Gerçekten hakikati bilmek istiyor musun?
Peki hakikate ulaşmak mümkün mü?
“İnsanlar öldüğünde izlediği filmler ne olur bilmiyorum. Dinledikleri şarkılar, içlerinde biriken özlemler. Okudukları kitaplar boşa mı okunmuş olur misal? Bir kuş gibi çırpınan kalpleri, ısındıkları bahar güneşleri, ciğerlerine çektikleri taze çimen kokuları. İlk sonbahar yağmurlarıyla gizledikleri gözyaşları. Yalnızlıktan üşüdükleri kışlar, kederi gizlemek için saklandıkları çocukluk gülüşleri, sadece yalnız olmadıklarını düşündükleri için imrendikleri insanlar…”
Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği bir yolculuğun hikâyesi. Sabahattin Ali cinayetini aydınlatmaya çalışan esrarlı bir yazarın, kendi hakikatini de aramasının, her durakta, her otelde, her gecede, her kentte cinayetin izleriyle birlikte kendinden ve hayatından eksik parçaları da bulmaya çalışmasının romanı.
Gökçer Tahincioglu, Sabahattin Ali cinayetinde bugüne kadar gün ışığına çıkmamış, cinayetle ilgili iddiaları doğrulayabilecek belgeleri ince ince örülmüş bir romanın parçası olarak açıklıyor.
Okur için notlar
Bu kitap aynı zamanda bir yolculuğun hikâyesidir. Kurmaca ile gerçeğin, çekirdek hakikatle temsillerin iç içe geçtiği bir yolculuğun romanı. Edebiyatın sınırlarını zorlayarak, bir kurgu içerisinde gerçeği arama biçiminin öncülerinden Javier Cercas’ın birçok romanında altını çizdiği gibi, “Hakikat öldürür, kurmaca kurtarır.” Ancak elbette burada bırakmaz Cercas… Kurmaca hakikati bulmanın yollarından biridir ve üstelik o hakikate erişip, tarihe kazımak için edebiyat eşsiz bir yoldur. Sabahattin Ali ile ilgili hakikati aramak için yapılan bu kurmaca yolculukta, çok sayıda karakter eşlik ediyor kahramana… O karakterlerden; Satılmış, Sabahattin Ali’nin “Çaydanlık” öyküsünden, Kâfir Arap, Sabahattin Ali’nin “Duvar” öyküsünden, Melek, Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek” öyküsünden, Peşkir Yusuf, Sabahattin Ali’nin “Selam” öyküsünden, Maria Puder ve kızı, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanından, Macide, Bedri ve Ömer, Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanından ödünç alındı. Yolculuk boyunca Sabahattin Ali’nin yarattığı o karakterler yoldaşlık ettiler akışa…
Hakikatin anlatılmaya çalışıldığı bölümde yer verilen, uzun emekler sonucunda erişilebilen belgeler için çok sayıda insan seferber oldu. Her birine şükran borçluyum. Ancak izin alınarak kullanılabilecek, çoğaltılabilecek bu belgelere romanda tarihsel bir tartışmayı aydınlatabilmek, cezasızlıkla mücadele konusunda bir fayda sağlayabilmek, karanlıktan kurtulabilmek için yer verildi. Her aşamada yardımlarını esirgemeyen dostlarım Tolga Şardan, Özgür Zeren, Ömer Faruk Arkan, Cengiz Demirhan, Saadet Demirhan, Gökhan Bulut, Banu Tuna, Metin Avdaç, Sibel Yükler, Sırrı Süreyya Önder ve her aşamada büyük emek veren editörüm Duygu Çayırcıoğlu’na da teşekkür borçluyum. Başta Filiz Ali ve İdil Laslo olmak üzere yazım sürecinde vakit ayırıp benimle görüşen, bilgilerini paylaşan bir bölümünün ismini gizli tutmak zorunda olduğum onlarca kişiye de… Vakitsiz kayıpların kederi çember çember genişleyerek etki alanındaki bütün ömürlere yayılır.
