Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sabahın Bir Devamı Vardı
Sabahın Bir Devamı Vardı

Sabahın Bir Devamı Vardı

Muzaffer Kale

Bazı düşünceler küçük şimşeklere benzer, yanıp sönmeler halinde ilerliyor. Örneğin ayrılık düşüncesinin sarı olması gibi… Sapsarı bir evin sarı perdeleri var. Aklın sarı çalışıyor….

Bazı düşünceler küçük şimşeklere benzer, yanıp sönmeler halinde ilerliyor. Örneğin ayrılık düşüncesinin sarı olması gibi… Sapsarı bir evin sarı perdeleri var. Aklın sarı çalışıyor. ‘‘Seni asla unutmayacağım!’’ diyor biri. Söylenirken yeşilimsi olan bu sözcükler kısa bir zaman sonra sararıyor. Asıl renkleri bu. Düşüncelerin ayarını duygular yapıyor yine de. Güneş Sepeti kitabıyla geçtiğimiz yıl Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülen Muzaffer Kale’nin yeni öyküleri, Sabahın Bir Devamı Vardı’da bir araya geliyor. Dünyanın üzerimizde iz bıraktığı anlar vardır, yalnızca yaşantımızın değil, gökyüzünün, bulutların, kuşların ve meteorların sesiyle uyanırız. Kale, günlük konuşmaların, bakışların yarattığı kırılma anlarını öyküsüne taşıyor, son yıllarda yaşanan toplumsal değişimleri de not düşerek…

İçindekiler

Işıklar… …………………………………………………………………..13
Kaçıncı Gün Bugün ………………………………………………….19
Boşlukta ………………………………………………………………….25
Yıldızlı ……………………………………………………………………31
Sanki Zaman Hiç İlerlemiyor …………………………………….39
Bazen Hiçbir Şey Görünmüyor ………………………………….47
Bir Yolculuk Yapıyorduk ……………………………………………53
Aynen …………………………………………………………………….67
Hiçbir Şeyin Garantisi Yok Tabii ………………………………. 69
Sıradaki ………………………………………………………………….77
Başka Güneş Başka Deniz …………………………………………81
Kuş Çanağı ……………………………………………………………..85
Aklımda …………………………………………………………………91
Gecenin İkisiydi ve Hiç Uykum Yoktu ………………………..97
Yanında Kâğıt Bulundurmayacaksın ………………………….105

IŞIKLAR…

Vücut sıcaklığında yoğun bir sıvının içinde, ayaklar aşağı doğru sarkık, kollar hafifçe iki yana açık, kendinden yarı geçmiş bir halde dibe doğru süzüldüğümü düşünüyorum. Dibe doğru… Her ne kadar elle tutulur bir dip olmasa da böyle teselli verici, durduk yere insana güzel şeyler hissettiren bir düşünce mevcut. Kendisi burada olmayan bazı şeylerin duygusu, yoğun olarak yaşanıyor burada. Öyle sanıyorum. Bedenimi bir şey belli belirsiz aşağı doğru çekiyor. Karşı koyamıyorum. Sıvı, sarımsı ve oldukça yumuşak, ağzımda nar yemişim gibi bir tat var. Sıvıdan olmalı bu tat; sıvı ılık ve koyu, evet, sanırım yeterince güven verici, endişeye benzer hiçbir kıpırtı yok içimde. Endişe duymadığım için şanslı sayılırım. Aydınlık var bir de tabii, aydınlığın oluşu insanın kafasında çeşitli tehlikelerle dolu dehlizlerin oluşmasına, o dehlizlerde birbirini kovalayan seslerin yankılanmasına izin vermiyor. Ağrı duymuyorum. Ağrıyı tamamen ortadan kaldırıyor olmalı bu sıvı. Sağaltıcı özelliği olduğundan eminim. Uzunca bir zamandır bu sıvının içindeyim. Uzunca bir zamanın ne kadar uzun olduğu hakkında hiçbir sağlıklı düşüncem yok. Doğrusu bunu bilmiyorum. Beni bu sıvının içine yatırmışlar. Bu sıvının içinde olmam, benim yaşamam için öne çıkan seçeneklerden en iyisi olmalı. Böyle düşünmek bana iyi geliyor.

Bu düşünceyle uyum içinde olunca geleceğe ait düşüncelerim garanti altına alınmış gibi geliyor. Yürüyorduk, büyük bir patlama oldu. Ardından silah sesleri… Vurulduğumu anımsıyorum. Beni biri vurdu. Birisinin silahından çıkan mermiyle vuruldum. Yo hayır, canımın yandığını asla söyleyemem. Böyle bir şey duymadım. Kulaklarım uğultunun içinde kaldı, toz bulutuyla birlikte havalanır gibi oldum. Gözlerim karardı, uzun süre nefes almakta zorlandım, yere düştüğümü fark etmemişim. Öyle, yere nasıl yumuşacık inilir, bilmiyorum işin doğrusu. Sırtıma taş gibi sert bir şey batmasa, hâlâ bilmeyeceğim yerde olduğumu. O sırtıma batan şey de zerre kadar acı vermiyor; ama orda olduğunu biliyorum, sert, biçimsiz bir şey. Ambulansın sirenini oldukça net anımsıyorum. (Bende film ilk önce orada kopuyor.) Beni bu sıvının içine yatırmışlar. Ben şimdi ana rahmindeyim, diyorum. Hiç olur mu böyle bir şey, olmaz tabii; ama olsun, ben öyle diyorum. Aklımdaki ana rahmiyle uygunluk içinde buradaki durumum. Hayattayım. Yaşıyorum. Sonra, öyle demem veya öyle dememem neyi değiştirir ki! Göbek bağım olmalı bu hareketsiz duran elime değen, hortum gibi şey… Aslına uygun hale getirmiş olmalılar. Beslenme işlerini oradan sağladığım kesin. Bu bilgiyi nereden biliyorum. Bilgi parlaktır ve öğretilebilendir. Bana kim öğretmiş olabilir bu parlak bilgiyi. Veya böyle bir bilgiye nasıl ulaşmış olabilirim. Veya o bilgi, benim kendisine ulaşabileceğim kadar yakınımda nasıl olabilir! İnsan, bilinenlerin ne kadar dışındaki öğrenmelere, bilmelere de ulaşabilir. Miş. (Burada da bir kopukluk var.) Başparmağımı bulamıyorum. Başparmağımı bulamıyorsam onu kendimin ana rahminde emmiyorum demektir. Bu iyi! İleride baş etmem gereken böyle bir alışkanlığım olmayacak. Bazıları delikanlı adam olduklarında bile terk edemiyorlar parmak emmeyi; emdikleri o elin başparmağı, emmedikleri öteki elin başparmağına göre incecik ve bembeyaz kalıyor. (Burada sanırım yeni bir kopukluk oluşuyor. Bu kötü işte, yeni oluşması kötü kopukluğun…) Nasıl bir kurşundu ki öyle, beni bu hale getirdi bu! Kaç parçaya ayrıldım tam bilmiyorum, dur bi’ dakika, parçalara ayrıldığım doğru olabilir mi; ama düşünebiliyorum hâlâ… Ellerim ve ayaklarım yerlerinde değilmiş gibi, öyle geliyor bana; çünkü el ve ayaklarım beni dinlemiyor. Sözüm geçmiyor onlara. İsteklerim doğrultusunda hareket etmiyorlar. Oynatamıyorum onları. Belki de koptular gerçekten. Ama artık öyle kol, bacak kopması gibi rahatsızlıkların, evet aynen öyle, rahatsızlık diyebiliriz bu tür şeylere, kolayı var artık onların. Tıp gelişti. Tıp acayip ilerledi şimdi. Ânında yerlerine dikiyorlar kopan uzvu. Ohoo! İzi bile kalmıyor sonra. Dediğine bak sen! Oğlum, estetik cerrahi var, estetik cerrahi! Bilgi bu. Bilgi yerinde durmaz ilerler. Bu can suyunun içinde önce beynim şekillenmiş olmalı. İnsan demek, beyin demektir. Beynin başladığı yerde insanlık başlar. Bu dünyaya insan olarak gelme şansını yakaladığım için kendimi çok şanslı hissediyorum! Buradan bütün insan kardeşlerime, insan olma şansını yakalamış bütün kardeşlerime sonsuz selamlarımı ve esenlik dileklerimi ve barış içinde bir arada din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin sonsuza kadar huzur dolu, mutluluk dolu bir dünyada yaşamak için, –hey, ne oluyor, lütfen ışıklarla oynamayalım!– sevgi ve özlemlerimi gönderiyorum. En önemli aydınlanmanın merkezidir beyin. Her şey ona göre şekillenir. Şehirler onun şeklini alır, limanlar, tersaneler, kanalizasyon şebekeleri, silikon vadileri… Beyin hızının önüne hiçbir şey geçemez. Beynin… Beyne… (Burada yeni bir kopukluk çalışmaya başladı.) O nasıl isterse öyle olur! “Kıpırdamak” değil, başlangıçta bir solucan gibi “kımıldamak” gülünç gelebilir. Ama bazı konularda gülünç diye bir şey yoktur ve asla da olmamıştır. Yumuşak ama gerçek… Yumuşak ama bölünebilir. Bölündüğü yerden çoğalarak yaşamayı sürdürür. Onu bölmek, yaşaması için ona iyilik etmektir. (Küçük bir kopukluk var burada, sorun çıkaracağını sanmıyorum, o kadar kopukluk her yerde olabilir. Yukarı doğru gidiyor.) Gök gürültüsü bu kadar şiddetli olduğuna göre çalkantılı bir hava olmalı dışarıda. Yağmur damlaları camı dövüyor. Yanılıyor olamam. Ses bunu gösteriyor. Pencereye yakın olmalıyım. Ansızın bastıran bu yağmur güçbela kendini toparlamaya çalışan aklımı allak bullak ediyor. Eskiden severdim yağmurun sesini, şimdi yağmurun sesini kaldıramaz olduğuma şaşırıyorum. Ansızın yağmura yakalanan insanları canlandırıyorum kafamda. Bir film karesi gibi… Hafif bir yağmur müziği duyuluyor. Yağmur iyice dağıtıyor insanları. Karşıdan karşıya geçerken sağlarına sollarına bakmadan geçiyorlar. Birbirlerinin içinden, izin almadan, “pardon” demeden geçip gidiyorlar. Yerleri sürekli değişen bir leke olarak görünüyor insanlar. Daha canlılar, uçar gibi yürüyorlar. Işık arka taraftan böyle çok canlı gelince, insanların yüzlerini göremiyorum. Sis çökmüş gibi yapıyor ortalığı ışık. Işığın fazlasının geçici körlük yaptığını eskiden de biliyordum; ama gerçekten öyle olduğunu bilmiyordum. Bazı insanların hareketlerinin ise ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bilemiyorum. Çok uzaklardan kopmuş geliyor gibiler. Kovulmuşa benziyorlar. Sanki canlarını zor kurtarmışlar. Sırtlarında taşınabilecek hafif yükleriyle merdivene benzer parlayan bir yolun üzerinden yürüyorlar. Evet, yol sanki yere yatırılan çok uzun bir merdiven. Onlar merdivenin basamaklarına basarak başka İsviçrelere, başka Almanyalara, başka Fransalara gitmek istiyorlar. Başka, diyorum; çünkü Almanya onlardan biriyle karşılaştığında başka bir Almanya oluyor. Gecenin sınırlarını kapatıyorlar. Bazı evleri alev alıyor. İsviçre onlardan biriyle karşılaştığında başka bir İsviçre mi oluyor… Fazla mı geliyorlar. Dünyaya fazla gelmek diye bir şey var mıymış gerçekten? Göz değişiyor mu? Dünyaya fazla gelince, seni başka bir gözle mi görüyorlar. İyi bir göz değil midir bu başka göz!

