Hadım Edilmiş Bir Aşk
AFFAIRE DE COEUR EN İYİ YABANCI TARİHİ ROMAN ÖDÜLÜ
“Safiye Sultan – Hadım Edilmiş Bir Aşk”, Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılına farklı bir ışık düşüren “üçleme”nin ilk cildi. Diğer iki cilt ise “Safiye Sultan-Ya İpek urgan, Ya Gümüş Hançer” ve “Safiye Sultan-Sözüm ki Tek Sana Geçmez Celladımsın Ey Zaman” adlarıyla önümüzdeki günlerde okurlarımızla buluşacak.
Bu üç ciltlik romandaki karakterlerin büyük bir bölümü gerçek kişiler, tabii olaylar da öyle. Chamberlin bize Osmanlı tarihinin önemli bir geçiş dönemini bir hadımın ağızından yazmayı tercih etmiş, bunu da, “kadın ve erkek dünyasını aynı anda gözlemleyebilecek olan yalnızca onlardı” diye açıklıyor.
Öykü 16. yy Osmanlısında geçiyor, Venedikli bir asilzadenin kızı olan güzel Sofia Baffo korsanlar tarafından kaçırılarak
Şehzade Murad’a verilmek üzere Osmanlı haremine satılmıştır. Kısa zamanda haremin en önemli kadınları arasına giren ve sultan anasının gözdesi olan Safiye ile aynı gemide bulunan İtalyan gemici Giorgio Veniero’nun kaderi benzer şekilde gelişmez. Giorgio hadım edilerek kaybettiği erkekliğini Safiye’ye duyduğu tutkulu aşkta yaşar. Tarihsel zenginlik ve çarpıcı bir romantizmle işlenmiş olan bu romanda Muhteşem Süleyman’ın hüküm sürdüğü topraklarda yaşanan büyük bir aşkın yanı sıra saray ve harem entrikalarına, hadımlar arasındaki ölümcül mücadeleye ve erotizmin en uç, en sapa boyutlarına tanık olacaksınız.
UPUZUN ÖMRÜMÜN, gelmiş geçmiş binlerce günü içinde en unutulmazı Vali Baffo’nun kızına rastladığım gündür.
Ben. Giorgio Veniero. işte o gün. bir manastır duvarının tepesine tırmanmak zorunda kalmıştım.
Hem yılın, hem de benim mevsimime denk düşmesine karşın, gençlik ateşiyle dolu bir karnaval şakası değildi bu. Gizli bir mesajı iletmekle görevlendirilmiştim ve bunu yerine getirebilmek İçin o duvara tırmanmam gerekiyordu. Venedik Dukası’nın, benzer koşullar altında herhangi bir genç kıza söyleyeceklerinden hiçbir [arkı olmayan mesajı ilginçleştiren tek şey, onu ileteceğim genç kızın kendisiydi. Majestelerinin sekreteri, bu genç kızın gizli isteklerinin cevabına biraz şaka ve alay kalmayı düşünmüştü galiba.
İçimde yeni yeni tomurcuklanmaya başlayan romantizm ve serüven istekleri, bu öneriyle kıpır kıpır oluverince balıklama atlamıştım fırsatın üstüne.
Daha önce bir manastır bahçesi görmemiştim, tabii ki bir rahip değildim ve olmaya da hiç niyetim yoktu. Bu ateşlenmenin nedeni herhalde yaşamın kabuğunu çatlatan ilkbahardı. Oysa mevsim hâlâ kıştı ve üzerinde saklanmaya çalıştığım çınarın salkım saçak geyik boynuzlarına benzeyen çıplak dallarındaki yünümsü püsküllerin bana faydası yoktu. Havanın da… Sert. soğuk ve netti, elmas gibi.
Sanki soyunmuş bir bahçenin iskeletiydi gördüğüm: ıslak, humuslu toprağın kokusu, vıyır vıyır çalışan solu canlar, çiçeksiz nemli tarhlar ve çuval üstünde bir s;ı(ir gibi gökyüzünün altında yapayalnız, savunmasız dikilen ben. Genç kızın kaçamak konusundaki yeteneklerinin oyuncağı olacağımı, yani bir anlamda onun karsısında çaresiz kalacağımı bile bile ve yakalanma korkusuyla içim titreyerek ağaçta biraz daha yukarı tırmandım.
Havanın ayazından duyarlılığını kaybeden parmaklarım iyiden iyiye beceriksizleşmişti.
Ve sonunda o göründü, yanında halası vardı. İkili, bahçenin öbür ucundaki gri. taş duvarlı yemekhanenin karşısındaydı. Ne duruştu o… Eğer ben de onun gibi. unutulmuş eski bir mezarda açmış orkide gibi dursam başım ciddi belalara girerdi mutlaka.
Yaşlı kadının bana dönük yüzü sanki taş duvarın bir parçasıydı. Kalbim duracak gibiydi, ellerimse giderek şapşallaşmıştı, tutunamaz haldeydim. Madonna Baffo’nun halasını bahçeye çıkarması nasıl bir dikkatsizlikti. Şayet bu karşı çıkamayacağı bir beraberlikse. en azından benim gizlendiğim tarafa bakmasını engelleyemez miydi” Manastır bahçesinde saklanan bir genç adanı… Beni fark etse, bu yaşlı kadın kimbilir neler neler söylerdi…
Halanın başörtüsünün arasından görünen yüzü. kış sonunda bir yaban elmasına benziyordu: Kırmızı, yumuşak, kırış kırış ve rahatsız edici. Acıyla doluydu… Sepet dibinde unutulmuş bir meyve, dine adanmış bir bekâret, insanlığın parlak geleceği uğruna kendini feda ediş… Acı acı üstüne katmerlenmişti bu yüzde.
Mutsuz rahibeye şöyle bir bakış atmaktan daha fazlasına asla cesaret edemezdim. Kadının yüz hatlarının dışında bir şey daha dikkatimi çekmişti, bu beraberlikte garip bir bağlılık, bir çeşit büyülenme vardı sanki Tek düşündüğüm Baffo’nun kızının Ması Üzerindeki etkisini bal gibi bildiği ve bir ip cambazının izleyicilerin nefesim bir an kesmek uğruna dengesini yitirme numarası yapması gibi tehlikeyle oynadığı oldu Ve kendime şortlum neden. neden izleyiciler oturup, bir hüneri adanı gibi seyretmek yerine nefeslerinin kesilmesi heyecanım tercih ederler’
Tekrar bakmaya cesaret edebildiğimde yaşlı kadın gitmişti, sanki buharlaşıp uçmuştu, nereye gittiğini anlayamamıştım ve genç kız onu tanımam için bir şifre olan popüler şarkıyı ıslıkla çalarak benim saklandığım yere doğru yürüyordu. “Islık çalan kızları ve horoza özenip ötmeye çalışan tavukları kötü sonlar bekler”… Dedikoducu yaşlı kadınlar gibi bunun üstüne bir şeyler türetmediysem de manastırda yetiştirilen soylu bir kızın böylesine arsız, hayâsız bir şarkıyı nasıl öğrenmiş olduğunu çok merak etmiştim.
Bana doğru, o çınarın dibinde buluştuklarının ilki olmadığımı ima eden bir edayla ilerliyordu. Biraz hayal kırıklığına uğramıştım ama bir sürprizle karşılaştığım da söylenemezdi. Yine de itiraf etmeliyim ki. halasıyla sık sık oynadığını sandığım bu gizemli oyun beni şaşırtmıştı, bir de sandığımdan çok genç olması…
Gemiciliğimin onu etkilemesini umarak ağacın gövdesinden hızla aşağı kaydım.
Madonna Baffo, on dört yaşına göre uzun boyluydu ve yaşıtlarından daha kadınsı bir görünüşü vardı. Beni esas allak bullak eden inanılmaz güzelliği oldu. Soluğum kesilmişti, sanki gece yarısı bir hayaletle karşılaşmıştım.
Başkaları da bunu söylemişti ve onu gençliğinde, şu kasideciler bile doğmadan önce gören ben de aynı şeyi söyleyeceğim: Yürüdüğünde, bu bir danstı. Dama taşlı patikada, saç tellerine kadar tüm vücudunu titreten adını tarla adeta neşeli bir saray dansı yaparmışçasına geliyordu. Büyü doluydu bu. hem izleyen nem de yapan için Duygu dolu adımlar. ıslıkla çaldığı popüler, bayağı şar kıya eşlik ediyordu. Şarkının adı, hatırladığım kadarıyla. “Gel, haydi aşkım gel, tomurcuklanan koruya gerdi,
Bana ulaştığında, önümdeki çukura düşürdüğüm şapka mı temizleyip üzerindeki mavi boyalı devetüyünün tozunu almaya çalışıyordum.
“Madonna Baffo.” dedim. “Size kemlimi tanıtabilir miyim? Ben Giorgio Veniero. hizmetinizdeyim. eğer izin verirseniz…”
“Sen Dük’ün adamısın.”
Soru sormaktan çok durumu saptayan bir sözdü bu. kızın iş konuşması tonundaki sesiyle hemen derlenip toparlandım. Yine de ona baktığımda pek de kendime gelmiş sayılmazdım. Manastır yaşamının biçimlendirmesi, kıyafetlerinden çok tavırlarında baskındı. Elbisesi, kahverengiyle olgun portakal kızıllığı arasındaydı ve üzerinde şeftalimsi, allın boyamalar vardı. Saten kumaş, âşığının kollarında kıkırdayan şehvetli bir zampara gibi bu zenginliğin pırıltılarıyla sanki yaramazca fingirdeşiyordu.
Aynı zarif görüntüye sahip daha mütevazı etekliklerden en az dört tane daha çıkardı başparmak kalınlığında pililerle donanmış bu elbiseden. Son moda yeleğin Önü kısaltılmıştı ve şeffaf gömleğin arasından görünen bereketli gerçek, insanda bin bir arzu uyandırıyordu.
Elbisenin balonumsu kollarının mutlak bir hikâyesi olduğunu düşündüm. Aksi suratlı yaşlı hala. bir kol için en azından İki kat kumaş alınması konusunda kim bilir ne yalvarış, yakarış ve numaralarla, nasıl ikna edilmişti. Ama mutlaka arkasını döndüğünde kız pek çok şey dana kapmıştı, kumaşın kabarıklıkları ihtirasla doluydu. Havva’nın çaldığı elmanın hem yalvarışın, hem de günahın sembolü olması gibi.
Daha önce gayet doğal ve hoş bir biçimde duran pantolonumun önünde aniden beliren münasebetsiz kabarıklıktan tedirgin “Hizmetinizdeyim.” diye tekrarladım.
O sabah özenle giyinmiştim. Duvarlara tırmanmam gerekeceğini bildiğimden dizlerime kadar üzeri yaldız işlemeli, lacivert Türk kadifesinden dublelerle kendimi korumaya almıştım. Kıyafetim belki de, saygın elçilik görev İller in in kileri andırır bir havada, bir parça abartılıydı. Ama yeşil mavi hareli yeni ipek pantolonumun ve çift kat lacivert kadife ceketimin arasından görünen pırıl pırıl beyaz keten gömleğimin yaratmasını beklediğim etkiden emindim.
Denizlerde ve kıyı kayalıklarında geçen yaşamım bana uzun ve güçlü bir çift bacak, düzgün kalçalar ve gergin bir karın vermişti. Bu yüzden pantolonun beliyle çift kat ceket tam olarak buluşmuyor ve bu aralıktan da gömleğim görünüyordu. Bu görüntünün daha fazla aşırılıkla gölgelenmesini istemediğim için kısa kenarlı bir dövüş şapkası seçmiştim. Uzun. hareketsiz bir bekleyişten ve bu genç kızın üzerimdeki ateşli etkisinden titreme nöbetine girmek üzereydim ama yine de şapkamı prova edilmiş bir kabadayıca havayla omuzlarıma doğru geri almayı başararak onunla yüz yüze geldim, sonra da hemen çenemi ovaladım.
Hâla yeterince çoğalmamış olan sakalımı tarayarak, şekiller vermeye çalışarak, alışılmışın dışında zaman harcamıştım o sabah. Sonunda da Madonna Baffo’nun, temiz traşlı Batılı bir görünüşü, benim bir türlü hâlâ edinemediğim sakallı Doğulu görünüşüne tercih edeceğini umarak sinekkaydı traş olmuştum.
Ne yazık ki iki saat sonunda uzamaya başlayan kıllar yalnızca çene ucumdakiler değildi ve almış olduğum bu kararın doğruluğundan artık kuşkudaydım. On beşimde, yaşıma göre bayağı deneyimden geçmiştim, ama bunun bana kazandırdığı özgüven, doğrusu bayağı azalmaya başlamıştı.
Baffo’nun kızı beni kahverengi sonbahar yapraklarının sakinliğinde gözlerle süzdü. Emsalsiz dolgunluğunu daha sonra öğreneceğim ağzı, görüşmemizin hazırlığında ince ve gergindi. Bakışlarıyla beni İncelemesi güçlü ve kısaydı ama arzudan yoksun değildi. Yine de, bana doğru ilerlerken beni kıvrandıran acılı arzunun tam karşılığı değildi bu. Pek çok kızın böyle durumlarda bir türlü başa çıkamadığı o yüz göz kızarmalarının ve sıkıntıdan ateş basmaların esamisi bile okunmuyordu onda. Benim soylu süsümün püsümün İçine bir dalıverse yalnızca onların altındaki tenimi değil başka şeyleri de göreceği kesindi.
Orada, şaşkın ve kendi düşüncelerimden bile utanarak dikilip kalakaldığım andaki garip durumu ancak uzun yıllar sonra isimlendirebiliyorum. Rastladığı tüm erkeklere yaptığı gibi bende de gözünü dikliği “güç”tü. Üstelik, benim durumumda bu güç, yalnızca bir manastır duvarına tırmanabilmekten İbaret olsa bile…
Baffo’nun kızı kımıldadığında dans eder gibiydi, üstelik de işveli bir kadın gibi değil, yarış Öncesi kapıda sabırsızlanan bir kısrak gibi. O öğleden sonra, henüz on dördünde…
“Safiye Sultan- 1 Hadım Edilmiş Bir Aşk” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarihi Roman
- Kitap AdıSafiye Sultan- 1 Hadım Edilmiş Bir Aşk
- Sayfa Sayısı400
- YazarAnn Chamberlin
- ISBN9751029249
- Boyutlar, Kapak11x5x16,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİnkılap Kitabevi / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Havana’da Türk Tutkusu 1898 ~ Ernesto Gomez Abascal
Havana’da Türk Tutkusu 1898
Ernesto Gomez Abascal
II. Abdülhamit 1897 yılı sonbaharında yaverlerinden, Ordu-yu Humayun’un İstihbarat birimine mensup Ahmet Paşa’yı (gerçek hayatta Hasan Enver Paşa) Küba’ya yollamaya karar verdi. Romanda böyle...
- Mihrimah Sultan ve Mimar Sinan (Hürrem Sultanın Gölgesindeki Aşk) ~ Mina Oğuz
Mihrimah Sultan ve Mimar Sinan (Hürrem Sultanın Gölgesindeki Aşk)
Mina Oğuz
Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan bir kızı dünyaya gelir. Muhteşem padişah kızının adını kendi koyar: Mihrimah. Güzel sultan, büyüdüğünde iki talibi olur. Biri Diyarbakır...
- Balkan Acısı ~ Yılmaz Gürbüz
Balkan Acısı
Yılmaz Gürbüz
Balkanlar, İmparatorluk coğrafyamızın parçasıdır. Evlad-ı Fatihan uzun asırlar bu topraklarda çeşitli kavimlerle iç içe huzurla yaşadı ve onları adalet içinde huzurlu yaşattı. Gündönümümüz başladıktan...
Anlatım akıcı ama bence Türkleri fazla aşağılamış.Yazarlar daha dikkatli davranmalı bu konularda…
Türkleri aşağılamamış ,gayet güzel ve akıcı bi kitap 15. Yüzyılda osmanlı devleti bu şekilde yaşıyor du ki bir çok devlet bu şekilde yönetiliyordu ..bunu kabullenseniz tüh kaka kötü falan olmazsınız ama Türk milleti sütten çıkmış ak kaşıktır ,kahramandır falan diye iddia edip kötü hiç bir eleştiriyi kabul etmezseniz ;dünyanın en cahili olursunuz .her ülke kendi geçmişinde yapılan hataları kabul edip çağdışı buluyor ama sıra Türklere gelince hiç bir şeyi kabul etmiyor ,yabancıların kötülemesi olarak açıklama getiriyorlar. okuldaki tarih kitaplarında kanramanlık ve yardımseverlikten başka hiç bir şey yazmazlar zaten…. o ütopik Osmanlı tarihi kitapları birer kandırmacadan ibaret …gerçek Osmanlı tarihini venedik kaynaklarından öğrenebilirsin