“Harkat’ın peşinden gidersen bir daha sonsuza dek geri dönemeyebilirsin. Arkadaşın için böylesine büyük bir risk almaya değer mi?”
Dehşet verici, yeni bir dünyada Vampir Prensi Darren Shan için ölümcül bir sınav daha.
Darren ve Harkat, Ruhlar Gölü’ne yaptıkları zorlu yolculukta inanılmaz engelleri aşmak zorundalar. Bu maceradan sağ çıkabilecekler mi? Peki ya ölülerin gezdiği karanlık sularda onları ne bekliyor?
Gecenin karanlığının tek hakimi o olacak ve dünyayı yok edecek.
Gölgelerin Hükümdarı…
yakında.
***
GİRİŞ
O gün havada ölüm kokusu vardı… Bu koku, bizim sonumuzun mu, yoksa panterin sonunun mu habercisiydi?
Siyah panterler aslında birer leopardır. Eger onlara yakından bakarsanız kürklerinde soluk benekler olduğunu görebilirsiniz. Ama inanın bana, eğer hayvanat bahçesinde değilseniz, bir pantere fazla yaklaşmasanız iyi olur! Vahşi doğanın en acımasız katillerindendir o. Sessiz ve hızlı hareket eder. Bire bir mücadelede neredeyse her zaman üste çıkmayı başarır. Sizden daha hızlı olduğundan, ondan koşarak kaçamazsınız. Ağaca tırmanıp kurtulmanız da mümkün değildir, çünkü o da tırmanabilir. Eğer elinde tüfeği olan deneyimli bir avcı değilseniz, en iyisi ondan mümkün olduğunca uzak durmaktır.
Harkat ve ben daha önce hiç panter avlamamıştık ve elimizde silah olarak, taştan yapılma birkaç bıçak, bir de yuvarlak uçlu uzun bir sopa dışında bir şey yoktu. Ama işte burada, bir gün önce kazıp üzerini çalı çırpıyla örttüğümüz ve bir geyik yakalayıp yem olarak önüne koyduğumuz çukurun başında duruyor, panterin gelmesini bekliyorduk.
Mütevazı silahlarımız elimizde, çalıların arasında saatlerce bekledikten sonra, çukurun çevresindeki ağaçların arasında enlemesine uzun ve siyah bir şeyin hareket ettiğini gördüm. Sonra bir ağacın ardından bıyıklı bir burun belirdi ve temkinli bir tavırla havayı kokladı… Panterdi bu. Dirseğimle dürterek Harkat’ı uyardım ve nefesimizi tutarak, korkudan kasılmış bir halde avımızı izlemeye koyulduk. Birkaç saniye sonra panter döndü ve ormanın karanlığına doğru uzaklaşmaya başladı.
Harkat ile fısıldaya fısıldaya panterin geri çekilişini konuştuk. Ben panterin tuzağı hissettiğini ve geri dönmeyeceğini düşünüyordum. Harkat bu görüşe katılmıyor, hayvanın geri döneceğini söylüyordu; iyice geri çekildiğimiz takdirde, bir dahaki sefere adamakıllı yaklaşacaktı. Bunun üzerine sürüne sürüne geri çekildik ve çukurun etrafını çevreleyen çalıların neredeyse bittiği noktaya kadar geldik. Buradan bakınca geyiği hayal meyal görebiliyorduk.
Birkaç saat geçti. Tek kelime bile konuşmadık. Vaktimizi boşuna harcadığımızı söyleyerek sessizliği bozmaya hazırlanıyordum ki, yakınlarda iri bir hayvanın hareket ettiğini duydum. Geyik panik içinde çırpınmaya başlamıştı. O sırada tüyler ürpertici bir hırıltı duyuldu. Çukurun uzak tarafından gelmişti. Bu harikaydı; eğer panter geyiğe o taraftan saldıracak olursa, doğruca tuzağımıza düşüp çukurda ölebilirdi. Böylece onunla savaşmak zorunda kalmazdık!