O enkazın yükünü kaldırmak da oradan çıkıp hayata karışmak da kolay değildir. Vakitsiz kayıpların peşinde ömürlerini harcayanlar için, hakikati arayanlar için yazıldı bu roman. Bu nedenle roman aynı zamanda, her aşamada yanımda duran, birlikte yollar geçtiğimiz anneme, babama, Gökhan’a, Duygu’ya, Kerem’e, Leyla’ya, Ulaş’a, Gökmen’e, Faruk’a ve Recai’ye de adanmıştır. Ve o yollara yoldaşlık eden, yolculuk boyunca bıkmadan, usanmadan beni ilk kez dinliyormuş gibi bir merak ve heyecanla dinleyen, bu metne de her aşamasında kendi romanıymış gibi emek veren Esra’ya…
Ve elbette beni çocukluğa ve saflığa her defasında inandıran Balina ile Mandalina’ya… Ve elbette başta Nemrut, Düdük ve Gece olmak üzere tüm kedilere… Kiraz ağaçlarına, çınar ağaçlarına, eski bir Bursa’ya… Ve rüzgâra… Edebiyatın sınırını kendinden doğru çizmek isteyen her yazar, bir müddet sonra o sınırsız büyüklük karşısında afallar… “Hakikat öldürür, kurmaca kurtarır”, doğru… Ancak hakikati aramak için kurmacanın içerisinde yaptığın dürüst bir yolculuk gibisi de yoktur…
Gerçekten hakikati bilmek istiyor musun? Otuz, yirmi dokuz, yirmi sekiz, yirmi yedi… Bakışlarını dikiz aynasına doğru çevirip, kendini inceledi. Yanaklarına dokunup, el alışkanlığıyla saçının birkaç telini kulağının arkasına sıkıştırdı. On, dokuz, sekiz, yedi, altı… Aynada, arkadaki arabanın şoförünün dikkat kesilmiş gözleriyle karşılaştı. Aldırmadı, ışığa ve yanındaki sayaçta eksilen saniyelere de bakıyor olabilirdi. Beş, dört, üç… Silmeye çalıştığınız görüntülerin aniden ortaya çıkmak gibi bir alışkanlığı var. Keder, tene yapışan, yok olduğunu düşündüğünüzde başını yeniden uzatan bir kansere benzer. Debriyajdan ayağını çekip, hareketlendi. Çok istediklerine kavuşma imkânı kalmayanların iyi tanıdığı, başka bir hayata razı yeniklikle iç çekti. Unutamadığı konuşmalara dalıp gitti vitesi değiştirirken.
“Pişman değilsin demek…”
“Ne yapabilirdim başka, söylesene, ne yapacaktım ki, oluyor
muydu sence? Benden duy rahatla.”
“Ne oluyor ki senden duyunca?”
“Daha iyi değil mi, söylemese miydim? Beklese miydin beni boş yere. Kızım bekleme beni artık diye söylüyorum. Kolay
mı benim için?”
“İyi yaptın ya… Çok iyi yaptın…”
Hakkını helal ettiğinde kapanmaz defterler ya da içinden mutluluk dileyerek, “Sen mutlu ol yeter,” diyerek… Gece uyumaya çalışmak var, uykusuz gecelerin uyanmak zorunda kalınan sabahları. İntikam sevişmeleri, yıkandıkça deriye kazınan kirler, gözyaşı var. Sokak köşeleri, şarkılar, şiirler var. Minibüsler, bir zamanlar yürürken güzelleşmiş çirkin yollar, ev gülüşmeleri, soğuktan burnunun kızardığı kış akşamları var. Gaza bastı bunları düşünürken.
Araba, kentin son dar caddesindeki, caddeyi iki tarafından boğan, renklerle ayrıştırılmaya çalışılsa da birbirinin aynısı kalmış apartmanların arasından ilerideki üç şerit çevre yoluna doğru ilerledi. Başını sağlı sollu dizilmiş apartmanlara çevirdi. Bu öylesine önünden geçilen mutsuz evlerde yemekler pişer, televizyon izlenir, durmadan meyve yer evin erkeği, kadın sıkça mutfağa gidip gelir… Çocuklar yapılır, gece yatakta iki ara bir dereye sıvı alışverişleri sıkıştırılır, inancı olanlar kalkıp bir de abdest alır…
Kahvaltı hazırlanır, çocuklar okula gönderilir, yine televizyon izlenir, hep televizyon izlenir. Televizyonun sesi, evdeki mutsuzluğun ruhunu bastıran, Allah yokluğunu göstermesin, bir iyilik perisidir. Çay içilir, çocuklar azarlanır, bazen dövülür… Günün sonunda herkes bazen de iyi kalplidir, sadece böyle hissedebilmek için çocuklar bazen de uzak bir şefkatle sevilir. Dar caddeden çıktığında biraz nefes aldı. Alışkanlıkla aynaya baktığında, ışıkta hemen arkasında bekleyen arabanın tamponuna neredeyse yapıştığını fark etti. Yol yeni yeni genişliyordu, birazdan geçip giderdi.
Belli ki aceleci, serseri tiplerden biriydi. Eski yolun çevre yoluna bağlandığı kavşaktaki plazaların, sitelerin yanından geçti. Sıralı, bitmek bilmeyen camlara, sıkışık balkoncuklara baktı. Bu öylesine önünden geçilen mutsuz yeni evlerde, platformların dizileri izlenir, atölyelere gidilip gelinir, bolca telefonda…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Hikaye
- Kitap AdıSabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm
- Sayfa Sayısı270
- YazarGökçer Tahincioğlu
- ISBN9789750535413
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Filmin Ağlanacak Yeri ~ Muhsin Macit
Filmin Ağlanacak Yeri
Muhsin Macit
Muhsin Macit, divan edebiyatı uzmanı bir profesör ama bu öyküleri okudukça bir Anadolu profesörüyle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Kitap, kamyon şoförlüğüyle edebiyat öğretmenliği arasında...
- Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ~ Melisa Kesmez
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz
Melisa Kesmez
“Çıt diye kırılıyor iki insan. Bir vakit kaynadıkları yerden. Kimse duymuyor. Arabalar geçiyor sokaktan. Çocuklar koşuyor. Küfrediyorbiri. Bir kadın camdan bağırıyor mahalle bakkalına: ‘Kadir,...
- Son Voli – Serserilik Zor Zanaat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Son Voli – Serserilik Zor Zanaat
Vecdi Çıracıoğlu
Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda,...