Bir yanda ihtiyaçlar. Bir yanda kader…
Doğaüstü bir yaratık olmak tam olarak muhteşem bir şey değil; özellikle her gittiğin yere “diğer yarının” da gittiği düşünülürse. Seth, eğitimde, ders dışında ve hatta yatak odasında Alexandria’yla birlikte ve bu hiç de eğlenceli değil. Aralarındaki bağın kabuslardan uzak kalmak gibi faydaları da var ama Alex’in safkan yasak aşkı Aiden’a olan hisleri üzerinde hiçbir etkisi yok. Ya da Aiden’ın onun için feda edecekleri üzerinde.
İblisler binayı istila edip öğrencilere saldırınca tanrılar furileri salıyor üzerlerine. Furiler, öğrencilere ve tanrılara karşı en ufak tehdidi ortadan kaldırmakla görevliler, buna Alex ve diğer Apollyon Seth de dahil. Bu sorunlar yetmezmiş gibi, gizemli bir varlık Seth’i tehdit ediyor, Alex de tehlikede. İşin içine tanrılar girince bazı kararlardan geri dönmek çok ama çok zor. Alexandria kaderinde yazanla bilinmez arasında bir seçim yapacak.
Safkan, Melez Sözleşmeleri serisinin ikinci kitabıdır.
***
Aileme ve Loki’ye…
(Evet, Safkan’ı bir köpeğe adıyorum.)
Birinci Bölüm
Küçük siyah benekler gözümün önümde dans eder- ken spor salonunun tavanına bakıyordum. Off, popom feci acıyordu. Üzerine yaklaşık elli defa düştüğüm düşünülürse bunda şaşacak bir şey yoktu. Acıyla yanmayan tek yerim yüzümdü ama o da farklı bir nedenden dolayı yanıyordu.
Sokak dövüşü dersim iyi gitmiyordu.
El ele mücadele pek âdetim değildi. Minderden kalkıp Eğitmenimize bakarken kaslarım sızlıyordu.
Seyrekleşen saçlarında elini gezdiren Eğitmen Romvi bütün sınıftan iğreniyor gibiydi. “O bir iblis olsaydı şu anda ölmüş olurdunuz. Anlıyor musunuz? Ölmüş, sağ değil, Bayan Andros.” Sanki ölmüş sözcüğünün benim bilmediğim başka anlamı vardı. Dişlerimi sıkıp, başımla onaylamayı başardım.
Romvi bana sert bir bakış daha fırlattı. “İçinizde eter olduğuna inanmak zor, Bayan Andros. Tanrıların özü sizde ziyan oluyor. Dövüşme şeklinize bakılırsa bir ölümlüden hiçbir farkınız yok.”
Eter için yanıp tutuşan üç iblisi öldüren ben değil miydim? Bunun bir değeri yok muydu?
“Başlangıç pozisyonu alın. Gözünüzü kas hareketlerinden ayırmayın. Sırayı biliyorsunuz,” dedi Romvi.
Akit’in kadrolu Casanova’sı ve benim şu anki rakibim olan Jackson Manos’a döndüm. Esmer görünüşü ve o koyu renk, seksi gözleriyle insanın dikkatini bir hayli dağıtabilirdi.
Jackson bana göz kırptı.
Gözlerimi kısarak ona baktım. Antrenman sırasında konuşmamıza izin yoktu. Eğitmen Romvi bunun dövüşün özüne gölge düşürdüğünü düşünüyordu. Aslında, Jacksoriın ihtişamına rağmen topuk vuruşlarını ve döner tekmelerini kaçırmamın nedeni o değildi.
Mutlak başarısızlığımın kaynağı, antrenman salonunun duvarına dayanmıştı. Alnına dökülen kara bukleleri, koyu gri gözlerine düşüyordu. Kimileri, Aiden St. Delphi’nin saçını kestirmesi gerektiğini söylüyordu ama son zamanlarda tercih ettiği bu daha vahşi görünüm benim hoşuma gidiyordu.
Biraz sonra bakışlarımız kenetlendi. Aiden yine son derece aşina olduğum o duruşu takınmıştı. Adaleli kollarını göğsünde kavuşturmuş, bacaklarını alabildiğine açmıştı. îzliyor, daima izliyordu. Şu anda, bakışlarıyla, dikkatimi ona değil, Jackson’a vermem gerektiğini anlatıyordu.
İçimde bir şey hop etti; bu da alışkın olduğum diğer bir şeydi. Ne zaman ona baksam böyle oluyordu. Ne elmacık kemiklerinin kusursuz kıvrımı ya da güldüğünde yanaklarında beliriveren gamzeler yüzündendi bu ne de akıl almaz derecede kaslı…
Kendimi kaptırdığım transtan tam zamanında kurtuldum. Kolumla sert bir şekilde vurarak Jackson’ın diz darbesini engelledim, sonra da gırtlağına saldırdım. Jackson bunu kolaylıkla savuşturdu. Birbirimizin etrafında dönüyor, darbeler savuruyor ve bunlardan kaçıyorduk. Jackson geriye adım atıp kollarını iki yanına indirdi. Fırsatı gördüm ve kullandım. Etrafımda dönerek dizimle, karnını nişan aldım.
Jackson yana fırladı ama yeterince hızlı değildi. Midesine sert bir darbe indirdim.
Şaşırtıcı bir şekilde Eğitmen Romvi beni alkışladı. “Güzel…” “Ah, kahretsin,” Caleb Nicolo, en iyi arkadaşım ve malum olaydaki suç ortağım, duvara dayanmış duran öğrenci grubunun arasından inledi.
Savunma amaçlı tekmelerin püf noktası şudur: Hasmınıza vurduktan sonra ya ölümcül darbeyi indirmeniz ya da geri kaçmanız gerekir. Ben ikisini de yapmadım. Jackson dizimin üzerinde iki büklüm oldu ve beni de yanına alarak yere indi. Mindere düştük ama her nasılsa -bunun kaza olduğundan ciddi şekilde şüpheliydim- Jackson üstüme çıktı. Ağırlığından başım geriye düştü ve nefesim kesildi.
Eğitmen Romvi bağırdı ve başka bir dile kaydı. Kullandığı dil Rumence gibiydi. Her neyse, ne söylüyorsa küfrediyormuş gibi geliyordu kulağa.
Jackson başını kaldırdı, omuzlarına gelen saçları sırıtışını sınıftan gizliyordu. “Hep sırtın yerde, değil mi?”
“Beni kız arkadaşınla karıştırdın herhalde. Kalk üstümden.” Omuzlarını ittim. Jackson kıkırdayarak yuvarlandı ve ayağa kalktı. Annem Jackson’ın kız arkadaşının anne babasını öldürdüğünden beri Jackson’la aramız bozuktu. Aslına bakarsanız, ölü iblis annem sayesinde öğrencilerin çoğuyla iyi geçinmiyordum. Tahmin edin artık.
Utancımdan kıpkırmızı olmuş bir halde ayağa kalktım ve Aiden’a kaçamak bir bakış fırlattım. Yüzü ifadesiz görünüyor olabilirdi ama zihninde yanlış yaptığım her şeyin bir listesini tutup rafa kaldırdığını biliyordum. Ama ilk düşünmem gereken şey bu değildi.
Eğitmen Romvi minderlerde yürüyüp Jackson’la benim önümüzde durdu. “Bu kesinlikle kabul edilemez bir şeydi! Ya uzaklaşırsın ya da rakipten kurtulursun.”
Söylediğini göstermek için kolunu uzattı ve tam göğsüme vurdu. Arkaya doğru biraz sendeledim ve dişlerimi sıktım. Vücudumdaki her hücre ona aynısını yapmamı istiyordu.
“Sen bekleme! Sana gelince…” Romvi, Jackson’a döndü. “Sırf eğlencesine iblislerin üzerine uzanmayı mı planlıyorsun? Sonrasında ne olduğunu bana anlatırsın.”
Jackson kıpkırmızı kesildi ama cevap vermedi. Romvi’nin dersinde cevap vermezdin.
“Minderlerden in şimdi… Siz değil, Bayan Andros!”
Göz ucuyla umutsuzca Caleb’le Olivia’ya bakarak durdum. Onlar da bana bakıyorlardı ve yüzlerinde benimkiyle aynı ifade vardı. Şimdi olacağını bildiğim şeye boyun eğerek, çünkü Romvi’nin her dersinde bu olurdu, eğitmene döndüm ve destansı hezimeti bekledim.
“Çoğunuz mezun olmaya hazır değilsiniz.” Minderin kenarında geziniyordu. “Çoğunuz daha işinizin ilk haftasında öleceksiniz ama siz var ya Bayan Andros? Siz Akit’in yüz karasısınız.”
Romvi, erkek ırkının yüz karasıydı ama ben bundan şikayet etmiyordum.
Yavaşça etrafımda döndü. “Nasıl oldu da iblisleri yenip şu anda karşımda duruyorsunuz anlamıyorum. Bazıları sizde potansiyel olduğunu düşünebilir ama ben daha bir şey görmedim.” Göz ucuyla Aiden’ı gördüm. Kaskatı kesildi, gözlerini kısarak bana baktı. O da olacakları biliyordu ama istese bile yapabileceği hiçbir şey yoktu.
“Buraya ait olduğunu kanıtla bana,” dedi Romvi. “Akit’e, aile bağların sayesinde değil de kişisel yeteneklerin sayesinde yeniden girdiğini bana ispatla.”
Eğitmen Romvi, çoğu eğitmenden daha büyük bir hıyardı. Gününü gün edip hazır para yemek yerine Avcı olmayı seçmiş safkanlardan biriydi. Aiden gibi böylesi bir hayatı seçen safkanlara ender rastlanırdı ama ikisi arasındaki benzerlikler burada sona eriyordu. Romvi, dersin ilk gününden beri benden nefret ediyordu ve Aiden’ın tam tersini hissettiğine inanmak hoşuma gidiyordu.
Romvi saldırdı.
Romvi, bu kadar yaşlı birine göre kesinlikle hızlıydı. Minderlerin üzerinde geri geri gittim, Aiden’m yazın bana öğrettiği her şeyi hatırlamaya çalışıyordum. Romvi etrafında döndü, çizmesinin topuğunu tam karnıma nişanlamıştı. Bacağını yana çelip isabet ettirmeyi çok ama çok istediğim bir yumruk salladım. Engelledi. Karşılıklı darbeler savurmaya devam ettik. Giderek üstüme geliyor, beni minderin kenarına doğru geriletiyordu.
Her yumruk ve tekmeyle Romvi’nin darbeleri daha da acımasızlaşmıştı. Bu, bir iblisle dövüşmek gibi bir şeydi çünkü ciddi ciddi, Romvi’nin bana gerçekten zarar vermek istediğine inanıyordum. Darbelerine dayanıyordum, ta ki spor ayakkabım minderin kenarından kayana kadar. Ölümcül bir hata yaptım.
Dikkatimin dağılmasına izin verdim.
Romvi fırsatı kaçırmadı. Uzanıp atkuyruğumu yakaladı ve beni hızla öne çekti. “Bu kadar kibirli olmamalısın,” dedi, beni arkam kapıya dönük duracak şekilde çevirdi. “Bir de şu saçını kestir.”
Sağa sola yumruk yağdırırken bir yumruğum Romvi’nin midesine isabet etti ama bu onu yıldırmadı. İvmemi -ve saçımı- kullanarak beni mindere yapıştırdı. Yuvarlanarak düştüm, bu iş sona erdiği için biraz da minnettardım. Bütün sınıfın önünde canıma okuması bile umurumda değildi. Yeter ki…
Romvi kolumu kavradı ve beni dizlerimin üzerine hızla çekerek kolumu iyice yukarı kaldırdı. “Beni dinleyim, melezler. Savaşta ölmek artık en kötü kâbusunuz değil.”
Gözlerim yuvalarından fırladı. Ah, hayır; hayır; hayır. Bunu ya- pamaz-
Under Armour markalı kazağımı dirseğime kadar sıyırdı. “İşte başınıza gelecek bu. Başarısız olursanız ne olacağına iyice bakın. Sizi canavara dönüştürürler.”
Yanaklarımı ateş bastı ve beynim boşaldı. Yara izlerimi sınıf arkadaşlarımdan gizlemek için nelere katlanmıştım hâlbuki. Romvi, damgalarımı dünyaya göstermeye devam ederken dikkatimi öğrencilerin yüzlerinden başka her şeye veriyordum. Bakışlarım, kaba, yaşlı eline, sonra da savaşta yara almış koluna kaydı. Gömleğinin kolu geriye sıyrılmış, baş aşağı duran bir meşale dövmesini ortaya çıkarmıştı.
Eğitmen Romvi bana hiç de dövme seven bir tip gibi gelmemişti.
Sonra Romvi kolumu bıraktı, böylece gömleğimin kolunu aşağıya çekebildim. Romvi’nin aç iblislere yem olmasını diledim. Her yanı yara iziyle dolu bir ucube gibi görünebilirdim ama başarısız falan olmamıştım.
Bu hale gelmemden tamamen sorumlu olan iblisi, yani annemi öldürmüştüm.
“Hiçbiriniz Avcı olmaya, tıpkı sizin gibi eğitilmiş bir iblis melezle karşı karşıya gelmeye hazır değilsiniz.” Romvi’nin sesi odada yankılanıyordu. “Çoğunuzun yarına kadar bir gelişme göstermesini beklemiyorum. Ders bitmiştir.”
Romvi’nin sırtına bir maymun gibi atlayıp boynunu koparmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu pek hoş karşılanmazdı ama o hastalıklı tatmin olma hissi neredeyse buna değerdi.
Jackson dışarı çıkarken bana tosladı. “Kolların aynı dama tahtası gibi. Bu cidden seksi.”
“Evet, kız arkadaşın da aynısını söylemişti, si…”
Eğitmen Romvi elini hızla uzatıp çenemi yakaladı. “Ağzınız, Bayan Andros, ona da hakim olmayı öğrenmelisiniz.”
“Ama Jackson…”
“Umurumda değil.” Bana dik dik bakarak elini indirdi. “Sınıfımda böyle terbiyesiz laflara izin vermem. Bu size son uyarım. Bir dahaki sefere kendinizi dekanın odasında bulursunuz.” İnanılır şey değil. Romvi’nin ağır ağır yürüyerek odadan çıkışını izledim.
Caleb, Olivia’ya kızın spor çantasını verdi ve bana yaklaştı. En berrak gökyüzü rengindeki gözleri anlayışla parlıyordu. “Hıyarın teki o, Alex.”
Elimi boş verircesine salladım, Romvi’den mi yoksa Jackson’dan mı bahsettiğini bilmiyordum. Benim kitabımda ikisi de hıyardı.
“Günün birinde aniden fırlayıp onu öldüreceksin.” Luke parmaklarını bronz rengi buklelerinde gezdirdi.
“Hangisini?” diye sordum.
“İkisini de.” Luke, omzuma hafifçe vururken sırıttı. “Umarım bunu kaçırmam.”
“Al benden de o kadar.” Olivia, Caleb’in koluna girdi. Aralarında her ne varsa öylesine bir şeymiş gibi davranıyorlardı ama ben farklı olduğunu biliyordum. Olivia, Caleb’e ne zaman dokunsa ki bunu sık sık yapıyordu, Caleb olan biteni unutuyor ve yüzünde o şapşal gülümseme beliriyordu.
Üstelik Olivia varken erkek melezlerin birçoğunun yüzünde o ifade oluyordu. Olivia nefes kesiciydi. Karamel rengi teni melezlerin çoğu tarafından kıskanılıyordu. Gardırobu da öyle.
Kıyafetlerini ele geçirmek için adam öldürürdüm.
Küçük grubumuzun üzerine düşen gölge diğerleri hemen dağıttı. Gölgenin Aiden olduğunu bilmek için başımı kaldırıp bakmama gerek yoktu. Sadece onun, neredeyse herkesin aksi yöne kaçmasını sağlama gücü vardı. Bunu yapan saygı ve korkuydu.
“Sonra görüşürüz,” diye seslendi Caleb.
Aiden’ın spor ayakkabılarına bakarak başımı belli belirsiz salladım. Romvi’nin küçük gösterisinden duyduğum utanç yüzünden ona bakmakta zorlanıyordum. Aiden’ın saygısını kazanmak için, Marcus’un beni Akit’ten atmaya çalıştığı gün onun ve Leon’un, sahip olduğuma inandıkları potansiyelin bende olduğunu kanıtlamak için çok çalışmıştım.
Birisinin bunu çok kısa sürede yerle bir edebilmesi ne tuhaftı.
“Alex, bana bak.”
İstemeye istemeye dediğini yaptım. Bu şekilde konuştuğunda hiç dayanamam. Uzun ve ince bedeniyle eğilmiş bana bakıyordu. Bugünlerde, Apollyon’un ikinci kez dünyaya gelmiş hali olduğumu keşfettiğim gece bekâretimi ona vermeye çalışmamışım gibi yapıyorduk. Aiden bu konuda bir hayli başarılıydı. Öte yandan ben onun zihnime saplanıp kalmasına engel olamıyordum.
“Başarısız olmadın sen.”
Omuz silktim. “Öyle gözükmüyor ama, değil mi?”
“Eğitmenler kaçırdığın zaman yüzünden ve dayın dekan olduğu için sana karşı daha sertler. İnsanlar yaptıklarını izliyorlar. Dikkat ediyorlar.”
“Bir de üvey babam Konsey Bakanı. Anlıyorum, Aiden. Bak, boş verelim bunu.” Sesim istediğimden daha sertti ama Aiden bu dersin ne kadar küçük düşürücü hale geldiğini görmüştü. Onunla tartışmama gerek bile yoktu.
Aiden kolumu yakaladı ve gömleğimin kolunu yukarı sıyırdı. Bunun üzerimdeki etkisi tamamen farklı oldu. Göğsümde bir şeyler kıpır kıpır oldu, birden sıcak bastı her yanımı. Biz melezler için safkanlar yasak bölgeydi; bunun anlamı, aramızda geçenlerin Papa’ya sarkıntılık etmekle ya da Gandi’ye biftekli sandviç ikram etmekle aynı kefede olduğuydu.
“Bu yara izlerinden asla utanmamalısın, Alex. Asla.” Aiden kolumu indirdi ve bana zeminin ortasını işaret etti. “Gel başlayalım. Sen de sonra dinlenirsin.”
Peşinden gittim. “Senin dinlenmen ne olacak? Bu gece devriyen yok mu?” Aiden hem beni eğiterek hem de Avcılık görevlerini yerine getirerek iki iş birden yükleniyordu.
Aiden özeldi. Avcı olmayı o seçmişti ve diğer öğrencilerin çok gerisinde kalmamam için benimle çalışmayı seçmişti. İkisini de yapmak zorunda değildi ama adalet duygusu onu Avcı olmaya sevk etmişti. Bu arzumuz ortaktı. Bana yardım etmeye onu iten neydi? Benden karşı konulmaz bir şekilde etkilendiğini düşünmek hoşuma gidiyordu -söz konusu o olduğunda tıpkı benim olduğum gibi.
Etrafımda dönüyordu. Sonra durdu, kollarımı gövdemin orta kısmına kaldırdı. “Kollarını yanlış tutuyorsun. Bu yüzden Jackson’ın darbeleri durmadan sıyırıp geçiyordu.”
“Senin dinlenmen ne olacak?” diye direttim.
“Benim için kaygılanma.” Hücum pozisyonu aldı, tek eliyle ilerlemem için işaret etti. “Kendin için daha çok kaygılan, Alex. Bu senin için zor bir yıl olacak ve üç kat fazla antrenman yapman gerekiyor.”
“Seth’le çalışmam gerekmeseydi daha çok boş zamanım olurdu.”
Aiden o kadar hızlı bir şekilde öne fırladı ki darbeyi güç bela engelledim. “Alex, bu konuyu halletmiştik.”
“Biliyorum.” Darbesini durdurdum. Aiden ve Seth’le hem hafta içi hem hafta sonları dönüşümlü olarak çalışıyordum. Sanki velayetimi ortaklaşa paylaşmışlardı ama bugün henüz diğer yarımı görmemiştim. Tuhaftı bu, çünkü genellikle yakınlarda pusuya yatardı.
“Alex.” Aiden hücum pozisyonundan çıkmış, dikkatle beni izliyordu.
“Ne?” Kollarımı indirdim.
Ağzını açtı, söyleyeceklerini etraflıca düşünüyor gibiydi. “Son zamanlarda biraz yorgun gibisin. Yeterince dinleniyor musun?”
Yanaklarımın kızardığını hissettim. “Tanrılar aşkına, o kadar kötü mü gözüküyorum?”
Derin bir nefes aldı ve yavaşça geri verdi. Yüz hatları usulca yumuşadı. “Alex, kötü falan gözükmüyorsun. Sadece… başından çok şey geçti ve yorgun gözüküyorsun.”
“İyiyim ben.”
Aiden elini omzuma koydu. “Alex?”
Dokunuşuna cevaben kalbim güm güm attı. “İyiyim.”
“Böyle söyleyip duruyorsun.” Bakışları yüzümde dolaştı. “Hep böyle diyorsun.”
“Böyle diyorum çünkü benim bir şeyim yok!” Eline vurdum ama diğer elini omzuma koydu, beni kıpırtısız hale getirdi. “Bir şeyim yok,” dedim tekrar ama çok daha sessiz bir şekilde. “İyiyim ben. Her şey tıkırında.”
Aiden muhtemelen saçma, teşvik edici bir şeyler söylemek için ağzını açtıysa da, hiçbir şey demedi. Sadece bana baktı, sonra omuzlarımı daha bir sıkı kavradı. Yalan söylediğimi biliyordu.
Her şey yolunda falan değildi.
Gatlinburg’teki o dehşet verici saatler bana kâbus gördürtüyordu; gözüme uyku girmiyordu. Okulda neredeyse herkes benden nefret ediyordu çünkü yazın Lure Gölü’ndeki iblis saldırısının benim yüzümden olduğuna inanıyorlardı. Seth’in sürekli peşimde gezmesiyse sadece şüphelerini arttırıyordu. Melezlerin içinde sadece Caleb, kaderimde ikinci Apollyon olmak ve Seth’i, doğaüstü güçlendirici kompresörü falan olarak tamamlamak olduğunu biliyordu. Seth’in hiç eksik olmayan ilgisi beni, dişi melezler arasında hiç de sevilen biri yapmıyordu. Bütün kızlar, Seth uğruna yanıp tutuşurken, ben onu başımdan defetmek istiyordum.
Ama Aiden bana şimdiki gibi baktı mı, bütün dünyayı unutuyordum. Aiden’ın yüz ifadesinden pek bir şey anlayamıyordum ama o gözleri yok mu… Gözleri bana bütün bu birlikte olmamıza ramak kalmamış gibi davranma maskaralığından pek hazzetmediğini söylüyordu. Aiden hâlâ bunu düşünüyordu; kahretsin, tam şu anda bunu düşünüyordu. Belki Leon bizi bölmese neler olabileceğini hayal ediyordu, hatta belki bunu benim kadar yapıyordu. Belki onun da gözüne uyku girmiyordu ve vücutlarımızın birlikteyken nasıl hissettirdiğini anımsıyordu.
Öyle olduğunu biliyordum.
Gerilim birkaç derece yükseldi ve bedenim güzelce ısındı. Yaşama nedenim böylesi anlardı işte. Acaba öne adım atıp aramızdaki mesafeyi kapatsam ne yapardı? Bunu yapmak benim için çok zor olmazdı. Sadece teselli edilmek istediğimi mi düşünürdü? Çünkü beni teselli ederdi -böyle biriydi o. Sonra da, başımı geriye atsam beni öper miydi? Çünkü ikisini de yapmak istiyor gibi görünüyordu. Sarıl bana, öp beni ve bütün o harika, yasak şeyleri yap.
Öne adım attım.
Omuzlarımdaki elleri titredi, yüzüne usulca kararsızlık hâkim oldu. Bir an için -sadece bir an için- galiba bunu ciddi ciddi düşündü. Sonra beni uzaklaştıracak bir bariyer yapmak niyetiyle ellerini düzleştirdi.
Kapı arkamızdan açıldı ve Aiden ellerini indirdi. Bu her kimse, suratına yumruğu patlatma isteğiyle arkama döndüm. İstediğimi elde etmeme ramak kalmıştı.
Leon’un iri cüssesi odayı doldurdu, üstünde tipik, baştan aşağı siyah olan Avcı kıyafeti vardı. “Böldüğüm için üzgünüm ama bu bekleyemez.”
Leon’un her zaman Aideria söyleyecek önemli bir şeyleri olurdu. Bizi en son, Aiden’a sonuna kadar gitmesi için yeşil ışık yakmamdan iki saniye sonra bölmüştü.
Leon’un yaptığı en kötü zamanlamaydı bu.
Tabii ki, bizi en son böldüğünde işler bir hayli ciddiydi. Kain’i sağ bulmuşlardı. Kain melez bir Avcı’yken, Aiden’ın beni eğitmesine yardım etmişti. Lure Gölü’ne yapılan bir hafta sonu gezisi oradaki herkes için ölümcül olarak sonuçlanmıştı. İblis saldırısından sağ kurtulmuştu ama Akit’e imkansız olduğunu düşündüğümüz bir halde geri dönmüştü: melez bir iblis olarak.
Kain artık hayatta değildi ve ben bunun oluşunu görmüştüm. Bir grup safkanı öldürdükten ve beni odada dövdükten sonra bile Kain’i seviyor ve özlüyordum. O benim tanıdığım Kain değildi. Annem gibi o da gerçekte olduğu kişinin korkunç bir haline dönüşmüştü.
Leon o devasa cüssesiyle öne çıktı. Steroid reklamlarından fırlamış gibi duruyordu. “Bir iblis saldırısı oldu.”
Aiden gerildi. “Nerede?”
“Burada, Akit’te.”
İkinci Bölüm
Çalışma resmi olarak iptal oldu.
“Doğruca yurduna git, Alex. Dışarıya da çıkma,” dedi Aiden antrenman alanından ayrılmadan önce.
Bense kafeteryaya gittim.
Dolu dizgin bir iblis saldırısı varken yurt odasında oturmamın imkânı yoktu. Bir an için ikisinin peşinden gitmeyi düşünmüştüm ama Ninja gibi sinsice ilerleme becerilerim vasatın altındaydı.
Avluyu geçtiğimde gökyüzü kararmış, uğursuz bir hal almıştı. Adımlarımı hızlandırdım çünkü gökyüzü böyle olduğunda insanın dikkat etmesi gerekir. Buralarda Eylül kasırga ayıdır. Ya da sadece Seth’in yakınlarda bir yerlerde tepesinin attığı anlamına geliyor olabilir; Seth’in ruh halinin hava durumu üzerinde ürkütücü bir etkisi vardır.
Kafeteryada herkes küçük gruplar halinde toplanmıştı, yüzler neşeliydi. Bir elmayla soda aldım, yemek odasında tek bir safkanın bile olmaması dikkatimi çekti. Caleb’in yanındaki sandalyeye çöktüm.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Fantastik Korku - Gerilim Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSafkan; Melez Sözleşmeleri 2
- Sayfa Sayısı412
- YazarJennifer L. Armentrout
- ÇevirmenBilge N. Zileli Alkım
- ISBN9786050908886
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDex Kitap / 2012-7
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir İdam Mahkumunun Son Günü ~ Victor Hugo
Bir İdam Mahkumunun Son Günü
Victor Hugo
Victor Hugo (1802-1885): Fransız edebiyatının en ünlü yazarlarından biri olan sanatçı, edebi ününü şiirleri ve oyunları ile kazandı. Romantik akımın en tanınmış adları arasında...
- O Gece Her Şey Değişti ~ Sally Gardner
O Gece Her Şey Değişti
Sally Gardner
Daima gerçekleri anlattım. Ama bana kimse inanmadı. Jazmin’in hayatı o gece değişmişti. En yakın arkadaşı Becky, ilk görüşte âşık olduğu Icarus’la birlikte yüksek bir...
- Ejderin Büyüsü ~ G. A. Aiken
Ejderin Büyüsü
G. A. Aiken
TÜM DÜNYADA SATIŞ REKORLARI KIRAN EJDERHA SERİSİ Bana baktığınızda ne gördüğünüzü biliyorum. Dünyanın en güçlü iki ejderha soyundan doğan, çekici ve tatlı dilli bir...