Panterin geyiğe yaklaştığı sırada adımlarıyla ezdiği dal parçalarının çıtırtıları geliyordu kulağıma. Sonrasındaysa büyük bir çatırtı duyuldu ve panter tuzağımıza yakalanarak, dibe yerleştirdiğimiz kazıkların üzerine düştü. Canhıraş bir uluma duyuldu; ardından da orman sessizliğe gömüldü.
Harkat yavaşça ayağa kalktı ve çalıların üzerinden çukura doğru baktı. Ben de ayağa kalkıp aynısını yaptım. Birbirimize baktık. “İşe yaradı,” dedim, hafif bir tereddütle.
“Yaramayacağını düşünüyormuş gibi… bir halin var,” diyerek sırıttı Harkat.
Gülerek, “Evet, öyle düşünüyordum,” dedim ve çukura doğru yürümeye başladım.
“Dikkatli ol,” diye uyarıda bulundu Harkat. “Hâlâ yaşıyor olabilir.”
Önüme geçerek sola doğru gitti ve bana da sağ taraftan ilerlememi işaret etti. Bıçağımı havaya kaldırıp sıkı sıkı tutarak Harkat’tan uzaklaştım ve bir süre sonra farklı yönlerden çukura vardık.
Harkat benden birkaç adım öndeydi ve çukurun içini ilk gören o oldu. Yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı. Birkaç saniye sonra bunun sebebini anladım. Kazıkların üzerinde kanlar içinde bir beden yatıyordu; ama bu beden, bir pantere değil, kızıl renkli bir babuna aitti.
“Anlamıyorum,” dedim. “Az önceki hırıltı bir pantere aitti, maymuna değil.”
“İyi ama nasıl…” Harkat birden durakladı. “Maymunun boğazındaki pençe izleri! Bunu panter yapmış ol…”
Cümlesini bitiremedi. Çünkü o sırada, bana en yakın ağacın üst dallarında ani bir hareketlenme oldu. O tarafa hızla döndüğümde enlemesine uzun, iri ve simsiyah bir şeyin, havada, kocaman sivri dişlerini göstererek ve pençelerini öne uzatarak bana doğru uçtuğunu gördüm. Sonrasındaysa panter üzerimdeydi ve muzaffer bir tavırla kükrüyordu.
O gün havada ölüm kokusu vardı…
BİRİNCİ BÖLÜM
Altı ay önce.
Vampanezlerle girdiğimiz çatışmanın sonrasında dışarıya çıkmak için tünellerde yaptığımız yürüyüş ağır ve yorucuydu. Bay Crepsley’nin yanmış kemiklerini, yaşamını yitirdiği çukurda bırakmıştık. Aslında ondan geriye kalanları gömmeyi düşünmüştüm ama buna yüreğim elvermemişti. Steve’in, vampanez Lordu olduğunu öğrenmek beni yıkmıştı ve hiçbir şey umurumda değildi artık. En iyi dostum öldürülmüştü. Dünyam yerle bir olmuştu. Benim için hayatta olmak ya da olmamak fark etmiyordu.
Harkat ve Debbie yanımda, Vancha ve Alice ise bizden biraz önde yürüyorlardı. Debbie bir zamanlar benim kız arkadaşımdı ama şimdi yetişkin bir kadın olmuştu. Bense genç bir oğlan bedeninde mahsur kalmıştım, çünkü bir yarı-vampirdim ve geçen her beş yılda sadece bir yaş büyüyordum. Alice şehrin emniyet müdürüydü. Etrafımızı polisler sardığında Vancha onu kaçırmıştı. Alice ve Debbie, vampanezler ile girdiğimiz çatışmada bizim yanımızda savaşmışlar, ikisi de iyi iş çıkarmışlardı. Emeklerinin boşa gitmesi üzücüydü.
Alice ve Debbie’ye Yaraların Savaşı’nı anlatmıştık. Vampirler gerçekten de varlar, ama bilindiği gibi eli kanlı canavarlar değiller, insanların kanını içerken onları öldürmüyoruz. Fakat bir diğer gece yaratığı olan vampanezler öldürüyorlar. Altı yüz yıl önce vampirlerden ayrılıp kendi yollarına gitmişler. Kurbanlarının kanlarını son damlasına kadar içiyorlar. Zaman içinde tenleri mor, güzleri ve tırnakları ise kırmızı renk olmuş.
İki kavim uzun bir süre barış içinde yaşadılarsa da, Vampanez Lordu ortaya çıktığında bu durum sona erdi. Bu vampanez lideri kavmini vampirlere karşı savaşa sokacak ve bizi yok edecekti; bunun kaderinde yazılı olduğu söyleniyordu. Ama henüz bir tam-vampir olmadan onu bulup öldürebilirsek, bu savaş bizim galibiyetimizle sonuçlanacaktı.
Desmond Tiny adında, geleceği görebilen ve başkalarının işine burnunu sokmaktan büyük zevk alan güçlü bir adamın dediğine göre, Vampanez Lordu’nun işini bitirmek için peşinden sadece üç vampir gidebilirdi. Bunlardan ikisi vampir prensleriydi: Ben ve Vancha March. Diğer ise, bana vampir kanı vermiş ve bir baba gibi davranmış olan Bay Crepsley’di. Birkaç saat önce, Vampanez Lordu olduğunu düşündüğümüz kişiyle dövüşmüş ve onu öldürmüştü. Fakat sonra Steve, gerçek Vampanez Lordu’nun aslında kendisi olduğunu açıkladıktan hemen sonra Bay Crepsley’yi ucu alevli kazıkların bulunduğu bir çukura fırlatarak ölüme yollamıştı.
Bay Crepsley’nin arlık hayatta olmadığına bir türlü inanamıyordum. Her an omzumda bir dokunuş hissetmeyi bekliyor; döndüğümde arkamda uzun boylu ve turuncu saçlı vampirin sırıtarak durduğunu göreceğimi, yanağındaki uzun yara elindeki fenerden gelen ışıkta hafifçe parlarken, onsuz nereye gittiğimizi soracağını umuyordum. Ama omzuma dokunan yoktu. Bay Crepsley ölmüştü. Hiçbir zaman geri gelmeyecekti.
Bir yanım öfkeden deliye dönmeyi, elime bir kılıç alıp Steve’in peşinden gitmeyi istiyordu. Onu bulup o çürümüş kalbine bir kazık saplamak istiyordum. Fakat Bay Crepsley intikam için yaşamamam konusunda beni uyarmıştı. Bunun beni yanlışa sürükleyeceğini söylemişti. Steve ile aramızda görülmemiş bir hesap olduğunu, yollarımızın bir kez daha kesişeceğini biliyordum; ama şimdilik onu kafamdan atmış, kendimi Bay Crepsley’nin yasını tutmaya adamıştım.
Fakat bir türlü tam anlamıyla yas tutamıyordum. Göz pınarlarım kurumuştu sanki. Büyük bir kederle ağlayıp sızlamak istiyor, bir türlü beceremiyordum. Ruhum bir enkazdan farksızdı ama bunu dışa yansıtmıyor, sanki Bay Crepsley’nin ölümünden etkilenmemiş gibi donuk, sakin ve kendine hakim görünüyordum.
Önümüzde yürümekte olan Vancha ve Alice birden durdu. Prens arkasına dönüp ağlamaktan kıpkırmızı olmuş kocaman gözlerle bize baktı. Hayvan derisinden kıyafetleri, çamurlu ayakları ve kontrolsüzce uzamış saçlarıyla, kaybolmuş fazla iri bir çocuğu andırıyordu. “Neredeyse yeryüzüne varmak üzereyiz,” dedi çatallı bir sesle. “Dışarıda hava hâlâ aydınlık. Karanlık olana kadar burada beklesek mi? Eğer görülürsek…” “Umurumda değil,” diye mırıldandım.
“Burada daha fazla durmak istemiyorum,” dedi Debbie ağlamaklı bir sesle. “Bu tüneller çok acımasız.”
“Benim de ekibime hayatta olduğumu bildirmem gerek,” dedi Alice. Kaşlarını çatmış, solgun beyaz saçlarından kurumuş kan pıhtılarını ayıklıyordu. “Gerçi bu olanları onlara nasıl açıklayacağım konusunda hiçbir fikrim yok!”
“Doğruyu söyle,” dedi Vancha.
Emniyet müdürü yüzünü buruşturdu. “Bu mümkün değil! Başka bir şey düşünmem ger…” Durdu. Tünelin loşluğunda bir karaltı belirmiş, yolumuzu kesmişti.
Bir küfür savuran Vancha, eline bir şuriken -göğsüne doladığı kemerlerde duran keskin uçlu Ninja yıldızları- alıp fırlatmaya hazırlandı.
“Dur Vancha,” dedi yabancı, elini havaya kaldırarak. “Yardım etmeye geldim, zarar vermeye değil.”
Vancha şurikeni indirirken şaşkınlıkla mırıldandı: “Evanna?”
Az ileride duran kadın parmaklarını şaklatınca, tepemizde bir meşale yandı ve birkaç ay önce Vampanez Lordu’nu aradığımız sırada beraber seyahat ettiğimiz çirkin cadı çıktı ortaya. Hiç değişmemişti. Kısa ve kalın bacakları, uzun ve dağınık saçları, sivri kulakları, ufacık bir burnu vardı; bir gözü kahverengi, bir gözü yeşildi (renkler ikide bir yer değiştiriyorlardı); kıllı bir vücuda, uzun ve sivri tırnaklara sahipti ve bedenine sıkıca sarılmış sarı renkli kalın ipleri kıyafet olarak kullanıyordu.
Kocaman yeşil gözlerinde kuşku dolu bakışlarla, “Senin burada ne… işin var?” diye sordu Harkat. Evanna Yaraların Savaşı’nda tarafsızdı, ama o anki ruh haline göre taraflardan birine yardım edebiliyor ya da zorluk çıkarabiliyordu.
“Larten’ın ruhuna veda etmeye geldim,” dedi cadı. Gülümsüyordu.
“Pek üzgün görünmüyorsun,” dedim duygudan yoksun bir ifadeyle.
Omuz silkti. “Öleceğini on yıllar önce sezmiştim. Gözyaşlarımı da o zaman döktüm.”
“Öleceğini biliyor muydun?” diye gürledi Vancha.
“Emin değildim, ama böyle olacağını tahmin etmiştim.”
“Yani buna engel olabilirdin!”
“Hayır,” dedi Evanna. “Gelecekte olacakları hissetme yeteneğine sahip olanların, meydana gelecek olaylara müdahale etmesi yasaktır. Larten’ı kurtarabilmem için kurallara karşı gelmem gerekirdi ki, bunu yapsaydım tüm dünya bir kaosa sürüklenirdi.”
Cadı elini uzattı ve aralarında metreler olmasına rağmen, Vancha’nın çenesini hafifçe kavradı. “Larten’ı çok severdim,” dedi yumuşak bir ses tonuyla. “Yanılmış olduğumu umuyordum. Ama onu kurtaramazdım. Onun kaderini tayin etmek bana düşmezdi.”
“Peki ya kime düşerdi?” dedi Vancha kızgınlıkla.
“Kendisine,” dedi Evanna. “Vampanez Lordu’nun peşine düşmeyi, tünellere girmeyi, platformda dövüşmeyi kendisi seçti. Sorumluluklarını görmezden gelebilirdi; ama o bunu yapmadı.”
Vancha kısa bir süre daha cadıya öfkeli gözlerle baktıktan sonra başını önüne eğdi. Ayaklarının ucundaki toprak zemine taze gözyaşları düşüyordu şimdi. “Özrümü kabul edin leydim,’’diye mırıldandı. “Sizi suçlamıyorum. Sadece, içim öylesine nefret dolu ki…”
“Biliyorum,” diyen cadı, dönüp bizleri inceledi. “Benimle gelmelisiniz. Size söyleyeceklerim var ve bunu dışarıda yapmayı tercih ederim; buranın havası ihanet ve ölüm kokuyor. Bana birkaç saatinizi ayırır mısınız?” Alice Burgess’e baktı. “Fazla vaktinizi almayacağıma söz veriyorum.”
Alice hafifçe iç geçirdi. “Sanırım birkaç saatten bir şey olmaz.”
Evanna sırayla Harkat’a, Debbie’ye, Vancha’ya ve bana baktı. Biz de başımızı sallayarak bu isteğini kabul ettiğimizi belirttik. Sonra da karanlığı ve ölümü geride bırakmak için sabırsızlanarak cadının peşinden gittik.
Evanna aramızdaki tek tam-vampir olan Vancha’ya, güneşten korunmak amacıyla üzerine örtmesi için kalın bir geyik postu verdi. Cadıyı takip ederek sokaklarda hızla ilerliyorduk şimdi. Evanna bizi saklayacak bir büyü yapmış olmalıydı, çünkü kan lekeli yüzlerimiz ve kıyafetlerimize rağmen insanlar bizi fark etmiyorlardı. Bir süre sonra şehrin dışındaki küçük bir ormanlık alana vardık; Evanna buradaki ağaçlar arasında kendisine bir kamp yeri hazırlamıştı. Bize oturmamızı söyledi; meyve, bitki kökleri ve su ikram etti.
Hiç konuşmadan karnımızı doyurduk. Bir ara kendimi, cadıyı inceler ve onun burada bulunma sebebini düşünürken buldum. Eğer gerçekten Bay Crepsley’ye veda etmek için gelmiş olsaydı, vampirin bedeninin yattığı çukurun bulunduğu yere gitmiş olması gerekirdi. Bay Tiny’nin kızıydı Evanna. Bay Tiny onu, bir vampirin ve bir kurdun kanını karıştırarak yaratmıştı. Vampir ve vampanezler kısırdılar -çocuk sahibi olamıyorduk- ama söylenenlere göre Evanna eğer isterse bir vampir ya da vampanezden çocuk sahibi olabilecekti. Vampanez Lordu’nu yakalamak amacıyla yola koyulduktan kısa süre sonra Evanna ile karşılaştığımızda. Bay Tiny’nin kehanetini doğruladı -Lord’u öldürmek için elimize dört fırsat geçecekti- ve başarısız olduğumuz takdirde içimizden iki kişinin öleceği konusunda uyardı bizi.
Vancha yemek yemeyi bitirdikten sonra arkasına yaslanıp geğirdi. Sonra da Evanna’ya dönerek, “Anlat!” dedi. Nazik olacak durumda değildi.
“Kaç hakkınızı kullandığınızı merak ediyor olmalısınız,” dedi Evanna lafı gevelemeden. “Cevap üç. İlkini, ormandaki açıklıkta vampanezlerle dövüştüğünüz ve Lordlarının
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıRuhlar Gölü
- Sayfa Sayısı224
- YazarDarren Shan
- ÇevirmenArif Cem Ünver
- ISBN9944696180
- Boyutlar, Kapak13x18, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Koku ~ Patrick Süskind
Koku
Patrick Süskind
18. yüzyıl, Fransa. Romanın kahramanı Jean-Baptiste Grenouille, kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten bile çekinmeyen biridir. Gelgelelim kokular konusunda...
- Michael K / Yaşamı ve Yaşadığı Dönem ~ J.M. Coetzee
Michael K / Yaşamı ve Yaşadığı Dönem
J.M. Coetzee
J.M. Coetzee’nin romanlarında kurduğu ikilemler, ırk ayrımı ve sömürgeciliğin pençesindeki Güney Afrika gerçekliğinden temellenir, ama bireyin böylesi bir toplum içindeki yabancılaşması ve umursamazlığının derinliklerine...
- Dile Benden Ne Dilersen ~ Fatma Burçak
Dile Benden Ne Dilersen
Fatma Burçak
Tılsımlı hikâyeler seçtik size! Hem kendimizi ve dertlerimizi anlatacağız hem de sizin dertlerinize ortak olacağız. Kadim topraklardan bize miras kalan hikâyeler bunlar. Çin, Hint,...