“Rusya’nın Öyküsü”nde Orlando Figes, Rusya’nın bin yıllık tarihine yeni bir yaklaşım getiriyor; Rusların geçmişe bakışlarını şekillendiren fikirler kadar, bu geçmişi oluşturan olaylar ve şahsiyetlerle de ilgileniyor.
Coğrafyasında hüküm süren egemen ideolojilerin değişimlerine ayak uydurmaya çaba harcayarak kendi öyküsü üzerine tekrar tekrar düşünen, tarih sahnesindeki ender uluslardandır Ruslar. Figes, bu olgunun hakkını vererek, Kiev Rus Knezliği’nin 1. binyıldaki kuruluşundan Putin’in Ukrayna’yla savaşına kadar, Rusya’nın yaşadığı uzun tarihsel sürecin arkasındaki anlatıları araştırıyor. “Rusya’nın Öyküsü” Korkunç İvan’ın mum ışığıyla aydınlatılan bir katedraldeki taç giyme töreninden köylü devriminin dramatik çalkantılarına, Rusya Ana’nın dünyaya yönelik kutsal misyonu hakkındaki Ortaçağ efsanesinden Batı tarafından haksız muamele gördüğüne ilişkin milliyetçi nutuklara varıncaya dek Rusya’nın geçmişini ve siyasetini şekillendiren ulusal mitleri ve bunların ideolojilere olan etkisini anlamak için kapsamlı ve yetkin bir çalışma.
“Modern Rusya’yı ve onun Ukrayna’yla, komşularıyla, Amerika’yla ve Batı’yla savaşlarını anlamak istiyorsanız, ihtiyacınız olan en temel arka plan hikâyesini içeren tarih kitabı.”
Anne Applebaum, “Twilight of Democracy ve Red Famine” kitaplarının yazarı
“Orlando Figes, Rus tarihinin büyük anlatıcısı…”
Financial Times
Giriş
2016’da, soğuk ve bulutlu bir Kasım sabahında, Moskova’da, Kremlin’in karşısındaki kardan arındırılmış meydanda küçük bir kalabalık toplandı. “İlk Rus devleti” Kiev Rus Knezliği’ne 980-1015 yıllarında hükmeden Büyük Knez Vladimir’in anıtının açılışı için oradaydılar. Efsaneye göre, Vladimir 988’de, o tarihlerde Bizans İmparatorluğu’nun toprakları arasında bulunan Kırım’da vaftiz edilmişti ve halkının Doğu Ortodoks Kilisesi’ne geçişi böylelikle başlamıştı. Rusya’nın başlıca dini liderleri Moskova ve Tüm Rusya Patriği, Katolik Kilisesi yöneticileri, büyük müftü ve Budist Sangha başkanı rengârenk cübbeleriyle törene katıldılar. Bir elinde haç, diğer elinde kılıç bulunan bronz heykelin yüksekliği 20 metreden fazlaydı. Bu, komünizmin çöküşünden bu yana dikilen ve her biri, 19. yüzyılın estetik değer taşımayan “Rus” üslubuyla yapılmış devasa Vladimir anıtları dizisinin sonuncusuydu. Büyük Knez’in, diğer Rus kentlerindeki Belgorod, Vladimir, Astrahan, Bataysk ve Smolensk– anıtları devlet tarafından ya da halkın bağışlarıyla yaptırılmıştı. Moskova’daki heykelin finansmanı da Kültür Bakanlığı, bir askeri tarih derneği ve bir motosiklet kulübü tarafından sağlandı.1 Açılış konuşmasını bir başka Vladimir, Devlet Başkanı Putin yaptı.
Konuşması sırasında canı sıkkın görünüyordu. Sanki törenin bir an önce bitmesini istiyordu; merasimin, Ukrayna Kırımı’nın Rusya tarafından kısa süre önce ilhakını açıkça desteklemiş film yönetmeni Fedor Bondarçuk’un Vladimir Vladimiroviç’i mikrofona davet etmesiyle, planlanandan erken başlamasının nedeni de belki bu sıkkınlıktı. Konuşmasını önündeki metni tekdüze bir sesle okuyarak yapan Putin, bu açılış tarihinin 4 Kasım, Rusya’nın Ulusal Birlik Günü– taşıdığı sembolik anlama dikkat çekti. Büyük Knez’in, “birbirinden farklı halkları, dilleri, kültürleri ve dinleri tek bir ailede bir araya getiren güçlü, birleşik ve merkezi bir devlet kurmak suretiyle Rusya topraklarını bütünleştirdiğini ve savunduğunu” açıkladı. Putin, kökleri Kiev Rus Knezliği’ne kadar uzanan üç modern ülkenin –Rusya, Beyaz Rusya (Belarus) ve Ukrayna bu ailenin üyeleri olduğunu sözlerine ekledi. Bu ülkeler, Rus İmparatorluğu’nun ve Sovyetler Birliği’nin Slav temelini oluşturan aynı Hıristiyan ilkelerini, aynı kültürü ve dili paylaşan tek bir halk ya da milletti. Belirttiği bu husus, onun ardından konuşan Patrik Kyrillos tarafından da tekrarlandı. Vladimir pagan kalmayı tercih etse ya da yalnızca kendi dinini değiştirse “ne Rusya ne Büyük Rus İmparatorluğu ne de çağdaş Rusya var olacaktı”. Kısa ama farklı bir tondaki üçüncü ve son konuşmayı yazar Aleksandr Soljenitsin’in dul eşi Natalya Soljenitsin yaptı. Rusya’nın sarsıntılarla dolu 20. yüzyıl tarihinin ülkeyi böldüğünü ve “tüm anlaşmazlıklarımız arasında hiçbir şeyin geçmişimiz kadar ayrışmaya yol açmadığını” söyledi. Konuşmasına “Tarihimize saygı duyalım” çağrısıyla son verdi. Bunun içinse, “Onunla gurur duymakla kalmayıp kötülükleri temize çıkarmak ya da gözlerden uzak kalmasını sağlamak için halının altına süpürmek yerine dürüstçe ve cesurca yargılamamız” gerekiyordu.
Putin bu sözlerden rahatsız olmuş göründü. Ukraynalılar çok öfkeliydi. Kendi diktirdikleri Büyük Knez ya da onların deyişiyle Volodimir heykelleri zaten vardı. O heykel 1853’te Ukrayna, Rus İmparatorluğu’nun bir parçasıyken, Dinyeper Nehri’nin sağ yakasında, Ukrayna’nın başkenti Kiev’e nazır bir konumda inşa edilmişti. Heykel, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ülkenin Rusya’dan bağımsızlığının sembolü haline gelmişti. Moskova’daki törenin sona ermesinden dakikalar sonra, Ukrayna’nın resmi Twitter hesabında, Kiev Anıtı’nın bir fotoğrafı İngilizce bir notla birlikte paylaşıldı: “Prens Volodimir’in asıl heykelinin neye benzediği unutulmamalıdır.” 2014 Onur Devrimi sonrasında Ukrayna Cumhurbaşkanı seçilen Petro Poroşenko, egemen Ukrayna’nın bir parçasını oluşturan Kırım’ın, kendisinin seçilmesinden kısa bir süre önce Rusya tarafından ilhakının bu ülkenin “emperyalist” tutumunun göstergesi olduğunu da iddia ederek Kremlin’i Ukrayna tarihini kendisine mal etmekle itham etti.3 Kiev ile Moskova arasındaki Volodimir/Vladimir kavgası yıllardır sürüyordu.
Moskova’daki anıt, Rusya’nın büyük prense dair iddiasının önceliğini ileri sürercesine, Kiev’dekinden bir metre yüksek inşa edilmişti. Putin, Vladimir’i modern Rusya devletinin kurucusu kabul ederken, Ukraynalılar Volodimir’in, 2015’te, Büyük Knez’in ölümünün 1000. yılında Poroşenko tarafından yayımlanan kararnamede açıklandığı üzere, kendi ülkelerinin, “bir Ortaçağ Avrupa devleti olan Rus Ukraynası’nın kurucusu” olduğunu iddia ediyorlardı (“Ukrayna” teriminin 12. yüzyılın sonlarına kadar hiçbir yazılı kaynakta geçmediği, o tarihte de yalnızca eski Slav dilinde “çevre”, “sınır bölgesi” anlamına gelen okraina’nın kullanıldığı münasip biçimde görmezden gelinmiştir). Poroşenko birkaç ay sonra da Volodimir’in Rus Knezliği’ni Hıristiyanlaştırma kararının “yalnızca kültürel ya da siyasi bir karar olmadığını, Kiev’in Bizans’ın Hıristiyan medeniyetine katılmasını sağlayan bir Avrupalılık tercihi” olduğunu da ekledi.4 Mesaj açıktı: Ukrayna bir Rus kolonisi olmak değil, Avrupa’nın parçası olmak istiyordu. Her iki taraf da, kendi milliyetçi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri ulusal kimlik anlatılarını yeniden tasavvur etmek için –ortak– Kiev Knezliği’nin tarihine başvuruyordu. Tarihsel olarak, elbette, 10. yüzyılda (ya da aslında Ortaçağ’ın herhangi bir döneminde) “Rusya”dan ya da “Ukrayna”dan bir ulus ya da devlet diye söz etmek pek anlam ifade etmez. Volodimir/Vladimir çatışmasıyla karşımıza çıkan, tarihsel bir anlaşmazlık değil, uzlaşmaz iki kuruluş efsanesidir. Kremlin versiyonu –Rusların, Ukraynalıların ve Beyaz Ruslar’ın başlangıçta tek bir millet olduğu– Ukrayna ile Beyaz Rusya’nın Rusya’nın “doğal” nüfuz bölgesi olduğu (dolayısıyla buralara müdahale hakkı bulunduğu) iddiasına geçerlilik kazandırmak için kullanılmıştır. Putin de Sovyet tarih anlayışı doğrultusunda yetiştirilmiş kuşaktaşı pek çok Rus gibi Ukrayna’nın bağımsızlığını hiçbir zaman gerçekten tanımadı.
2008 gibi yakın bir tarihte ABD Başkanı’na Ukrayna’nın “gerçek bir ülke değil”, büyük Rusya’nın tarihi bir parçası, Moskova’nın merkez bölgelerini Batı’dan koruyan bir sınır bölgesi olduğunu söyledi. Tepeden bakan bu anlayışa göre Rusya, Batı’nın Ukrayna’ya tecavüzleri karşısında kendini savunma hakkına sahipti. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik uzun bir savaşın başlangıcı olan Kırım’ı ilhakı, ülke tarihine ilişkin bu tartışmalı yorumun sonucudur. İşgal, Rusya’nın Kiev’deki “darbe”ye –Kremlin, Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç hükümetine karşı, Ukrayna’yı Batı dünyasına taşımayı vaat eden bir Ortaklık Antlaşması için Avrupa Birliği’yle (AB) müzakereleri durdurmasının ardından bir halk isyanı olarak başlayan Maydan Ayaklanması’nı “darbe” diye adlandırmaktadır– tepkisiydi. Bunlar yaşanırken Poroşenko, kendisini iktidara getiren devrimi ve daha sonra imzaladığı AB anlaşmasını meşrulaştırmak için Ukrayna’nın “Avrupalılık tercihi” efsanesini kullandı. Ukrayna halkı Maydan Ayaklanması’nda “Avrupalılık tercihi”ni ortaya koymuştu. “Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; bugünü denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.” George Orwell Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te böyle söylemiştir.5 Bu söz, dünyadaki tüm ülkelerden çok Rusya için geçerlidir. Sovyet döneminde, komünizm ülkenin değişmez kaderiyken ve tarih bu amaca uygun biçimde düzenlenirken yapılan, belki Orwell’in de bildiği, bir espri vardı: “Rusya geleceği belli bir ülkedir; öngörülemez olan yalnızca geçmişidir.” Kendi geçmişi üzerine bu kadar sıklıkla tekrar tekrar düşünen bir başka ülke yoktur; başka hiçbir ülkenin tarihi iktidarda bulunan ideolojilerin neden olduğu değişikliklere Rusya’daki düzeyde maruz kalmamıştır. Ülkenin geçmişinden dersler çıkarılması, gelecekteki yönelimlerine ve uygulayacağı politikalara ilişkin bir tartışmada galip gelmenin her zaman en etkili yolu oldu.
Ülkenin karakteriyle ve kaderini belirleyen olaylarla ilgili bütün büyük tartışmalar tarihi meseleler çerçevesinde yapılmıştır. Batı yanlıları ile Slavofiller arasındaki, 19. yüzyılda Rus entelektüel yaşamına egemen tartışma tarihe ilişkin bir uyuşmazlık üzerinden ilerledi. Batı’dan ilham alanlar için Rusya, 18. yüzyılın başlarında Büyük Petro tarafından başlatılan Batılılaşma reformları sayesinde güçlenmişti ancak Slavofilllere göre, Petro’nun kendilerine yabancı Batılı yaşam biçimini dayatması Rusya’nın yerel kültürünün, geleneklerinin ve ulusal uyumunun zayıflamasına neden olmuştu. Günümüzde bu tür tartışmalarda tarihin rolü hiç olmadığı kadar önemli. Sağ-sol parti ayrımının ve tartışmaya biçim verecek rakip ideolojilerin ve “demokrasi” ya da “özgürlük” gibi temel kavramların kamuoyunda kabul görmüş karşılıklarının bulunmadığı Putin’in sisteminde siyasi söylem ülkenin geçmişine ilişkin düşüncelerle belirleniyor. Rejim, Rus tarihinden herhangi bir döneme anlam yüklediğinde o konu siyasileşiyor. Bu yeni bir şey değil. Sovyet tarihçiler, özellikle Stalin’in iktidarda bulunduğu ve tarihin, onun öneminin artırılması ve rakiplerinin itibar kaybına uğratılması amacıyla çarpıtıldığı dönemde, parti politikalarındaki değişikliklere fazlasıyla tabiydiler. Bazıları çalışmalarını “düzeltmeye” zorlanırken bazılarının eserleri kütüphanelerden kaldırılıyor ya da yeniden yayımlanması yasaklanıyordu. 1917’den önce dahi tarih özenle sansürden geçiriliyordu. Bu, yalnızca siyaseten tehlikeli olabilecek düşüncelerin ve olayların (otokrasiyi istenmeyen bir biçimde resmeden herhangi bir şey) yayımlanmasının engellenmesi meselesi değildi; aynı zamanda ülkenin resmi tarihinin güncel politikalara aykırı düşecek biçimde tahrif edilmesinin önüne geçilmesi gerekiyordu. Ukraynalı tarihçiler, Avrupa ilkelerine duydukları varsayılan sempati nedeniyle özellikle yakından izleniyorlardı. Ukraynaca yayın yapmalarına, Ukrayna’ya yönelik milliyetçi duyguları körüklemelerine ya da Rusya karşısında bir memnuniyetsizlik duygusu gelişmesini teşvik etmelerine izin verilmezdi.6 Bu tür denetleyici anlatımların dışında, Rusya’da tarih yazıcılığı, Ortaçağ kronikleriyle başladığından bu yana, efsanevi düşüncelerle iç içe geçmiştir: “Kutsal Rusya”, “kutsal çar”, “Rus ruhu”, Moskova’nın “Üçüncü Roma” olması ve diğerleri. Bu efsaneler, Rusların kendi tarihlerine ve ulusal karakterlerine ilişkin anlayışlarının gelişmesinde temel oluşturdu. Batılıların Rusya politikalarına ve Rusya’ya yaklaşımlarına yön veren ya da bu yaklaşımlarda ve politikalarda sapmalara neden olan da genellikle bu efsanelerdir. Çağdaş Rusya’yı anlayabilmek için bu efsanelerin ayrıntılarına inmemiz, tarihsel gelişimlerini açıklamamız ve bu ülkenin eylemleri ve karakteri üzerinde nasıl belirleyici bir etkiye sahip olduklarını araştırmamız gerekiyor. Rus efsanelerini araştıran büyük kültür tarihçisi Mihael Çerniyavski, bu efsanelerin olağanüstü güçlerini ve dayanıklılıklarını yüzyıllar boyunca sürdürmelerine ilişkin ikna edici bir açıklama ortaya koymuştur:
Efsanelerin gerçeğe yakın olmaktan çok, gerçekle doğrudan doğruya çelişme eğiliminde olduğu pek çok kişi tarafından ifade edilmiştir. Rus gerçekliği ise “en kutsal” efsaneleri üretecek kadar “kutsallıktan uzaktı”. Hükümet ne kadar güçlüyse, onun yaptıklarını haklı çıkarmak ve ona itaati kabul edilebilir kılmak için gereken efsane de o kadar büyük; Rus halkı ne kadar büyük bir sefalet içinde olursa, bu sefaletin gerekçesini ortaya koymak ve onu aşmak için efsanenin sağlaması gereken eskatolojik sıçrama da o kadar büyük olmalıydı.
Pek çok yazar, Rus halkının daha iyi bir Rusya vaat eden olağanüstü hikâyelere ihtiyacı olduğunu ifade etmiştir. Acı çekme ve kurtuluş temalarının sıklıkla işlendiği Dostoyevski romanlarında, bu ihtiyaç Rus karakterinin özü biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu efsanelerin varlığını sürdürmesi Rusya tarihi açısından daha geniş kapsamlı anlamlar taşır: Ortodoks inançlarının kalıcı gücü; halkın ideallerinin vücut bulduğu, onları adaletsizlikten kurtaracak bir kutsal çar arayışı; bu hayal Stalinist rejim altında kâbusa dönüştüğünde dahi, bu dünyada bir cennet kurma hayali, bir devrim ütopyası. Bunların hepsi bu kitabın adının neden Rusya’nın Öyküsü konduğunu açıklamaktadır. Bu çalışma, tarihi oluşturan olaylar, kurumlar, sosyal gruplar, sanatçılar, düşünürler ve liderler hakkında olduğu kadar, ülke tarihini biçimlendiren düşünceler, efsaneler, ideolojiler ve Rusların kendi geçmişlerini değerlendirme biçimleri hakkındadır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap AdıRusya’nın Öyküsü
- Sayfa Sayısı288
- YazarOrlando Figes
- ISBN9789750861321
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024