“Saf Bir Yürek öyküsü sıradan bir yaşamın, bağlandığına coşkudan uzak bir biçimde bağlanan, taze, ekmek gibi yumuşak, dindar ve yoksul bir köylü kadının öyküsüdür.” Flaubert Fransız edebiyatında gerçekçiliğin öncüsü sayılan Gustave Flaubert, birçoklarınca başyapıt kabul edilen öyküsü Saf Bir Yürek’te, biricik aşkı Théodore askere alınmamak için hali vakti yerinde bir kadınla evlenince, çalıştığı çiftlikten ayrılıp başka bir kentte yaşayan dul bir kadının hizmetçisi olan Félicité’nin öyküsünü anlatır. Karşılıksız veren, karşılıksız seven bu talihsiz kızın hikâyesi eşliğinde ruhsal bir yolculuğa çıkarır okuru. Flaubert’in tüm yazınsal ustalığını sergileyen bu eşsiz öyküyü Samih Rifat’ın çevirisiyle sunuyoruz.
Önsöz
“Öyküm ilerliyor! Herhalde iki ay içinde bitirmiş olurum; Saf Bir Yürek sıradan bir yaşamın, bağlandığına coşkudan uzak bir biçimde bağlanan, taze ekmek gibi yumuşak, dindar ve yoksul bir köylü kadının öyküsüdür. Birbiri ardından bir adamı, hanımının çocuklarını, bir yeğeni, baktığı bir yaşlıyı, sonra papağanını sever; papağan ölünce, onu doldurtur, ölürken de papağanı Kutsal Ruh’la karıştırır. Düşündüğünüz gibi alaycı bir öykü değil, tam tersine, çok ciddi ve çok acıklı. Duyarlı ruhları acımaya yöneltmek, ağlatmak istiyorum, çünkü ben de onlardanım.” Gustave Flaubert, 19 Haziran 1876’da Bayan Roger des Genettes’e yazdığı mektupta, Saf Bir Yürek’i böyle özetler. Öngördüğü gibi kısa bir sürede, 1876 Ağustos’unda da bitirir. Ertesi yıl, bambaşka bir anlayışla yazılmış iki uzun öykünün: Konuksever Aziz Julien Söylencesi’yle Hérodias’ın arasında, Üç Öykü başlığı altında yayımlandığı zaman üç öykü de önemli bir yazın olayı olarak karşılanır. Ama Saf Bir Yürek’e daha bir sevecenlikle bakılır sanki.
O günden bu güne, hazırlanış biçimine, biçemsel özelliklerine, içerdiği oluntular, kişiler ve ortamla Flaubert’in kendi yaşamının ayrıntıları arasındaki ilişkilere varıncaya kadar her şeyi nice uzun ve özenli çalışmalara, nice ilginç yorumlara konu olur. Bu çalışmaları küçümsemek de haksızlık olur: Flaubert’in, elde defter, öyküsünü geçireceği yerlerin özelliklerini saptaması, çalışma masasının üstünde de kahramanı Félicité’nin Loulou’sunun türünden, doldurulmuş bir papağan bulundurması yazın tarihinde benzerine az rastlanır bir biçem ustasının çalışma yöntemini göstermesi bakımından fazlasıyla ilginçtir. Öykü konusundaki değişik yorumlar da ilginçtir. Flaubert’in, daha çalışmanın başlangıcında, Bayan Roger des Genettes’e yazdığı mektupta getirdiği yorum da öyle. Ancak, gene ötekiler gibi, tartışılması gerekir. Böyle bir denemeye son tümceden girişelim dersek, Flaubert’in “ağlatmak istiyorum”, demesi fazlasıyla şaşırtır bizi. Uzmanların yazdığına göre, dostu Georges Sand’a verilmiş bir ödündür bu.
Ama, bana sorarsanız, tutulmuş bir söz değildir: Onun öteki yapıtlarında, örneğin Madame Bovary ya da Salammbô’daki kişisellikten uzak, nesnel, yalın anlatımı burada da karşımıza çıkar, Madame Bovary ya da Salammbô’da olduğu gibi burada da yazar araya girmeye, yorumda bulunmaya kalkmaz. Öykünün hızlı akışı da buna izin vermez ayrıca. Okuru ağlatsa ağlatsa, anlatımın etkisi değil, Félicité’nin soylu yüreği, çıkardan uzak sevgisi ve özverisiyle acı yazgısı arasındaki karşıtlık ağlatır. Bu karşıtlık öykünün alaycı bir öykü olmadığını, dolayısıyla da Flaubert’in Bayan Roger des Genettes’e yazdığının doğruluğunu kanıtlar.
