At, güz yağmurlarıyla yeşermiş çayırda otluyordu. Sırtına kalın bir örtü atılmıştı.
Bakımlı bir at olduğu tüylerinin kısa ve parlak olmasından anlaşılıyordu.
Atın kuyruğu ve ayak bilekleri siyah diğer yerleri sütbeyazdı. Ayaklarını karnına doğru çekerek sinekleri kovalarken nalları parlıyordu. Arka ayakları yukarıdan kalın, aşağıya doğru inceliyordu.
***
BALKAR ELMALARI
Günün son dersinde sonbaharla ilgili resim çalışmaları yapıyorduk. Sessizliğimizi, “Elmacı… Elmacı… Elmacı geldi. Bal elmaları bunlar. Kar elmaları bunlar. Elmacı… Elmacı geldi!..” sözleri bozdu. İçimizi büyük bir sevinç kaplamış, yüzümüze kan, gözümüze can gelmişti.
Balkar amca yine gelmişti; ama, ders zili çalmak bilmiyordu. Saniyeler dakika, dakikalar saat olmuştu. Sonunda zil çaldı. Okuldan çıkar çıkmaz köy harmanına doğru yöneldik. Etrafı elma ve hoşaf kokusu sarmıştı. Elmacıyı gözümüz kapalı da olsa bulabilirdik. Harmana vardığımızda elmacının çevresinde çoktan geniş bir halka oluşmuştu. Elmacıya daha yakın olmak ve hareketlerini görebilmek için birbirimizi itiyorduk. İtişe kakışa sonunda biz de kendimize yer edindik ve halkaya katıldık.
Balkar amca, dört çuval elmayı harmana yıkmış, atının semerini indirmişti. Elmalar iri iriydi. Elmaların iki çuvalı kırmızı, iki çuvalı yeşildi. Elmacı, gelenlerin çokluğunu görerek neşeleniyor ve pürüzsüz bir sesle, “Bu elmalar bal!… Bu elmalar alll !…” diye bağırıyordu. Bir ölçek elma, bir ölçek fırınlanmış hoşaflık armut verip bir ölçek mısır ya da fasulye alıyordu. Topladığı mısır ve fasulyeleri ayrı çuvallara dolduruyordu. Kadınların biri gidiyor; biri geliyordu. Birkaç saat içinde iki çuval elma, bir çuval hoşaflık bitmişti. Kırmızı, yeşil elmalardan ve kahverengi hoşaflıklardan biz de birer ölçek aldık.
Atın semeri; kırmızı, beyaz, sarı, mavi püsküllerle, yeşil ve kırmızı boncuklarla süslüydü. At, güz yağmurlarıyla yeşermiş çayırda otluyordu. Sırtına kalın bir örtü atılmıştı. Bakımlı bir at olduğu kısa ve parlak tüylerinden anlaşılıyordu. Kuyruğu ve ayak bilekleri siyah diğer yerleri sütbeyazdı. Arada bir ayaklarını karnına doğru çekerek sinekleri kovalarken nalları parlıyordu. Arka ayakları yukarıdan aşağıya doğru inceliyordu. Ön ayakları kalem gibiydi. Zarif ve sevimli bir hayvandı. Bir atı bu kadar yakından ilk defa gözlüyordum. Otlarken ağzına gelen dikenleri “ pırrr… pırrr!…” sesini çıkararak atarken, dişleri tarak gibi görülüyordu.
Elmacı, akşama doğru atın semerini bağladı. Çuvalları ata yükleyerek Çepni Ayşe’nin boş evine doğru yöneldi.
Kardeşim Gülyaz ve mahalledeki birkaç çocukla elmacıyı izlemeye başladık. Elmacı, boş olan evin kapısının önüne geldiğinde “düürrsstt!…” diye “dur” komutunu vererek atını durdurdu. Yüklerini indirdi, eve taşıdı ve atı ahıra bağladı. Eve girip şişeli lambayı yaktı. Ateşi tutuşturdu, ibriğe su koyarak, ocak üstündeki zincire astı. Ocağa birkaç çam yarması odunu attı. Odunlar tutuştukça “çat pat” biçimde sesler çıkararak yanıyor ve sessizliği bozuyordu. Bu evde daha çok yazları duruluyordu. Güz mevsiminde ev boştu. Balkar amca, elma satmaya geldiğinde bu evde kalırdı.
Balkar amca; uzun boylu, burma bıyıklı, yeşil gözlü, sarışın bir adamdı. Önce ceketini sonra da şapkasını çıkarıp darabadaki çiviye astı. Zıpka pantolonunun düğmelerini çözerek, paçalarını yukarı kıvırdı. Kıvrılan paçasının altından kırmızı, siyah işlemeli yün çorapları görünüyordu. Peykede yığılı duran yataklara yaslandı, ayaklarını peyke üstüne doğru uzattı ve ellerini başının arkasına bağlayarak uzun uzun düşünmeye başladı. Anlaşılan bir yandan dinleniyor, bir yandan da günün değerlendirmesini yapıyor ve ertesi günün işlerini planlıyordu.
Bir süre sonra ocağın üstündeki ibriğin fokurtusu duyulmaya başladı. İbriğin memesinden çıkan buhar, evin içine doğru yayılıyor, “fışşşş” diye ses çıkarıyordu. İbriğin emziğinden çıkan buharın önüne küçük bir fırıldak konsa, fırrr diye döndürebilirdi. Balkar Amca, uykudan uyanır gibi yerinden kalktı, ibriğin içine bir avuç kekik otu attı ve yeniden kaynattı. İbriği ocağın kıyısındaki közlerin kenarına koydu.
Geniş bir sahanda ılık suyla peksimet ekmeği ıslattı. Çam tahtasından yapılmış yuvarlak sofrayı peykenin yanına koydu. Sofrayı ıslatılmış peksimet ekmeği, tereyağı, telli peynir, kurut ve zeytinle donattı. Yeleğinin cebinden köstekli saatini çıkardı, baktı. Saat akşamın yedisine geliyordu. Büyük bardağına kekik çayını doldurdu. İçine, iki de Erzurum şekeri atarak karıştırdı. Yemeğini yedi ve sofrayı kaldırdı. Yemekten sonra kıl heybesini açarak birkaç kitabı peykenin üzerine koydu. Heybenin dibindeki hamaili özenle açtı ve içindeki kâğıdı eline aldı. Yeleğinin üst cebinden gözlüklerini çıkarıp taktı. İşaret parmağıyla sağa sola çevirerek şekilleri inceledi. Yazıları okumaya çalıştı. Bir başka kâğıda notlar aldı, kendine özgü işaretler koyup, krokiler çizdi. Eski kâğıdı hamaile sararak yeniden heybesine koydu.
Zaman bir hayli ilerlemiş ve mahalle arkadaşlarımız çoktan evlerine gitmişti. Annemin, “Yağmuuuurrr!… Yağmuuuur!… Gülyaaazzz!…” şeklinde alaca karanlığı delen tiz sesi bize ulaşınca geciktiğimizi fark ettik. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Eve dönerken bir köpek arkamızdan gelmeye başladı. Önce oralı olmadık. Yollar ayrımlarında köpek sapmadan arkamızdan gelmeye devam edince kızıp bağırmaya, hatta taş atmaya başladık. Biz bağırınca duruyor, biz hareket etmeye başlayınca o da arkamızdan geliyordu.
Eve vardığımızda annem, “Bu saate kadar neredeydiniz?” diye bize çıkıştı. Ona olanı biteni anlattık, ayrıntılı bir hesap verdik; ama, tüm bunlar iyi bir zılgıt yememize engel olamadı.
Sümerlerle ilgili yazımı, tarih kitaplarını, ders notlarını, ansiklopedileri okuyup ve özetleyerek yazmaya başladım. Sümerlerin milattan önce dört binli yıllarda ilk yazıyı kullanmaları, yıldızları gözlemeleri, kitaplıklar oluşturmaları, geometriyle ilgili
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) 9+ Yaş Roman (Yerli)
- Kitap AdıRüzgarlı Vadi
- Sayfa Sayısı80
- YazarHasan Güleryüz
- ISBN9786058911253
- Boyutlar, Kapak14x20, Karton Kapak
- YayıneviÖzlem Yayınevi / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gölgesine Tutsak ~ Ebru Çaloğlu
Gölgesine Tutsak
Ebru Çaloğlu
“Bizi “İçimizdeki Öteki” ile tanıştıran ünlü yapıtlar…” Gölgesine Tutsak, ünlü edebiyat yapıtları aracılığıyla insanın gerçek yaşamda sakındığı, korktuğu ama bir o kadar da merak ettiği...
- Harem; Kölelikten Sultanlığa ~ Aslı Sancar
Harem; Kölelikten Sultanlığa
Aslı Sancar
Osmanlı Hareminin gerçek yüzü Harem romanıyla ortaya çıkıyor. Egzotik, baştan çıkartıcı, miskin, kötücül gibi yakışıksız ifadelerle yaftalanmaya çalışılan Osmanlı kadınının asıl yüzü. Harem kadınları,...
- Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar ~ Serhan Ergin
Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar
Serhan Ergin
Bize kalsa böyle geçerdi akşamlar. Ama Filiz geldi. Filiz’in istekleri senin de isteklerin oldu (zaten her ilişkinde kendini değiştirmeye teşne oldun), sizin isteklerinize de...