Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sabahın Üçü
Sabahın Üçü

Sabahın Üçü

Gianrico Carofiglio

Anne ve babası o henüz çocukken ayrılan genç Antonio, bir gün sebebi belirsiz krizler yaşamaya başlar; konan teşhise göre epilepsi hastasıdır. Marsilya’da alanında uzman…

Anne ve babası o henüz çocukken ayrılan genç Antonio, bir gün sebebi belirsiz krizler yaşamaya başlar; konan teşhise göre epilepsi hastasıdır. Marsilya’da alanında uzman bir doktorun methini duyan aile, soluğu turistlerce tekinsiz bulunan bu eski liman şehrinde alır. Muayeneden sonra durumun geçici olduğunu öğrenirler fakat emin olabilmek için son bir test yapılmalıdır: Antonio normal hayatına devam edeceği iki gün iki gece boyunca uykusuz kalmalıdır, krizler buna rağmen tetiklenmezse tamamen iyileşmiş sayılacak, bu zaman zarfında uykuya dalmadığından emin olmak için babası da ona eşlik edecektir. Ve böylece baba oğulun kırk sekiz saat boyunca müzik, aşk, matematik, felsefe kısaca hayat üzerine sohbet ederek şehrin sokaklarını arşınladığı ve birbirlerini belki de ilk kez tanıdığı bir yolculuk başlar…

İtalya’nın en çok okunan yazarlarından olan Carofiglio, 80’ler Marsilya’sının ana karakterlerden biri olduğu bu hikâyede sade bir anlatımla derin anlamların peşine düşerken hayatta en çok kıymet verileceklerin altını zarafetle çiziyor.

“Yürüyerek çıkılan bir yolculuk; kanlı canlı fakat yine de sessizce yas tutan bir öykü.”

Kirkus Reviews

“Antonio’nun samimiyetle aktarılan, acı tatlı deneyimlerinde baş döndürücü bir büyüme öyküsü gizli.”

Publishers Weekly

“Son sayfalara yaklaştığınızı fark edince üzüldüğünüz, bitmesin diye okumayı yavaşlattığınız romanlardan.”

il Fatto Quotidiano

“Şefkatli, çarpıcı, yürek ısıtan bir hikâye.”

Seattle Times

1

Ne zaman başladığını bilemiyorum. Belki yedi yaşındaydım, belki biraz daha büyüktüm, tam olarak anımsayamıyorum. Küçükken neyin sıradan, neyin sıradışı olduğu belirsizdir. Aslında düşününce, bunun yetişkinlikte de geçerli olduğunu söyleyebilirim. Ama bu konuyu saptırmak olur ve mümkün olan sınırlar dahilinde konudan sapmamaya niyetliyim.

Sonuç olarak aşağı yukarı ayda bir kez tuhaf, üstüne üstlük tedirgin edici bir hal yaşıyordum. Hiçbir belirti göstermeksizin, hatta hiçbir şey hissetmeden, kendimi yok olmuş gibi hissediyor, beni çevreleyen her şeyden kopuyordum ama aynı zamanda tüm duyularım keskinleşiyordu.

Genelde dış dünyadan gelen uyarılar konusunda seçiciyizdir. Sesler, kokular ve her türden görünür varlıkla çevrili olmamıza rağmen nesnel değilizdir; kulakzarımızda titreşen her şeyi işitmeyiz, burnumuza ulaşan her kokuyu duymayız, retinamıza çarpan her şeyi görmeyiz. Hangi algıların bilince taşınacağına, hangi bilgilerin kayda alınacağına beyin karar verir.

Gerisi dışarıda kalır; dışarıda kalır ama yine de hepsi oradadır. Pusuda bekler, diyebilirim buna.

Şimdi okumaya ara verin ve çevrenizde var olan ama birkaç saniye öncesine kadar farkına varmadığınız gürültülere verin dikkatinizi. Sessiz bir odada olsanız bile, uzakta çalışan bir aygıtın sesini, bir hışırtıyı, bir uğultuyu, yakın ya da uzak sesleri, seçemediğiniz ama var olan sözcükleri ayırt edebileceksiniz. Ayrıca bedeninizin ürettiği hareketlerin, titreşimlerin de bilincine varacaksınız: Soluğunuzun, kalp atışınızın, sindirim sisteminizin.

Bu hoş bir duygu olmayabilir ve benim için de kesinlikle hoş değildi. Şimdi biliyorum ki beynim seçiciliği kesiyor ve çevremde ne var ne yoksa hepsini emiyordu. Bu duruma bir de başkalarıyla temas kurma yeteneğinin geçici biçimde donması eşlik ediyordu: Bunca uyarıyla iletişim kurmam mümkün olamıyordu. Birkaç dakikalığına konuşamıyor, bir kenarda, sarhoş gibi oturup kalıyordum.

Yıllar boyunca kimseye söz etmedim bundan. Varoluşumun normal bir özelliği olduğunu sanıyordum, hem zaten istesem de nasıl anlatacağımı bilemezdim. Bu deneyimi tanımlayabilecek sözcüklere sahip değildim.

Derken günün birinde bu hal sınıf arkadaşlarımdan birinin evindeyken ortaya çıktı. Jandarma subayının oğlu Ernesto, geniş bir daireden oluşan lojmanda oturuyordu. Yemek odasındaydık ve bu ayrıntıyı neden hatırladığımı bilmiyorum amakaramelli şekerlemeler yemiş ve bir masa üstü futbol oyunu olan Subbuteo oynuyorduk.

Annesi koltukta oturuyor, sanırım örgü örüyordu.

Atağa kalkmış, gol atmak için uygun bir pozisyon almıştım ki yapamadım. Ansızın ve o ana dek hiç deneyimlemediğim bir şiddetle, tüm gürültüler devasa bir kakofoniyle büyük bir sele dönüşmüş gibi üzerime yürüyordu. Öylesine güçlü bir darbe aldım ki birkaç saniyeliğine kendimi kaybettim.

Daha önce Ernesto’nun annesinin oturduğu koltukta kendime geldim. Üzerime eğilmiş, yüzümü okşuyor ve endişeli bir ses tonuyla konuşuyordu.

“Antonio, Antonio, nasıl hissediyorsun kendini?” “İyiyim,” dedim, kendim de inanmasam da.

“Ne oldu sana?”

“Ne oldu bana?”

“Konuşmuyordun ve sanki işitmiyordun da. Sonra bayıldın.”

Gürültüler kesilmişti ama sersemliğim sürüyordu ve bir şey söyleyemedim. Bunun üzerine Ernesto’nun annesi, anneme telefon etti ve olup biteni anlattı. Eve döndüğümde yeni bir sorguya tabi tutuldum.

“Ne oldu sana Antonio?”

“Bilmiyorum. Tuhaf bir şey.”

“Ernesto’nun annesi seninle konuştuklarını ama sersemlemiş ya da uyuyakalmış gibi yanıt vermediğini söyledi.” “Arada sırada oluyor böyle…”

“Ne demek oluyor böyle?”

Zaman zaman yaşadığım ama bugün çok daha şiddetli bir boyutta ortaya çıkan hissi tanımlamak için kendimi zorladım.

Göğsümün içinde biri davul çalıyordu sanki. Soluğum öylesine ağırlaşmıştı ki dikkatim dağılır da soluk almayı düşünemezsem boğularak ölecektim sanki.

En bilinen sesler bile karmakarışık bir gürültüye dönüşmüştü.

Ayrıca belli aralıklarla yaşadığım başka bir şey daha vardı: Yaşamakta olduğum anı, daha önce yaşamışım hissi. Daha sonra bana buna dejavu dendiğini ve nispeten normal sayıldığını söyleyeceklerdi. Fakat o zamanlar bunu bilmediğimden, kendimi hayaletler dünyasında yaşar gibi hissediyordum.

Annem babamı aradı ve o da yarım saat sonra yanımıza geldi. İşte bu bana durumun hayli ciddi olduğunu, belirtileri küçümsemiş olabileceğimi düşündürdü. Annem ve babam dokuz yaşımdayken ayrılmışlardı ve o günden sonra babam -daha önce kendi evi de olanannemin evine sadece birkaç kez adım atmıştı; o da asla gece saatlerinde değil. Ona gideceğim günler babam beni almaya gelirdi; merdivenlerden iner, otomobiline binerdim ve giderdik.

Babam da aynı soruları yineledi, sanırım ben de aynı yanıtları verdim. Ardından aile hekimimiz Doktor Placidi’yi aradılar. Beyaz posbıyıkları olan, yaşlı, sevimli bir beydi, burnunda belirgin kılcal damarlar ve soluğunda adını ancak daha sonraki yıllarda koyabileceğim tatlımsı bir koku vardı. Annem ve babam güvenilir aile hekimimizin alkole düşkünlüğünün farkında mıydı bilmem.

Eve geldi, beni muayene etti, bolca soru sordu. Kasılmam var mıydı? Kasılmanın ne olduğunu açıkladı, ben de hiç yaşamadığımı söyledim. Renklerin iç içe geçtiği sanrılar gördüğüm ya da mutlak karanlığa gömüldüğüm anlar oluyor muydu? Hayır, bunlar da yoktu.

Bir tek zaman zaman o aşırı duyarlılığı yaşıyordum ama o sırada bilincim yerinde oluyor ve zorlukla da olsa yönümü belirleyebiliyordum.

Ernesto’nun evindeki o öğleden sonra her şeyi daha yoğun hissetmiştim ama yine de okulda dalgınlaştığım, öğretmenlerin söylediklerini dinlemediğim ve hayaller kurduğum anlardan çok da farklı değildi.

Hekim, “Okulda dikkatinin dağıldığı oluyor mu?” diye sordu.

“Kimi zaman, evet.”

“Sanki öğretmenlerin söylediklerini duymuyormuşsun gibi mi?”

Bir anlığına anne babama baktım. Bu türden bir bilgiyi onlarla paylaşma konusunda kararsızdım ama hekimle işbirliği yapmam gerektiğine karar verip başımı salladım. Sanki doğru yanıtı vermişim gibi, onaylarcasına gülümsedi. Soluğundaki koku her zamankinden biraz daha güçlüydü.

Bir takım tuhaf hareketler yaptırdı: Tek ayak üzerinde dengede durmak, gözlerimi yumup önce sağ sonra sol işaretparmağımla burnumun ucuna dokunmak, onun başparmağını yumruğum içinde iyice sıkmak gibi.

Sonunda babama dönüp, “Kaygılanacak bir durum yok,” dedi. “Normal bir nörovejetatif rahatsızlık, bu yaştaki çocuklarda görülür, özellikle de duyarlı olanlarda. Ergenlikle birlikte belirtiler kaybolacaktır.” Sonra bana döndü ve ekledi:

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Martin Eden (Türkçe) ~ Jack LondonMartin Eden (Türkçe)

    Martin Eden (Türkçe)

    Jack London

    Martin Eden Jack Londonın hayatından belirgin izdüşümler taşıyan özyaşamsal bir roman. Hayalleri kadar iradesi de güçlü bir genç, sosyal statüsünü değiştirmek için giriştiği yazar...

  2. Kutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı) ~ Samantha YoungKutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı)

    Kutsanmış Kan (Kan Günlükleri Serisinin 1. Kitabı)

    Samantha Young

    Eden bir “Kutsanmış”, Ankhların deyimiyle bir Ruh Yiyici’dir. Kutsanmışlar, insanların ruhlarıyla beslenerek hayatta kalabilen canlılardır ve bunu ilk yaptıklarında bir insanın ruhunu tamamen almaları...

  3. Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar ~ Stephen KingAnahtar Deliğinden Esen Rüzgar

    Anahtar Deliğinden Esen Rüzgar

    Stephen King

    Roland ve arkadaşları, ışın demetine doğru süren yolculuklarında yeri göğü birbirine katan, ağaçları köklerinden söken bir fırtınaya yakalanırlar. Fırtınadan korunmak için sığındıkları yerde, Roland...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur