir-iki tane inşaat mutlaka bulunurdu. O alanlardan uzak durmaya tembihliydik. Oradan gitmek aklımın ucundan bile geçmedi. Ya ayak parmakları arkaya bakan cinler beni çarpardı ya da en iyi ihtimalle topuğuma kocaman bir çivi batardı.
İnşaattan geçmek yemezdi yani. Uzun rotadan koşarak geçip bakkala ulaştım. Taze çekilmiş kahve ve kavrulmuş leblebi kokan dükkâna son hızla dalıp “Ekmek!” diye bağırdım. Acelem olduğu için yerimde duramıyordum. Saat okumayı bile henüz beceremediğim yaşlardaydım. Benim içgüdüsel saatimde zaman çoktan çizgi filmi vurmuştu. Tam eve dönüş zamanı, bakkal amcanın başı kalabalık, evine bir an önce gitmek isteyen yetişkinler sabırsız…
Bu fazla hareketli halim şımarıklığıma verildi. Kimsenin sempatisini kazanamayarak kös kös sıranın en sonunda beklemeye başladım. Çok geç kalmıştım. Kışın ortasındaydık, hava bir hayli erken kararıyordu. Ekmeği koynuma yapıştırıp bozuk paraları avucumda sıkarak kendimi sokağa attığımda akşamüstü kızıllığı çoktan gitmiş, karanlık çökmüştü bile. Soluk sarı sokak lambalarının iyice ıssızlaştırdığı mahallede in cin top oynuyordu. Akşamın çökmesiyle kazanlara daha fazla atılan kömür genzimi yaktı. Soğuktan içim titredi. Iki-üç katlı evlerin arasından yükselen yeni moda apartmanların gölgeleri mahallenin üstüne düşüyordu. Her kuytu bilinmez canavarlar ağırlıyor ve rüzgâr çok uzaklardan kulaklarıma kötücül büyüler fısıldıyordu.
Geldiğim yol da artık güvenli olmaktan çıkmıştı. Tüylerimin ürperdiğini çok net hatırlıyorum. İkisi de birbiriyle yarışır şekilde gözüme korkunç gelen rotalardan tabii ki en kısa olanı tercih ettim. Koşarak inşaata daldım. Sokak lambasının ışığı inşaatın içini tam aydınlatmıyor, gölge oyunlarıyla görüntüyü neredeyse romantikleştiriyordu. Sivri demirlerin ok gibi fırladığı bir kolonun arkasından kedi sessizliğiyle önüme süzülmüştü adam. Bana dokunmadı. Sadece pantolonunun fermuarını açıp penisini dışarı çıkardı. O kadar değişik gelmişti ki gördüğüm şey, uzun uzun bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Olduğum yere çakılıp kaldım haliyle. Adamın hırıltılar çıkararak önünden sarkan şeyi kavradığını gördüğüm an sıçrayarak uyandım sanki. Gitmeliydim. Tehlikenin bir koku salgıladığını fark etmiştim ve bu koku beni kendime getirip oradan hızla uzaklaştırdı.
Eve vardığımda annem halimden başıma bir şeylerin geldiğini anladı. Gece boyunca annemin boğazını yırtarcasına böğürerek ağlamasından çük denilen aletin korkulacak ve iğrenilmesi gereken bir şey olduğunu öğrendim. Eve ekmek getirme görevinin babama ait olduğu irdelendi. Bu başımıza gelen kaçıncı sorumsuzluktu, artık dayanılamıyordu, bacak kadar çocuk tehlikeye atılıyordu. Evlilik dersinden kalınmış, üstüne üstlük babalık sınavı da verilememişti. Madem ortada bir başarısızlık vardı, sınıf tekrarı yapılacak, babam durumu idrak edene kadar sürgüne gönderilecekti. Karar alınmış, defter dürülmüştü. Ertesi gün annemin öğretmenim tarafından teselli edilmesi, bu olayda benim de suçlu olduğumu düşündürmüştü. Yaklaşık üç-dört yıl sonra başıma benzer bir olay geldiğinde tembihlendiğim gibi çığlık çığlığa kaçacaktım. Memleketimizde mahallede oynayan her kız çocuğu köşe bucakta pipisini gösteren bir sapıkla burun buruna gelmiş meğer. Bu ortak deneyimi kız arkadaşlarımla yaptığımız dedikodulu pijama partilerinde kıkırdayarak keşfettik. Bu gösteri çocukluğumda moda gibi bir şeymiş. Tabii kimsenin babası o olayın ertesinde evi terk etmek zorunda kalmamış. Ben de bu anılar gündeme geldiğinde diğerleri gibi gülüp geçmeye çalıştım. Sadece bedelini diğerlerinden daha fazla ödemek zorunda kaldığım talihsiz bir olay deyip unutmak istedim.
Tam da şimdi zihnimde bu ânın belirmesi, içinde bulunduğum durumla bağlantılı. Bir işi kolayca halletmek için kısa yolu seçmek, bunun farklı tehlikeleri tetiklemesi ve yeni durumun idrakine çok geç varıp ortaya çıkan olumsuz sonuçlarıyla baş etmeye çalışmak. Bu kaydı rehabilitasyon merkezinin güvenlik odasında alıyorum sevgili dinleyicim. Odanın üç duvarı ekranlarla örülmüş. Her deliğin kameralarla kaydını alıp bu odadan izleyerek asayişi sağlıyorlar. Hayır görevli değilim, hastalarından biriyim. Günümüz dertlerinden mustarip bir akıl hastası ya da sinirleri yıpranmış bir kadın diyelim.
Sapanca dolaylarında, göle değil dağlara yakın kurulmuş kocaman bir çiftlik. Burayı rehabilitasyona yeni bir bakış açısı getirdikleri için tercih ettim. Aile saadetiyle sarıp sarmalayıp sayfiye hayatının küçük bir modelini kurmuş olmaları fikri başta cazip gelmişti. Şehrin karmaşasından, iş hayatının performans baskısından boğulmuş olarak buraya kapağı attım. Tam nefesim düzeldi, sakinleştim derken şimdi de öngöremediğim tehlikeler yolumu kesiyor…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Hikaye
- Kitap AdıSakinler
- Sayfa Sayısı207
- YazarHande Ortaç
- ISBN9789750535673
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ya Tahammül Ya Sefer ~ Mustafa Kutlu
Ya Tahammül Ya Sefer
Mustafa Kutlu
İnandığımız, uğruna pek çok şeyi göze aldığımız “dava”lar. Birlikte yürünecek bir yol. Bizimle aynı duyguları, fikirleri paylaşan arkadaşlar. Bu insanların açmazlarını, acılarını dile getiriyor....
- Arkakapak Yazıları ~ Mustafa Kutlu
Arkakapak Yazıları
Mustafa Kutlu
Arkakapak Yazıları çokluk Mustafa Kutlu’nun Dergâh dergisinin arka kapağında yayımlanan hikâyelerinden oluşur. Bu küçük hikâyeler kıssa geleneğinin yeniden üretilme çabasını yansıtıyor. * GÜZEL BİR...
- Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü ~ Etgar Keret
Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü
Etgar Keret
Etgar Keret bir dâhi… Kahkahalarla güldürüyor.” – The New York Times “Kara mizahı seviyorsanız, bundan iyisini bulamazsınız.” – Baltimore Sun Orta Doğu’nun en parlak...