Flaubert Saf Bir Yürek’i başlangıçta özellikle papağan üzerinde yoğunlaştırmayı tasarlamışken, daha sonra onu öyküye ancak son bölümde, Théodore’un, Paul ile Virginie’nin ve Victor’un ardından sokması da alaylı bir anlatımdan kaçma düşüncesinin sonucudur belki. Ama, Félicité’nin son soluğunu verirken, aralanan göklerde “dev bir papağan görür gibi olması”, yani, bir anlamda, Loulou’yu Kutsal Ruh’la özdeşleştirmesi bir alay içermese bile, Bouvard ile Pécuchet’nin [Bilirbilmezler] yaratıcısının karşısında bulunduğumuzu unutmamak gerekir: Hiç beklenmedik zamanlarda varla yok arası bir alayla karşılaşabiliriz. “Fabu, kuşun boğazını sıkıvereceğini söyleyerek gözdağı veriyordu ama kollarının dövmelerine ve kocaman favorilerine karşın acımasız bir çocuk değildi,” tümcesinde olduğu gibi. Saf Bir Yürek bir solukta okunur, ama, onu tüm incelikleriyle kavramak istiyorsanız, bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha okumanız gerekir.
1
Yarım yüzyıl boyunca Pont-l’Évêque’in kentli kadınları, hizmetçisi Félicité yüzünden Bayan Aubain’i kıskandılar. Yılda yüz franga hem mutfak hem ev işlerini yapıyor, dikiyor, yıkıyor, ütülüyor, at gemlemeyi, kümes hayvanlarını semirtmeyi, yayık yaymayı biliyordu ve pek de cana yakın bir insan olmayan hanımına her zaman sadık kaldı. Kadın, yakışıklı ama parasız pulsuz bir adamla evlenmiş, adam 1809 yılı başlarında ölmüş ve ona çok küçük iki çocukla bir sürü borç bırakmıştı. O da yılda en fazla beş bin frank getiren Toucques ve Geffosses çiftlikleri dışındaki bütün taşınmaz mallarını sattı, Saint-Melaine’ deki evini bıraktı ve daha az masraflı bir başka yere, sebze halinin arkasına düşen, atalarından kalma bir eve yerleşti. Arduvaz kaplı bu ev, nehre çıkan dar bir sokakla bir geçit arasındaydı. İçinde, insanı sendeleten düzey farklılıkları vardı. Dar bir giriş, Bayan Aubain’in bütün gün pencere kenarında hasır bir koltukta oturduğu salonu mutfaktan ayırıyordu. Beyaza boyalı duvar kaplamasının önüne sekiz maun sandalye dizilmişti. Eski bir piyanonun üstünde piramit biçiminde bir karton kutu yığını yükseliyor, hepsinin tepesinde de bir barometre duruyordu. Sarı mermerden, XV. Louis tarzı şöminenin iki yanına, işlemeli kumaş kaplı iki geniş koltuk yerleştirilmişti. Ortadaki duvar saatinde bir Vesta Tapınağı betimi vardı ve tüm bu bölüm biraz küf kokuyordu; çünkü döşemesi bahçeden daha aşağıdaydı. Birinci katta önce madamın odası vardı.
Duvarları soluk çiçekli bir kâğıtla kaplı, çok büyük bir odaydı bu; bir duvarında da mösyönün züppe delikanlı kılığında bir portresi asılıydı. Bu odadan, daha küçük bir başkasına geçiliyor ve orada şiltesiz iki çocuk yatağı görülüyordu. Ardından her zaman kapalı duran, üstlerine çarşaf örtülmüş mobilyalarla dolu salon geliyordu. Bir koridorla çalışma odasına geçiliyordu daha sonra; burada rafları kitap ve eski püskü kâğıtlarla dolu bir kitaplık, siyah ahşaptan büyük bir çalışma masasını üç yandan sarıyor, karşılıklı iki duvar panosu da daha iyi zamanların ve yitip gitmiş bir zenginliğin anısı kamışkalem desenler, guvaş manzaralar ve Audran’ın gravürleri altında kayboluyordu.
İkinci katta, kırlara bakan bir tepe penceresi, Félicité’nin odasını aydınlatıyordu. Félicité sabah ayinini kaçırmamak için şafakla kalkıyor ve hiç ara vermeden akşama dek çalışıyordu; akşam yemeği bittikten, tabak çanak yerleştirilip kapı dikkatle kapatıldıktan sonra da yanan kütüğü küllerin altına gömüyor ve elinde tespihi, ocağın önünde uyuyakalıyordu. Pazarlıkta kimse onun eline su dökemezdi. Temizliğe gelince; tencerelerinin parıltısı, öbür hizmetçileri her zaman umutsuzluğa düşürmüştü. Tutumluydu; yemeğini yavaş yavaş yer, onun için özel olarak pişen ve yirmi gün giden altı okkalık ekmeğinin kırıntılarını masadan parmağıyla toplardı. Mevsim ne olursa olsun, sırtından topluiğneyle tutturulmuş basma bir yemeni, saçlarını gizleyen bir başlık, kül rengi çoraplar ve kırmızı bir iç etek giyer, gömleğinin üstüne de hastane hemşireleri gibi göğüslüklü bir önlük geçirirdi. Yüzü zayıf, sesi inceydi. Yirmi beş yaşındayken kırkında görünüyordu; ellisinden sonra da yaşı bütünüyle anlaşılmaz oldu. Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.
2
Onun da, herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu. Babası duvarcıydı ve bir iskeleden düşüp ölmüştü. Sonra annesi öldü, kız kardeşleri oraya buraya dağıldılar; bir çiftçi onu yanına aldı ve daha küçücükken bekçi diye kırdaki ineklerin başına dikti. Yırtık pırtık giysiler içinde tir tir titriyor, yüzüstü uzanıp su birikintilerinden içiyor, saman üstünde uyuyor, hizmetçilere hizmet ediyor, olmadık şeyler için dayak yiyordu ve sonunda otuz paralık bir hırsızlık yüzünden kovuldu; üstelik parayı da o çalmamıştı. Başka bir çiftliğe girdi, orada kümes bakıcısı oldu; patronlarının hoşuna gidiyor, bu yüzden de arkadaşları onu kıskanıyorlardı. Bir ağustos akşamı (o sırada on sekiz yaşındaydı), onu Colleville Panayırı’na götürdüler. Oraya adımını atar atmaz şaşkına döndü; çalgıcıların patırtısı, ağaçlardaki ışıklar, alacalı bulacalı giysiler, danteller, altın haçlar, hep birlikte sıçrayıp duran onca insan aklını karıştırdı; bir kenarda alçakgönüllü bir edayla duruyordu ki, dirseklerini bir araba okuna dayamış, piposunu içen, iyi giyimli genç bir adam onu dansa çağırdı. Kıza elma şarabı, kahve, peksimet ısmarladı, bir boyun mendili satın aldı, sonra da niyetini kestirdiğini düşünerek evine bırakmayı önerdi. Bir yulaf tarlasının kıyısında onu hoyratça yere yatırdı. Kız korktu ve bağırmaya başladı. Delikanlı uzaklaştı. Başka bir akşam Beaumont yolunda ağır ağır ilerleyen büyük bir saman arabasının önüne geçmek istedi; tekerlekleri sıyırıp geçerken de Théodore’u tanıdı.
Delikanlı sakin bir tavırla yanına geldi ve olup bitenleri bağışlaması gerektiğini söyledi: Hepsi “içkinin suçuydu” çünkü. Ne yanıt vereceğini bilemedi kız; oradan kaçıp gitmek istiyordu. Hemen konuyu değiştirip hasattan, beldenin önemli kişilerinden söz etmeye başladı Théodore; çünkü babası Colleville’den ayrılıp Écots’ların çiftliğine geçmiş, bu yüzden de artık komşu olmuşlardı. “Öyle mi!” dedi kız. Delikanlı, kendisini evlendirmek istediklerini de ekledi. Gerçi acelesi yoktu ve hoşlanacağı bir kadın arıyordu; kız başını eğdi. O zaman evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sordu delikanlı. Kız gülümseyerek, insanlarla alay etmenin kötü bir şey olduğunu söyledi. “Hayır, inanın ki!..” Ve sol koluyla kızın beline sarıldı. Onun koluna yaslanarak yürüyordu şimdi kız; yavaşladılar. Rüzgâr hafifçe esiyor, yıldızlar parlıyordu; arabadaki koskocaman saman yığını önlerinde sallanıyordu ve ayaklarını sürüyen dört at, yerden toz kaldırıyorlardı.
Sonra, herhangi bir komut beklemeden sağa saptı atlar. Delikanlı kızı bir kez daha öptü; kız karanlıkta kayboldu. Ertesi hafta, kızdan buluşma sözleri kopardı Théodore. Avlu diplerinde, duvar arkalarında, ıssız bir ağacın dibinde buluşuyorlardı. Kız, küçük hanımefendiler gibi masum değildi; hayvanlardan her şeyi öğrenmişti. Ama aklı ve onur içgüdüsü, kendini koyvermesini engelledi. Bu direniş, Théodore’un aşkını körükledi ve onu kandırmak için (belki de saf yüreklilikle) evlenme önerisinde bulundu. Kız inanmakta zorlanınca büyük yeminler etti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıSaf Bir Yürek
- Sayfa Sayısı56
- YazarGustave Flaubert
- ISBN9789750740060
- Boyutlar, Kapak14 x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Memleket Hikâyeleri ~ Ayfer Tunç
Memleket Hikâyeleri
Ayfer Tunç
“Bu topraklarda doğan herkes gibi ben de kusurlu genlerimizden az çok taşıyor olmalıyım ki anlattığım küçük hikâyelerin hangisini yaşadım, hangisini dinledim, hatta bazılarını farkında...
- Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz ~ Miguel de Unamuno
Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz
Miguel de Unamuno
1898 kuşağının en güçlü kalemlerinden Miguel de Unamuno’nun felsefesinin ve yazınının timsali olarak görülebilecek Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz’de dönüm noktasındaki İspanya’ya gökten...
- Pandora’nın Kalbi 1 ~ Dilara Keskin
Pandora’nın Kalbi 1
Dilara Keskin
Eğlenceli bir tatil ne kadar ölümcül olabilir? Elisa Yıldırım, erkek arkadaşı ve dostlarıyla birlikte dağ evinde yapacağı tatil için heyecan içindedir. Issız ve telefonun...