* * *

Bu, boş kalınca ışıklarla oynamayı seveni, sahiden merak ediyorum. Kim bu? Ne istiyor ışıklardan? Işıklardan sorumlu olan görevli, yani ışıkçıbaşı, ona gündüz gözüne, durduk yere ışıklarla oynamanın kimseye yararı dokunmayacağını söylemedi mi? Yani, niye üstüne vazife olmayan işlerle uğraşmayı sever bazı insanlar. Bu ışıklar, sandığın gibi oynamak için buraya konulmamıştır, diye söylenmedi mi ona? Söylediyse neden hâlâ oynamayı sürdürüyor ışıklarla. Al bakalım, rahat yüzü yok, şimdi de sesler başlıyor… Sesler, yeri gelince, kendilerinden hiç beklenmeyecek derecede acımasız olabiliyor. Işıklardan geri kalmıyor sesler. Biraz önce, çok yakın bir yerde, yine iki patlama oldu. İki patlamanın arası otuz saniye ya var ya yok. Öncekinde olduğu gibi aynı… Kırılan cam sesleri arasında yükselen çığlıklar o kadar acıyla doluydu ki, bu çığlıkları “şimdiki zaman” kendine sığdıramadı. Şimdiki zamanın sınırları yetmediği için… eşit olmayan miktarda sesin yarısına yakını tarihin geçmişine… yarısına yakını da tarihin gelecek zamanına doğru… yakıcı bir şimşek gibi yol alışını sürdürdü. Mekte. Bana nişan aldığını sanmıyorum beni vuranın. Ben olduğum için değil, orada “biz” olduğumuz için yaptılar bunu. Büyük bir patlama oldu. Ardından silah sesleri… Taranmış olabiliriz. Neden böyle oldu bilmiyorum. Biz oraya, savaşa karşı barış istediğimiz için yürüyüş yapmaya gitmiştik. Ülkenin dört bir yanından savaşa karşı olan insanlar akın akın geliyorlardı… Burada böyle hareketsiz bir şekilde kendimi toparlamaya çalışırken dağılıp dağılıp bir araya gelen kuş sürüsü gibi uçuşan düşüncelerden gözümü alamıyorum. Düşünceleri kuşmuş, ağaçmış, bulutmuş gibi görebiliyorum, tam olarak ne olduysa bana… bilmiyorum artık! Evet, bilgiyse bilgi: Ben ana rahmindeyim. Güvende oluşum bundan. Şimdiye kadar kendimi hiç böyle güvende hissetmemiştim. Bunun bir açıklaması olacak mutlaka ama ben o açıklamayı yapacak kadar bilgi sahibi değilim. Bildiklerimin çok uzağına çıkamıyorum bazen. Bana söylenmedi böyle bir bilgi. Telaşa gerek yok, her şey yolunda gidiyor. Hayır hayır, sezaryen gerektiren bir durum yok, birbirlerine görüş bildiren doktorların ağzından şahsen duydum bunu, hayır, bunun nasıl olduğunu gerçekten bilmiyorum ama duydum. Benden söz ediyorlardı. Normal doğum bekliyorlar. Yan taraftan bir dere geçiyor, derenin sesini duyuyorum. Başka okşayıcı sesler de var. Kınalı göçmen kuşlar kuzeyden gelmiş. Bir yaprak bir yaprağa sürtünüyor gibi. Karıncanın taşıdığı buğday, sert bir yere sürtününce, buğday sesi çıkarıyor. Düşünce eskisine göre biraz daha dağınık oluyor. O kadar olur. Düşünce dağınıklığı hiç rastlanmayan bir şey değildir. Radyo saat ayarı vermeye başlıyor. Doğumum yakın, bunu iyice hissediyorum. Doğum yaklaşınca radyolar sürekli saat ayarı vermeye başlar. Saat ayarı verilmezse, zamanlar birbirinin içine girer. Işıklar yine başladı. Işıklarla oynayanı ışıklardan uzak tutun demedim mi ben!

….

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıSabahın Bir Devamı Vardı
  • Sayfa Sayısı112
  • YazarMuzaffer Kale
  • ISBN9789750734298
  • Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Güneş Sepeti ~ Muzaffer KaleGüneş Sepeti

    Güneş Sepeti

    Muzaffer Kale

    Yankılanarak dönüyor sesim. Deniz serin ve berrak. Yalnızca başım suyun dışında, bedenim suyun oyunlarına uyarak, dağılıp toplanıyor. Kalbimin pompaladığı kanın sesi kulaklarımda kabarıyor. Nereye...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Koyda ~ Katherine MansfieldKoyda

    Koyda

    Katherine Mansfield

    Yeni Zelanda’da yazlık bir muhitte konaklayan Burnell’lerin hayatında sıradan bir günü anlatan Koyda, bu geniş ailedeki her bir kişinin hayallerini, özlemlerini ve kaygılarını bir...

  2. Yanlışlıkla Mutlu ~ Figen AlkaçYanlışlıkla Mutlu

    Yanlışlıkla Mutlu

    Figen Alkaç

    “Seslerin normalleştiği yerdir ev, kanıksandığı. Kavgalar, kalp kırmalar ve hatta tokatlardır ev. Çok içe atılan hakaretlerin gitgide birikip karardığı yerdir. İçerdeki karaya rağmen aynı...

  3. Ah Be Melek ~ Müge İplikçiAh Be Melek

    Ah Be Melek

    Müge İplikçi

    “Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur