Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sahibini Arayan Keman
Sahibini Arayan Keman

Sahibini Arayan Keman

Koray Avcı Çakman

Bir Anı Koleksiyoncusunun Güncesi Çocuk edebiyatımızın ödüllü yazarı Koray Avcı Çakman’ın büyülü kaleminden süzülen, yaşama sevinciyle harmanlanmış sıcacık öyküler… Öğretmenlerinin önerisi üzerine sınıftaki tüm…

Bir Anı Koleksiyoncusunun Güncesi

Çocuk edebiyatımızın ödüllü yazarı Koray Avcı Çakman’ın büyülü kaleminden süzülen, yaşama sevinciyle harmanlanmış sıcacık öyküler…

Öğretmenlerinin önerisi üzerine sınıftaki tüm öğrenciler koleksiyonculuğa merak sarmıştır. Pul, peçete, eski para derken iş gazoz kapağı toplamaya kadar uzanır. Oysa Erkan’ın çok daha parlak bir fikri vardır: Kelebek koleksiyonu yapmak. Peki ama nasıl? Parklarda, bahçelerde uçuşan o canım kelebekleri yakalayabilmek öyle kolay mı ki? Birileri Erkan’ı bu hevesinden vazgeçirmeli. İyisi mi Erkan anı koleksiyoncusu olsun. Siz hiç böyle bir koleksiyoncu ile tanıştınız mı? Sahi, anı koleksiyoncusu topladığı anıları nerede saklar?..

Daha maç başlamadan düzenlenen yalancı bir kupa töreni, Eyüp ustanın mağaza vitrininde sahibini arayan ladin ağacından yontulmuş usta işi bir keman, sahibi tarafından hor kullanılıp daha eskimeden eskiciye satılmak zorunda bırakılmış mavi pötikareli bir koltuk ve büyüyünce ne olmak istediğine karar veremeyen bir çocuk…

Yeni kitabında, yaşamın içinden yedi farklı öykü anlatan Koray Avcı Çakman, öykülerinin satır aralarında, biriktirdiğimiz tüm anıların hayatımıza kattığı zenginliği ve günümüz insanının maymun iştahlılığı üzerine mizahi öğelerle bezeli eleştirel bir resim çiziyor.

Sahibini Arayan Keman, hayata ayna tutan, gerçek kadar yakın, kalpleri ısıtan bir öykü şöleni.

Koleksiyon 

Geçen gün öğretmen derste koleksiyonculuk üzerine hepimizin çok etkilendiği bir konuşma yaptı. “Öyle koleksiyonculuk deyip geçmeyin çocuklar, bu çok özel bir uğraştır. Biriktirdikleriniz, yılların izlerini taşır üzerlerinde ve zaman geçtikçe değer kazanır.” O konuşmadan sonra neredeyse sınıftaki herkes koleksiyon yapmaya başladı. Obur Ali bile pul koleksiyonu yapıyormuş. Teneffüste ilk kez hamburger almadığını görünce dayanamadım, sordum: “Ne o yoksa hasta mısın?” “Yooo harçlığımı buna harcadım!” diyerek, cebinden üzeri uğur böcekli eski bir pul çıkarmaz mı! Gözümle görmesem, onun hamburgeri eski bir pul parçasına değiştireceğine hayatta inanmazdım.

Evrim kartpostal, Nil ise peçete koleksiyonu yapıyormuş. Bunu da derse girmeden önce “Evinde değişik desenli peçetesi olanlar bana bir tane getirsin,” deyince öğrendim. Ömer oyuncak araba, Asuman oyuncak bebek koleksiyonuna başlamış. Sıra arkadaşım Murat, “Oğlum böyle giderse koleksiyon yapmayan bir tek ikimiz kalacağız. İyisi mi biz de yapalım. Baksana bayağı moda oldu bu iş,” dedi. “Aman, kız mıyım ben! Öyle her gördüğümü moda oldu diye yapayım?” “Öyle deme. Öğretmen o biriktirdikleriniz ilerde çok değerlenir demedi mi? Şimdi üç kuruşa biriktirdiklerin yarın adamı milyoner yapar!” “Yok daha neler!” dedim, ama Murat’ın bu söyledikleri aklıma takılmıştı. O akşam rüyamda kendimi koca bir şatoda gördüm. Karşımda Obur Ali’ye benzeyen bir adam vardı.

Bana “Elinizdeki o değerli pul için size bu şatoyu ve dışarıda duran son model jetimi vermeye hazırım. Eğer bunu da az bulursanız külçeler… altın külçelerim de var!” diyordu. Keyifle uyandım. Bir an önce koleksiyonculuğa başlamak hiç de fena bir fikir sayılmazdı. Ama ne biriktirecektim ki? Pul olmazdı, çünkü Ali bunu öğrenir öğrenmez “Kıskanç!” derdi bana. Üstelik yalnız o değil, sınıftakilerin hiçbiriyle aynı şeyi biriktiremezdim. Çünkü herkes anlaşmış gibi farklı farklı şeyler topluyordu. Şimdi ben çıkıp da bunu bozamazdım ya! Düşünüp taşınıp tam para koleksiyonu yapmaya karar vermiştim ki, sıra arkadaşım Murat ertesi sabah derse bir avuç eski parayla gelmez mi!

“Ta ta ta taam! Ben de artık bir koleksiyoncuyum. Sonunda tedavülden kalkan dedemden kalma şu eski paralar bir işe yaradı,” dedi. ‘Ben yapacaktım, sen para koleksiyonu yapamazsın!’ deyip eski püskü paralar yüzünden en yakın arkadaşımdan olamazdım ya… “Ben henüz karar vermedim ne biriktireceğime,” dedim sadece. O gün okuldan eve giderken uzun uzun düşündüm: Ne biriktirebilirdim ki? Gazoz kapağı olmaz. Topu topu kaç gazoz çeşidi vardı zaten. Kibrit kutusu da olmaz. Toka? Tabi ya, toka! Aman ne tokası yaa, kız mıyım ben! Sınıftaki herkesin maskarası olurum sonra. Çorap? Yok daha neler. Oldu olacak kokmuş çorap biriktireyim bari!

Koleksiyonculuk derken kendi kendime konuşmaya başlamıştım yolda: “Oğlum Erhan kendine gel,” dedim. O anda aklıma televizyonda izlediğim bir belgesel programı geldi. Şöyle uzun saplı, kepçe gibi bir şeyle yakalıyorlardı kelebekleri. “Evet ya, ne düşünüp duruyorum ki? Kelebek koleksiyonu yapayım işte!” Üstelik önümüzdeki pazar günü annemlerle pikniğe gidecektik. Fırsat bu fırsat birkaç kelebek yakalardım şimdiden. Bir süre dükkânlarda kelebek yakalayacağım aleti aramaya başladım. Anlaşılan epey nadir bir uğraş seçmiştim kendime. Aradığım şey, hiçbir dükkânda olmadığı gibi, satıcıların çoğu bana sanki uzay mekiği arıyormuşum gibi bakıyordu. En son, dayanamayıp “Nereden duyarsınız oğlum böyle şeyleri! Kelebek melebek kovalayacağınıza yararlı şeyler yapsanıza,” diyen huysuz bir satıcıya, “Ne yani bu ülkede kelebek yakalamak yasak mı?” diye bağırıp kaçtım.

Sonunda doğuştan satıcı olduğu belli bir adam ne tarif ettiğimi anlamasa da benzer bir şeyi elime tutuşturuverdi. Ne olur ne olmaz satın almaktan vazgeçmeyeyim diye de “Değil kelebek, istersen balık bile yakalayabilirsin bununla. Sen kullanmasan da annene ver, un eler oğlum. Her eve lazım bu!” dedi. Pazar günü pikniğe gidince annemin yaptığı o nefis dolmaları ve köfteleri yer yemez kelebek kepçemi alıp etrafta dolaşmaya çıktım.

Annemlerin peşimden “Oğlum sakın fazla uzaklaşma!” demesine aldırmadan yanı başımda uçan beyaz benekli bir kelebeğin peşine takıldım. Tam kelebeği yakalıyordum ki… O da ne? Ah! Kaşla göz arasında kendimi yerde buluverdim. Önümdeki kaya parçasını görmemiş ve ona takılıp düşmüştüm. Kepçe hâlâ elimde, düştüğüm yerden tepemde uçuşan yıldızları izlerken annemlerin sesiyle kendime geldim. “Erhan! Erhan nerdesin?” diye giderek yaklaşıyordu sesler. Kalkmaya çalışarak bağırdım: “Buradayım!” Annemler geldiğinde ayağa kalkabilmiştim; ama hem başım hem de dizim çok acıyordu. Annem kafamdaki şişliği görür görmez çığlığı bastı: “Ne oldu sana?” Ben “Kelebek…” deyince de “Kelebek mi? Ah çocuğum hafızasını kaybetti. A dostlar ne yapayım ben şimdi?” diye feryadı basmasın mı! “İyiyim ben anne. Hafızamı falan da kaybetmedim. Sadece kelebek kovalıyordum, düştüm işte!”

Tabi apar topar döndük piknikten. Eve gitmeden önce babamın arkadaşı olan Doktor Ömer amcaya uğradık. Ömer amca başımdaki şişliğe bakıp bana sorular sordu. Dizimdeki yaraya da pansuman yaptı. “Söyle bakalım Erhan, nasıl düştün?” “Kelebek kovalıyordum. Kelebek koleksiyonu yapıyorum da.” “İlahi Erhan! Koleksiyon yapacak başka şey bulamadın mı? Pul koleksiyonu, para koleksiyonu yap! Ne istiyorsun ki canım kelebeklerden. Şimdiden onların hışmına uğramışsın, bak!” Ömer amcaya sınıftaki herkesin farklı bir koleksiyon yaptığından bahsettim. “Bu yüzden ben de kendime kelebek koleksiyonculuğunu seçtim,” dedim. “Sana pek az kişinin yaptığı bir koleksiyon yapmayı önersem ne dersin? Üstelik her şeyden değerli olan bir şeyin koleksiyonu bu.” Heyecandan başımdaki şişliği de, dizimdeki yarayı da unutmuştum. Merakla sordum: “Neymiş Ömer amca o?”

“Anılar! Anıları biriktirmek kadar değerli başka bir şey daha yoktur. Diğer tüm koleksiyonlara paha biçilir, ama anılara paha biçilemez Erhan. Zaman geçtikçe söylediklerimin değerini çok daha iyi anlarsın.” Ömer amca bunları söylediğinden beri ben bir anı koleksiyoncusuyum. Üstelik yalnız kendi yaşadığım anıları değil, başkalarının anılarını da biriktiriyorum. Nasıl mı? Çok basit: Çevremdekilerden benimle bir anısını paylaşmasını istiyorum.

Böylece anlatılan her anı, koleksiyonumda yerini alıyor. Anılar, düşündüğümden de çabuk birikmeye başlayınca bir defter tutmaya karar verdim. Adını da Koleksiyon Defteri koydum. İşte bu defterde benim ve başkalarının anıları yer alıyor. Geçen gün Obur Ali okula pul koleksiyonunu getirmiş. Bana da gösterdi. Bayağı birikmiş pullar. Belki bir gün ben de size koleksiyon defterimi gösteririm.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İcat Çıkar ~ Koray Avcı Çakmanİcat Çıkar

    İcat Çıkar

    Koray Avcı Çakman

    “İcat çıkarma başımıza!” demeden önce bir kez daha düşünmeli insan! Koray Avcı Çakman’ın, “icat çıkarmak” deyiminden esinlenerek kaleme aldığı İcat Çıkar, çocukları hayal kurmaya, yaratıcı olmaya ve...

  2. Türkiye’nin Kalbi Ankara ~ Koray Avcı ÇakmanTürkiye’nin Kalbi Ankara

    Türkiye’nin Kalbi Ankara

    Koray Avcı Çakman

    Keşif Kulübü ile İstikamet Ankara! Koray Avcı Çakman’ın yazıp Kıymet Ergöçen’in resimlediği Keşif Kulübü: Türkiye’nin Kalbi Ankara, tarihin farklı dönemlerinde pek çok farklı uygarlığa ev...

  3. Sıra Sana Da Gelecek ~ Koray Avcı ÇakmanSıra Sana Da Gelecek

    Sıra Sana Da Gelecek

    Koray Avcı Çakman

    “Hırs, Kibir, Sevgisizlik, Açgözlülük, Kıskançlık, Duyarsızlık, Nefret ve Merhametsizlik… İnsanların zaafları bana tüm kapıları açacak.” Naif kişiliği ve güçlü anlatım yeteneğiyle çocuk ve gençlik...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çiçek Yiyen İnek ~ Şiir Erkök YılmazÇiçek Yiyen İnek

    Çiçek Yiyen İnek

    Şiir Erkök Yılmaz

    Yazarın gerçeküstücü izler taşıyan anlatımında can ve kıvam bulan kahramanları, hayatın içinde sorgulamadan kabul ettiğimiz akış üstüne düşünmeye davet ediyor. Bu düşünme, hayatın bildik...

  2. Perili Evin Gizemi ~ Henriette WichPerili Evin Gizemi

    Perili Evin Gizemi

    Henriette Wich

    Kim var orada? Gerçekle hayalin kesişme noktasında 100 küsur yıllık bir sırrı gün yüzüne çıkaran Perili Evin Gizemi, iki kardeşi zamana karşı yarıştıran “sihirli” bir serüven....

  3. İki Hovarda Öykü / Yarın Yok – Aşk Yuvası ~ Jean François de Bastide, Vivant Denonİki Hovarda Öykü / Yarın Yok – Aşk Yuvası

    İki Hovarda Öykü / Yarın Yok – Aşk Yuvası

    Jean François de Bastide, Vivant Denon

    İki Hovarda Öykü, Jean-François de Bastide’in 1755’te yayımlanan “Aşk Yuvası” adlı öyküsü ile Vivant Denon’un 1777’de anonim bir şekilde yayımladığı “Yarın Yok”tan oluşuyor. “Yarın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur